X

Zihinsel sağlığımızı anlamak: Stres, anksiyete ve depresyon nedir?

Gün geçmiyor ki yaşamlarımızı, hayat kalitemizi, sağlığımızı, rutinlerimizi, düzenimizi etkileyen bir gelişme yaşayamayalım… Günümüzün hızla değişen, dönüşen ve hatta bazen de altüst olan dünyasında, hepimiz yaşamın getirdiği birtakım zorluklarla başa çıkmaya çalışıyor, bu değişimlere ayak uydurmak için neler yapabileceğimizin yollarını arıyoruz. İş, okul, ailevi sorumluluklar, özel hayat, sosyal görevler, romantik ilişkiler, dünya gündemi, ekonomi, iklim krizi, doğal afetler, mevsim geçişleri derken hızla evrilen dünyamızda, bol gelgitli günler yaşarken bir yandan da yaşam amacımızı bulma ve kişisel hedeflerimizin peşinde koşma çabasız, zihin sağlığımız üzerinde silinmeyecek izler bırakabiliyor. Tüm bunların üzerine bir de geleceğe dair belirsizlik hissi, umutsuzluk, kayıplar, karamsarlık duygusu gibi olumsuzluklar da eklenince ‘Ben ne yaşıyorum!’ diyerek sessiz haykırışlarımız kaçınılmaz oluyor.

Gerçekten de bu kadar çok belirsizlik, değişken gündemler, bitmeyen iş ve sorumluluklar varken; sürekli zamansızlıktan, bir şeyleri yetiştirememekten şikayet ederken, üstüne yaşam jet hızıyla akıp geçtiği için dilediğimiz gibi yaş alamazken ve dünya gündemi talihsiz serüvenler dizisi gibi her gün yeni kesitlerle bizi şaşırtıyorken, ‘Biz ne yaşıyoruz?’ Stres mi anksiyete mi depresyon mu yoksa d şıkkı, hepsi mi? Yaşamlarımızda, bedenimizde, zihnimizde bazen misafir olan bazense sanki ev sahibiymiş gibi takılan bu duygusal durumları nasıl ayırt edebiliriz? Pek çoğumuzun yaşamın belli dönemlerinde yaşadığı bu olumsuz durumları anlamak, ayırt edebilmek ve doğru şekilde yönetebilmek için stres, anksiyete ve depresyon arasındaki ince çizgileri fark edebilmek önemli.

Stres vs. anksiyete vs. depresyon

Uzaktan bakıldığında aynı görünen ama yakına geldikçe farkları ortaya çıkan stres, anksiyete ve depresyon, günlük yaşamlarımızı, hayat kalitemizi, duygu durumlarımızı derinden etkileyebilen en yaygın zihinsel sağlık sorunları arasında. Ancak, kendimizi iyi hissetmediğimizde bunlardan hangisini deneyimlediğimizi bulmak zor olabilir, çünkü belirtileri birbirine benzerlik gösterebilir. Doğru müdahale içinse üçünü ayırt edebilmeyi bilmek oldukça önemli.

Genel yorgunluk hali, isteksizlik, kas ağrıları, iştah sorunları, kilo alma veya verme, sindirim problemleri, baş ağrısı, uyku sıkıntıları, cinsel dürtü kaybı, motivasyonsuzluk, odaklanma sorunları ve çok daha fazlası bu üç zihin sağlığı sorununun da kendini gösterme şekli olabilir. Dolayısıyla, bu kadar benzer semptomlar varken tam olarak ne yaşadığımızı anlayabilme konusunda kafa karışıklığı yaşamamız da kaçınılmaz.

Stres, stres etkeni (stressor) olarak bilinen bir duruma verilen tepkidir. İş, okul veya zor bir ilişki gibi zorlayıcı bir duruma verilen fiziksel veya duygusal bir tepki olabilir. Anksiyete ise stres etkenlerine verilen birçok tepkiden biridir; bu tepki bireyi harekete geçirmeye başlar, yani sorunla baş etmeye hazırlanması için ona sinyal verir.  Depresyon ise kalıcı üzüntü, boşluk hissi ve yaşama, günlük aktivitelere, sevilen eylemlere olan ilginin kaybıyla karakterize edilen bir zihinsel sağlık sorunudur. Anksiyete ve depresyon, yaşamın zorlukları karşısında açığa çıkan strese karşı verilen yaygın tepkilerdir. Örneğin, boşanmak ya da işten çıkarılmak büyük bir yaşam tarzı değişikliğine neden olduğundan önce strese, ardından anksiyeteye ve daha sonra da depresyona yol açabilir.

İşten çıkarılan bir birey, bu haberi ilk öğrendiğinde yoğun bir stresle karşı karşıya kalabilir, çünkü hem bedeni hem zihni durumu anlamaya, sindirmeye, baş etmeye çalışıyordur. Bu sırada kortizol, adrenalin gibi stres hormonları olarak da bildiğimiz hormonlar salgılanmaya başlar. Bu hormonlar, stres faktörleri ile (bu durumda işten çıkarılma durumu) başa çıkmamıza yardımcı olurken, yoğun ve sürekli bir şekilde salgılanmaya devam ettikçe zihin sağlığını tehdit etmeye başlar. Birey, işsiz kalması sonucunda geleceğe dair korku ve endişe dolu düşünceler geliştirmeye başlar ve bu durumda da anksiyete ile karşılaşır. Bir süre sonra ise henüz iş bulamadıysa, işini kaybettiği günden sonra bazı arkadaşlarını da kaybettiyse, kirasını, faturalarını ödeyemediyse, kendisini yetersiz hissetmeye başladıysa ve belki de bir daha hiçbir zaman iş bulamayacağını, bu nedenle de hayatının bir daha asla eskisi gibi olamayacağını düşünmeye başladıysa, kendisini depresyonun kollarında bulabilir. Hiçbir şey yapmak istemiyor, kalan arkadaşlarıyla görüşmekten kaçınıyor, artık iş bile aramıyor, önceden keyif aldığı herhangi bir eylemi gerçekleştirmiyorsa, işini kaybetmesinden bir süre geçtikten sonra depresyonu deneyimlemeye başlamış olabilir.

Tüm bunlar olurken birey, karamsarlık, umutsuzluk gibi olumsuz duyguları hissederken, baş ağrısı, sindirim sorunları, odaklanma sorunları gibi fiziksel sıkıntılar da yaşayabilir. Ve bunları hem stresin ilk zamanlarında hem anksiyeteyi deneyimlerken hem depresyona girdiğinde yaşayabilir; çünkü hem süreç iç içe geçmiş halkalardan oluşan bir zincir gibidir hem de tüm bu semptomlar birbirini ardına sıralanabilir. Dolayısıyla stresi, anksiyeteyi ve depresyonu ayırt edebilmek için aralarındaki ince çizgilerin altını çizmek çok önemli…

Stres, anksiyete ve depresyonun semptomları arasında bazı örtüşmeler olabilir, ancak yine de ayırt etmek için her birinin belirtilerini göz önünde bulundurabiliriz:

Stres semptomları:

  • Uyku problemleri
  • Bunalmışlık hissi
  • Konsantre olmakta zorluk
  • Bulanık görme, göz yorgunluğu
  • Kas ağrıları
  • Baş ağrısı
  • Düzensiz bağırsak hareketleri
  • Kaşıntılı cilt, cilt döküntüleri
  • Adet döngüsünde değişimler
  • Terleme
  • Baş dönmesi
  • Kilo alma/verme
  • Nefes almada zorluk
  • Mide ekşimesi, hazımsızlık
  • Hafıza sorunları
  • Sinirlilik
  • Yeme alışkanlıklarında değişim

Anksiyete semptomları:

  • Paniklemiş veya tehlikede hissetmek
  • Ani korku
  • Hızlı kalp atış hızı
  • Nefes darlığı
  • Hızlı nefes alma
  • Kronik huzursuzluk, sinirlilik veya gerginlik
  • Konsantre olmakta zorluk
  • Uyku sorunları
  • Sindirim problemleri
  • Takıntılı düşünceler
  • Sersemlik veya baş dönmesi
  • Bir türlü rahatlayamamak
  • Endişelenmeyi bırakamamak
  • Düşük ruh hali
  • Gelecek kaygısı
  • Duyarsızlaşma veya bedenden ya da zihinden kopuk yaşıyormuş hissi
  • Hareketsiz duramamak
  • Baş, sırt, kas ağrıları
  • Sıcak basması
  • Mide bulantısı
  • Geceleri diş gıcırdatma
  • İğne batma hissi
  • Cinsel isteksizlik
  • Tuvalete daha sık ya da daha az gitme ihtiyacı

Depresyon semptomları:

  • Üzgün ya da umutsuz hissetmek
  • Sürekli olarak suçlu, değersiz veya çaresiz hissetmek
  • Uyku sorunları
  • Cinsel dürtü kaybı
  • Konsantre olmakta zorluk
  • Devam eden yorgunluk
  • Azalan enerji
  • İlgi eksikliği
  • Günlük görevler ve kişisel etkileşimler yüzünden bunalmış hissetmek
  • Hafıza sorunları
  • Öfke nöbetleri
  • Yeme alışkanlıklarında değişim
  • Kendine zarar verme düşünceleri
  • Sebepsiz fiziksel ağrılar
  • Kronik huzursuzluk, ajitasyon, sinirlilik
  • Ağlama krizleri
  • Boşluk hissi
  • Küçük olaylarda bile büyük tepkiler verme
  • İştah kaybı ya da aşırı yeme
  • Geçmişteki başarısızlıklara takılıp kalma
  • Genel vücut hareketlerinde yavaşlama

Tüm bu semptomlar, kişiden kişiye farklılık gösterebilir, şiddeti ve sıklığı değişebilir. Ancak, genel olarak stres, anksiyete ve depresyonu buluşturan belirtiler arasında kas ağrıları, sindirim sorunları, uyku problemleri, iştah değişimleri, bunalmışlık hissi ve nefes düzensizlikleri bulunduğunun altını çizmek mümkün.

Stres, çoğunlukla kısa vadeli bir tepki olarak ortaya çıkarken, depresyon ve anksiyete genellikle daha uzun vadeli durumları ifade edebilir. Stres, anlık baskı altında veya anlık değişen durumlar karşısında kendini gösterirken, anksiyete daha çok geleceğe dair endişe ve korkuları kapsar, depresyon ise daha derin ve uzun süreli umutsuzluk, çaresizlik gibi karamsar duygularla ilişkilidir.

Stres vs. depresyon

Stres ve depresyon, yukarıda da belirtildiği gibi çeşitli ortak belirtilere sahip olabilir ve bunların başında uyku düzeninde, yeme alışkanlıklarında ve ruh halindeki değişimler gelir. Ancak, stres günlük yaşantımızda karşılaştığımız olaylar sonucunda gelişir ve genellikle tetikleyiciler yani ‘stressor’lar ortadan kalktığında kendiliğinden yok olabilir. Stres, tek başına bir hastalık değildir, ancak çeşitli rahatsızlıklara zemin hazırlayabilir.

Öte yandan, stres, genellikle tetikleyici nedenlerin var olduğu süreçte ortaya çıkar ve kısa sürelidir. Depresyon, şiddetine bağlı olarak aylar, hatta yıllar boyunca devam edebilir. Depresyonda, stresten farklı olarak kişi daha ciddi ve karamsar duyguları uzun süreli deneyimleyebilir.  Stresi kontrol altında tutmak için meditasyon, nefes egzersizleri gibi rahatlatıcı teknikler etkili olabilir; depresyon için önleyici bir yöntem yoktur, tedavi edilmesi gerekir. Depresyon, uzman desteği alınarak, doğru tanı ve tedavi ile ilerlenmesi gereken bir süreci barındırır, tek başına, tedavi edilmeden, kendiliğinden yok olması mümkün değildir.

İlginizi çekebilir: Stres ve depresyonun benzerlikleri nelerdir, birbirinden nasıl ayrılırlar?

Stres vs. anksiyete

Stres ve anksiyete de belirli ortak özelliklere sahiptir; kas ağrıları, iştah değişiklikleri, ruh hali düşüklüğü, uyku problemleri gibi semptomlar depresyonda olduğu gibi anksiyete ile de kendini gösterebilir. Stres, genellikle yukarıda da altını çizdiğimiz gibi kısa sürelidir ve fark edilebilir bir tehdide yanıt olarak açığa çıkar. Anksiyete ise daha uzun süreli olabilir ve kolayca tanımlanabilir bir tetikleyiciye her zaman sahip olmayabilir. Anksiyete, vücudun strese verdiği tepkilerden biridir. Vücudu harekete geçirmek ve savaş ya da kaç tepkisini devreye sokmak için kendini belli edebilir. Bir noktaya kadar, vücudun kendini savunmasına yardımcı olsa da yoğun ve uzun süreli olduğunda zihin sağlığını tehdit edebilir, daha ciddi sorunlara neden olabilir.

Stres ve anksiyeteyi ayırt edebilmek için göz önünde bulundurulması gereken; stresin kısa, anksiyetenin daha uzun süreli olduğu ve stresin tetikleyicisi belli iken anksiyetenin onu tetikleyen hiçbir şey yokmuş gibi görünebilmesidir. Diğer yandan hem stresi hem de anksiyeteyi önlemek için çeşitli müdahaleler yaşam kalitesini ve zihin sağlığını iyileştirebilir. Her ikisi için de yoga, nefes egzersizleri, meditasyon gibi rahatlama teknikleri, günlük düzenli egzersiz, sosyalleşme, sevilen/güvenilen biri ile dertleşme gibi eylemler uygulanabilir ve fayda sağlayıcı olabilir.

Anksiyete vs. depresyon

Anksiyete, geleceğe dair belirsizlik, endişe, korku dolu düşünceler ile tanımlanırken depresyon, üzüntü, umutsuzluk, yaşama dair isteksizlik ile karakterize edilir. Kişi, anksiyeteyi ve depresyonu ayrı ayrı deneyimleyebileceği gibi aynı anda iki zihinsel sağlık sorununu da yaşayabilir ya da uzun süreli anksiyete, depresyonla sonuçlanabilir. Uyku sorunları, cinsel isteksizlik, huzursuzluk hali gibi semptomlar hem depresyon hem de anksiyete belirtilerinde kendini gösterebilir. Ancak, depresyon kişinin uzun süren üzüntü ile yaşamasına ve hatta yaşamak istememesine, hiçbir şeyden keyif almamasına, hiçbir şeye ilgi göstermemesine neden olurken, anksiyete daha çok geleceğe yönelik karamsar düşüncelere işaret eder.

Depresyon, geçmişe takılıp kalmakla daha yakın ilişkiliyken, anksiyete daha çok geleceğe yönelik kaygıları barındırır. Anksiyete, tıpkı stres tepkilerinde olduğu gibi meditasyon, nefes egzersizleri gibi bazı rahatlama teknikleri ile önlenebilir veya yönetilebilir. Ancak depresyonun bu tür müdahalelerle iyileştirilmesi mümkün değildir. Destekleyici ve iyileştirmeye teşvik edici bir ortam oluşturulması için gevşeme teknikleri fayda sağlasa da öncelikli olarak bir uzmandan destek almak ve terapi sürecine, gerekirse ilaç tedavisine başlamak, depresyon ile başa çıkmada oldukça önemli bir yere sahip.

Sonuç olarak, stresin yaşamın kaçınılmaz bir varlığı olduğunu, çünkü sürekli değişen ve dönüşen dünyada maruz kaldığımız olaylara, durumlara bir tepki olarak ortaya çıktığını, bu nedenle onu tamamen ortadan kaldıramasak da önleyici veya etkilerini hafifletici eylemlerde bulunabileceğimizi hatırlamak önemli:

Benzer bir şekilde anksiyete ile başa çıkmak için de bu iyi yaşam alışkanlıkları, zihin sağlığımızı korumada bize yardımcı olabilir. Uzun süren üzüntü ve yaşama dair ilgisizlik, isteksizlik ile kendini belli eden ve stresten, anksiyeteden daha ciddi bir zihin sağlığı sorunu olan depresyon ile baş etmek içinse bir uzmandan destek almak, vakit kaybetmeden tedavi sürecine başlamak gerekir.

Hızla değişen ve pek çok stres faktörleri, tetikleyicilerle dolu olan dünyada zihin sağlığınızı korumak için faydalanabileceğiniz diğer içeriklerimize de göz atabilir, kendinize çok daha iyi bakmaya başlayabilirsiniz:

Kaynaklar: webmd, aayuclinics, mayoclinic, medicalnewstoday, mind.org, wellbeing.gov

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale