X

Şarkı söylemenin faydaları: İyi hissetmek hiç bu kadar kolay olmamıştı

Çoğu insan şarkı söylemeyi sever. Bir melodi taşısa da taşıma da insanlar şarkı söylerken seslerini yükseltme eğilimi göstererek aslında bunun sağlıklı bir şey olduğunu hissediyor gibi görünüyorlar. Çünkü şarkı söylemenin bedeniniz ve zihniniz için faydalı olduğunu kanıtlayan sağlam bilimsel kanıtlar var! Peki ama nasıl? Dilerseniz şarkı söylemenin fiziksel ve zihinsel faydaları ile bu keyifli eylemin bir terapi yöntemi olarak nasıl kullanılabileceğine daha yakından bakalım.

Şarkı söylemenin faydaları

Gerçekten şarkı söylemek yararlı mı? Onlarca yıllık bilimsel araştırma, bireysel olarak veya grup halinde şarkı söylemenin birçok açıdan sağlığınıza fayda sağlayabileceğini gösteriyor. İşte bilime göre yüksek sesle şarkı söylemenin temel faydaları!

1. Stresi azaltır

Şarkı söylemenin strese iyi geleceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. 2017 yılında yapılan bir araştırma, katılımcıların şarkı söylemeden önce ve sonra tükürüğündeki stres hormonu olan kortizol miktarlarını ölçümledi. Araştırmacılar, kortizol miktarlarının şarkı söyledikten sonra daha düşük olduğunu buldular, bu da insanların yüksek sesle şarkı söyledikten sonra kendilerini daha rahat hissettiklerinin bir göstergesi. Ayrıca katılımcılar ister grup halinde ister bireysel şarkı söylesinler, şarkı söylemenin stres düzeylerini azalttığı görüldü.

Ancak şöyle bir uyarımız var: Şarkı söylemenin kortizol seviyenizi düşürebilmesi için sizi endişelendirmeyen bir yerde söylemeniz gerekiyor. Çünkü 2015 tarihli benzer bir çalışma, kalabalığın önünde gerçekleştirilen bir şarkı performansının ardından tükürükteki kortizol seviyelerini inceledi ve bu senaryoda kortizol seviyelerinin yükseldiğini ortaya koydu!

2. Bağışıklık tepkisini uyarır

Şarkı söylemenin bağışıklık sisteminizi güçlendirebileceğine ve hastalıklarla savaşmanıza yardımcı olabileceğine dair bazı kanıtlar var. 2004 yılında yapılan bir çalışma, şarkı söylemenin etkilerini, müzik dinlemenin etkileriyle karşılaştırdı. Yani denekler, iki ayrı oturumda ya şarkı söylediler ya da müzik dinlediler.

Çalışmanın sonucuna göre şarkı söyleyenlerde, vücudun enfeksiyonlarla savaşmasına yardımcı olmak için salgıladığı bir antikor olan “immünoglobulin A” daha yüksek seviyelerdeydi. Şarkı söylemeden müzik dinlemek de stres hormonlarını azalttı ancak vücudun bağışıklık sistemini uyarmadı.

3. Ağrı eşiğini yükseltir

İster büyük bir koro ister daha küçük bir grup olsun, bir grupla birlikte şarkı söylemek, vücudunuzun endorfin salgılamasına neden olur. Bu hormon, olumlu duyguları teşvik etmeye, hatta ağrı algınızı değiştirmeye katkı sağlayabilir. 2012 yılında yapılan bir araştırma, bir grupla birlikte şarkı söylemenin, davul çalmanın ve dans etmenin, sadece müzik dinlemenin yapamayacağı şekillerde ağrı toleransını artıran hormonların salınımını tetiklediğini ortaya koydu. Araştırmacılar, ağrı toleransındaki bu artışın arkasında müziğin kendisinden ziyade sosyal bağlantı duygusunun olduğunu düşünüyorlar.

4. Horlama sorununu iyileştirebilir

Düzenli şarkı söylemek, şarkı söylemiyorken bile nefes alma şeklinizi değiştirebilir. 2008 yılında yapılan bir çalışmada araştırmacılar, koro üyelerinin eşleriyle ve şarkı söylemeyen kişilerin eşleriyle röportaj yaptı. Sonuçta önemli ölçüde daha az koro üyesinin horladığını buldular. Bu öngörü de horlama için potansiyel bir tedavi olarak düzenli şarkı söylemeyi önermelerine yol açtı. Çalışmalar ayrıca üflemeli çalgılar çalan kişilerin de genel nüfusa göre daha az horladığını göstermekte.

5. Akciğer fonksiyonunu iyileştirir

Şarkı söylemek, derin nefes almayı ve solunum sistemindeki kasların kontrollü kullanımını içerdiğinden, belirli akciğer ve solunum koşulları için faydalı olabilir. Çalışmalar, şarkı söylerken kullanılan nefes tekniklerinin KOAH, astım, kistik fibrozis, kanser, multipl skleroz, kuadripleji gibi koşullara sahip kişiler için fayda sağlayabileceğini gösteriyor. Elbette şarkı söylemek bu durumların hiçbirini tedavi etmese de, solunum kaslarının güçlenmesinden faydalanılabilir. Bunun yanı sıra araştırmalar, şarkı söylemenin kandaki oksijen miktarını da artırdığını göstermekte.

6. Aidiyet ve bağlantı duygularını geliştirir

Başkalarıyla birlikte şarkı söylerken, muhtemelen takım oyunlarındaki oyuncuların deneyimlediği türden bir dostluk ve bağ hissedersiniz. 2014 tarihli bir çalışma, şarkı söyleme ve müzikle meşgul olma programındaki çocukların güçlü bir topluluk ve sosyal içerme duygusu geliştirdiğini ortaya koydu.

İnsanlar kendilerini birbirlerine bağlı hissettiklerinde salınan nörokimyasallardan biri de sevgi hormonu olarak da bilinen oksitosindir. Kendiliğinden, doğaçlama bir şekilde şarkı söylemek, vücudunuzun bu iyi hissettiren hormonu salgılamasına neden olur, bu da size daha yüksek bir bağlılık duygusu getirebilir.

7. Demans durumunda hafızayı destekler

Alzheimer hastalığı ve diğer demans türlerine sahip kişiler, kademeli bir hafıza kaybı yaşarlar. Çalışmalar, bu koşullara sahip kişilerin şarkı sözlerini diğer kelimelerden daha kolay hatırlayabildiklerini göstermiştir.

Ayrıca Alzheimer Vakfı tarafından yapılan bir çalışmada, katılımcılar şarkı söylemenin “bir şeyi hatırlayabilmenin güzel bir yolu olduğunu” söylediler ve bunu yaptıklarında şarkı sözlerinden daha fazlasını hatırladıklarını fark ettiler. Bazıları için tanıdık şarkılar, birdenbire onların da unuttukları anıları geri getirdi. Buradan hareketle araştırmacılar, daha genç yaşta öğrenilen şarkıların söylenmesinin, birçok insan için otobiyografik ayrıntıların kendiliğinden geri dönmesini sağlayabileceğini keşfettiler.

8. Kederin dağılmasına yardımcı olur

Bir grupla birlikte şarkı söylemek sadece fiziksel acı eşiğini artırmaz; aynı zamanda sevdiğiniz birini kaybettikten sonra hissettiğiniz duygusal acıyı hafifletmeye de yardımcı olabilir. 2019’da kederle mücadele eden insanlarla yapılan bir çalışmada2019’, koroda şarkı söyleyenlerde depresyon semptomlarının zamanla kötüleşmediği ve iyilik hallerinin sabit kaldığı görüldü. Dolayısıyla araştırmacılar, kederli bir dönemde ek desteğe ihtiyaç duyan insanlar için grup halinde şarkı söylemenin iyi bir seçenek olabileceği sonucuna vardı.

9. Ruh halini iyileştirir

2018 tarihli bir araştırma, “The Sing Your Heart Out Projesi” olarak bilinen bir şarkı söyleme programı kapsamında 20 kişiyi değerlendirdi. Katılımcılar arasında ruh sağlığı sorunları olan kişiler ve genel halk vardı. Araştırmacılar, katılımcıların bu şarkı söyleme atölyelerinin bir sonucu olarak zihinsel sağlıklarında, ruh hallerinde, esenlik duygularında ve aidiyet duygularında gelişmeler olduğunu bildirdiler.

10. Konuşma becerilerini geliştirmeye yardımcı olur

Onlarca yıl önce bilim insanları, nörolojik bir durum nedeniyle konuşmada güçlük çeken insanlar arasında şarkı söylemenin etkilerini araştırmaya başladılar. Ve bugüne kadar yapılan araştırmaların sonucunda, şarkı söylemenin otizm, Parkinson hastalığı, inme sonrası afazi ve kekemelik gibi durumlara sahip kişilerde konuşma yeteneğini geliştirdiği görüldü.

Şarkı söylemek beynin birden fazla bölgesini aynı anda uyarır. Bu, beyninin bir bölümünde bozukluğu olan kişilerin beyninin diğer alanlarını kullanarak iletişim kurmasını sağlayabilir. Ayrıca her kelimedeki sesleri uzatabilir, bu da onları telaffuz etmeyi kolaylaştırabilir.

Şarkı söylemenin iyileştirici etkisini hayatınıza nasıl dahil edebilirsiniz?

Şarkı söylemenin faydaları ortada! Peki siz bu basit alışkanlığı yaşamınıza nasıl dahil edeceksiniz? İşte yararlanabileceğiniz bazı etkili yollar:

  • Araba kullanırken müzik açın ve sevdiğiniz şarkılara yüksek sesle eşlik edin.
  • Duştayken akustikten faydalanın ve sevdiğiniz şarkıları söyleyin.
  • Çocuklarınızla birlikte bir etkinlik olarak şarkı söyleyin.
  • Müzik festivallerine katılmayı deneyin.
  • Yerel bir koro veya müzik grubu arayın ve onlara ne zaman katılabileceğinizi öğrenin.
  • Bir gruba katılmadan önce kendinizden daha emin bir şekilde şarkı söylemek istiyorsanız, bir şan eğitmeninden ders alın.
  • Ücretsiz şan dersleri için YouTube’daki ilgili videolara da bakabilirsiniz.
  • Bir sağlık durumuyla başa çıkmak için müzik terapisiyle ilgileniyorsanız, sertifikalı bir müzik terapistine başvurun.

Kaynak: healthline

İlginizi çekebilir: Ses terapisi ve ülkemizde ses terapisi uygulayan uzmanlar

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale