X

İklim krizi, cinsel yaşamlarımızı nasıl etkiliyor?

Son yıllarda etkisini gün geçtikçe daha fazla hissettiğimiz iklim krizi, yaşam kalitemizin ve çevremizin iyiliği üzerinde doğrudan önemli bir role sahip. Beraberinde pek çok olumsuzluğa da getiren iklim krizi; su kıtlığı, doğal kaynakların azalması, mevsimlerin kendi zamanlarının kayması, buzulların erimesi ve ekstrem hava sıcakları gibi çeşitli sıkıntılara neden oluyor. Dahası, toprağın, tarımın verimsizleşmesine, kuraklıkların başlamasına, bulaşıcı hastalıkların yayılma hızını artırmaya kadar insan sağlığını tehdit eden pek çok olumsuz gelişmeyi de doğuruyor. İklim krizinin tüm bu sonuçlarına çoğumuz aşina olsak da, farkında olmadığımız, daha doğrusu üzerinde fazla düşünmediğimiz bir konu daha var; o da iklim krizinin cinsel yaşantımızı nasıl etkilediği.

Evet, son yıllarda yapılan pek çok bilimsel araştırma, iklim krizi ile cinsel yaşam arasında güçlü bir bağlantı olduğuna ve bu bağlantının dünya nüfusu üzerinde bile etki sahibi olduğuna dikkat çekiyor. Yani, iklim krizinin etkileri yalnızca gözümüzle görebildiklerimizle sınırlı değil, ilk bakışta görünmeyen ancak hayatlarımızı, dünya düzenini doğrudan etkileyen geniş çaplı etkileri de var. Peki, iklim krizi ile cinsel yaşam arasında ne tür bir bağlantı var, araştırmalar bu konuda nelere dikkat çekiyor?

Yüksek sıcaklıklar, azalan doğurganlık ve dünya nüfusu

Yüksek sıcaklıkların yarattığı stresin, memelilerde doğurganlığı tehdit ettiğini biliyor muydunuz? İlk bakışta aklımıza sıcak havaların, doğurganlık ile bir ilgisi olacağı gelmeyebilir, ancak bilimsel çalışmalar ekstrem sıcaklıkların, üreme fonksiyonlarını birçok açıdan olumsuz etkilediğini gösteriyor; spermatogenez ve oosit gelişimindeki bozulmalar, oosit olgunlaşması, erken embriyonik gelişim, fetal ve plasental büyüme gibi farklı olumsuz etkiler açığa çıkabiliyor. Bunun nedeni ise memelilerin yüksek sıcaklıklara maruz kaldığında vücut ısısını düzenlemek için yaptığı fizyolojik ayarlamalar. Ayrıca, sıcaklıkların yüksek olduğu yaz aylarında, kış aylarına oranla sperm yoğunluğunun daha düşük ve kalitesiz olduğu da araştırmalarca açığa çıkarılıyor. Bu da doğurganlığı düşürdüğü için hamile kalmayı da zorlaştırabiliyor.

Diğer yandan, Amerika’da yürütülen bazı çalışmalar da sıcaklıklar arttıkça doğum oranlarının azaldığını gösteriyor. Şöyle ki, araştırmacılar, 1931 ile 2010 yılları arasında yaklaşık 26 ile 32 derecenin üzerine çıkan her sıcak gün için, dokuz ay sonrasında %0,4 daha az doğum gerçekleştiğini bulmuşlar. Yani, bu da demek ki ABD’de bu yıllarda toplamda yaklaşık 1165 daha az bebek dünyaya geldi. Çalışmanın araştırmacılarına göre, bu durum daha geniş bir dönemde, yani ilerleyen zamanlarda her yıl için yaklaşık 100.000 daha az doğuma tekabül edebilir. Araştırmanın baş yazarı Profesör Alan Berecca; iklim krizi nedeniyle küresel sıcaklıklar bu hızla yükselmeye devam ederse, dünya nüfusunun önümüzdeki yüzyılda ciddi bir şekilde azabileceğine dikkat çekiyor.

Sıcak havaların cinsel dürtüler üzerindeki etkisi

Elbette ki düşen doğum oranlarının tek sorumlusu iklim krizinden doğan yüksek sıcaklıklar değil. Ekonomik zorluklar, kadınların iş dünyasında daha fazla yer alması, yaygınlaşan doğum kontrol yöntemleri, geç yaşta evlenme ve geç yaşta hamile kalma gibi çeşitli faktörler de bu düşüş üzerinde pay sahibi. Ama bir önemli husus daha var ki o da artan cinsel isteksizlik. Ve bu isteksizliğin temelinde yatan iklim krizi… Şöyle ki, sıcaklıkların artması cinsel isteksizliği de de beraberinde getiriyor. Çalışmalar, daha sıcak havalarda kadınlarda ve erkeklerde daha az testosteron hormonu olduğunu, bunun da libidonun düşmesine neden olduğunu gösteriyor. Yani, sıcak havalarda cinsel anlamda ‘modunda olmak’ hiçbirimiz için pek de kolay olmuyor. Öte yandan, bu durum cinsel uyarılmanın da azalmasına, ereksiyon ve ejakülasyon sorunlarına da yol açabiliyor. “Dışarısı sıcak olduğunda vücudunuz odağını kendini soğutmaya kaydırır ve üreme için gereken enerjiyi azaltır.”​ diyerek bu durumu özetliyor seks uzmanı Saransh Jain.

İklim krizi çatısı altında uyku sorunları, hava kirliliği ve stres

İklim krizinin neden olduğu yüksek sıcaklıkların, cinsel yaşamlarımız üzerinde dolaylı etkileri de var. Şöyle ki, sıcak havalarda uyku kalitemizin düştüğünü hepimiz biliyoruz; yaz aylarında uykusuz geçen gecelerinizi ya da terleyerek uyandığınız anları bir hatırlayın… Kalitesiz uyku da bütüncül sağlığın baş düşmanlarından biri, tabii üreme sağlığının da. 2022 yılında yapılan bir araştırma dünya çapında insanların sıcak havalar nedeniyle bir yılda 44 saat daha az uyuduğuna dikkat çekiyor. Uzmanlar da bundan yola çıkarak yetersiz uykunun cinsel uyarılmayı azalttığını ve cinsel isteksizliğine neden olduğuna vurgu yapıyor. Kısacası, çok sıcak havalarda pek çok insan cinsel ilişkiye girmekten kaçınıyor.

Öte yandan, iklim krizi yalnızca yüksek sıcaklıklarla ilgili değil. Küresel ısınmanın tetiklediği hava koşulları, çok daha yoğun ve aktif orman yangınları için de adeta kusursuz bir ortam yaratıyor. Hem kendi ülkemizden hem de dünya genelinden son yıllardaki örneklere baktığımızda, ne kadar şiddetli orman yangınları yaşadığımızı hatırlayabiliriz. Orman yangınlarının sebep olduğu hava kirliliği de iklim krizinin çevreye olan ikincil etkilerinden bir diğeri. Tüm bunlara maruz kalmanın neden olduğu kaygı ve stres ise, iklim krizinin dolaylı yoldan yine bizi nasıl olumsuz etkilediğini gösteren sonuçlar.

Cinsel sağlık ile olan ilişkisine değinecek olursak da birtakım araştırmalar, hava kirliliğinin erkeklerde normal olmayan testosteron seviyeleri ve kadınlarda da anormal östrojen seviyeleri ile ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu da üreme sağlığı üzerinde büyük olumsuz etkiler yaratıyor. Bir diğer konu ise, hava kirliliğine maruz kalmanın, yaşlı erkeklerde erektil disfonksiyonlarla, kadınlarda ise cinsel istek kaybı ve orgazm sorunları yaşama ile ilişkili olduğu. Kısacası, iklim krizinin neden olduğu yüksek sıcaklıkla, dolayısıyla orman yangınları ve hava kirliliği hem kadınlarda hem de erkeklerde cinsel sağlığı tehdit ediyor.

Fiziksel sağlığın ötesinde zihinsel sağlık için de büyük bir tehlike oluşturan iklim krizi, ‘ekolojik yas’ ya da ‘eko-kaygı’ veya ‘iklim kaygısı’ dediğimiz olumsuz duyguların açığa çıkması ile de ilişkilendiriliyor. Lancet Planet Health’de 2021’de yayınlanan bir araştırma, insanların yüzde 50’sinin iklim değişikliğiyle ilgili üzüntü, endişe, öfkeekolojik yas’ ya da ‘eko-kaygı’ veya ‘iklim kaygısı’ dediğimiz olumsuz duyguların açığa çıkması ile de ilişkilendiriliyor. Lancet Planet Health’ ve suçluluk duyguları yaşadığına dikkat çekiyor. Bu nedenle de uzmanlara göre insanlar böylesi olumsuz sorunlar yaşarken cinsel yaşamlarını sağlıklı ve başarılı bir şekilde sürdürmekte güçlük yaşıyor, çünkü duygusal durumumuz cinsel istekliliğimiz ile doğrudan ilişkili. Bu nedenle, zihinsel ve duygusal olarak stresli hissederken, seks ve yakınlık arzusunun azalması oldukça yaygın.

Ekolojik yas ve cinsel isteksizlik kaderimiz mi?

İklim krizinin hızla yayılan etkilerini düşündüğümüzde ve dünyanın bugünkü gidişatına baktığımızda ekolojik yas ve tüm bunların neden olduğu sağlıksız bir cinsel yaşam, kaçınılmaz bir sonmuş gibi gözükse de aslında öyle olmak zorunda değil. İklim krizi ile baş etmek için ‘ben ne yapabilirim ki’ demek yerine ‘ben ne yapabilirim’ diye düşünmek ve harekete geçmek, hepimizin sorumluluğunda. Bireysel anlamda atabileceğimiz adımları atarak, çevre dostu alışkanlıkları benimseyerek ve doğayı korumaya önce kendi yakın çevremizden başlayarak, dünyamız için bir şeyler yapabiliriz.

Öte yandan, sıcaklardan hem kendimizi hem de yaşam alanlarımızı korumak için birtakım düzenlemelere başvurabiliriz. Hafif ve terletmeyen giysiler tercih etmek, yaz aylarında açık havada güneşin hakim olduğu saatlerde zaman geçirmemek, evlerimizi serin tutmak için vantilatör, enerji tasarruflu klima gibi seçenekleri değerlendirmek, hava temizleyiciler ile yaşam alanlarımızın havasını temizlemek atabileceğimiz adımlar olabilir. Bu sayede sıcakların etkisinden kendimizi koruyarak cinsel yaşantımızı da iyileştirebiliriz. Ayrıca, ekolojik yastan dolayı deneyimlediğimiz kaygı, endişe ve depresyon ile baş etmek için psikolojik destek alarak bireysel iyi oluşumuzu da önceliklendirebiliriz. Böylece sağlıklı cinsel bir yaşam için de kendimizi iyileştirebiliriz.

İlginizi çekebilir: Daha iyi bir cinsel yaşam için yoga

Kaynak: wellandgood, ideas.ted, nber.org, theswaddle

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale