X

Zaman düz bir çizgi midir: Jung, nedensellik ve zaman algısı

İnsanlar, her şeyin kesintisiz olarak bir tek yöne aktığını düşünürler. Birinin geçmişten, diğerinin ise gelecekten gelerek, her şeyin nasıl sonsuza kadar buluştuğunu ve zamanın, değişik yönlerde dönen çeşitli daireler olduğunu görmezler. (Rus Ezoterikçi P. D. Ouspensky, Evrenin Yeni Bir Modeli)

Zamanın göreceli olduğunu artık hepimiz biliyoruz sanırım. Aynı zaman dilimi kişiden kişiye, içinde bulunulan bağlama hatta kişinin kendisine göre bile değişebiliyor. Bu durumda zamanın kişinin öznel algısıyla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu sebeple bu yazımda fiziksel zaman kavramından ziyade, zaman algısından bahsetmek istiyorum. Zaman algısı ise psikolojide, bilişsel dilbilimde ve sinir bilimde, birinin belirsiz olayların süresinin algılanması ve olayların gelişmesi ile ölçülen öznel deneyime veya zaman duygusuna atıfta bulunan bir çalışma alanı olarak tanımlanıyor (Evans, 2013; Friedman, 1990; Livni, 2019).

Günlük hayatta “A olayı B olayından önce oldu” gibi zamansal bir sıralandırma yapmak oldukça pratik. Zaten beynimizde bilgiyi işleyebilmek ve süre aralığı ve harekete dair bir temsil oluşturabilmek için de böyle bir nedenselliğe ihtiyacımız var. Zaman algısı literatüründe en kabul gören modelin, beyinde duyular üstü, merkezi bir saat olduğunu ve zaman algısında oluşan yanılsamaların, canlının uyarılmışlığında oluşan değişikliklerle açıklanabileceğini öne süren bir model olduğunu görüyoruz. Ancak yapılan son araştırmalar, beyinde zamanın duyulardan soyutlanmış merkezi bir sistemle değil, dalga boyu ya da hareket gibi uyaranın duyusal bir özelliğiymişçesine kodlandığını gösteriyor (Alaşhan & Ayhan 2021).

Yukarıda zaman algısı kodlamasının harekete bağlı olması, günlük hayatta da kullandığımız neden-sonuç ilişkisi içinde düşünme eğilimiyle ilgili. Bu da oldukça normal çünkü zaman kavramını zihnimizde anlamlandırmak istiyoruz. İnsan için algıladığı süreçleri, nedenleriyle birlikte yorumlamak ve neden ile sonucu hep birbirine bağlamak çok doğal. Örneğin, ben bu yazıyı yazdığım için, Uplifers bu yazıyı yayınladığı için, bu sayfayı açtığınız için siz de bu yazıyı okuma imkanına sahip oldunuz. Bu şekil bir nedensellikte düşünmek o kadar akla yakın ki çoğumuz bunu olan biteni kavramanın ön koşulu olarak görüyoruz. Böylece başımıza gelen her şeyin nedenini araştırıp duruyoruz. Ne var ki yaşamı ve zamanı nedensel olarak açıklama isteği işleri biraz karmaşıklaştırıyor. Çünkü doğa bilimlerinde oldukça açıklayıcı olan etken (fail) neden yani causa efficiens, iş psikoloji bilimine gelince yetersiz kalıyor.

Causa finalis yani etken (fail) neden, Aristoteles’in herhangi bir şeyin ve bir bütün olarak evrenin ortaya çıkmasını, varlık kazanmasını açıklamakta kullandığı nedenselliklerden biri (felsefe.gen.tr). Doğa bilimlerindeki düşünce nedenleri geçmişe doğru takip ettiği için etken (fail) neden oldukça açıklayıcı oluyor. Ancak psikoloji biliminde işin içine insan faktörü girdiği için böyle bir nedensellik bazen bir kısır döngüye yol açabiliyor. Burada söylediklerimden “neden sonuç ilişkisi hiç yoktur” gibi bir savı savunmadığımı baştan belirtmek isterim. Doğa bilimlerinde geçmişteki bir nedenin zorunlu olarak geleceği (veya şimdiyi) belirlediği nedensellik gayet işe yarayan ve lineer dediğimiz doğrusal bir nedensellik. Fakat psikoloji biliminde bu düşünüş şeklinin bir yere kadar açıklayıcı olduğunu görüyor ve daha kapsayıcı bir bakış açısına ihtiyaç duyuyoruz. İşte daha kapsayıcı olan bu nedenselliğin adı da amaç nedeni (causa finalis).

Amaç nedeninde, olayları incelemek ve tanımlamak açısından bir niyet ya da bir amacın olması önemli. Doğa bilimlerindeki etken (fail) neden geçmişin geleceğe etki etmesi şeklindeyken, amaç nedeninde gelecek geçmişe (veya şimdiye) etki ediyor. Bu kulağa biraz garip gelebilir ama aslında bunu günlük hayatta çok fazla yapıyoruz. Bu kullanımı dildeki yansımalarından kolaylıkla anlayabiliriz: “Şimdi gidiyorum, çünkü trenim bir saat içinde hareket edecek.” veya “Arkadaşıma bir hediye aldım, çünkü gelecek hafta onun doğum günü.” gibi. Tüm bu ifadelerde de gördüğümüz gibi, gelecekteki bir olay geriye, geçmişe, şimdiye etki ediyor. Günlük olayları incelersek, bazı olayların geçmişteki etken nedenlere bazı olayların da gelecekten gelen amaçsal nedenlere daha uygun olduğunu görürüz. “Bugün alışveriş yapıyorum çünkü yarın yemek yapacağım (amaç nedeni)” veya “Vazo düştü çünkü ona az önce çarptım (etken neden)”. Nedensellik bazen çift yönlü de olabiliyor, örneğin bir tartışma esnasında atılan bir vazonun kırılma nedeni birinin onu fırlatmış olması da olabilir, kişilerden birinin diğerini kızdırmak istemesi de. Sonuç olarak farklı noktalardan baktığımızda her iki nedenselliğin de yerinin ayrı olduğunu, hatta birinin olmasının diğerine engel olmadığını görürüz. İşte bu sebeple etken (fail) nedenler mekanik bir etki yarattığı için hep maddesel (veya gözle görünen) düzeye ait iken, amaçsal-sonuçsal nedenler niyet ve motivasyonla çalışır ve psikolojik düzlemdedir.

Etken (fail) nedenselliği mutlaka lineer (doğrusal) bir çizgiye oturmamız gerekir çünkü ancak bu şekilde olayların birbirlerine etkilerini “önce” veya “sonra” bağlantısıyla kurabiliriz. Doğrusallığın ön koşulu da, zaman. Burada zaman algısını da etken ve amaç nedenleri üzerinden düşünürsek, doğrusal (kronolojik, etken) zaman algısının sol beynin, amaçsal (anlamsal, döngüsel) zamanın ise sağ beynin çalışma prensibiyle ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Ama zamanın algı sürecinin bir sonucu olduğunu düşünürsek, bilincimizden bağımsız bir zamanın varlığı da şüpheli. Bu sebeple etken (fail) nedensellik üzerinden düşünmek günlük hayatta oldukça işimize yarar ve akıl sağlığımızı korumak açısından önemlidir. Ancak etken nedensellik felsefi, bilimsel veya metafizik bağlantıları kavrama yolunda maalesef eksik kalıyor. Bilimde bu tür bir nedensel dünyayı sorgulayan teori ise kuantum teorisi olmuş. Kuantum teorisine önemli katkıları olan fizikçi Werner Heisenberg ise zaman konusunda şöyle diyor: “Çok küçük zaman-mekan alanlarında olduğu gibi, temel parçacıkların düzeninde de zaman ve mekan garip bir biçimde kaybolur, öyle ki daha önce ve daha sonra kavramları, çok küçük zaman dilimlerinde doğru olarak tanımlanamaz. Büyüklük arttığında, zaman mekan alanlarında yapılan deneyler, belli olayların, nedensel sıralamalarının aksine, zamanda tersine aktığını gösterebilir.”

Günlük hayatta oldukça işimize yarayan etken nedensellik sol beynin düşünme biçimidir demiştik. Sağ beyinde farklı bir zamansallık olduğu için, olayları anlamlandırma süreci amaç ve benzerlik üzerinden işliyor. Sol ve sağ beynin anlamlandırma süreçleri birbirinin zıttı gibi görünebilir ancak birbirlerine göre daha doğru veya daha yanlış, daha iyi veya daha kötü değildir, birbirlerini tamamlarlar. Sol beyin, etken neden, yatay bağlantılara bakarken; sağ beyin, amaç nedeni, farklı olaylardaki içerik benzerliğine bakar. Sol beyinde zaman ilişkisi önce ve sonra ile ifade edilirken, sağ beyin bize bir eşzamanlılık verir. Sol beyin farklılaşmalara yönelirken, sağ beyin farklı modellerin içindeki çeşitliliği bir araya toplar ve ikisi de gereklidir. Sol beyin doğrusal düşünme sayesinde birçok kavramı parçalayıp analiz etmede üstündür, mantıklıdır, bizi gerçeklik zemininde tutar. Ancak dünyayı bir bütün olarak kavrayabilmemiz için sağ beyin devreye girer: Bu dünyadaki süreçleri yönetme kabiliyetine sahip olmasa da, bütünü, şeklin tamamını görür ve bu özelliği sayesinde gerçek anlamları öğrenir. Anlamlılık ise hedef ve mantığın ötesindedir.

Psikoloji bilimi açısından baktığımızda Analitik Psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’un tüm bu bilgileri kapsayıcı bir kuram oluşturmaya çalıştığını görüyoruz. Zira yukarıda bahsi geçen “bütünlük”, “eşzamanlılık”, “analoji (benzerlikler üzerinden düşünme)” “zıtlıkların birliği” ile dilin ötesinde arketipsel (ilksel, ortak prototipler) ve anlamsal düşünme de Jung’un insan doğasını anlamak için dikkat çektiği kavramlardı. Bu bağlamda zaman algısının duygularla ve içinde bulunulan duruma verilen anlamlarla yani bizzat kişinin kendisiyle ilişkili olması sebebiyle, psikoterapide zaman kavramına farklı bir nedensellik üzerinden yaklaşmanın daha bütünleyici olacağını değerlendiriyorum.

Yazımı Jung’un da vurguladığı “zıtlıkların birliği” ve “bütünlük” gibi kavramları bana hatırlatan Pentagram’ın şu şarkısıyla bitirmek istiyorum: Pentagram – Bir

İletişim: ayselkeskin2004@yahoo.com

Kaynaklar:

Alaşhan, D. & Ayhan, İ. (2021). Zaman algısının nöral ve psikolojik modelleri bağlamında öznel zamanın görsel mekanizmalarına dair bir kuram. Nesne, 9(20), 396-417. DOI: 10.7816/nesne-09-20-11
Duke University (2019). “It’s spring already? Physics explains why time flies as we age – A slowdown in image processing speeds up our perception of time passing as we age”.
Evans, V. (2013). Language and Time (İngilizce). Cambridge University Press. ISBN 978-1-107-04380-0.
Friedman, W. (1990). About Time (İngilizce). Bradford Books. ISBN 978-0-262-06133-9.
Heisenberg, W. (1927), “Über den anschaulichen Inhalt der quantentheoretischen Kinematik und Mechanik”, Zeitschrift für Physik (Almanca), 43 (3–4), ss. 172-198, Bibcode:1927ZPhy…43..172H, doi:10.1007/BF01397280.. Über den anschaulichen Inhalt der quantentheoretischen Kinematik und
Livni (2019). “Physics explains why time passes faster as you age”. Quartz.
felsefe.gen.tr

İlginizi çekebilir: Daima umut vardır: Yüzüklerin Efendisi ve Jung’un arketipleri

Aysel Keskin: Merhaba ben Aysel Keskin. Psikolojik Danışman ve Psikoterapistim. 2006 yılında Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra, Türk Deniz Kuvvetlerinde yedi senelik bir kurumsal hayat deneyimim oldu. Kurumsal hayat deneyimimin ardından, çocukluk tutkum olan psikolojiye bir de seyahat tutkum eklendiği için okyanus ötesine giderek bir süre Amerika’nın Kalifornia ve Oregon eyaletlerinde yaşadım. Tüm psikoterapi yaklaşımlarını bilmekle beraber uzmanlaşmanın gerekliliğine inanarak, kanıta dayalı terapi yaklaşımlarından Süre Sınırlı Psikanalitik Psikoterapi (SSPP), Jungian Psikoterapi ve Rasyonel Psikoloji Enstitüsü Preferred Partner of The Albert Ellis Institute onaylı, APA (American Psychological Association) Kredili Rasyonel Duygucu & Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimlerini (süpervizyonlar dahil) tamamladım. Sorunların bütüncül ele alınması gerektiğine, beden ve zihnin dengesini kurduğumuzda hayatımızda olumlu değişimler olacağına inanıyorum. Beden ve zihin sağlığınız her şeyden önemli. Bana ayselkeskin2004@yahoo.com eposta adresinden ulaşabilirsiniz. Sağlık ve sevgi ile kalın. Instagram: ayselkeskin.psk.dan

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale