X

“Spiritüel materyalizm”in tuzakları: Ruhsal narsisizm kavramından haberdar mısınız?

Spiritüel uygulamalar yoluyla yükselişe geçen gerçekte nedir? Bu soruyu sormanın artık önemli olduğu bir dönemden geçiyoruz. Acaba gerçek anlamda uyanışa mı hizmet ediyor ruhani alanda yaptıklarımız, yoksa bu uygulamalarla gelişen ve büyüyen tek şey egomuz mu?

Yoga, meditasyon, mindfulness ve şifa çalışmaları gibi bütüncül algı temeline oturan uygulamaların; yüceleştirdiğimiz egomuzun farkına varıp artık onun hapishanesinden çıkmamıza yardımcı olabileceğini düşünmek istiyoruz. Belki de bu tarz çalışmaların hakiki bir uyanışa yol açma potansiyeli de vardır. Hatta bize, başkalarına karşı şefkat, ilgi ve olumlu anlamda saygı geliştirmekte yardım etme fırsatı da sağlayabilecekleri göz ardı edilemez bir gerçektir. Ancak bu potansiyellerin gerçekliğini söylemek, onları hayata geçirebilmekten daha kolaydır. İnsan egosu, kendisini sürekli olarak pozitif bir ışıkta görmek ve görülmek ister; kendi gelişimini sekteye uğratacak tüm bilinç akışlarını da sırf bu nedenle sekteye uğratacak gücü içinde barındırır.

Tibetli Budist Chögyam Trungpa, egonun oyunları ile ilgili “Cut Through Spiritual Materialism” (Spiritüel Materyalizmi Kesmek) adlı kitabında şöyle der:

Spiritüel yolda doğru şekilde yürümek çok incelikli bir süreçtir: Bu alan safça içine dalınacak bir yer değildir. Maneviyatın, çarpıtılmış, ego merkezli bir versiyonuna götüren çok sayıda yan yol vardır; manevi tekniklerle ruhani olarak güçlendiğimizi sanarken aslında egosantrikliğimizi besliyor olabiliriz.” 

Kendimizi kandırmaya başladığımızda “spiritüel materyalizm” ile de tanışmış oluruz; acıdan kaçınabilmek adına belirli bir ruh halini sığınak olarak kullanmaktan narsisizme, toksik pozitivizmden hiç bitmek tükenmek bilmeyen kişisel gelişim döngüsüne; batıl inanç yönlendirmelerinden sahte gurulara tapınmaya kadar uzanabilen bir yelpaze ile karşılaşmamız olasıdır bu alanda.

Trungpa, bu manevi hataların Batı kültürlerinin doğasında var olan materyalizmden kaynaklanan üç yanlış anlaşılmaya; “Materyalizmin Üç Efendisi”ne nasıl dönüştüğünü anlatır kitabında. Bunlardan ilki, giderek daha fazlasına sahip olmanın ve daha fazlasını biriktirmenin bize mutluluk getireceği inancını yaratan “fiziksel materyalizm”dir. İstediğimiz şeyi elde ettiğimizde bile, her zaman daha fazlasını arzularız. Bu anlamda memnuniyetsizlik de her satın alma işlemine eşlik eder. Bu durumu yaşadığımızda bakmamız gereken yer aslında temelde neye “özlem” duyduğumuzdur. 

İkinci efendi, belirli bir inanışın ya da  inanç sisteminin tüm hastalıklarımıza çare olacağını düşündüğümüz “psikolojik materyalizm”dir. Örneğin; Hinduizm’e hayran kalırız ve kendimizi yeterince güçlü bir şekilde uygulamalara adarsak acılı hastalıklardan kurtulabileceğimize inandırırız. Yüklerimizi anlık olarak hafifleten bir fikre veya siyasi partiye veya davaya bağlanırız. Ancak bu rahatlama yalnızca anlıktır. Hâlâ dünyada acı içinde yaşarız ve din veya fikir ya da coşkuyla tutunduğumuz her ne ise, zorlukların ortaya çıkmasını bir türlü engelleyemez.

Üçüncü efendi, belirli bir zihin durumunun veya ruhsal uygulamanın bizi günlük sıkıntılarımızdan kurtaracağı inancı olan “spiritüel materyalizm”dir. Aşırı meditasyon veya nefes alma teknikleri kullanarak kendimizi dünyadan uzaklaştırmaya çalışabiliriz. Bununla birlikte, kaçınmak için bu kadar çok uğraştığımız acı, her zamankinden daha yüksek sesle ve daha sert bir şekilde yüzümüze çarpar. Ne kadar engellemeye çalışsak da hayat aynı döngüyle devam eder. 

Trungpa bu “Üç Efendi”nin; egonun gerçeklik olduğu fikrine dayandığını, egonun evcilleştirilmesi veya eğitilmesi gerektiğini, aslında sürekli değiştiğini ve kendi içinde var olmadığını, yalnızca zihnin bir yansıması olduğunu anlatır bize. Egomuzu beslersek ve benlik duygumuzu ruhani uygulamalarımızın etrafında inşa edersek, o zaman aslında sadece yanılsamalarımızı besliyor oluruz. 

Dikkatli bir gözle baktığımızda, kendimizde ve çevremizde manevi materyalizmin tezahür edebileceği birçok biçim vardır:

  • Bazen kendimizi veya bir başkasını etkilemek için manevi özgeçmişimizi, tanıştığımız, birlikte çalıştığımız, atölye yaptığımız önemli kişileri sayıklarken bulabiliriz.
  • Kafa karışıklıklarından ve sosyal ilişkilerden kaçınmak için toksik pozitivizme sığındığımızı gözlemleyebiliriz. 
  • Spiritüelleştirilmiş ego sayesinde spiritüel bir kişinin nasıl göründüğünü ve neye benzediğini çoğu kez çok iyi taklit edebiliriz. Kendi etrafımızda bir parıltı yaratabilir, bu konularda anlamlı konuşmayı öğrenebilir ve dikkatli ve tarafsız davranabiliriz ancak yine de sahtelik hissedilir.
  • Kurşun geçirmez egomuz, yapıcı geribildirimlere bağımlıdır. Birisi, “tembel ve bencil” olduğumuzu söylerse hemen çeşitli tekniklerle, örneğin; “Her duygu içimizde var, aslolan bunları kabul edip ilahiye teslim olmak; sen de denemelisin bunu” şeklinde verdiğimiz savunmalarla, bu durumu lehimize çevirip asıl sorunun o kişide olduğunu hissettirmeye çalışabiliriz. 
  • Durugörü, ruhlarla iletişim, şifa vermek gibi her biri ayrı bir benlik veya ego duygusunu pekiştiren belirli ödülleri aramak ya da onlara sahip olmaya adanmak nedeniyle özel statü kazanmak arzusunu taşıyabiliriz.
  • Manevi pazarda; tümü bizi daha akıllı, daha sezgisel, daha mutlu ve daha “ruhani” bir kişi yapacağını vaat eden sonsuz atölyeler, yöntemler, araçlar ve tekniklerin peşinden koşabiliriz.
  • Her zaman huzurlu ve tarafsız kalarak acı çekmekten kaçınmaya çalışmanın gizli gündemiyle meditasyon yapıyor olabiliriz.
  • Sahip olunanlar için minnettar olmaktansa tüm maddi ve manevi arzularımızı yaşamımıza çekmek için sözde çekim yasası adı altındaki pratikleri kullanmaya çalışabiliriz;

…ve liste uzayıp gider…

Spiritüel materyalizm;  “ne” ile ilişki kurduğumuzu değil, o şeyle “nasıl” bir ilişki içinde olduğumuzla ilgilidir; burada konu ister bir öğretmen, ister yeni bir yoga kıyafeti veya bir kavram olsun sonuç değişmez. Bu daha çok bir tutum meselesidir.

Günümüzde birçok psikolog; bu uygulamalar yoluyla ortaya çıkan kendini geliştirmenin, insanların kendi çözülmemiş sorunlarından kaçınmak için sığındıkları ve aynı zamanda da “Ben aydınlandım ve sizler gibi değilim” sendromuna yakalandıkları bir  “ruhani by-pass”a yol açabileceğine de dikkat çekmektedir. Burada aklımıza gelebilecek en temel şey belki de “ruhsal narsisizmdir.”

Benmerkezcilik ve spiritüalizm 

Son birkaç yıldır yürütülen oldukça ciddi bir araştırma sayesinde; egoyu susturma iddiasında olan manevi uygulamalar ile ruhani narsisizm arasındaki bağlantılar ortaya konmaya başlandı. Araştırmacı Psikolog Jochen Gebauer ve meslektaşları hem yoga hem de meditasyon uygulamalarına baktılar bu çalışmalarda. Belirtmek gerekir ki bu araştırma boyunca batılı insanlar incelenmiştir ve sonuçların genelleştirilmemesi gerektiğini gözden kaçırmamak önemlidir. 

Jochen Gebauer ve ekibi araştırmalarında 93 yoga öğrencisini ve 162 meditasyon uygulayıcısını sırasıyla 15 ve 4 hafta boyunca takip ederek; daha sonrasında belirli ölçütleri gözeterek bu denekler ile yoga ve meditasyon yapmayan diğer insanları karşılaştırmalı olarak inceledi. Deneklere; benlik saygısına, narsisistik yatkınlıklarına ve hedonik refah algılarına ilişkin sorular sorularak bazı verilere ulaşıldı.

Araştırmacılar denek grubundaki yoga derslerine katılanların, herhangi bir şekilde yoga yapmamış olanlara kıyasla, daha yüksek seviyelerde benmerkezcilik sergilediklerini ve komünal narsisizmle bağlantılı olabilecek davranış yatkınlıklarına sahip olduklarını gözlemledi. Komünal narsisizmde kişinin düşünceleri ve davranışları şu şekildedir;

  • Bildiğim en yardımsever kişi benim.
  • Ben dünyaya barış ve adalet getireceğim.
  • Birisinin sahip olabileceği en iyi arkadaşım.
  • Yapacağım iyi işler sayesinde iyi olarak tanınacağım.
  • Bu gezegendeki en iyi ebeveynim (olacağım).
  • Sosyal çevremdeki en sevecen insanım.
  • Gelecekte, dünyanın sorunlarını ben çözeceğim.
  • Başkalarının hayatlarını çok zenginleştiriyorum.
  • İnsanlara özgürlük getireceğim.
  • Ben harika bir dinleyiciyim.
  • Dünyadaki yoksulluğu çözebileceğim.
  • Başkaları üzerinde çok olumlu bir etkim var.
  • Ben bilinen en anlayışlı insanım.
  • Dünyayı daha güzel bir yer yapacağım.
  • Ben olağanüstü derecede güvenilirim.
  • İnsanların refahını artırarak ünlü olacağım.

Aslında bu veriler yoganın yarattığı şifalı alanın egonun susturulmasından değil de, onu beslemesinden ileri gelebileceğini gösteriyordu. Tabii ki burada tüm yoga ya da meditasyon vb. pratikler yapanlara yöneltilmiş bir çıkarsama yok. Sadece böyle spiritüel yollarda yürürken gerçekte yaşanabilecek bazı durumlara yöneltilmiş bir bakış açısı sunulmaya çalışılmakta. Gerçekte yaşanabilecek kibirli duygulara; sırf onlara sahte isimler verildiğinden kanmamak adına ve hakikaten spiritüel anlamda uyanış yaşamak isteyen insanlara yoldaki tuzakları göstermek adına bir çabadan ibaret bu yazının içeriği. Ayrıca yoga, mindfulness veya meditasyon benzeri alanlarda faaliyet göstermek için illa ki manevi bir uyanış peşinde olmak da elbette gerekmiyor. İsteyen bedeni için, isteyen huzuru için, isteyen de yükselişi için keyfince her yolu uygulama özgürlüğüne de sahip olabilmeli. 

Manevi üstünlük ve manevi uygulamalar

Sosyal psikoloji alanında uzmanlaşmış olan Roos Vonk ve Anouk Visser adlı araştırmacılar spiritüel pratikler alanında yaptıkları çalışmalarla “manevi üstünlük” ile ilgili veriler elde etti. Birkaç psikolog, ruhani eğitmen ve sıradan insanlarla röportajlar yaptılar ve onlardan maneviyatı “kendini geliştirme aracı” olarak kullanan insanları tanımlamalarını istediler. Daha sonra verilen cevaplara göre bazı nitelikleri de maddeler halinde sundular. Bunlar;

  • Başkalarının farkında olmadığı şeylerin farkındayım.
  • Duygularımla diğerlerinin çoğundan daha fazla temas halindeyim.
  • Eğitimim ve tecrübem nedeniyle gözlemciyim ve başkalarının gözden kaçırdığı şeyleri görüyorum.
  • Geçmişim ve deneyimlerim nedeniyle vücudumla diğer insanlardan daha fazla temas halindeyim.
  • Başkaları da şu an sahip olduğum anlayışa sahip olsaydı dünya daha iyi bir yer olurdu,

şeklinde sıralandı. 

Sonuçlara bakıldığında görülen şey aslında manevi üstünlük hissinin de toplumsal (komünal) narsisizmin alanında olduğuydu.

Sağlıklı bir benlik saygısı ile narsisizmi birbirinden ayırmak  önemlidir. Belki de sorun benlik saygısından çok, bu saygıyı bulma arayışındadır diyebiliriz. Sağlıklı benlik saygısı; kişinin kendine verdiği değerin ve kendi varoluşunun olumlu bir değerlendirmesini içerir. Bu sağlıklı zemindeki kişi, benlik saygısı peşinde koşma hedefinde değildir; kendi özgünlüğüyle içine girdiği her şeyde ve her yerde doğal ve organik olarak benlik saygısı da onunla beraberdir.

Ruhsal uygulamaların bir sonucu olarak sağlıklı benlik saygısındaki artış iyi bir şey olabilir ve illa ki ruhsal narsisizmin göstergesi değildir. Ancak uyanık olmak ve farklı yollara sapılabileceğini fark etmek önemlidir. Manevi uygulamaların, narsisistik benliği desteklemek için bir araç olarak kullanılması, kişinin özel olduğu ve özel ayrıcalıklara sahip olduğu hissini güçlendirmesi muhtemel bir tehlikedir. Roos Vonk ve ekibi kendi verileri ışığında şu sonuca ulaşmıştır:

“Sonuçlarımız, kendini geliştirme güdüsünün güçlü ve derinlemesine kökleşmiş olduğunu gösteriyor, böylece birey egoyu aşmaya yönelik yöntemleri kaçırabilir ve bunun yerine onları kendi hizmetine uyarlayabilir… Kendini; gelişim, yanıltıcı üstünlük, kapalı fikirlilik ve sözde “daha yüksek” değerler kisvesi altında hedonizm hissine ulaşmak gibi sosyal psikolojide fazlasıyla aşina olan çarpıtmalar şeklinde ortaya çıkabilir.”

Sağlıklı geçiş 

Öyleyse ruhsal narsisizmin cazibesini oyun dışı bırakmanın bir yolu var mıdır ve hakikaten benmerkezcilikten sıyrılıp ego alanını aşabilir miyiz?

Bir şeyi bir role soktuğumuzda, üzerine bir etiket koyduğumuzda ve onun için emek harcayıp ona yatırım yaptığımızda aslında ona bu dünyada yeni bir hayat vermiş de oluyoruz. Eğer bu şey ruhani ve ulvi olarak bir zamanlar güç sahibiydiyse de ona bir isim verdiğimiz anda onun tüm gücünü de elinden almışızdır. Artık o sadece maddi bir deneyime dönüşür. Ancak yine de bu tezatlıklar, ikilikler dünyasına düşen her şey gibi bizler için yine de sağlıklı bir geçişin mümkün olabileceğine inanmak istiyoruz. Bunun için ise ilk adım, egodan sıyrılmanın zor olabileceğini bilmektir. 

Sağlıklı geçişin önündeki en ciddi engel, ruhsal uygulamaların kitlelere nasıl “satıldığı”dır. Yoga ve farkındalık artık günümüzde büyük ticari işlere dönüştü. Mindfulness benzeri uygulamaların faydaları milyar dolarlık bir endüstri yaratmış durumda. Yoga, halen toplumlarda  en popüler zihin-beden uygulaması etiketini korumakta. Bu programların çoğu, stres ve kaygının azaltılmasının yanı sıra daha fazla güven, yaratıcılık, odaklanma, başarı, yeme alışkanlıkları, uyku ve hatta mutluluk dahil olmak üzere uzun bir vaat listesi sunuyor.

Ama süreçteki püf nokta şu: Sağlıklı geçiş, gerçeklikle ilgili hoşnutsuzluktan uzaklaşma girişiminden kaynaklanmıyor; var olan her şeyle gerçekte olduğu gibi, eşitlikle ve sevgi dolu bir nezaketle yüzleşmeyi içeriyor. Spiritüel alan kendimizin herhangi bir parçasını ya da bir başkasını geride bırakmak ya da tekil olarak insanlığın geri kalanının üzerinde yükselmekle ilgili değil; belki de tüm insan varoluşunun uyumlu bir parçası olmakla ilgili…

Uygulamalardaki “Dikkatli gözlemci”; başka bir ego, yeni bir kimlik, gururla birlikte giydiğimiz yeni bir kişi haline gelebilir. Tehlike buradadır. Örneğin; yoganın teorik amacı, fiziksel olarak çekici insanların kendilerini estetik ve mükemmel bir varlığa çevirme becerilerini gururla sergilemeleri değildir. O insanlar da harikalar yaratıyor tabii ki, ama bedenleri, sosyal medyada sunulan bedenlerden farklı olup da hatha yoga ya da vinyasa yapanlar da harikalar.

Burada hatırlanması gereken şey bu spiritüel alanlarda yapılan uygulamaların eğer düşüncelerimize, hislerimize ve davranışlarımıza tanık olma yeteneğini tekrar tekrar geliştirmeye odaklanabilirsek, daha büyük bir olgunluğa, bilgeliğe, merhamete, kabullenmeye ve başkalarına karşı koşulsuz anlamda olumlu bakmaya yol açma ihtimallerinin yüksek olduğudur.

Böylece kurnaz egomuz, süreci ele geçirdiğinde durumu hemen yakalayabiliriz. Kendi algımızın katmanlarına daha derinlemesine girdikçe, tüm ruhsal materyalizm biçimlerinin kökeninin zihnimizde olduğunu keşfederiz. Bilgi, gerçekler ve hatta derin bir anlayışla; daha derin bilgeliğin ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde ilişki kurabileceğimizi görüyoruz. Bilginin bile bilgeliğe engel oluşturduğu bu en ince seviyede, kendimizi net ve ayrıcalıklı bir şekilde ifade etme arzumuzu ve başkalarından geri bildirim alma isteğimizi fark etmek kafa karışıklığımızı ortadan kaldırabilir.

Belki de bazılarımız için vadedilen sözde dışsal faydalardan arınarak bu alanlara yaklaşabilmenin zamanı gelmiştir. Çünkü çoğumuz için dışsal alanda egolarımızın kaygıları faaliyettedir. Böylece kendi özgün doğamıza ve uyanışa doğru adım atmamız daha kolaylaşabilir. 

Hiçbirimiz aslında nereye doğru gittiğimizi bilmiyoruz. Seneca’nın da dediği gibi aslında bir gün sonrasını bırakın, bir dakika sonra bile hayatta kalıp kalmayacağımızdan bihaberiz. Değişime, olasılıklara açık olmak, bu belirsizliğin en güçlü panzehri olabilir. 

Nereye gittiğinizi bildiğinizden eminseniz, yeni bir şeyi nasıl öğrenebilirsiniz? 

Sürecin içten gelişmesine izin vermek sabır ve güvenle ilgilidir. Başkalarının haritalarından öğrenmek mümkünse de onları harfiyen uygulamak; kendimizi, zihnimizin ve bedenimizin kabul etmediği yolları sırf hayranlıktan takip etmeye zorlamak aslında kendimize yönelttiğimiz büyük bir merhametsizliktir. Bizler tamamlanması gereken projeler değiliz. Eğer öyleysek tamamlanmaya giden o sözde yolda birçok önemli şeyi de kaçırırız. İdeal olandan çok elimizde olanı gölgelerden aydınlığa çıkarabilmek için farklı şeyler denemeli ve kalıplardan sıyrılmalıyız. 

Bir anlamda tüm bakış açıları hem doğrudur hem de yanlıştır. Herkesin haklı olabileceğini varsaymak kapsayıcılığı; herkesin yanlış düşünebileceğini fark etmek de gerçeğimizi besler. Yaşamımıza; anılarımız, deneyimlerimiz, tepkilerimiz, içine doğduğumuz kültürden aldığımız öğretiler döngüsünde yaklaşmak, bu alanlarda nasıl davrandığımızı gözlemlemek, aile içinde, arkadaşlıklarda ve iş yaşamında nasıl farklı maskelerle kendimiz ortaya koyduğumuzu izlemek egomuzun sesinin yükseldiği yerleri de görebilmemizi sağlar. O sesler bize yolu açmayacak tam tersine bizi gece aydınlatma olmadan araba kullanmaya çalışan bir sürücüye dönüştürecektir. Egonun hilelerini görebilmek için;

  • Başlangıç zihnine dönebiliriz. Epictetus, “Bildiğinden emin olduğun şeyi öğrenmen imkansızdır” der. Egonun bize vardığımızı ve her şeyi çözdüğümüzü söylemesine izin verdiğimizde, öğrenme dediğimiz “hal” de yok olur. Bilmediğimizi hatırlayalım.
  • Sonuca değil, çabaya odaklanabiliriz. Kazanılan ödüller sadece ekstralardır. Yanıltıcı ve baştan çıkarıcıdırlar ve zihnimiz üzerinde kontrol sahibi olmalarına izin vermemek en mantıklısıdır. Ortaya çıkan sonuçları değil, yalnızca içimizden çıkan çabayı kontrol edebildiğimizi kabul edersek, egosal hakimiyete kapılmamakta da ustalaşabiliriz. Tüm işler belirli bir noktadan sonra  bizim elimizde olmaktan çıkar. Ego her şeyi kontrol etmek ister ancak asla diğer insanları veya onların tepkilerini kontrol edemez. Goethe’nin sözünü hatırlayın: “Aktif bir insan için önemli olan doğru şeyi yapmaktır; doğru şeyin gerçekleşip gerçekleşmemesi onu rahatsız etmemelidir.”
  • Tutku yerine bir niyeti seçebiliriz. Tutkular her zaman geçicidir, tükenirler. Niyetler ise ruha bağlanır.
  • Konuşmanın yarattığı konfor alanını fark edebiliriz. Onay almak ve dikkat çekmek için durmadan yaptıklarımızı anlatmak yerine sesimizi kısıp niyetimize odaklanırsak boşluğumuzla da yüzleşebilir, böylece asıl amaca götürecek olan çalışmayı yapabiliriz.
  • Gurur denilen egosantrik alanın bizi yoldan çıkarmasını engelleyebiliriz. Alçakgönüllü olmayı bir yaşam biçimine dönüştürüp, kendimizi ne yaptığımızla değil, bir şeyi nasıl yapmamız gerektiği ile ilgili yönlendirebiliriz.
  • Kendimize hikayeler anlatmayı bırakabiliriz. Aşırılaşmış bir öz-güvenle kendimizi yüceltmenin sonsuz akışındayken şimdiki andan kopmak ve gösterişe kendimizi bırakmak oldukça rahatlatıcı olsa da hikayeye değil de gerçeğe odaklanmak kurtarıcı bir yoldur. 
  • Daima öğrenci olarak kalabiliriz. Kendimizi; en az bilgili kişi olduğumuz yerlerde gözlemler ve öğreniriz. Ünlü Fizikçi John Wheeler’ın dediği gibi; “Bilgi adamız büyüdükçe, cehaletimizin kıyısı da büyür.
  • Görüntümüzün olması gereken bir şekli yoktur. Dayatılan tüm estetik kaygılar aslında sadece birer yanılsamadır. İmajımıza, unvanlarımıza, maaşımızın niceliğine veya başarılarımızın yoğunluğuna takıntılı olarak yaşamamayı seçebiliriz.

İç sesimizle, andaki durumun gerçekliği arasındaki farkı gördüğümüzde uyanmaya başlarız. Yaşamak sürekli bir geriye düşüş ve ileriye sıçrayıştır. Bir gün odağımız netken ertesi gün her şey tepetaklak görünebilir çünkü bizler karikatürleştirilmiş süper kahramanlar değiliz; yaşayan insanlarız. Bu yüzden egoya savaş açmak onu daha da güçlendirir. Bunun yerine basitçe her şeyin farkında olmaya odaklanmak, önyargılar olmadan içimize ve dünyaya yeni gözlerle bakabilmeye çalışmak elimizdeki en büyük kozlardır. 

Son olarak; herhangi bir denklemin değişmeyen sabiti olmadığımızı unutmayalım. Her birimiz akışkanız ve her an değişiyoruz. Kendimize aşırı yargılayıcı gözlerle bakarak, dışımızda bir düşman arayarak, sevilmek ve saygı uyandırmak için sürekli olmadığımız kişiler gibi davranarak var oluşumuzu daha özgür ve bu dünyayı da daha aydınlık yapamayız. 

Kaynaklar:

Chögyam Trungpa- Cut Through Spiritual Materialism
Scott Barry Kaufman- The Science of Spiritual Narcissism
Edwina Shaw- The Trap of Spiritual Materialism
Aletheia Luna- Spiritual Materialism Signs
Mariana Caplan- When Spirituality Becomes a Mask
Ryan Holiday-Kill your Toxic Ego

İlginizi çekebilir: Mindfulness’ın babası Thich Nhat Hanh’ın 5 öğretisi

Şerife Günaydın Karaköse: Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve avukatlık mesleğine de halen devam ediyor. "Three", "The Shadow House","Happiest Hour","Uzaya Kaçan Küpe" ve "Keyfi Yanılsamalar" isimli kitapları hem Amazon hem de Barnes and Noble da online olarak yayımlandı. Yazarın denemelerini aktardığı www.allbyourselves.blogspot.com adlı bir blogu mevcut; aynı zamanda @mind_index Instagram profilinde de sanattan bilime, felsefeden psikolojiye kadar pek çok konu hakkında da içerik üretiyor.

Güne lezzetli bir başlangıç için kahvaltılık tarifler

Ne demiş şair; kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sizce de öyle değil mi? Günün ilk öğününün, bize gün boyu yetecek kadar neşe ve enerji kaynağı olması gerekmiyor mu? İster sabahın çok erken saatlerinde ister öğlene yakın olsun, fark etmez; günün ilk öğünü her zaman çok önemli. Çünkü günün geri kalanını etkileyen, o günün ne kadar kaliteli bir gün olduğunu belirleyen en önemli faktörlerden biri; güne neler yiyerek başladığımız…



Ancak hepimiz biliyoruz ki, klasik kahvaltı tarifleri zamanla sıkıcı hale gelebiliyor. Yumurta, peynir, zeytin güzel bir başlangıç olsa da her gün aynı şeyleri yemek hayatlarımızda monotonluk yaratabiliyor. Dolayısıyla biraz daha yaratıcı alternatiflere ihtiyacımız var. Ama bir yandan da yoğun tempomuza ayak uydurabilmek için pratik ve besleyici olmalı. Tabii lezzetten de ödün vermek olmaz. İşte tam da bu noktada lezzeti ile, pratikliği ile, besleyiciliği ile kahvaltıların yıldızı müsli karşımıza çıkıyor. İşte müsli kullanarak hazırlayabileceğiniz lezzetli ve sağlıklı kahvaltılık tarifler:

Müslili Ekmek

Eğer kahvaltıda değişiklik yapmak ve lezzet ile besleyici değeri bir arada sunan bir alternatif arıyorsanız, müslili ekmek tam size göre. Klasik ekmek tariflerine göre çok daha zengin ve doyurucu bir seçenek sunan bu kahvaltılık tarifi, aynı zamanda çok daha lezzetli, çok daha eğlenceli. Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli’nin içeriğindeki kızılcık, kuru üzüm, elma ve marakuyalı özel karışım sayesinde enerjik bir sabaha doyurucu dilimlerle merhaba diyebilirsiniz.

Malzemeler:

Hamuru için:

  • 1 su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 2-3 tatlı kaşığı Dr. Oetker Aktif Maya
  • 0,5 çay bardağı süt
  • 4-4,5 su bardağı un
  • 0,5 çay bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1 yumurta
  • 100 gram yumuşak margarin

Üzeri için:

  • 2-3 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 yemek kaşığı su

Hazırlanışı:

  • Mayayı bir kaseye alın ve üzerine yarım çay bardağı ılık sütü ilave edin. Kaşık ile birkaç kez karıştırıp 10-15 dakika bekletin.
  • Unu derin bir kaba eleyin ve üzerine beklettiğiniz mayayı ilave edin. Toz şeker, süt, yumurta ve margarini ilave edip iyice yoğurun. Üzerini kapatıp ılık ortamda 40-45 dakika bekletin.
  • Süre sonunda mayalanan hamura 1 su bardağı meyveli müsliyi ekleyin ve yoğurun. Hamuru yuvarlayıp pişirme kağıdı serilmiş fırın tepsisine alın. Üzerine su sürüp meyveli müsli serpin ve 20 dakika bekletin.
  • Fırını belirtilen dereceye ayarlayıp ısınması için önceden açın. (Alt-üst pişirme: 170 °C, Turbo pişirme: 160 °C)
  • Hamurun üzerini keskin bıçak ile 3-4 yerinden 1 cm derinliğinde kesin ve 25-30 dakika pişirin.
  • Fırından çıkarıp soğutun. Dilimleyerek servis yapın.

Çikolatalı Çıtır Smoothie Bowl

Kahvaltıda kendinizi şımartmak ve güne ‘bomba’ gibi başlamak istiyorsanız, tatlı bir kahvaltılık tarifi tam size göre olabilir. Çıtır tahıl ve çikolata parçacıkları içeren Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli ile çok pratik ve çok lezzetli bir kahvaltılık bowl hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • 2 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli
  • 1 adet olgun muz
  • ½ avokado
  • 1 yemek kaşığı kakao tozu
  • 1 su bardağı badem sütü

Hazırlanışı:

  • Olgun muzu, avokadoyu, kakao tozunu ve badem sütünü blender’a alın. Pürüzsüz bir kıvam alana kadar yüksek hızda karıştırın.
  • Elde ettiğiniz smoothie karışımını bir kaseye aktarın ve kahvaltılık bowl için tabanı hazırlayın.
  • Smoothie tabanın üzerine çıtır çıtır Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli’yi ekleyin. Ve harika kahvaltı kaseniz hazır.

Portakallı Muzlu Müslili İçecek

Kahvaltılarınızı bir sonraki seviyeye taşımaya hazırsanız, Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli ile tanışın. Bu benzersiz müsli, sadece lezzetiyle değil, aynı zamanda sağlık açısından sunduğu faydalarla da kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olmaya aday. Hem lif hem de Vitamin B1, demir ve magnezyum gibi önemli besin öğeleri açısından zengin olan bu müsli ile harika bir kahvaltılık içecek hazırlayabilir, güne başlarken ihtiyacınız olan enerjiyi ve besinleri alabilirsiniz:



Malzemeler:

  • 50 g Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli
  • 1 poşet Dr. Oetker Şekerli Vanilin
  • 2 adet muz
  • 2-3 dilim ayıklanmış ve zarları çıkarılmış portakal dilimleri
  • 2 su bardağı buzdolabında soğutulmuş süt
  • 2 yemek kaşığı bal

Hazırlanışı:

  • Muzları soyup iri parçalara kesin ve mutfak robotuna alın.
  • Üzerine portakal dilimleri, süt, bal ve şekerli vanilini ilave edip meyveler ezilinceye kadar karıştırın.
  • Hazırladığınız içeceği bardaklara alın. Üzerlerine çıtır müsliyi ekleyip kaşık ile karıştırın.
  • Buzdolabında 30 dakika bekletip servis yapın.

Meyveli Mini Kahvaltılık Muffin

Güne başlarken modunuzu yükseltecek, enerjinizi yerine getirecek ve ihtiyacınız olan besin öğelerini almanızı sağlayacak ve tüm bunları yaparken de eğlenceli bir hale çevirecek muffinlere kim hayır diyebilir ki… Siz de demezseniz, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ile harika bir kahvaltılık hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • ½ su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 paket Dr. Oetker Hamur Kabartma Tozu
  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 2 yemek kaşığı bal
  • ½ su bardağı süt
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 adet yumurta
  • 1 adet mini muffin tepsisi

Hazırlanışı:

  • Fırını 180 derecede önceden ısıtın ve mini muffin tepsisini yağlayın.
  • Bir kasede tam buğday unu, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ve kabartma tozunu karıştırın.
  • Başka bir kapta süt, eritilmiş tereyağı ve yumurtayı çırpın. Islak malzemeleri kuru malzemelerin üzerine dökün ve karıştırın.
  • Hazırladığınız kek harcını mini muffin kalıplarına eşit miktarda bölün. Her bir kalıbı üçte iki oranında doldurmanız yeterli olacaktır, böylece kabardığı zaman da yeteri kadar alan kalacaktır.
  • Yaklaşık 20 dakika kadar pişirdikten sonra fırından çıkarın, birkaç dakika beklettikten sonra servis edebilirsiniz.

Bonus: Çabasız ve lezzetli kahvaltılar

Eğer daha hızlı bir şekilde lezzetli, pratik ve doyurucu kahvaltılık tarifler hazırlamak istiyorsanız, fazla çaba harcamadan da eğlenceli kahvaltılar yapabilirsiniz. Müslinizi ister sütle ister yoğurtla karıştırın; üzerine meyve, bal, biraz da kuruyemiş ekleyin ve voila! Enfes kahvaltınız hazır… Ama bir dakika; zaten eklenmişi var 🙂 Dr. Oetker Vitalis’in lezzetli, doyurucu ve sağlıklı dünyası ile klasik kahvaltılar yerine daha enerjik tariflerle güne başlayabilirsiniz.

Sağlıklı ve dengeli beslenmeyi, ‘sıkıcı’ kalıplardan çıkarmak ve her güne büyük bir neşe ile başlamak istiyorsanız Dr. Oetker Vitalis, kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olacak. Üstelik sadece kahvaltılarınızın da değil; ara öğünlerinizde de lezzetli atıştırmalıklar olarak tüketebilirsiniz. Bu çıtır lezzetler, gününüzün her saatine enerji ve neşe katacak!

Siz de Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’in Multi Meyveli Çıtır Müsli, Bal Bademli Çıtır Müsli ve Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli çeşitlerinden dilediğinizi seçebilir, güne en sevdiğiniz lezzetle harika bir başlangıç yapabilirsiniz.

*Bu yazı Dr. Oetker katkılarıyla hazırlanmıştır.

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale