X

Öz saygı ile yeme bozuklukları arasında nasıl bir ilişki var?

Bugünkü yazımızın konusu benlik saygısı ya da öz saygı olarak adlandırdığımız kavram ile yeme bozuklukları arasındaki ilişki. Öz saygıyı kısaca tanımlamakla başlayalım. Aysel Keskin’in daha önce uplifers.com’daki bir yazısına başvuracak olursak; bir kişinin kendine ne kadar değer verdiğinin, kendini ne kadar onayladığının ve takdir ettiğinin ölçüsü o kişinin kendine olan saygısını gösteriyor. Diğer bir ifadeyle, kişinin kendine karşı olan olumlu ve olumsuz tutumları benlik saygısını oluşturuyor. 

Yeme bozukluklarıyla mücadele eden insanların çoğunlukla benlik saygısının zayıf olduğunu ve yeme bozukluğunu bir çeşit kaçış mekanizması şeklinde kullandığını gözlemliyoruz. Öz saygının olumsuz olması; kişinin yeterince iyi olduğuna inanmamasından, sözde eksikliğini “telafi etmek” için bir şeyler yapması gerektiğini hissetmesinden ve bu dünyaya ancak yeme bozukluğunu sahiplenerek “bir şeyler verebileceğini” düşünmesinden etkileniyor. Yeme bozukluğunu bir kaçış yolu olarak gören kişiler ise bunu daha çok kendisiyle ilgili rahatsız edici hisleri bastırmak için kullanıyor, zayıf bir öz saygı nedeniyle kaybettiği kimliğini yeme bozukluğunun sahte benliğinde oluşturmaya, acılarından ve korkularından bu şekilde uzak durmaya çalışıyor.

Psikolog Melissa H. Smith, olumsuz benlik saygısının yeme bozukluğuna zemin hazırlayan bir ön faktör olarak karşımıza çıktığını ortaya koyan çalışmalar yapıldığından bahsediyor. Bu çalışmalara göre, yetersiz bir öz saygı, ilkokul yaşındaki kız çocuklarında dahi bulimiya nervoza ya da anoreksiya nervoza gibi yeme bozukluklarının gelişmesine neden olabiliyor.

Yeme bozukluklarından kurtulmak için benlik saygısı neden önemli? Ne yapılması gerekiyor?

Smith’in açıklamalarından devam edecek olursak, yeme bozuklukları yaşayan insanların öncelikle kendileriyle ilgili sahip olduğu olumsuz düşünce ve inanışlarla yüzleşmesi çok önemli. Yeme bozuklukları nedeniyle kişilerin değerlerini kiloları, kıyafetlerinin ölçüsü ya da bedenlerinin biçimleriyle özdeşleştirdiğini biliyoruz. Kişi kendisiyle ilgili bu tür olumsuz değerlendirmeleri hayatını kapsayacak anlamlı değerlerle ne kadar hızlı ve sağlam bir zeminde değiştirebilirse, yeme bozukluğundan da daha kolay iyileşebilir. 

Bu noktada kendimize çeşitli sorular sorarak yola çıkabiliriz: “Bu hayattan ne istiyorum? Geleceğimi nerede, kimlerle görüyorum?” Cevaplaması kolay sorular değil ama bunlarla dürüst bir şekilde yüzleşmek hayatta kendimize biçtiğimiz çeşitli rolleri sorgulamamıza yardım edecektir. Böylece, sevgi bağı zannettiğimiz ama aslında bizi içine hapseden bağımlılıklarımızı ve ilişkilerimizi fark edip bunları daha sağlıklı ve olumlu şekilde yeniden kurabiliriz.

Terapilerin ve psikolojik desteğin önemi de bu noktada ön plana çıkıyor. Terapistlerin danışanlarını yeni roller üstlenmeye ve kendilerine olan güvenlerini yeniden kazanacakları faaliyetlerde bulunmaya teşvik etmesinin faydalı olduğunu söylemeliyiz.  

Yeme bozukluklarıyla mücadele eden kişiler çoğu zaman bir “istisna” olduklarına inanırlar. Diğerleri bu hayatta mutluluğu, sevgiyi ve neşeyi hak ediyordur ama kendileri acı içinde olmalı, düş kırıklığı yaşamalı ve ceza çekmelidir. Kendimizle ilgili tutum ve düşüncelerimizi olumlu tarafa çekip öz saygımızı kuvvetlendirmek için, bize zararı dokunan hislerin aslında çarpıtılmış düşüncelerden oluştuğunu kabul etmemiz ve sevgiye ve mutluluğa herkes kadar hakkımız olduğunu bilmemiz önemli. Değerimizi başarı ya da başarısızlık olarak nitelendirdiğimiz davranış ve sonuçlar belirlemez. 

Mükemmeliyetçi olma eğilimi, benlik saygısının yeterince oluşmamasına ya da zayıflamasına ve özellikle yeme bozukluklarının gelişmesine neden olan bir diğer faktör.  Mükemmel aslında var olmayan bir durumu ifade ediyor. Yani, asla ulaşamayacağımız başarılar ve hedefler belirleyip bunları elde edemeyince değersiz olduğumuza inanıyoruz. İyi yaptığımız şeyleri, küçük ya da büyük bu hayata sunduklarımızı hep küçümsüyor ve hep görmezden geliyoruz. Mükemmeliyetçi eğilimleri daha gerçekçi bir tutumla değiştirmek, ulaşılması imkânsız hedefler yüzünden içine çekildiğimiz bir kısır döngüden kurtulmamıza yardım edecektir.  

Yeme bozukluklarının kimliğimizi belirlediğine inanmamız öz saygımızı yaralayan bir başka yanlış tutumdur. Yeme bozuklukları gerçekte kim olduğumuzu belirlemekten çok uzaktır, aksine sahte bir benlik algısı yaratarak asıl kimliğimizden beslenirler ve asla doymak bilmezler. Yeme bozukluğunu kimliğimizle özdeşleştirdiğimiz yerin arka planında aslında korkularımız var. Başarısız olma korkusu. Sevilmeme, yalnız kalma, ayıplanma, değersiz görülme korkusu. Kendi değerimizi başkalarının bizim hakkımızdaki düşünceleri ve tavırlarıyla ölçtüğümüz derecede asıl kimliğimizden uzaklaşıyor ve kendi yarattığımız korkuların esiri oluyoruz.

Korkularla yüzleşmek adına ufak adımlarla yola başlayabiliriz. Ne zaman yeme bozukluğuyla ilişkili bir davranışta bulunacağımızı hissedersek bunu önleyecek bir eyleme yönelebiliriz. Güvendiğimiz bir arkadaşı arayıp havadan sudan konuşmak ya da sakinleşene kadar derin nefesler almak kadar basit çarelerden bahsediyoruz aslında. Doktor Smith’e göre, bu küçük adımlar yeme bozuklukları olan kişilere daha büyük riskler almaları için yol gösterici nitelikte. Başta ne kadar önemsiz gözükseler de aslında ufak değişikliklerle öz saygımız yeniden kuvvetlenmeye başlıyor ve ileriki aşamalarda çevremizdeki insanlarla paylaşıma ve dengeye dayalı ilişkiler içine girme ve ilgi duyduğumuz, keyif aldığımız, bizi yansıtan yeni faaliyet alanları keşfetme cesaretini gösteriyoruz. 

Mükemmeliyetçi eğilimlerin bir diğer yansıması da kendimizi başkalarıyla karşılaştırmamız şeklinde ortaya çıkıyor. Mukayese, olumsuz benlik duygularının bir döngü halinde devam etmesine ve dolayısıyla yeme bozukluklarının gelişmesine neden olabiliyor. Bunun yanı sıra, karşılaştırmalarımız yüzünden başkalarıyla olan ilişkilerimizde rahat hareket edemiyor, hep gergin, hep diken üstünde bir tutum benimsiyoruz. İnsanlara saygı ve paylaşmaya dayalı bir bakış açısıyla yaklaştığımız ölçüde hem benlik saygımız besleniyor hem de güvenli ilişkiler kurabiliyoruz. 

Öz saygıyı olumsuz etkileyen bir diğer faktör ise “zayıfsan güzelsin” mesajını veren medya içerikleri. Chicago Üniversitesi’nin yeme bozuklukları programı üyesi psikolog Angela Celio Doyle, bu tür içeriklere karşı eleştirel bir tutum almamız gerektiğini söylüyor. “Güzellik dergileri gibi mecralar ya da çeşitli sosyal medya hesapları, sağlıksız bir inceliği ve zayıf bedenleri öven görsellere yer veriyor. Bunlardan olabildiğince uzak durun ama karşılaştığınızda da –ki mutlaka denk gelirsiniz– eleştirel bir gözle bakın. Fotoğraftaki kadın ya da erkeğin bedeni aslında ne kadar sağlıklı? İnce ya da zayıf olduğu ölçüde mi güzel? Görsel üzerinde oynama yapılmış olabilir mi? Ortalama bir kadını ya da erkeği mi temsil ediyor yoksa belli vücut tiplerini idealize edip bizleri standart güzellik kalıplarının içine mi hapsetmeye çalışıyor?” 

Doyle’un bu sorularını sorarak maruz kaldığımız pek çok çarpıtılmış içeriğe karşı tetikte olabiliriz. Bir diğer yöntem ise özellikle sosyal medyadan biraz olsun uzak durabilmek. Günde bir saat bile olsa. Başta zor gelebilir. Belki on dakikayla başlayıp yavaş yavaş sanal gerçeklikten uzaklaşarak asıl benliğimizle baş başa kalabileceğimiz ve tabii bu sırada tüm korkularımızla, endişelerimiz ve düşüncelerimizle yüzleşebileceğimiz anları çoğaltabiliriz. Sanal gerçekliğe, sahte kimliklere ve idealize bir dünyaya sığınmak kulağa daha kolay gelse de bunların hiçbiri öz saygımızı kuvvetlendirmeyecek, bizlere yeme bozuklukları gibi rahatsızlıklarla olan mücadelemizde yardımcı olmayacaktır. 

Benlik saygısı ile kontrol isteği arasında da yakın bir ilişki olduğunu gözden kaçırmamak gerek. Yeme bozukluğu olan kişilerin zorlandığı en temel konulardan birinin de aşırı kontrolcü tutumlar ve “ya hep ya hiç” bakış açısı olması öz saygının bu olumsuzluklardan etkilendiğini kanıtlıyor. Çalışmalar; ölüm, boşanma ya da işe değişikliği gibi büyük değişimlerin veya öngörülmemiş durumların kişilerde kontrol isteği yarattığını ortaya koymaktadır. Ve bazılarımız hayatın gidişatını kontrol edemeyince bedenlerini kontrol etmeye yöneliyor.

Psikolog Michael E. Berrett, yeme bozukluklarının çoğunlukla kontrol arayışında olan kimselerce bir kaçış mekanizması olarak kullanıldığını ifade ediyor. Neyden kaçırıyoruz peki? Acı hissetmekten. Korkularımızdan. Saklanıyoruz kısacası. Bu noktada, önümüzde iki seçenek var: Yüzleşmek ya da kaçmak. Birincisi, bizi zenginleştirir, kişiliğimizi geliştirir ve benlik saygımızı kuvvetlendirir çünkü kendimizi anlamamızı sağlar. Yüzleşeceksek hayatın ikilemlerden oluştuğunu kabul etmeli ve kendimizi yargılamadan ya da suçlamadan bunları kucaklamasını bilmeliyiz. Kaçtığımız ikinci durumda ise risk almaktan korkarız, değişime kapalıyızdır ve saplantıların, kalıplaşmış tavır ve tutumların dayattığı bir ağ içinde hapsoluruz. 

Bu durumu en güzel şekillerinden biriyle Susan Jeffers ifade ediyor aslında:

“Korkunun üzerine gitmek, çaresizlikten doğan korkuyla birlikte yaşamaktan daha korkutucu değildir.”

Korkularımızın esiri olmadığımızda kaybedeceğimiz bir şey yok; aksine asıl benliğimizi (yeniden) keşfedip anlamlı bir hayat sürmenin yolu yüzleşmekten geçiyor. 

Kaynaklar:

https://www.nationaleatingdisorders.org/blog/10-simple-ways-practice-self-love

https://www.everydayhealth.com/eating-disorders/boosting-body-image-and-self-esteem.aspx

http://www.byui.edu/counseling-center/self-help/eating-disorders/antidotes-for-low-self-esteem

Center for Change – Melissa H. Smith, PhD

Susan Jeffers, Feel the Fear and Do It Anyway (Korksan da Vazgeçme, çev. Ayşegül Yelçe, Varlık Yayınları)

İlginizi çekebilir: Gerçek benliğimizi nasıl besleyebiliriz: 5 öneriyle ruhunuzu besleyin

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale