Pandemi dönemi psikolojimizi nasıl etkiledi: Rakamlarla Covid-19 ve ruh sağlığı

Pandemi sürecinin başından beri yaşamınızda nelerin değiştiğini hiç oturup uzun uzadıya düşünmüş müydünüz? Her gün vaka sayılarını kontrol ederek uyumak ya da uyanmak yaşamınıza nasıl etki ediyor? Yakınınızdaki kişilerin hastalığa yakalandıklarını duyduğunuz an kendinizi nasıl hissettiniz? Ya kendiniz? Markette, sokakta, otobüs durağında beklerken her an virüs kapabileceğiniz endişesiyle hareket etmek nasıl bir duygu? Peki, hastalığa yakalandığınızı öğrendiğiniz o anları hatırlıyor musunuz? Test sonuçlarını beklerken, testinizin pozitif olduğunu öğrendiğiniz an zihninizden neler geçti, duygularınız nasıldı? Bu haberi ilk kimlerle paylaştınız, kimlerle paylaşmak istemediniz; neden paylaştınız ya da paylaşmaktan korktunuz? Dikkatsiz olduğunuz için kendinizi mi suçladınız yoksa kurallara uymayan başkalarını mı?

Dünyanın dört bir yanındaki epidemiyologlar ve virologlar, koronavirüsün nasıl yayıldığını ve nasıl önlenebileceğini anlamak için çalışmalarını sürdürüyorlar. Ancak bu süreçte araştırma çalışmaları yapanlar sadece tıp, kimya ya da biyoloji alanındaki araştırmacılar değil. Henüz farkında olmasak da en az Covid-19 virüsü kadar tehlikeli, olumsuz etkileri belki virüsün bedeninizde bıraktığı hasardan çok daha yıkıcı olabilecek önemli bir konu daha var: Ruh sağlığınız!

Koranavirüs ve pandemi kavramının yaşamımıza girdiği ilk günden beri, beden sağlığımızı korumaya çalışmanın yanı sıra küresel bir salgının bilinmezliğinin yarattığı korkuyla, belirsizlikle, işimizi kaybetme endişesiyle ve sevdiklerimize sarılmanın özlemiyle baş etmeye çalışıyoruz. İronik bir şekilde, salgınla mücadele kapsamında izlenmesi gereken stratejilerin büyük çoğunluğu, kolektif anlamda ruh sağlığımızı çok daha büyük bir risk altında bırakacak faktörler.

Salgının başladığı ilk günden beri Çin, İspanya ve ABD başta olmak üzere pek çok ülke pandemi döneminde artan zihinsel ve ruhsal yükle nasıl baş ettiğimize dair geniş çaplı araştırmalar yürütüyor. Sonuçlar pek iç açıcı görünmese de, içinde bulunduğumuz koşulları göz önünde bulundurduğumuzda şaşırtıcı da değil: Kolektif bir travmanın yıkıcı etkileriyle karşı karşıyayız; acı çekiyoruz ve bazılarımız bu acıyla baş edebilecek güçteyken bazılarımız her zamankinden daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor. Üstelik ruhsallığımızın bu bilinmezliklerle dolu süreçten olumsuz etkilenmesi için sadece işimizi ya da sevdiğimiz birini kaybetmemiz de gerekmiyor. Başka biri için çok basit gibi görünen, küçücük bir tetikleyici bile yoğun duygusal tepkiler vermemize neden olabiliyor.

Artık hepimiz aramızda ne kadar mesafe olması gerektiğini, ellerimizi ne sıklıkta yıkamamız gerektiğini, virüsün nasıl yayıldığını ve bağışıklığımızı korumak için hangi sağlıklı yaşam alışkanlıklarını sürdürmemiz gerektiğini çok iyi biliyoruz. Bir sonraki görevimizse pandemi dönemindeki deneyimlerimizin ruh sağlığımız üzerinde nasıl etkilerinin olduğunu öğrenmek ve kendimize en uygun olabilecek stratejileri geliştirmek.

Kaygı, depresyon ve travma

COVID-19 2020 yılının Ocak ve Şubat aylarında Çin’de yayılmaya devam ederken, araştırmacılar zaten evlerinde karantinada olan kişilere anketler gönderiyordu. 10.000’den fazla katılımcıyla yapılan 6 araştırmada, insanların pandemi dönemi öncesine göre daha çok daha fazla ruh sağlığı sorunu yaşadıkları ortaya çıktı. Araştırma bulgularına göre yüksek stres seviyesi, kaygı bozukluğı, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) semptomları ise en yaygın görülen semptomlar olarak listenin ilk sıralarındaki yerini aldı. Katılımcıların yaklaşık yarısı süreç boyunca ciddi depresyon belirtileri gösterirken, yüzde 35 kadarındaysa yoğun derecede kaygı semptomlarına rastlandı.

2021 yılının Ocak-Şubat ayları arasında, bir aylık süreci kapsayan başka bir araştırmada, Çin’in 190 farklı şehrinde yaşayan 1700 katılımcının stres, kaygı ve depresyon seviyeleri tekrar incelendi. Ancak pandeminin doruk noktası olarak sayılabilecek bu dönemde de katılımcıların yüksek olan stres, kaygı ve depresyon seviyelerinde herhangi bir değişim gözlemlenmedi. Travma sonrası stres bozukluğu semptomlarında hafif bir azalma olduğu görülse de, yine de elde edilen skorlar pandemi öncesi döneme göre ciddi travma semptomları taşıdığımızı gösteriyor. Yani sonuç olarak, süreç ilerledikçe psikolojik anlamda daha kötüye gitmiyor olsak bile, bir yıldan fazla bir süre geçmiş olsa da ‘yeni normali’ henüz normalleştirebilmiş ve alışabilmiş değiliz.

Dünyanın diğer ülkelerindeki veriler de Çin’deki bu geniş kapsamlı araştırmalarla benzer özellikler gösteriyor. Mart ayının sonlarında Covid-19 ölümlerinde tüm dünyada ikinci sırada yer alan İspanya’da da yaklaşık 3500 kişinin katıldığı bir ruh sağlığı anket çalışması yapıldı. Katılımcıların büyük çoğunluğunun çeşitli ruh sağlığı problemlerinin klinik tanı kriterlerini bire bir karşıladığı görüldü. Katılımcıların %19’unun depresyon, dörtte birinin kaygı bozukluğu ve %16’sının Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) semptomları gösterdiği ortaya çıktı.

Slovenya’da salgının ilan edilmesinden sonraki bir hafta içinde yapılan bir anket çalışmasına katılan binlerce kişinin yarısından fazlası yüksek stres seviyelerine sahipti. Nisan ayında, Amerikalıların yüzde 14’ü, 2018’deki oranın üç katından fazla olmak üzere, ciddi psikolojik problemler yaşıyordu.

Neredeyse tüm araştırmaların gösterdiği en çarpıcı sonuçlardan biriyse, pandemi nedeniyle yaşanan kaygı ve stresin uyku problemlerini beraberinde getirdiği, uykusuzluğunsa daha yoğun stres ve kaygı olarak geri dönerek kısır bir döngü yarattığı gerçeğiydi. Daha fazla uyanık kaldıkça, kontrol edemediğimiz daha fazla olumsuz düşünceye ve duyguya maruz kalıyoruz. Endişelerimizi ve korkularımızı daha uzun süre canlı tutuyoruz ve ruh sağlığımız bu durumdan olumsuz etkileniyor.

Yalnızlık

Karantina ve sosyal mesafe pandemi döneminde birçok insanı yalnız bıraktı, bu yüzden özellikle bu dönemde kendinizi çok daha yalnız hissediyorsanız ‘yalnız değilsiniz’. ABD’de 2020’nin Nisan ayında yapılmış olan bir araştırmaya göre, her 7 yetişkinden biri sık sık ya da her zaman yalnız hissettiğini belirtti, ki bu rakam 2018 yılındaki verilerde %25’lik bir artışa işaret ediyor. Ancak ABD, Kanada ve Birleşik Krallık’ta yapılan başka bir çalışma ise, fiziksel olarak yalnız kalmış olsak bile diğer insanlarla olan bağlantımızın ve birliktelik hissimizin çok da değişmediğini gösteriyor. 2020’nin Ocak ayından Nisan ayına kadar olan zaman aralığında, 1500 kişiden toplanan veriler yalnızlık hissine karşı sürpriz bir direnç gösterdiğimizi ortaya koydu. Pandemi döneminde zamanla fiziksel olarak çok daha yalnız zaman geçirmek zorunda kalsak da, diğer insanlarla birlikte olma, kolektif yardımlaşma ve dayanışma hissimizde büyük bir artış olduğu ortaya çıktı.

Araştırma ekibinden Dr. Martina Luchetti bu süreçte ailemizle ve arkadaşlarımızla, görüntülü konuşmalarla ya da telefonla da olsa daha fazla iletişim kurma eğilimi içinde olduğumuzu ve uzaktan da olsa birlikte olabilmeyi deneyimlemenin, beraberlik duygusuna ve kendimizi desteklenmiş hissetmemize yardımcı olabileceğini söylüyor.

Ancak bu durum tabii ki her grup insan için geçerli değil. Özellikle çocuklar ve ergenler, yalnız yaşayan bireyler ve kronik sağlık problemleri yaşayan kişiler bu dönemde yalnızlık hissini en yoğun şekilde deneyimleyen gruplar oldu. 2020 yılının Nisan ve Mayıs aylarında ABD’de kısıtlamaların devam ettiği süreçte yapılan bir araştırma 30 yaşın altındaki bireylerin neredeyse üçte ikisinin yüksek düzeyde yalnızlık hissettiğini ve % 37’sinin bu süreçte ailelerinden çok az destek gördüklerini hissettiklerini ortaya koydu. Özellikle genç yaştaki bireyler için herhangi bir sosyal gruba ait olmamak, kişinin kendi koşullarıyla ilgili savunmasız ve karamsar hissetmesine neden olarak izolasyon hissini artırabiliyor.

Aile içi şiddet

Pandemi döneminde devamlı olarak evde kapalı kalmak, özellikle kadınların ve çocukların fiziksel ve psikolojik istismara uğrama oranlarını artırdı. 2020 yılının Nisan ayı başlarında, Birleşmiş Milletler pandemi sırasında kadınlara ve kız çocuklarına yönelik artan şiddetle mücadele etmek için acil küresel eylem çağrısında bulundu.

Salgının ilk başladığı yer olan Çin’in Wuhan kentinde Şubat 2020’de Şubat 2019’a kıyasla aile içi şiddet vakalarında üç kattan daha fazla bir artış yaşandığı rapor edildi. ABD, İspanya, İtalya, Almanya, Brezilya ve Türkiye’de de aile içi şiddet olaylarında benzer oranda artışlar söz konusu. Bu konudaki bilimsel araştırmalar görece henüz çok az olsa da, medyadaki haberler ve pilot çalışmalar aile içi şiddette artış yaşandığına dair öngörüleri doğruluyor.

Taciz ve saldırıda bulunan eşle aynı evde daha fazla zaman geçiriyor olmak, işsizlik ve finansal zorluklar gibi aile içi çatışmaya sebep olabilecek stres faktörlerinin artması, sığınma evlerinin zorunlu olarak hizmetlerini durdurması ve polislerin şikayet taleplerini dikkate almaması aile içi şiddet vakalarının bu dönemde daha da artmasının en önemli sebepleri arasında. Pandeminin başlı başına bir stres ve kaygı unsuru olmasının yanında, bu stres faktörlerine istismar tehdidin de eklenmesinin ruh sağlığını olumsuz etkileyeceğini tahmin etmek çok da zor değil.

Pandeminin ruh sağlığı üzerindeki etkileri kişiliğe, yaşam tarzına ve demografik özelliklere göre farklılık gösteriyor

Yaşlı bireyler pandemi döneminde daha fazla sağlık riskine sahipken, pandeminin duygusal yüküyle mücadele eden grupsa daha genç bireyler gibi görünüyor. İspanya, Çin ve Slovenya‘da yapılan araştırmalara göre, genç bireyler salgın döneminde daha depresif, endişeli, stresli ve travmatize olma eğiliminde. Aynı durum, yaştan bağımsız olarak yalnız yaşayan kadın popülasyonunda da geçerli.

Demografik kırılımlardaki bu farklılıkların neden kaynaklanabileceğine dair net bir açıklama henüz yok, ancak araştırmacıların bu konuda bazı çıkarımları var: Kadınlar genel olarak ruh sağlığı problemlerine daha yatkın olma eğiliminde ve pandemi döneminde artan stres unsurları – evdeki sorumlulukların artması ve işlerini kaybetme riski gibi – kadınların bu dönemde ruh sağlığı problemlerine daha da yatkın olmasının nedenleri arasında gösteriliyor.

Daha genç yaştaki bireyler için, özellikle uzaktan eğitim sürecine uyum sağlamak zorunda kalan üniversite öğrencileri için, rutinlerin değişmesi ruh sağlığı problemlerinin en önemli sebebi olarak gösteriliyor.

Kişilik özelliklerimiz ve mizacımız da zor zamanlarla nasıl başa çıktığımız üzerinde belirleyici bir role sahip. Araştırmalar, pandemi döneminin beraberinde getirdiği zorluklarla baş edebilme kapasitemizin iki önemli kişilik özelliğine bağlı olduğunu gösteriyor: Belirsizliği tolere edebilme ve can sıkıntısına tahammül edebilme becerileri. Bilinmeyenle mücadele etmek ve yüzleşmek herkes için zor olsa da, bazı insanlar bu konuda diğerlerine göre daha dezavantajlı durumda ve bu kişiler pandemi döneminde daha çok düşünen, daha çok korkan ve daha fazla depresyon, anksiyete ve TSSB yaşayan insanlar.

Dezavantajlı gruplar

Dünyanın dört bir yanındaki çalışmalarda, araştırmacılar pandemi sırasında insanları ruh sağlığı sorunlarına karşı başka nelerin savunmasız bırakabileceğini de araştırdılar ve birkaç önemli faktör buldular. Bunlardan birincisi, genel sağlık durumu iyi olmayan ve kronik hastalıklara sahip kişilerin daha yüksek stres, anksiyete, depresyon ve TSSB semptomları gösteriyor olması. Bunun en önemli nedeni ise tahmin edebileceğiniz gibi bu kişilerin sağlığının yüksek risk altında oluşu.

Kronik hastalıkların ve genel sağlık durumunun yanı sıra, gelir ve eğitim seviyesinin de ruh sağlığı konusunda belirleyici olduğu ortaya çıktı. Araştırmalar, düzenli bir geliri olmayan, finansal durumu istikrarsız olan ve daha az eğitimli olan kişilerin anksiyete, depresyon ve stres seviyelerinin daha yüksek olduğunu gösteriyor.

Salgın ekonomiyi tehdit ediyor, herkes finansal zorluklarla karşı karşıya, ancak bu durum finansal açıdan hali hazırla zorluk yaşayan gruplar için çok daha zorlayıcı. Yani her ne kadar aynı gemide gibi görünsek de, aslında hepimiz aynı gemide değiliz.

İş yaşamındaki değişimler ve kariyer endişesi

İçinde bulunduğumuz dönemde günlük hayatımızdaki en büyük değişimlerden biri de çalışma koşullarımızda gerçekleşti.

Doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık çalışanları, Covid-19 hastalarına acil bakım sağlama görevini üstlenirken; kuryeler, restoran ve kafe çalışanları ve kamu hizmeti veren bireyler de yüksek risk altında çalışmak durumunda kaldı. Ofis çalışanlarının büyük çoğunluğu evden çalışma düzenine geçti ve herkesin evde olması, evdeki sorumlulukların artması, çalışma saatlerinin belirsiz olması gibi durumlar çalışma performansını ve iş-yaşam dengesini olumsuz etkiledi.

Çalışmaya devam edebilen grupların yanı sıra, pek çok insan geçici ya da kalıcı olarak işten çıkarıldı ya da işini kaybetti. Tüm dünyada işsizlik, sadece 2020 yılının Şubat ayından Nisan ayına kadar olan süreçte bile dört kattan fazla arttı ve artmaya devam ediyor. Sürecin belirsizliği devam ettikçe, kariyer ve iş yaşamı konusunda daha fazla gelecek endişesi ve buna bağlı ruh sağlığı sorunlarının artması bekleniyor.

Sonuç olarak pandemi döneminden sadece beden sağlığımız değil ruh sağlığımız da oldukça olumsuz etkileniyor. Kaygı, stres, depresyon ve travma semptomlarındaki gözle görülür artış, bu dönemde ruh sağlığımızı destekleyebilecek aktivitelerin ve başa çıkamadığımız zamanlarda profesyonel ruh sağlığı desteği almanın oldukça önemli olduğunu gösteriyor. Bu dönemde ruh sağlığınızı desteklemek için faydalı olabileceğini düşündüğümüz önerilerimizi incelemek için aşağıdaki yazılarımızı mutlaka okumanızı öneriyoruz: 

Uplifers
Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!