X

Derinliklerden gelen bir ses: Hatırlayın

Bugün sizlere hikâyesinden bahsetmek istediğim kitap yaklaşık bir ay önce yayımlandı. Amerikalı yazar Rivers Solomon’un –ki kendisi belki de onu bu şekilde tanıtmama içerlerdi zira konu köken, ırk, cinsiyet gibi belli tanımlamalar olunca o bunlara sıkışıp kalmaktan kaçınan biri– Türkçede yayımlanan ilk romanı bu. Derinlikler.

Köle ticareti yapılan yıllar.  Gemilerden denize fırlatılarak derinliklerde ölüme mahkûm edilen Afrikalı kadınlardan doğan nesiller için okyanusun enginliklerinde büyülü bir dünya sürmektedir. Wajinrular halkı. Wajinruların yaşaması ancak geçmişlerini hatırlamalarıyla mümkündür ve yaşanan her anı, her olay “tarihçi” görevini üstlenen bir Wajinru tarafından yılda bir kez onlara aktarılmalıdır. Tarihçi, halkının geçmişini tüm yıl boyunca sanki her şeyi an be an, tekrar tekrar kendisi yaşıyormuşçasına hisseder ve bu özellikle de kederle örülmüş bir geçmişse onun çektiği ıstırabı tahayyül etmek hiç de zor değil. Tarihçi ancak yılda bir kez gerçekleşen “Hatırlayışlar” gününde huzur bulabiliyordur çünkü zihnini ve tüm benliğini işgal eden anılar diğer Wajinrular’ın zihinlerine taşınacaktır.  Kısa bir süre için. Sonra yine aynı acı ve ıstırap tarihçiyi kendisinden hızla uzaklaştıracak, onu kendi halkı da olsa başkalarının anıları ve mutsuzluklarına gömecektir. 

Kitabın daha ilk bölümünde Yetu’yla tanışırız. Tarihçiyle. Ve onun annesi Abama’yla. İkilinin arasındaki gerilimi hissetmemek elde değildir. Her ikisi de bir yandan birbirine öfkeli ama aynı zamanda büyük bir korku içindedir. Yetu, ona kim olduğunu her gün biraz daha unutturan anılardan kaçmak ister, bu öyle bir kaçış arzusudur ki kendini köpek balıklarına yem etmeye bile razıdır. Ki o köpek balıklarının dolandığı beyaz sulara her kulaç attığında bu sona biraz daha yaklaşmıştır. Fakat onu kurtarırlar. Yetu, nasıl böyle sorumsuzca davranabilmiştir? O olmasa, hatırladıkları olmasa halkının da yok olacağını bilmiyor mudur? Hem de Hatırlayışlar’a sayılı gün kalmışken. Wajinrular yitip gitmemek için bir an önce geçmişlerine kavuşacakları o günü sabırsız bir şekilde beklerken. 

Hatırlayışlar gününde Yetu çoktan kararını vermiştir. Yuvası olan derinliklerden yeryüzüne kaçacaktır. Oradaki iki bacaklı yeryüzü sakinlerinden sakınması gerektiğini, onların kendisine kötülük edebileceğini anılardan biliyordur gerçi ama bir taraftan da yüzgeçleri, kuyruğu ve renkli bedeniyle onlara ürkütücü geldiğinin farkındadır ve çığlıklarıyla onları kaçırabileceğine güvenir. Hem Wajinru şehrinde kalsa da sonunda geçmişin yükü altında ezilip gidecek, sonu ölüm olacaktır zaten. 

Yetu kendini yeryüzünde, sığ bir gölette bulur ve burada neyse ki iyi kalpli iki bacaklı yeryüzü sakinleriyle karşılaşır. Cinsiyet kavramını, cinselliği, aşkı keşfeder. Kendini ve kaçmakla doğru yapıp yapmadığını sorgulamaya başlar. Âşık olduğu kadının, kederli bir geçmişe tüm yüreğiyle sahip çıktığını görür. Geçmiş can acıtsa da, kişiyi kendi benliğinden koparır gibi dursa da belki de onunla yüzleşmek, dahası onu başkalarıyla paylaşmak gerekiyordur. 

Bu sayfadaki yazılarımın içeriğini az çok takip edenleriniz genellikle yeme bozuklukları gibi psikolojik rahatsızlıklar hakkında dertleştiğimi bilir. (Dertleşmek? Evet, çünkü ben de yıllardır bu rahatsızlıkla savaş veriyorum.) Zihnimde hiç susmayan kötücül bir sesle iyileşmeye ve kendimi beslemeye çalışıyorum. Yıllardır anoreksiya nervozanın lime lime ettiği asıl benliğimi, ondan uçuşan iplikleri arıyorum. Uzaktalar belki ama inanıyorum ki derinliklerde bir yerdeler. Uzun zamandır sahte benliğimle aslında bana ait olmayan bir hayatı yaşamaya çalışıyorum. Yaşıyormuş gibi yapıyorum aslında. Asıl benliğimin çırpındığı o derinliklere inmeye çalışıyorum. Onu yeniden bulup onunla yüzleşip barışabilmek için. 

Yeme bozukları temelde iki yönlü: Bir yandan fiziksel rahatsızlıklar ve daha çok kısıtlayıcı beslenme ve sağlıksız diyetlerle başlıyor. Genetik bir yatkınlığınız da varsa bir süre sonra kendinizi yeme bozukluklarının kısır döngüsüne hapsolmuş bulabiliyorsunuz. Elbette bu rahatsızlıkların yaşanmasında psikolojik ve çevresel faktörler de etkili. Maruz kalınan aşağılanmalar, çocuklukta başımıza gelen kötü deneyimler ya da başarısızlıklarımız olarak algıladığımız her şey… Kendimizi yetersiz ve değersiz zannetmemiz. 

Manken’de Jini evden ve hapsolduğu reklam dünyasından kaçıp özgürce sokaklarda dolanmış, gönlünce yiyip içmiş, istediği saatte uyumuş uyanmış, gün gelmiş otel odasından çıkmamış gün gelmiş bir grup gencin peşine takılıp aşkı yaşamış ve beni de kitabın çevirmeni olarak peşinden sürüklemişti. Kendi içimde yolculuk yapmaya çalışmıştım Derinlikler’de ise bambaşka hisler duydum. Yetu, bence Jini’ye göre biraz daha yaralıydı, daha ağırdı yükü. İkisi de geçmişteki kötülüklerden dolayı bu haldeydiler ama Yetu’nun sırtında koca bir tarih vardı, ırkçılığın ve katledilmenin en korkunç öyküsünü tüm hayatı boyunca tek başına hatırlamak zorundaydı. Ölülerin anılarıyla geçen onca yıl marifetini göstermiş, zihnini ve bedenini en az kendi varlığı kadar gasp eder olmuştu.

Kaçıp gittiğinde “iyi yaptı” dedim, artık benliğini bulacak. Ama öyle olmadı pek. Tanıştığı Oori, ona her şeyi unutmak zorunda olmadığını ve buna rağmen halen iyi olabileceğini, kendisi olabileceğini gösterdi. Acıların onları kabullenerek ve paylaşılarak yük olmaktan çıkacağını, başka ağızlarda başka sözcüklerle yeniden anlatıla anlatıla sağaltıcı bir hale geleceğine inandı Yetu. Kim olduğunun cevabını arıyordu ya, bunu suçladığı geçmişte ve anılarda bulabileceğini, o kederi halkıyla paylaşırsa üstesinden birlikte gelebileceklerini gördü. Unutmak zorunda değildi hiçbiri; yaşanan yaşanmıştı ve yaralamıştı ama çare unutmakta değil, onları kendini iyi etmek için yeniden hatırlamaktaydı. 

Böyle yapmalıyız belki bizim gibi yaralı olanlar? Eleştiren, hiç susmayan o yargılayıcı sesi ve yankıyı susturamıyorsak -ki bunun çok zor olduğuna inandım artık- o ses konuşurken biz bizi iyileştirecek adımları atmalıyız. Bu gerek geçmişle yüzleşmek gerek onu başkalarıyla paylaşmak olsun. Kim olduğumuzu uzaklarda değil de, kurtulmak istediğimiz ve unutmak için her türlü çabayı verdiğimiz mutsuzluklarda buluruz belki. O kederi kabullenip yavaş yavaş kazıyarak derinliklere iner de, orada büzüşüp kalmış asıl benliğimize kavuşuruz kim bilir. 

Yetu’yla ve onun dünyasıyla birlikte geçirdiğim günler boyunca böyle bir sorgulama içindeydim işte. Bu yazıyı yazarken kapım çaldı ve Türkçeye çevirdiğim bu kitabın yayınevinden beklediğim kopyaları geldi. Kitabın sayfalarını çevirdikçe sanki her cümle beni Derinliklerime çağırdı yine. Sen hastalığın değilsin dedi. O da bir parçan belki, ne var ki kopup gitmesi gereken bir parça. Vedalaşmayı bekleyen. Ve bunun için onu yadsımak, ona sövmek zorunda değilsin; geçmişi unutmak zorunda değilsin. Yetu’nun Hatırlayışlar gününde halkına seslendiği gibi “Hatırlayın. … Ne kadar derinlere gideceğimizi hatırlayın.”

Gerçek beni hatırlamak ve derinliklerimdeki hazineleri keşfetmek için tek başıma çıkmam gereken bir yolculuk var. Daha fazla ertelersem sonunu göremeden nefessiz kalacağım bir yolculuk. Bir süreliğine nefeslerimi sadece kendime (belki bir de arada buradaki cümlelere) saklıyor, bana kucağını açan uplifers.com ailesine şimdilik hoşça kal diyorum. 

Sevgiler…

>İlginizi çekebilir: Tıkanırcasına yeme bozukluğu ile diyetler arasında nasıl bir ilişki var?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Lezzetli ve eşsiz tatlarla dolu bir deneyim: Macroonline’da keşif dolu bir yolculuk

Şüphesiz ki söz konusu sofralarımız olduğunda hepimiz ‘en iyisi’nin peşindeyiz. Market alışverişlerimizi yaparken de gözümüz, elimiz hep en iyisinde, en kalitelisinde. Her şeyin en iyisini aldığımızdan emin olmak istiyoruz. Ancak, böylesi bir çabanın çok fazla zaman ve enerji gerektirdiği de aşikar. Hele ki büyük şehirlerde yaşıyorsak, iş çıkış saatinde markette olmak; kalabalıklar, trafik, koşturmaca gibi dertleri de beraberinde getirebiliyor. E peki bunca yorgunluk ve zamansızlığın içerisinde mesai bitimine dakikalar kalmışken her gün zihnimizde dönen o ‘Akşam ne pişirsem’ sorularına nasıl yanıt bulacağız? Hele bir de evde hazırlamak istediğimiz tarifin malzemeleri yoksa.



Güzel haber; artık bu soru da zihnimizi kurcalamayacak, yorgun argın market sırasında beklemek zorunda da kalmayacağız. Macroonline ile yorucu market gezileri, ev konforunda keşifler yapabileceğimiz bir fırsata dönüşüyor.

Macrocenter ayrıcalıkları aynı hizmet anlayışıyla Macroonline’da

Macrocenter’ı tercih edenler bilir; Macrocenter’da alışveriş yapmak, eşsiz bir deneyimdir. Ürün çeşitliliği, yeni keşifler, taptaze lezzetler, baş döndüren kokular ve başka yerde olmayan ürünler… Macroonline da tüm bu deneyimi, bizlere online olarak sunuyor. Aynı uzmanlık, aynı lezzet ve aynı hizmet anlayışıyla tüm Macrocenter ayrıcalıkları, artık Macroonline’da. Kısacası, hayatı güzelleştirecek her şey Macroonline’da. Peki siz neredesiniz; yoksa hala kasa sırasında mı? 🙂 Gelin, Macroonline’Macroonline’Macroonline’da neler neler var biraz daha yakından bakalım… (Ne yok ki! demek serbest.)

Ev konforunda kaliteli bir alışveriş deneyimi

Hangimiz istemeyiz ki raflardaki en taze meyve-sebzeler yer alsın mutfak tezgahımızda, kendi ellerimizle seçtiğimiz.. Ama zamanımız ve enerjimiz yoksa ne yapacağız? Merak etmeyin, en iyilerden vazgeçmek zorunda değiliz. Macroonline, her şeyin en iyisini bizim için seçip evimize kadar getiriyor. İhtiyacımız olan her şey, sanki raflardan kendimiz seçiyormuşuz gibi aynı titizlik ve özenle seçilip bize ulaştırılıyor. Ev konforunda kusursuz ve kaliteli bir alışverişi deneyimi, Macroonline ile artık kapımıza geliyor.

Benzersiz tatlar, otantik lezzetler, yeni keşifler



Macroonline’da dilediğimiz ülkenin lezzetlerini bulmak mümkün. Bugün İtalyan, yarın Fransız Mutfağı, haftaya ise Japon, ne dersiniz? Macroonline dünyasında alışveriş yapmak, adeta geniş bir coğrafyada gezintiye çıkmak gibi. Uzak Doğu’nun egzotik sosları, ithal çikolatalar, artizan ürün çeşitliliği, her yerde bulunmayan lezzetli atıştırmalıklar, profesyonellere özgü ürün seçkileri, taptaze deniz ürünleri ve çok daha fazlası… Hepsi, premium hizmet kalitesi, zengin ürün çeşitliliği ve kolay erişim imkanıyla Macroonline’da. Tek yapmamız gereken bir tıkla sepete eklemek.

Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler

Dünya mutfağının yanı sıra Türkiye’nin özgün tatlarını da sunan Macroconline’da Homemade lezzetler de var. Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler, Macroonline’ın beklentileri aşan hizmet kalitesini evlerimize taşıyor. Hep ne pişireceğimizi düşünecek değiliz ya bazen de ne yiyeceğimizi düşünelim, öyle değil mi… Sağlıklı, lezzetli ve zahmetsiz alternatifler arayanların en gözde seçimleri, Macroonline Homemade kategorisinde.

Keyifli, pratik ve konforlu bir alışveriş deneyiminin yanı sıra keşiflerle dolu bir yolculuğa da hazırsak; istikamet: Macroonline. Üstelik, Macroonline’dan verdiğimiz siparişler 45 dakikada teslimat seçeneğiyle ve +4 dereceli araçlarla soğuk zincir kırılmadan dilediğimiz saatte bize ulaşıyor. Macrocenter’ın ayrıcalıklı dünyasını ev konforunda keşfetmek ve Macroonline’da ilk alışverişlerinize özel indirimden de faydalanmak için siz de hemen tıklayın.

*Bu yazı Macrocenter katkılarıyla hazırlanmıştır.



Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?



İlgili Makale