X

‘Ruhum yogayı, yoga da ruhumu besliyor’: Çetin Çetintaş ile yoga ve kendini bulma yolculuğuna dair röportaj

Yoga, binlerce yıl öncesine dayanan ve günümüzde dünya çapında milyonlarca insanın ruhunu, bedenini ve zihnini birleştiren, yaşam boyu süren kıymetli bir yolculuk… Türkiye’de de bu kadim disiplinin öncülerinden biri olan Çetin Çetintaş, hem bir yoga eğitmeni hem bir yazar hem de başarılı bir konuşmacı olarak yalnızca yogaya değil, yaşamın inceliklerine de değinen bütüncül bakış açısıyla çok sayıda insana ilham oluyor.

Kendi yaşam yolculuğundan, deneyimlerinden ve bilgi birikiminden aldığı ilhamla, yoga ve meditasyonun gücünü yaymak için farklı alanlarda çalışmalar yürüten Çetin Çetintaş, pek çok kalbe dokunmayı başarıyor. Biz de bu yolculuğunda hem kendisine hem de çalışmalarına dair çok merak edilen soruları yönelttik. Sevgili Çetintaş’ın zengin bilgi birikimi ve deneyimlerinden yararlanmak, kendi yaşam yolculuğunuza ışık tutmak ve çok daha fazlasını keşfetmek istiyorsanız, keyifli okumalar…

Yoga ile ilk buluşmanızı hatırlıyor musunuz? Aradığım, beklediğim, umduğum, hayatımda eksik olan-olması gereken, beni ben yapan ya da siz nasıl tanımlarsanız; ‘yoga’ymış dediğiniz ilk an neydi?

Manastırda bir akşam meditasyona oturmak için minderimi yere koydum, hava kararmak üzereydi, gökyüzü koyu maviydi… Hava çok sıcak olduğu için üstümdeki giydiğimiz kumaşı omzuma aldım ve yere oturduğum o anda daha gözümü kapatmadan içimde büyük bir huzur ortaya çıktı. O an içimde beliren şey “şu anda tam olmam gereken yerde, yapmam gereken şeyi yapıyorum…”du. Kendimi yaşama senkronize ediyordum. Yaşamımda eksik olan ya da fazla olan bir şey yoktu, benim tüm yaşama hizalanmaya ihtiyacım vardı. İşte o an, her şeyle birlikte olma hali “yoga” dediğimiz şeydi…

Turuncu, neredeyse sizinle özdeşleşmiş durumda. Eğitimlerinizde, derslerinizde, günlük yaşantınızda, seyahatlerinizde, tercihiniz yoğunluklu olarak turuncu renk. Neden bu rengi tercih ettiğinizi kısaca açıklamak ister misiniz?

Tek renk ve tek tip giyinmek bana kolay ve rahat geliyor. Her gün ne giysem derdi olmadan, gittiğim yere göre kıyafet seçmek zorunda olmadan hep aynı renk ve tarzda kıyafetlerle yaşamak büyük bir kolaylık. Özellikle turuncuyu seçmemin sebebi, turuncu zihin alanının rengi. Bana zihni kontrol etmenin 7/24 önemini ve gerekliliğini hatırlatıyor. Zihni kontrol etmediğimizde, o bizi kontrol eder. Dolayısıyla zihnin bizden ayrı bir mekanizma gibi yaşamaması için, onun kontrolünü daima elde tutmak gerekir.

Yoga eğitimlerinizde en çok üzerinde durduğunuz veya öğrencilerinizin en çok üzerinde çalışmak istediği konular neler?

Benim en çok üzerinde durduğum konu “Sattva” yani “uyumlu bir varoluş” hali. Uyum, dışarıdaki her şeyin beklediğimiz gibi olmasıyla ortaya çıkacak bir şey değil; uyum, bizim var olan her şeyle birlikte hareket etmeyi öğrendiğimizde ortaya çıkar. Dolayısıyla düşüncelerimizi, sözlerimizi, eylemlerimizi nasıl uyumlu hale getirebiliriz, özellikle bu konu üzerinde duruyorum.

Son zamanlarda özellikle sosyal medya platformlarında en fazla ses getiren çalışmalarınızdan biri Karanlık İnziva oldu. Biraz bu deneyimden ve sizce neden bu kadar ilgi çektiğinden bahsedebilir misiniz? Ayrıca kimler katılabilir, bu deneyimden sonra katılımcılar neler beklemeli, bunları da kısaca aktarabilir misiniz?

Evet çok ciddi ses getirdi. Üzerine binlerce kişi bu deneyimi yaşamak için başvuruda bulundu. Lakin bu pratik sadece yoga pratiği ileri seviye olan kişiler için. İlgi çekmesinin sebebinin de bu olduğunu düşünüyorum. Bir insanın bunu yapabiliyor olması insana sıra dışı geliyor. Anlayamayan için korkutucu, anlayanlar için de merak uyandırıcı geliyor. Herkesin yapabileceği bir şey olmaması da bence daha çok heyecan uyandırıyor. Dediğim gibi bu pratik ileri seviye yogiler için. Buradaki amaç; meditasyon yeterliliğini artırmak ve Jyoti dediğimiz iç ışığın çıkışını ya da oluştuysa pratikte Jyoti aracılığıyla gerçekleşen basamakları kat etmeyi mümkün kılmak.

YogaKioo Okulları, YogaKioo Dergi, Kioo Retreat Center, YouTube kanalınız, kişisel web siteniz, online dersleriniz, eğitimleriniz, kaleme aldığınız kitaplarınız ve daha nicesi… Bu kadar yoğun bir programın içinde dengede kalmanızı sağlayan tek pratik yoga mı? Hangi farklı iyi yaşam alışkanlıklarından bu konuda besleniyorsunuz? Zamanınızı, enerjinizi en etkili şekilde yönetmenizin sırrı sizce ne?

Çok yoğun bir tempom var. Saydığınız bütün bu kuruluşların işlemesini sağlıyor olmak ve bir yandan düzenli Dünya’nın dört bir yanındaki yogilere her hafta içerikler (dersler, podcastler, seriler, kitaplar vb.) oluşturmak ciddi bir enerji istiyor. Bu temponun beni yıpratmıyor, yormuyor olmasını sağlayan şey Yoga. Başka hiçbir şeye ihtiyaç duymuyorum çünkü yoga hem enerjimi mükemmel tutuyor hem de merkezimde kalmamı sağlıyor.

Zamanınızın büyük çoğunluğunu geçirdiğiniz yerlerden biri olan ve sadece bir deneyim değil, dönüşüm merkezi olarak da tanımladığınız Kioo Retreat Center’ın doğuş hikayesi nasıl ortaya çıktı, Türkiye’nin en büyük inziva merkezi olan Kioo Retreat Center’ı kurmaya nasıl karar verdiniz?

Yıllarca öğrencilerimi Uzak Doğu’ya inzivalara götürdüm. Bu öğretilere ulaşmak için insanın ciddi bir yol kat etmesi gerekiyor. Bu çoğu insan için hem maddi olarak zor hem de yaşam şartları uymayabiliyor. Bu bilgilerin bu topraklarda da, aynı öğreti kültürüyle, aynı özenle sunulabilmesi için Kioo Retreat Center’ı kurduk. Böylelikle Yoga, Türkiye’de çok daha sağlam köklere de sahip olacak.

Kioo Retreat Center’da kimlere eğitimler veriyorsunuz? Yalnızca yoga konusunda uzman isimler mi katılıyor, yogaya yeni başlayanlar veya daha önce hiç yoga ile ilgilenmemiş kişiler de bu merkeze gelebiliyor mu? Uzun süren eğitimlerin, deneyimlerin yanı sıra, günlük olarak da Kioo Retreat Center misafir kabul ediyor mu?

Öncelikle çoğu kişinin yanlış anladığı bir şeyi açıklayarak cevaplamak isterim: Kioo Retreat Center’da sadece bizler programlar, etkinlikler yapmıyoruz, dileyen eğitmenler, farklı alanlarda uzman kişiler de kendi inzivalarını, kamplarını, eğitimlerini düzenleyebiliyorlar. Bizim kendi düzenlediğimiz etkinlikler farklı farklı seviyelerde oluyor. Her ay herkese uygun meditasyon inzivası, her ay olmasa da sıkça yeni başlayanlar için yoga etkinliği yine aynı şekilde orta seviyeler için yoga inzivası gibi farklı seviyelere uygun programlar düzenliyoruz. Bu inzivaların bir kısmı ücretsiz oluyor. Bunun dışında birçok öğretmenin farklı seviyelere hitap eden her ay etkinlikleri de oluyor.  En az iki gün kalmak koşuluyla, Kioo Retreat Center’a gelip yılın 365 günü devam eden günlük programa da katılabiliyorsunuz.

Yoğun programınızdan bahsetmişken, son kitabınız Duyguların Efendisi de raflarda yerini aldı. Duyguların Efendisi’nde ele aldığınız ana temalar ve bu kitabın okuyucularınıza sunmayı amaçladığı mesajlar neler?

Çoğu zaman yaşadığımız duygular ya içimizde bir yere tutunmaya devam ediyor ya da o duyguları görmezden geldiğimiz için derinlerde bir yerde katılaşıyor. Bu kitabın temel amacı; duyguların hizmetini anlamak ve onları içimizde, derinlerde biriktirdiğimiz o alanlardan sağıltarak, ruhsal bir arınma yaratmak. Duygularımızı anlamadan onları yönetmemiz de pek mümkün olamaz. Bu kitap yaşadığımız her duyguyla bağ kurarak, deneyimlerin gölgesinde kalmak yerine, deneyimlerimizin bilgeliğini edinmek adına bizi geliştirmek için var.

Duyguların Efendisi’nin devamı gelir mi veya yeni bir kitap yazma, Kioo Retreat Center’da yeni bir seriye başlama, yeni seyahatler gibi, kısacası yepyeni deneyimlere doğru yol alacağınız heyecanlı projeleriniz var mı?

Bu sene için hedeflediğim 3 yeni kitap var. Duyguların Efendisi’nin devamı niteliğinde değil de yepyeni konular üzerine. Bunlardan bir tanesi Yoga’nın temellerine başlangıcına bizi götürecek. Bu sene çok güzel 2 seri gelecek. Çok yakında ilişkiler üzerine şahane bir YouTube Serisi yayınlayacağım. Eminim birçok kişi faydasını görecektir.

Yenilikler demişken, gezmeyi-görmeyi-deneyimlemeyi-keşfetmeyi seven bir yapınız var, yoga pratiklerinizde gezgin ruhunuzun etkisi nasıl kendini gösteriyor? Farklı kültürlerden aldığınız ilhamı yoga derslerinize ve/veya yazılarınıza nasıl entegre ediyorsunuz?

Yoga, keşiflerle dolu bir yolculuk. Her gün kendinizle ilgili başka bir şeyi keşfediyorsunuz. İnsanın varlığına çıktığı bir seyahat gibi… Yoga bu yüzden bana hep heyecan verici geldi. Çünkü kendimi bildim bileli yeni şeyler keşfetmeyi, okumayı, görmediğim, bilmediğim kültürleri deneyimlemeyi çok sevdim. Yoga da aynı serüveni kendimizle yaşadığımız bir yolculuk. Bu ruhum yogayı, yoga da bu ruhumu besliyor. Sayısını hatırlamadığım kadar ülke ve şehir gezdim. Her seyahatimde yeni şeylerle karşılaştım. Her şeyden önce gezmek, vizyon kazandıran bir şey. İnsan seyahat edene kadar dünyayı çok küçük bir gözden algılıyor… Oysa dışarıda çok renkli, bildiğimiz doğrulardan öte yaşamlar var. Bu bağlamda kalıpları yıkmak adına müthiş bir şey.

Peku, Kakula, Çika, Mei, Puma, Luna, Naru ve daha ismini sayamadığımız nice hayvan dostunuz var. Hatta Hayvanlardan Destek Almanın Gizemli Sanatı isimli bir kitabınız da. Hayvanlarla aranızdaki özel bağın, kurduğunuz bu iletişimin yoga pratikleriniz ve kişisel gelişim yolculuğunuz üzerinde nasıl bir etkisi var? Biyoloji bölümünü bitirmiş olmanızın bu konuya katkı sağladığını düşünüyor musunuz?

Hayvanların yanında kendimi çok iyi hissediyorum. Farklılıkları sevebilmenin, kabullenebilmenin en kolay yolu bence hayvanlarla kurulan bağ. Her bir canlı o kadar farklı, o kadar şahsına münhasır ki.. hayvanlarla kurduğumuz bağlar hem egomuzu törpülüyor hem de içimizdeki koşulsuz sevgiyi besliyor. Onlarla kurduğumuz ilişki sayesinde çok şey öğreniyoruz… Biyoloji okumamın arkasında yatan en temel sebep canlılığı anlamaktı. Elbette onlarla olan ilişkime çok büyük katkı sağladı.

Özellikle sosyal medya, acımasız bir mecra ve neredeyse tüm çalışmalarınız da çok konuşuluyor. Eleştirilere veya olumsuz yorumlara nasıl karşılık veriyorsunuz? Yoga eğitmeni olarak, Türkiye’de ve dünya çapında bu alanda karşılaştığınız zorluklar var mı?

Yoga Türkiye’de çok yeni olduğundan sıkça söylediklerim ve yaptıklarım farklı yerlere çekiliyor ya da çekilmeye çalışılıyor. Bunun arkasında son 2 yıldır bilinçli bir algı yönetimi de var. Nedenini, niyesine girmeden şunu söylemek isterim ki, yoga binlerce yıldır insanoğluna hizmet etmiştir ve etmeye de devam etmektedir. Günümüzde artık akademik olarak da kendine yer bulmuştur ve faydalarını ortaya koyan binlerce çalışma mevcuttur. Bu algı yönetiminin, yüzbinlerce insan her gün yogadan fayda görmeye devam ederken bir yere varması pek mümkün değil.

Türkiye’de eleştiride bulunan insanlar bunu bilinçsizce ve maalesef  hiçbir gerçek bilgiye dayanmadan yaptıkları için, bunları ciddiye almam da mümkün olmuyor. Hakkımda yapılan bir eleştiriyi ciddiye almam için karşımdaki kişinin konuyu biliyor, araştırmış ve anlamış ya da anlamaya çalışıyor olması gerekiyor. Bunun dışındaki her şey magazinden başka bir şey değil benim için.

Dünyada birçok ülkede eğitimler verdim. Tabii ki Batı’da insanlar kendilerini daha çok geliştirmiş oldukları için yoga denildiğinde konu farklı yerlere çekilmiyor. Yoganın ne olduğunun bilincindeler. Uzak Doğu’daysa yoganın ne olduğu zaten biliniyor. Türkiye dediğim gibi yoga konusunda çok yeni ve benimle birlikte yogayı tanıyıp öğrendiği için, yoga denilince konu birçok farklı yere çekilmeye çalışılıyor. Bunun zorluklarını sıkça yaşıyorum. Ama eminim önümüzdeki 10 yılda bunu aşacağız. Her ay daha çok yeni insan yoga pratikleriyle yaşamına katkı sağlıyor. Dolayısıyla bir noktada çoğu kişi yoganın ne olduğunu daha net anlamış olacak.

Son olarak Uplifers okuyucularına ne söylemek istersiniz?

Kendiniz üzerine çalışın. Çünkü kendimiz üzerine çalışmadan bu hayatta gerçekten ne istediğimizi ve hatta şu anda “ne olduğumuzu” anlayamıyoruz. Bu yüzden mutlaka kendiniz üzerine çalışabileceğiniz metotlar uygulayın.

Kendisine ilham dolu cevapları ve kıymetli vakti için çok teşekkür ediyoruz.

İlginizi çekebilir: Yoga felsefesi: Yoga’nın 8 basamağı ve temel Yoga öğretileriYoga felsefesi: Yoga’

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.

Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.

Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.

Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale