X

Joe Dispenza’ya göre nörobilim perspektifinden zihinsel dönüşümün biyolojisi

Değişmek neden bu kadar zor? Neden bu kadar çok insan daha iyi bir geleceğe, daha sağlıklı bedenlere, daha güçlü ve esnek bir zihne sahip olunabileceğini söylediği halde kalıcı ve büyük değişimler gerçekleştirmekte bu kadar zorlanıyoruz? Neden büyük değişimler için krizlere, travmalara, kayıplara, hastalıklara ya da zorlayıcı yaşam olaylarına ihtiyaç duyuyoruz? Joe Dispenza bu sorulara nörobilim perspektifinden yanıtlar sunuyor. Sinirbilim alanındaki çalışmalarıyla adını son yıllarda sıkça duyduğumuz, zihinsel değişimi sinirbilim yaklaşımı üzerinden değerlendiren nörobilimci Dr. Joe Dispenza, zihinsel değişimi beynin değişime ve farklılıklara nasıl tepki verdiği üstünden, biyolojik bir modelle anlatıyor.

Zihinsel değişim nedir?

Düşüncelerimizin kaderimizi ya da geleceğimizi belirleyebileceği fikri çok uzun zamanların tartışma konusu. Çocukluğumuzdan, hatta anne karnından itibaren oluşan inançlarımız, düşünme şeklimiz, zihinsel kalıplarımız ve sahip olduğumuz kişisel değerler yaşamımızın gideceği yön üzerinde belirleyici bir role sahip.

Joe Dispenza, sıradan bir insanın zihninden günde 60.000 – 70.000 arası düşünce geçtiğini söylüyor. Dispenza’ya göre bir gün içinde zihnimizden geçen bu düşüncelerin %90’ı, bir önceki gün zihnimizden geçen düşüncelerin neredeyse aynısı. Yaşamımız boyunca her gün zihnimizden geçen düşüncelerin %90’ı aynıyken, geleceğimizi ve kaderimizi düşüncelerimizin şekillendiriyor olduğu fikri de anlam kazanıyor. Zira sürekli olarak aynı şeyleri düşünmek aynı seçimleri yapmamıza, aynı seçimleri yapmamız aynı aksiyonları alarak aynı davranışları sergilememize, aynı davranışları sergilememiz aynı deneyimleri edinmemize, aynı deneyimleri tekrarlamamız devamlı olarak aynı duyguları hissetmemize, hissettiğimiz duygular da başlangıçtaki düşünce kalıplarının oluşmasına zemin hazırlıyor. Yani hayattaki ilerleyişimiz ve geleceğimiz, hiçbir zaman değişmeyen ve yaşamımız süresince varlığını koruyan bu döngü tarafından kontrol ediliyor.

Zihinsel değişimin en önemli kaynağı beden olabilir mi?

Zihnimiz, duygu dünyamız ve davranışlarımızdaki bu kendini tekrarlayan örüntü, bedenimizin ve biyolojimizin de aynı kalmasına zemin hazırlıyor. Yeni şeyler düşünmedikçe, yeni durumlar deneyimlemedikçe ve farklı hisleri duyumsamadıkça beynimizde yeni bağlantılar oluşmuyor, yeni kimyasal reaksiyonlar gerçekleşmiyor, hormon salınımımız değişime uğramıyor ve dolayısıyla genlerimiz herhangi bir değişim geçirmiyor. Joe Dispenza, düşünce yapımızın, davranışlarımızın ve hissettiklerimizin kişiliğimizi oluşturduğunu söylüyor. Bu nedenle de kişiliğimizin aslında bireysel gerçekliğimizden ve zihniyetimizden oluştuğunun altını çiziyor.

Hebb’s yasası

Sinirbilim alanındaki Hebb’s yasasına göre aynı anda aktive olan nöronlar (sinir hücreleri) birbiriyle bağlantı kurma eğilimi gösteriyor. Bu yasaya göre, on yıl boyunca aynı şeyleri düşünmeye devam ettiğimizde, aynı seçimleri yaptığımızda, aynı davranışları sergilediğimizde, aynı deneyimleri yarattığımızda ve aynı duygusal tepkileri ürettiğimizde sürekli olarak aynı nöronları aktive ediyor, aynı bağlantıları kullanıyor ve bu döngüye göre şekillendirilmiş bir beyin yaratmış oluyoruz.

Otuzlu yaşların ortasına geldiğimizdeyse, beynimizde bu bağlantıların oluşturduğu eşsiz bir yazılım olan kişiliğimizi ve kimliğimizi üretmiş oluyoruz. 30-35 yıllık bir zaman diliminde yavaş yavaş şekillenerek oluşan bu eşsiz yazılım, hepimizin 30’lu yaşlarının ortasında ezberlenmiş ve otomatikleşmiş olan davranışlarla, duygusal tepkilerle, alışkanlıklarla, tutumlarla ve inançlarla hareket eden bir bilgisayar yazılımı gibi hareket etmeye başladığımızı gösteriyor. İnsanın, zihninin bilinç düzeyinde kullanabildiği %5’lik bölümüyle değişmeye karar verdiğinde, bilinç dışında oluşmuş tüm bu otomatik düşüncelerin, davranışların ve duyguların yer aldığı %95’lik kısımla nasıl baş edebileceğini çok iyi anlaması gerekiyor. Kişi, zihinsel değişimle ilgili ne kadar pozitif bir tutuma, cesarete ya da inanca sahip olursa olsun, bedeni (beyni) geçmiş deneyimlere göre şekillenmiş olduğu için gerçekleştirmek istediği değişimleri bilinç düzeyinde çalışarak gerçekleştirmesi mümkün olamayabiliyor. Bu perspektiften, Joe Dispenza, ‘Eğer birey geleceğini şekillendirmek ve değişmek için bilinç düzeyinde karar alamıyorsa, bir şekilde geçmiş hatıralarına takılı kalmıştır ve bu kişinin geçmişine bakarak gelecekteki yaşamının nasıl olacağını tahmin edebilmek oldukça kolaydır.’ diyor.

Geleceğimiz, geçmişimiz tarafından belirleniyor olabilir mi?

Sabah ilk uyandığınız, gözlerinizi ilk açtığınız anı düşünün. Aslında her yeni güne, saniyelerle ölçülebilecek kadar kısa bir süreliğine de olsa, bomboş bir zihinle, hiçbir şey düşünmeden ve hiçbir şey hissetmeyerek başlangıç yapıyoruz. Beynimiz, geçmişi ya da geleceği düşündüğümüzde çalışmaya başlıyor. Çevremizdeki insanları, yaşadığımız durumları, hissettiklerimizi, bazı anları, bazı nesneleri ve yerleri hatırladıkça düşünmeye başlıyoruz. Hayatımızdaki problemleri düşünmeye başladığımız ilk andan itibaren, teknik olarak geçmişte düşünmeye başlıyoruz çünkü düşündüğümüz şeylerin neredeyse tamamı aslında geçmiş anılarımızdan oluşuyor. Düşündüğümüz her bir durum ya da problem, kendisiyle özdeşleştirilmiş duyguyu da beraberinde getiriyor. Sonuç olarak duygularımız aslında geçmiş deneyimlerimizin bir kaydı olarak karşımıza çıkıp tekrar deneyimleniyorlar ve yukarıdaki duygu, düşünce, davranış, tutum ve inanç döngüsü kendini tekrarlamaya başlıyor. Dolayısıyla geleceğimiz, aslında geçmişimiz tarafından şekillendiriliyor.

Pek çoğumuz, bu düşünce ve duygu örüntüsüne kendimizi o kadar fazla kaptırıyoruz ki, içinde bulunduğumuz anı neredeyse hiç yaşamadan, geçmiş düşüncelerimizle ve bu düşüncelerin yarattığı duygularla yaşamımızı sürdürüyoruz. Peki, zihnimizin devamlı olarak geçmişte gezinmek istemesinin temelinde ne var?

Duygu hafızamız geçmişimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi nasıl şekillendiriyor?

Duygularımız ve duyumsamalarımız geçmiş deneyimlerimizin ürünleriyse ve duygusal olarak ne hissettiğimizi iyi hatırladığımızda beraberindeki düşünceleri de kolayca geri çağırabiliyorsak; yaşamımız boyunca karşılaştığımız zorlayıcı olaylar karşısında deneyimlediğimiz duygular ne kadar güçlüyse, bu duygunun eşlik ettiği düşüncelerin de zihnimizde o kadar fazla yer edindiğini söyleyebiliriz. Zihnimizi meşgul eden bu deneyime neyin sebep olduğuna odaklanmaya çalıştığımızda, beynimiz o durumdan çeşitli sahneleri dondurarak zihnimizde kayıt altına alır. Geçmiş deneyimlerimizi hatırladığımızda, bu görüntüleri zihnimizde canlandırır ve bu deneyime eşlik eden duyguları kimyasal reaksiyonlar aracılığıyla yeniden deneyimleriz. Sonuç olarak düşüncelerimiz ve o düşüncelere eşlik eden duygularımız, o anki modumuzu oluşturur. Bu nedenle sürekli olarak depresif bir modda olduğunu fark ettiğiniz birine ‘Sen neden böylesin?’ diye sorduğunuzda ’30 yıl önce kaza geçirdiğim için.’ cevabını almanız hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

Hafızayla ilgili yapılan yeni bir araştırma, geçmişimizle ilgili hatırladığımız şeylerin %50’sinin gerçekten olanı yansıtmadığını ortaya koydu. Hafızamızın hiç olmayan şeyleri sanki yaşmışız gibi bize gösteren bu ilginç yaratıcılığının altında, beynimizin on yıllar içinde değişim geçiriyor olması ve bundan 20 ya da 30 yıl önceki beynimizin şu anki beynimizle aynı olmadığı gerçeği yatıyor. Peki bu ne anlama geliyor?

İnsan beyni, deneyimin yaşandığı anda ortaya çıkmış olan duyguları ileride de aynı yoğunlukta deneyimlemek için, hatırlanan sahneleri manipüle etmeye çalışıyor. Bu nedenle de çoğumuz geçmişteki olaylara takılı kaldığımızda, o anki duygusal tepkilerimizi şimdiki ana taşıyıp, hayatımızda her şey yolunda gidiyor olsa bile ne kadar kötü bir hayat yaşadığımıza dair kendimizi kolaylıkla ikna edebiliyoruz. Beynimiz ve bedenimiz nörolojik ve kimyasal olarak geçmişe koşullu yaşamayı zamanla normalleştiriyor ve yaşamımızın geri kalan onlarca yılını olumsuz duygular deneyimleyerek devam ettirebiliyoruz. Bedenimiz, geçmişte deneyimlediğimiz olumsuz duygulara koşullu olarak varlığını sürdürmeyi alışkanlık haline getirdiğinde, teknik olarak şu anda değil, geçmişte yaşamaya devam ediyoruz; geleceğimiz ve içinde bulunduğumuz an bu yolla teknik olarak geçmişimiz haline geliyor.

Bedeni araç olarak kullanarak zihinsel değişim yaratabilmek

Tüm durumları objektif olarak değerlendiren ve biyolojik olarak son derece tarafsız olan bedenimiz, bir duygunun gerçekten deneyimlenen bir durum karşısında mı yüksa düşünce yoluyla mı deneyimlendiğini ayırt edemez. Bu nedenle düşünceleriniz geçmişte kaldığında, duygularınız, dolayısıyla bedeniniz de geçmişinize sıkışıp kalır. Bu nedenle Joe Dispenza’ya göre değişimin en önemli araçlarından biri, bedeninizi nasıl yönetebileceğinizi çok iyi analiz edebilmenizde ve bedeninizin geçmiş deneyimlerinize nasıl koşullandığını anlamanızda saklı.

Çevreyi araç olarak kullanarak zihinsel değişim yaratabilmek

Joe Dispenza, alışkanlığı aynı davranışları, duyguları ve düşünceleri üst üste yeniden deneyimlemek olarak tanımlıyor. Beden, alışkanlıkları kaydetme konusunda bilinç düzeyindeki zihnimizden çok daha iyi çalışıyor. Kişi, aynı davranışları yıllarca üst üste tekrar ettiğinde, beden artık otomatik pilotta çalışmaya ve zihinsel süreçleri devreden yavaş yavaş çıkarmaya başlıyor. Dolayısıyla, alışkanlıklarımızı ve rutinimizi kapsayan davranışlarımız konusunda özgür irademizle değil, zihnimizde o davranışlar için üretilmiş bir programla hareket etmeye başlıyoruz.  Dolayısıyla nasıl hissettiğimizi ve düşündüğümüzü biz değil, çevresel koşullar belirliyor. Otomatik pilota bağlı şekilde yaşamayı öğrendiğimizde, yani çevresel koşulların davranış, düşünce ve duygularımızı etkilemelerine izin verdiğimizde doğal olarak kendimizi kurban psikolojisine sokuyor, her şeyin sorumluluğunu çevremize yüklemeye başlıyor ve kendimizi çaresiz hissediyoruz. Bu nedenle zihinsel bir değişim için, en az bedenimiz kadar farkında olmamız ve değiştirmemiz gereken bir başka şey de çevresel koşullarımız. Etrafımızı çevreleyen insanlar, eşyalar ya da yerler sürekli aynı olduğu sürece her biriyle hali hazırda eşleştirmiş olduğumuz duygulardan daha farklılarını deneyimlememiz imkansız hale gelecektir.

Zamanı araç olarak kullanarak zihinsel değişim yaratabilmek

Zihnimizde kolaylıkla hatırlayabildiğimiz yakın geçmişimiz ya da neler olabileceğine dair kolaylıkla tahmin yürütebileceğimiz yakın geleceğimiz bizim için ‘tanıdık’tır. Dispenza’ya göre zihinsel değişimin gerçekleşebilmesi için gelecek tahminlerini ve geçmişle ilgili koşullanmaları yöneten zihinsel yazılımlarımızın ötesine geçerek şimdiki zamanda var olabilmeyi öğrenmek gerekiyor.

Değişimin en zor kısmı tahmin edebileceğiniz üzere ilk adımı atabilmek ve aksiyona geçmek. İlk adımı atmanın yanı sıra, konfor alanınızdan çıkacak olmanın vereceği huzursuzluğa, yaratabileceği olası olumsuz duygulara ve belirsizliğe hazırlıklı olabilmek de son derece önemli. Değişim sürecinde size direnç gösterecek tek şey, değiştirmeye çalıştığınız zihniniz ve bağlantıda olduğu bedeniniz olacak. ‘Asla değişemeyeceğim.’ , ‘Yarın başlarım.’, ‘Bu özelliklerim genetik ve hiç değişemeyecek.’, ‘Yaşadıklarım benim suçum değil.’ gibi yüzlerce olumusuz düşünce ve kötü hisle baş etmeniz gerekecek. Düşüncelerinizle başa çıkmakta zolandığınız anlarda Dispenza kendinize ‘bu düşünceye sahip olmam o düşüncenin doğru olduğu anlamını taşımıyor’ hatırlatmasını yapmanızın, değişim sürecinde kilit rol oynadığını söylüyor.

Sinir bilim alanında yapılan bir araştırma, gözlerimizi kapadığımızda ve kendimizi bir aktiviteyi yapıyor gibi hayal ettiğimizde beyin bu aktiviteyi gerçekten yapıp yapmadığımızı fark edemiyor ve gerçekten o aktiviteyi gerçekleştiriyormuşsunuzcasına aynı bağlantıları, aynı kimyasalları, aynı şemaları oluşturmaya devam ediyor. Bu nedenle, Dispenza sadece düşüncelerimizin gücüyle geleceğinizi şekillendirebileceğimizi, bu ileriye dönük düşünce sürecini üst üste sürekli tekrarladığımızda, yeni bağlantılar oluşturmaya ve zihinsel yazılımımızı şekillendirmeye devam ettiğimizde kolaylıkla istediğimiz şekilde bir yazılım ortaya çıkarabileceğimizi söylüyor. Ne dersiniz? Sağlıklı ve güçlü olduğumuzu düşünerek hastalıklardan kurtulmak, yardımsever bir insana dönüştüğümüzü hayal ederek yardımsever olmak ya da başarılı olacağımızı hayalimizde canlandırarak başarılar elde etmek sizce de mümkün olabilir mi?

İlginizi çekebilir: Değişim nasıl gerçekleşir: Kendinize sorabileceğiniz 5 soru

 

Kaynak: Rewire, Gaia Originals – Joe Dispenza

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Lezzetli ve eşsiz tatlarla dolu bir deneyim: Macroonline’da keşif dolu bir yolculuk

Şüphesiz ki söz konusu sofralarımız olduğunda hepimiz ‘en iyisi’nin peşindeyiz. Market alışverişlerimizi yaparken de gözümüz, elimiz hep en iyisinde, en kalitelisinde. Her şeyin en iyisini aldığımızdan emin olmak istiyoruz. Ancak, böylesi bir çabanın çok fazla zaman ve enerji gerektirdiği de aşikar. Hele ki büyük şehirlerde yaşıyorsak, iş çıkış saatinde markette olmak; kalabalıklar, trafik, koşturmaca gibi dertleri de beraberinde getirebiliyor. E peki bunca yorgunluk ve zamansızlığın içerisinde mesai bitimine dakikalar kalmışken her gün zihnimizde dönen o ‘Akşam ne pişirsem’ sorularına nasıl yanıt bulacağız? Hele bir de evde hazırlamak istediğimiz tarifin malzemeleri yoksa.



Güzel haber; artık bu soru da zihnimizi kurcalamayacak, yorgun argın market sırasında beklemek zorunda da kalmayacağız. Macroonline ile yorucu market gezileri, ev konforunda keşifler yapabileceğimiz bir fırsata dönüşüyor.

Macrocenter ayrıcalıkları aynı hizmet anlayışıyla Macroonline’da

Macrocenter’ı tercih edenler bilir; Macrocenter’da alışveriş yapmak, eşsiz bir deneyimdir. Ürün çeşitliliği, yeni keşifler, taptaze lezzetler, baş döndüren kokular ve başka yerde olmayan ürünler… Macroonline da tüm bu deneyimi, bizlere online olarak sunuyor. Aynı uzmanlık, aynı lezzet ve aynı hizmet anlayışıyla tüm Macrocenter ayrıcalıkları, artık Macroonline’da. Kısacası, hayatı güzelleştirecek her şey Macroonline’da. Peki siz neredesiniz; yoksa hala kasa sırasında mı? 🙂 Gelin, Macroonline’Macroonline’Macroonline’da neler neler var biraz daha yakından bakalım… (Ne yok ki! demek serbest.)

Ev konforunda kaliteli bir alışveriş deneyimi

Hangimiz istemeyiz ki raflardaki en taze meyve-sebzeler yer alsın mutfak tezgahımızda, kendi ellerimizle seçtiğimiz.. Ama zamanımız ve enerjimiz yoksa ne yapacağız? Merak etmeyin, en iyilerden vazgeçmek zorunda değiliz. Macroonline, her şeyin en iyisini bizim için seçip evimize kadar getiriyor. İhtiyacımız olan her şey, sanki raflardan kendimiz seçiyormuşuz gibi aynı titizlik ve özenle seçilip bize ulaştırılıyor. Ev konforunda kusursuz ve kaliteli bir alışverişi deneyimi, Macroonline ile artık kapımıza geliyor.

Benzersiz tatlar, otantik lezzetler, yeni keşifler



Macroonline’da dilediğimiz ülkenin lezzetlerini bulmak mümkün. Bugün İtalyan, yarın Fransız Mutfağı, haftaya ise Japon, ne dersiniz? Macroonline dünyasında alışveriş yapmak, adeta geniş bir coğrafyada gezintiye çıkmak gibi. Uzak Doğu’nun egzotik sosları, ithal çikolatalar, artizan ürün çeşitliliği, her yerde bulunmayan lezzetli atıştırmalıklar, profesyonellere özgü ürün seçkileri, taptaze deniz ürünleri ve çok daha fazlası… Hepsi, premium hizmet kalitesi, zengin ürün çeşitliliği ve kolay erişim imkanıyla Macroonline’da. Tek yapmamız gereken bir tıkla sepete eklemek.

Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler

Dünya mutfağının yanı sıra Türkiye’nin özgün tatlarını da sunan Macroconline’da Homemade lezzetler de var. Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler, Macroonline’ın beklentileri aşan hizmet kalitesini evlerimize taşıyor. Hep ne pişireceğimizi düşünecek değiliz ya bazen de ne yiyeceğimizi düşünelim, öyle değil mi… Sağlıklı, lezzetli ve zahmetsiz alternatifler arayanların en gözde seçimleri, Macroonline Homemade kategorisinde.

Keyifli, pratik ve konforlu bir alışveriş deneyiminin yanı sıra keşiflerle dolu bir yolculuğa da hazırsak; istikamet: Macroonline. Üstelik, Macroonline’dan verdiğimiz siparişler 45 dakikada teslimat seçeneğiyle ve +4 dereceli araçlarla soğuk zincir kırılmadan dilediğimiz saatte bize ulaşıyor. Macrocenter’ın ayrıcalıklı dünyasını ev konforunda keşfetmek ve Macroonline’da ilk alışverişlerinize özel indirimden de faydalanmak için siz de hemen tıklayın.

*Bu yazı Macrocenter katkılarıyla hazırlanmıştır.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

İlgili Makale