X

Pandemi dönemi psikolojimizi nasıl etkiledi: Rakamlarla Covid-19 ve ruh sağlığı

Pandemi sürecinin başından beri yaşamınızda nelerin değiştiğini hiç oturup uzun uzadıya düşünmüş müydünüz? Her gün vaka sayılarını kontrol ederek uyumak ya da uyanmak yaşamınıza nasıl etki ediyor? Yakınınızdaki kişilerin hastalığa yakalandıklarını duyduğunuz an kendinizi nasıl hissettiniz? Ya kendiniz? Markette, sokakta, otobüs durağında beklerken her an virüs kapabileceğiniz endişesiyle hareket etmek nasıl bir duygu? Peki, hastalığa yakalandığınızı öğrendiğiniz o anları hatırlıyor musunuz? Test sonuçlarını beklerken, testinizin pozitif olduğunu öğrendiğiniz an zihninizden neler geçti, duygularınız nasıldı? Bu haberi ilk kimlerle paylaştınız, kimlerle paylaşmak istemediniz; neden paylaştınız ya da paylaşmaktan korktunuz? Dikkatsiz olduğunuz için kendinizi mi suçladınız yoksa kurallara uymayan başkalarını mı?

Dünyanın dört bir yanındaki epidemiyologlar ve virologlar, koronavirüsün nasıl yayıldığını ve nasıl önlenebileceğini anlamak için çalışmalarını sürdürüyorlar. Ancak bu süreçte araştırma çalışmaları yapanlar sadece tıp, kimya ya da biyoloji alanındaki araştırmacılar değil. Henüz farkında olmasak da en az Covid-19 virüsü kadar tehlikeli, olumsuz etkileri belki virüsün bedeninizde bıraktığı hasardan çok daha yıkıcı olabilecek önemli bir konu daha var: Ruh sağlığınız!

Koranavirüs ve pandemi kavramının yaşamımıza girdiği ilk günden beri, beden sağlığımızı korumaya çalışmanın yanı sıra küresel bir salgının bilinmezliğinin yarattığı korkuyla, belirsizlikle, işimizi kaybetme endişesiyle ve sevdiklerimize sarılmanın özlemiyle baş etmeye çalışıyoruz. İronik bir şekilde, salgınla mücadele kapsamında izlenmesi gereken stratejilerin büyük çoğunluğu, kolektif anlamda ruh sağlığımızı çok daha büyük bir risk altında bırakacak faktörler.

Salgının başladığı ilk günden beri Çin, İspanya ve ABD başta olmak üzere pek çok ülke pandemi döneminde artan zihinsel ve ruhsal yükle nasıl baş ettiğimize dair geniş çaplı araştırmalar yürütüyor. Sonuçlar pek iç açıcı görünmese de, içinde bulunduğumuz koşulları göz önünde bulundurduğumuzda şaşırtıcı da değil: Kolektif bir travmanın yıkıcı etkileriyle karşı karşıyayız; acı çekiyoruz ve bazılarımız bu acıyla baş edebilecek güçteyken bazılarımız her zamankinden daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor. Üstelik ruhsallığımızın bu bilinmezliklerle dolu süreçten olumsuz etkilenmesi için sadece işimizi ya da sevdiğimiz birini kaybetmemiz de gerekmiyor. Başka biri için çok basit gibi görünen, küçücük bir tetikleyici bile yoğun duygusal tepkiler vermemize neden olabiliyor.

Artık hepimiz aramızda ne kadar mesafe olması gerektiğini, ellerimizi ne sıklıkta yıkamamız gerektiğini, virüsün nasıl yayıldığını ve bağışıklığımızı korumak için hangi sağlıklı yaşam alışkanlıklarını sürdürmemiz gerektiğini çok iyi biliyoruz. Bir sonraki görevimizse pandemi dönemindeki deneyimlerimizin ruh sağlığımız üzerinde nasıl etkilerinin olduğunu öğrenmek ve kendimize en uygun olabilecek stratejileri geliştirmek.

Kaygı, depresyon ve travma

COVID-19 2020 yılının Ocak ve Şubat aylarında Çin’de yayılmaya devam ederken, araştırmacılar zaten evlerinde karantinada olan kişilere anketler gönderiyordu. 10.000’den fazla katılımcıyla yapılan 6 araştırmada, insanların pandemi dönemi öncesine göre daha çok daha fazla ruh sağlığı sorunu yaşadıkları ortaya çıktı. Araştırma bulgularına göre yüksek stres seviyesi, kaygı bozukluğı, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) semptomları ise en yaygın görülen semptomlar olarak listenin ilk sıralarındaki yerini aldı. Katılımcıların yaklaşık yarısı süreç boyunca ciddi depresyon belirtileri gösterirken, yüzde 35 kadarındaysa yoğun derecede kaygı semptomlarına rastlandı.

2021 yılının Ocak-Şubat ayları arasında, bir aylık süreci kapsayan başka bir araştırmada, Çin’in 190 farklı şehrinde yaşayan 1700 katılımcının stres, kaygı ve depresyon seviyeleri tekrar incelendi. Ancak pandeminin doruk noktası olarak sayılabilecek bu dönemde de katılımcıların yüksek olan stres, kaygı ve depresyon seviyelerinde herhangi bir değişim gözlemlenmedi. Travma sonrası stres bozukluğu semptomlarında hafif bir azalma olduğu görülse de, yine de elde edilen skorlar pandemi öncesi döneme göre ciddi travma semptomları taşıdığımızı gösteriyor. Yani sonuç olarak, süreç ilerledikçe psikolojik anlamda daha kötüye gitmiyor olsak bile, bir yıldan fazla bir süre geçmiş olsa da ‘yeni normali’ henüz normalleştirebilmiş ve alışabilmiş değiliz.

Dünyanın diğer ülkelerindeki veriler de Çin’deki bu geniş kapsamlı araştırmalarla benzer özellikler gösteriyor. Mart ayının sonlarında Covid-19 ölümlerinde tüm dünyada ikinci sırada yer alan İspanya’da da yaklaşık 3500 kişinin katıldığı bir ruh sağlığı anket çalışması yapıldı. Katılımcıların büyük çoğunluğunun çeşitli ruh sağlığı problemlerinin klinik tanı kriterlerini bire bir karşıladığı görüldü. Katılımcıların %19’unun depresyon, dörtte birinin kaygı bozukluğu ve %16’sının Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) semptomları gösterdiği ortaya çıktı.

Slovenya’da salgının ilan edilmesinden sonraki bir hafta içinde yapılan bir anket çalışmasına katılan binlerce kişinin yarısından fazlası yüksek stres seviyelerine sahipti. Nisan ayında, Amerikalıların yüzde 14’üanket çalışmasına katılan binlerce kişinin yarısından fazlası yüksek stres seviyelerine sahipti. Nisan ayında, Amerikalıların yüzde 14’, 2018’deki oranın üç katından fazla olmak üzere, ciddi psikolojik problemler yaşıyordu.

Neredeyse tüm araştırmaların gösterdiği en çarpıcı sonuçlardan biriyse, pandemi nedeniyle yaşanan kaygı ve stresin uyku problemlerini beraberinde getirdiği, uykusuzluğunsa daha yoğun stres ve kaygı olarak geri dönerek kısır bir döngü yarattığı gerçeğiydi. Daha fazla uyanık kaldıkça, kontrol edemediğimiz daha fazla olumsuz düşünceye ve duyguya maruz kalıyoruz. Endişelerimizi ve korkularımızı daha uzun süre canlı tutuyoruz ve ruh sağlığımız bu durumdan olumsuz etkileniyor.

Yalnızlık

Karantina ve sosyal mesafe pandemi döneminde birçok insanı yalnız bıraktı, bu yüzden özellikle bu dönemde kendinizi çok daha yalnız hissediyorsanız ‘yalnız değilsiniz’. ABD’de 2020’nin Nisan ayında yapılmış olan bir araştırmaya göre, her 7 yetişkinden biri sık sık ya da her zaman yalnız hissettiğini belirtti, ki bu rakam 2018 yılındaki verilerde %25’lik bir artışa işaret ediyor. Ancak ABD, Kanada ve Birleşik Krallık’ta yapılan başka bir çalışma ise, fiziksel olarak yalnız kalmış olsak bile diğer insanlarla olan bağlantımızın ve birliktelik hissimizin çok da değişmediğini gösteriyor. 2020’nin Ocak ayından Nisan ayına kadar olan zaman aralığında, 1500 kişiden toplanan veriler yalnızlık hissine karşı sürpriz bir direnç gösterdiğimizi ortaya koydu. Pandemi döneminde zamanla fiziksel olarak çok daha yalnız zaman geçirmek zorunda kalsak da, diğer insanlarla birlikte olma, kolektif yardımlaşma ve dayanışma hissimizde büyük bir artış olduğu ortaya çıktı.

Araştırma ekibinden Dr. Martina Luchetti bu süreçte ailemizle ve arkadaşlarımızla, görüntülü konuşmalarla ya da telefonla da olsa daha fazla iletişim kurma eğilimi içinde olduğumuzu ve uzaktan da olsa birlikte olabilmeyi deneyimlemenin, beraberlik duygusuna ve kendimizi desteklenmiş hissetmemize yardımcı olabileceğini söylüyor.

Ancak bu durum tabii ki her grup insan için geçerli değil. Özellikle çocuklar ve ergenler, yalnız yaşayan bireyler ve kronik sağlık problemleri yaşayan kişiler bu dönemde yalnızlık hissini en yoğun şekilde deneyimleyen gruplar oldu. 2020 yılının Nisan ve Mayıs aylarında ABD’de kısıtlamaların devam ettiği süreçte yapılan bir araştırma 30 yaşın altındaki bireylerin neredeyse üçte ikisinin yüksek düzeyde yalnızlık hissettiğini ve % 37’sinin bu süreçte ailelerinden çok az destek gördüklerini hissettiklerini ortaya koydu. Özellikle genç yaştaki bireyler için herhangi bir sosyal gruba ait olmamak, kişinin kendi koşullarıyla ilgili savunmasız ve karamsar hissetmesine neden olarak izolasyon hissini artırabiliyor.

Aile içi şiddet

Pandemi döneminde devamlı olarak evde kapalı kalmak, özellikle kadınların ve çocukların fiziksel ve psikolojik istismara uğrama oranlarını artırdı. 2020 yılının Nisan ayı başlarında, Birleşmiş Milletler pandemi sırasında kadınlara ve kız çocuklarına yönelik artan şiddetle mücadele etmek için acil küresel eylem çağrısında bulundu.

Salgının ilk başladığı yer olan Çin’in Wuhan kentinde Şubat 2020’de Şubat 2019’a kıyasla aile içi şiddet vakalarında üç kattan daha fazla bir artış yaşandığı rapor edildi. ABD, İspanya, İtalya, Almanya, Brezilya ve Türkiye’de de aile içi şiddet olaylarında benzer oranda artışlar söz konusu. Bu konudaki bilimsel araştırmalar görece henüz çok az olsa da, medyadaki haberler ve pilot çalışmalar aile içi şiddette artış yaşandığına dair öngörüleri doğruluyor.

Taciz ve saldırıda bulunan eşle aynı evde daha fazla zaman geçiriyor olmak, işsizlik ve finansal zorluklar gibi aile içi çatışmaya sebep olabilecek stres faktörlerinin artması, sığınma evlerinin zorunlu olarak hizmetlerini durdurması ve polislerin şikayet taleplerini dikkate almaması aile içi şiddet vakalarının bu dönemde daha da artmasının en önemli sebepleri arasında. Pandeminin başlı başına bir stres ve kaygı unsuru olmasının yanında, bu stres faktörlerine istismar tehdidin de eklenmesinin ruh sağlığını olumsuz etkileyeceğini tahmin etmek çok da zor değil.

Pandeminin ruh sağlığı üzerindeki etkileri kişiliğe, yaşam tarzına ve demografik özelliklere göre farklılık gösteriyor

Yaşlı bireyler pandemi döneminde daha fazla sağlık riskine sahipken, pandeminin duygusal yüküyle mücadele eden grupsa daha genç bireyler gibi görünüyor. İspanya, Çin ve Slovenya‘da yapılan araştırmalara göre, genç bireyler salgın döneminde daha depresif, endişeli, stresli ve travmatize olma eğiliminde. Aynı durum, yaştan bağımsız olarak yalnız yaşayan kadın popülasyonunda da geçerli.

Demografik kırılımlardaki bu farklılıkların neden kaynaklanabileceğine dair net bir açıklama henüz yok, ancak araştırmacıların bu konuda bazı çıkarımları var: Kadınlar genel olarak ruh sağlığı problemlerine daha yatkın olma eğiliminde ve pandemi döneminde artan stres unsurları – evdeki sorumlulukların artması ve işlerini kaybetme riski gibi – kadınların bu dönemde ruh sağlığı problemlerine daha da yatkın olmasının nedenleri arasında gösteriliyor.

Daha genç yaştaki bireyler için, özellikle uzaktan eğitim sürecine uyum sağlamak zorunda kalan üniversite öğrencileri için, rutinlerin değişmesi ruh sağlığı problemlerinin en önemli sebebi olarak gösteriliyor.

Kişilik özelliklerimiz ve mizacımız da zor zamanlarla nasıl başa çıktığımız üzerinde belirleyici bir role sahip. Araştırmalar, pandemi döneminin beraberinde getirdiği zorluklarla baş edebilme kapasitemizin iki önemli kişilik özelliğine bağlı olduğunu gösteriyor: Belirsizliği tolere edebilme ve can sıkıntısına tahammül edebilme becerileri. Bilinmeyenle mücadele etmek ve yüzleşmek herkes için zor olsa da, bazı insanlar bu konuda diğerlerine göre daha dezavantajlı durumda ve bu kişiler pandemi döneminde daha çok düşünen, daha çok korkan ve daha fazla depresyon, anksiyete ve TSSB yaşayan insanlar.

Dezavantajlı gruplar

Dünyanın dört bir yanındaki çalışmalarda, araştırmacılar pandemi sırasında insanları ruh sağlığı sorunlarına karşı başka nelerin savunmasız bırakabileceğini de araştırdılar ve birkaç önemli faktör buldular. Bunlardan birincisi, genel sağlık durumu iyi olmayan ve kronik hastalıklara sahip kişilerin daha yüksek stres, anksiyete, depresyon ve TSSB semptomları gösteriyor olması. Bunun en önemli nedeni ise tahmin edebileceğiniz gibi bu kişilerin sağlığının yüksek risk altında oluşu.

Kronik hastalıkların ve genel sağlık durumunun yanı sıra, gelir ve eğitim seviyesinin de ruh sağlığı konusunda belirleyici olduğu ortaya çıktı. Araştırmalar, düzenli bir geliri olmayan, finansal durumu istikrarsız olan ve daha az eğitimli olan kişilerin anksiyete, depresyon ve stres seviyelerinin daha yüksek olduğunu gösteriyor.

Salgın ekonomiyi tehdit ediyor, herkes finansal zorluklarla karşı karşıya, ancak bu durum finansal açıdan hali hazırla zorluk yaşayan gruplar için çok daha zorlayıcı. Yani her ne kadar aynı gemide gibi görünsek de, aslında hepimiz aynı gemide değiliz.

İş yaşamındaki değişimler ve kariyer endişesi

İçinde bulunduğumuz dönemde günlük hayatımızdaki en büyük değişimlerden biri de çalışma koşullarımızda gerçekleşti.

Doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık çalışanları, Covid-19 hastalarına acil bakım sağlama görevini üstlenirken; kuryeler, restoran ve kafe çalışanları ve kamu hizmeti veren bireyler de yüksek risk altında çalışmak durumunda kaldı. Ofis çalışanlarının büyük çoğunluğu evden çalışma düzenine geçti ve herkesin evde olması, evdeki sorumlulukların artması, çalışma saatlerinin belirsiz olması gibi durumlar çalışma performansını ve iş-yaşam dengesini olumsuz etkiledi.

Çalışmaya devam edebilen grupların yanı sıra, pek çok insan geçici ya da kalıcı olarak işten çıkarıldı ya da işini kaybetti. Tüm dünyada işsizlik, sadece 2020 yılının Şubat ayından Nisan ayına kadar olan süreçte bile dört kattan fazla arttı ve artmaya devam ediyor. Sürecin belirsizliği devam ettikçe, kariyer ve iş yaşamı konusunda daha fazla gelecek endişesi ve buna bağlı ruh sağlığı sorunlarının artması bekleniyor.

Sonuç olarak pandemi döneminden sadece beden sağlığımız değil ruh sağlığımız da oldukça olumsuz etkileniyor. Kaygı, stres, depresyon ve travma semptomlarındaki gözle görülür artış, bu dönemde ruh sağlığımızı destekleyebilecek aktivitelerin ve başa çıkamadığımız zamanlarda profesyonel ruh sağlığı desteği almanın oldukça önemli olduğunu gösteriyor. Bu dönemde ruh sağlığınızı desteklemek için faydalı olabileceğini düşündüğümüz önerilerimizi incelemek için aşağıdaki yazılarımızı mutlaka okumanızı öneriyoruz: 

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Güne lezzetli bir başlangıç için kahvaltılık tarifler

Ne demiş şair; kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sizce de öyle değil mi? Günün ilk öğününün, bize gün boyu yetecek kadar neşe ve enerji kaynağı olması gerekmiyor mu? İster sabahın çok erken saatlerinde ister öğlene yakın olsun, fark etmez; günün ilk öğünü her zaman çok önemli. Çünkü günün geri kalanını etkileyen, o günün ne kadar kaliteli bir gün olduğunu belirleyen en önemli faktörlerden biri; güne neler yiyerek başladığımız…



Ancak hepimiz biliyoruz ki, klasik kahvaltı tarifleri zamanla sıkıcı hale gelebiliyor. Yumurta, peynir, zeytin güzel bir başlangıç olsa da her gün aynı şeyleri yemek hayatlarımızda monotonluk yaratabiliyor. Dolayısıyla biraz daha yaratıcı alternatiflere ihtiyacımız var. Ama bir yandan da yoğun tempomuza ayak uydurabilmek için pratik ve besleyici olmalı. Tabii lezzetten de ödün vermek olmaz. İşte tam da bu noktada lezzeti ile, pratikliği ile, besleyiciliği ile kahvaltıların yıldızı müsli karşımıza çıkıyor. İşte müsli kullanarak hazırlayabileceğiniz lezzetli ve sağlıklı kahvaltılık tarifler:

Müslili Ekmek

Eğer kahvaltıda değişiklik yapmak ve lezzet ile besleyici değeri bir arada sunan bir alternatif arıyorsanız, müslili ekmek tam size göre. Klasik ekmek tariflerine göre çok daha zengin ve doyurucu bir seçenek sunan bu kahvaltılık tarifi, aynı zamanda çok daha lezzetli, çok daha eğlenceli. Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli’nin içeriğindeki kızılcık, kuru üzüm, elma ve marakuyalı özel karışım sayesinde enerjik bir sabaha doyurucu dilimlerle merhaba diyebilirsiniz.

Malzemeler:

Hamuru için:

  • 1 su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 2-3 tatlı kaşığı Dr. Oetker Aktif Maya
  • 0,5 çay bardağı süt
  • 4-4,5 su bardağı un
  • 0,5 çay bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1 yumurta
  • 100 gram yumuşak margarin

Üzeri için:

  • 2-3 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 yemek kaşığı su

Hazırlanışı:

  • Mayayı bir kaseye alın ve üzerine yarım çay bardağı ılık sütü ilave edin. Kaşık ile birkaç kez karıştırıp 10-15 dakika bekletin.
  • Unu derin bir kaba eleyin ve üzerine beklettiğiniz mayayı ilave edin. Toz şeker, süt, yumurta ve margarini ilave edip iyice yoğurun. Üzerini kapatıp ılık ortamda 40-45 dakika bekletin.
  • Süre sonunda mayalanan hamura 1 su bardağı meyveli müsliyi ekleyin ve yoğurun. Hamuru yuvarlayıp pişirme kağıdı serilmiş fırın tepsisine alın. Üzerine su sürüp meyveli müsli serpin ve 20 dakika bekletin.
  • Fırını belirtilen dereceye ayarlayıp ısınması için önceden açın. (Alt-üst pişirme: 170 °C, Turbo pişirme: 160 °C)
  • Hamurun üzerini keskin bıçak ile 3-4 yerinden 1 cm derinliğinde kesin ve 25-30 dakika pişirin.
  • Fırından çıkarıp soğutun. Dilimleyerek servis yapın.

Çikolatalı Çıtır Smoothie Bowl

Kahvaltıda kendinizi şımartmak ve güne ‘bomba’ gibi başlamak istiyorsanız, tatlı bir kahvaltılık tarifi tam size göre olabilir. Çıtır tahıl ve çikolata parçacıkları içeren Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli ile çok pratik ve çok lezzetli bir kahvaltılık bowl hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • 2 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli
  • 1 adet olgun muz
  • ½ avokado
  • 1 yemek kaşığı kakao tozu
  • 1 su bardağı badem sütü

Hazırlanışı:

  • Olgun muzu, avokadoyu, kakao tozunu ve badem sütünü blender’a alın. Pürüzsüz bir kıvam alana kadar yüksek hızda karıştırın.
  • Elde ettiğiniz smoothie karışımını bir kaseye aktarın ve kahvaltılık bowl için tabanı hazırlayın.
  • Smoothie tabanın üzerine çıtır çıtır Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli’yi ekleyin. Ve harika kahvaltı kaseniz hazır.

Portakallı Muzlu Müslili İçecek

Kahvaltılarınızı bir sonraki seviyeye taşımaya hazırsanız, Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli ile tanışın. Bu benzersiz müsli, sadece lezzetiyle değil, aynı zamanda sağlık açısından sunduğu faydalarla da kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olmaya aday. Hem lif hem de Vitamin B1, demir ve magnezyum gibi önemli besin öğeleri açısından zengin olan bu müsli ile harika bir kahvaltılık içecek hazırlayabilir, güne başlarken ihtiyacınız olan enerjiyi ve besinleri alabilirsiniz:



Malzemeler:

  • 50 g Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli
  • 1 poşet Dr. Oetker Şekerli Vanilin
  • 2 adet muz
  • 2-3 dilim ayıklanmış ve zarları çıkarılmış portakal dilimleri
  • 2 su bardağı buzdolabında soğutulmuş süt
  • 2 yemek kaşığı bal

Hazırlanışı:

  • Muzları soyup iri parçalara kesin ve mutfak robotuna alın.
  • Üzerine portakal dilimleri, süt, bal ve şekerli vanilini ilave edip meyveler ezilinceye kadar karıştırın.
  • Hazırladığınız içeceği bardaklara alın. Üzerlerine çıtır müsliyi ekleyip kaşık ile karıştırın.
  • Buzdolabında 30 dakika bekletip servis yapın.

Meyveli Mini Kahvaltılık Muffin

Güne başlarken modunuzu yükseltecek, enerjinizi yerine getirecek ve ihtiyacınız olan besin öğelerini almanızı sağlayacak ve tüm bunları yaparken de eğlenceli bir hale çevirecek muffinlere kim hayır diyebilir ki… Siz de demezseniz, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ile harika bir kahvaltılık hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • ½ su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 paket Dr. Oetker Hamur Kabartma Tozu
  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 2 yemek kaşığı bal
  • ½ su bardağı süt
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 adet yumurta
  • 1 adet mini muffin tepsisi

Hazırlanışı:

  • Fırını 180 derecede önceden ısıtın ve mini muffin tepsisini yağlayın.
  • Bir kasede tam buğday unu, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ve kabartma tozunu karıştırın.
  • Başka bir kapta süt, eritilmiş tereyağı ve yumurtayı çırpın. Islak malzemeleri kuru malzemelerin üzerine dökün ve karıştırın.
  • Hazırladığınız kek harcını mini muffin kalıplarına eşit miktarda bölün. Her bir kalıbı üçte iki oranında doldurmanız yeterli olacaktır, böylece kabardığı zaman da yeteri kadar alan kalacaktır.
  • Yaklaşık 20 dakika kadar pişirdikten sonra fırından çıkarın, birkaç dakika beklettikten sonra servis edebilirsiniz.

Bonus: Çabasız ve lezzetli kahvaltılar

Eğer daha hızlı bir şekilde lezzetli, pratik ve doyurucu kahvaltılık tarifler hazırlamak istiyorsanız, fazla çaba harcamadan da eğlenceli kahvaltılar yapabilirsiniz. Müslinizi ister sütle ister yoğurtla karıştırın; üzerine meyve, bal, biraz da kuruyemiş ekleyin ve voila! Enfes kahvaltınız hazır… Ama bir dakika; zaten eklenmişi var 🙂 Dr. Oetker Vitalis’in lezzetli, doyurucu ve sağlıklı dünyası ile klasik kahvaltılar yerine daha enerjik tariflerle güne başlayabilirsiniz.

Sağlıklı ve dengeli beslenmeyi, ‘sıkıcı’ kalıplardan çıkarmak ve her güne büyük bir neşe ile başlamak istiyorsanız Dr. Oetker Vitalis, kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olacak. Üstelik sadece kahvaltılarınızın da değil; ara öğünlerinizde de lezzetli atıştırmalıklar olarak tüketebilirsiniz. Bu çıtır lezzetler, gününüzün her saatine enerji ve neşe katacak!

Siz de Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’in Multi Meyveli Çıtır Müsli, Bal Bademli Çıtır Müsli ve Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli çeşitlerinden dilediğinizi seçebilir, güne en sevdiğiniz lezzetle harika bir başlangıç yapabilirsiniz.

*Bu yazı Dr. Oetker katkılarıyla hazırlanmıştır.

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale