X

De-influencing nedir: Tüketim çılgınlığının içerisinde bilinçli tüketici olmak

‘Influencer’lar artık hepimiz için tanıdık bir kavram. Hepimiz sosyal medya aracılığı ile ‘influence’ ediliyoruz; yani bir şeyleri satın almak, uygulamak, takip etmek konusunda fenomenlerden, ünlü isimlerden, ‘influencer’lardan etkileniyoruz. Peki benzer bir şekilde ‘de-influence’ edilebilir miyiz? Yani bir şeyi yapmamak, satın almamak, kullanmamak konusunda da birilerinden etkilenebilir miyiz? Evet… Bir mekana gitmemek, bir menüyü denememek, bir markayı satın almamak, bir ürünü kullanmamak, kısacası yap-ma-mak için influence edilebiliriz. Sosyal medyanın en son akımlarından biri; ‘de-influencing’. İçinde bulunduğumuz tüketim çılgınlığını göz önünde bulundurduğumuzda bu kavram daha da önemli bir hal alıyor. Gelin, ‘de-influencing’ nedir yakından bakalım:

‘De-influencing’ nedir, nasıl fayda sağlayabilir?

En son ne zaman bir influencer’dan etkilenip bir ürün satın aldığınızı ya da bir mekana gittiğinizi düşünün… Muhtemelen üzerinden çok uzun bir süre geçmemiştir. Ya da bu etkilenişinizin ne kadar sık olduğunu bir hatırlayın… Sosyal medya kullanımı bu denli hızlı arttıkça, alışveriş alışkanlıklarımız da son yıllarda büyük ölçüde değişti. Sosyal medya hesaplarımızdan takip ettiğimiz, çok fazla takipçisi olan kişilerin kararlarımızı nasıl etkilediğini görmek artık çok kolay. Öyle ki, bu konuda yapılan pek çok araştırma da var. Sprout Social’ın raporu, TikTok kullanıcılarının %55’inin sosyal medyada önerilen bir markayı gördükten sonra onu satın aldığını gösteriyor. Yani, insanların yarısından fazlası sosyal medya sayesinde ‘influence’ ediliyor ve bir şeyler satın alıyor.

Ancak, dönem değişiyor… Artık sadece ‘influencer’lar yok, bir de ‘de-influencer’lar var. Yani bir şeyi satın almamak üzerine paylaşım yapan kimseler. Ve onların bu yaptıklarından doğan ‘de-influencing’ kavramı. Aslında adından da anlaşılacağı üzere, de-influencing, etkilemeyi azaltma ile ilgili. Yani, sosyal medya kullanıcılarının, takipçilerine neleri satın almamalarını, hangi markalardan uzak durmaları gerektiğini söyledikleri bir akım. Bu konuda, influencerlar, gerçekçi ve sert eleştirilerde bulunabiliyor ya da abartılmaya değmeyen ürünleri paylaşabiliyorlar. Amaç ise, insanları bilinçli tüketime teşvik etme. Yani, gereksiz ve bilinçsizce yapılan satın almaları azaltmak ve aşırı tüketimi mümkün olduğunca sınırlamak.

Peki, ‘de-influence’ edilmemiz, yani bir şeyleri satın almama konusunda teşvik edilmemiz, yaşamlarımıza nasıl katkı sağlayabilir? Bir düşünelim… Hiç hesapta olmayan bir harcama yaptığınızda kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Tam aylık gelir-gider dengesini kurmuşken, ayın başında ihtiyaçlarınızı karşılayıp, hatta birikim için de bir bütçe ayırmışken, bir sonraki ayı daha rahat bir şekilde geçirecekken, ayın son günlerinde sosyal medyada gördüğünüz ve o ‘çok’ övülen, herkesin konuştuğu ürünü satın aldığınız zaman, harcama dengeniz bozulduğunda ne olur? Muhtemelen ilk başta o herkesin dilindeki ürünü aldığınız için heyecan duyarsınız, ancak kısa bir süre sonra -hele ki anlatıldığı kadar iyi çıkmadığını fark ettiğinizde- ‘keşke almasaydım’ demeye başlarsınız. Ya da en azından tüh ya almasam da olurmuş diye hayıflanırsınız. Bir sonraki ay için yaptığınız bütçe planının bozulmuş olması da ekstradan canınızı sıkar… Kısacası, plansız harcamalar, kaygı ve olumsuz düşüncelere neden olabileceği için zihin sağlığınızı tehdit edebilir. Bu durum çok aşırı harcamaları içeriyor ve sık sık tekrarlanıyorsa, durum daha kötü bir hal de alabilir. Sosyal medyada herkes tarafından övülüyor diye aldığınız ama ihtiyacınız olmayan ya da size iyi gelmeyen şeylerin, evinizde gereksiz yer kaplayan kalabalıklara dönüşmesi de an meselesi.

Biraz daha geniş açıdan ele alacak olursak; bu tür gereksiz satın alımlar, yalnızca bireysel anlamda sizi etkilemekle kalmayacak çevreye de ciddi zarar verecek. Bir ürünün kutulanıp, poşetlenip, size kargolanması, onun size ulaşana kadar geçirdiği zaman, paketi açtıktan sonra oluşan atıklar… Kısacası, neden olduğu karbon ayak izi ve çöpte biten yolculuğu, ‘influence’ edilerek satın aldığınız o ürünün çevreye olan kümülatif zararını anlatıyor… Peki, tüm bunlara değer mi?

Gerçekten ihtiyacınız yoksa, sırf birileri onun hakkında çok konuşuyor diye, o ürünü alıp çevreye, bütçenize ve zihin sağlığınıza zarar vermeye değer mi? İşte tam da bu sebeple ‘de-influence’ oldukça önemli bir akım. Herkesin öve öve bitiremediği bir ürünü, bir markayı, bir eşyayı, birisi daha gerçekçi bir şekilde ele alsa ve ‘bu kadar para harcanmaya değmeyecek’ bir şey olduğunu söylese, ondan etkilenmez miyiz? En azından bir durup düşünmeye, ürünü biraz daha araştırmaya karar veririz, öyle değil mi? Ya da her popüler ürün için bu yaklaşımı benimsediğimizde, alacağımız 3 ürün varsa, belki birinden vazgeçebiliriz -ki bu da iyi bir başlangıç olur.- Dolayısıyla ‘de-influeincing’in önemini yadsımamalıyız.

‘De-influencing’ ile ilgili dikkat edilmesi gerekenler

De-influeincingin önemini görmezden gelmemeliyiz, ancak bazı hususlarda da dikkatli davranmamız gerektiğini unutmamalıyız. Şöyle ki, yapılan de-influencing’in, aslında rakip marka için bir influence etme stratejisi olup olmadığını iyi analiz etmemeliyiz. Yani, takip ettiğiniz sosyal medya kullanıcısı, ‘bunu almayın’ derken bir yandan da ‘şunu alın’ diyor mu demiyor mu, buna bakın. Ya da bu konuda ne kadar güvenilir, gerçekten doğruları mı paylaşıyor yoksa rakip markalar ile mi bir iş-birliği içinde? Ne yazık ki bazı çok takipçili fenomenler, başta güvenilir görünmek için ‘de-influencing’ yaparken, sonrasında yine ‘influence’ etmek için çalışıyor olabilir.

Bunlar kimseye güvenmeyin, kimsenin dediği ürünü satın almayın demek değil elbette ki, ancak biraz daha bilinçli hareket etmeniz ve gerçekten bir şeyi satın almadan önce iyice araştırıp, duyduklarınızı, gördüklerinizi analiz etmeniz için bir çağrı. Dolayısıyla özellikle popüler ürünlerin tüketim çılgınlığına dahil olmadan önce, gerçekten ihtiyacınız var mı, size uygun mu, hangi kullanıcılar bu ürün hakkında neler diyor, parasına değer mi, daha iyi bir alternatifi var mı vb. sorular üzerine düşünebilirsiniz. Önemli olan, bilinçli bir tüketici olabilmeyi başarabilmek ve bu tüketim çılgınlığında satın alma alışkanlıklarımızı iyileştirebilmek.

Sosyal medyanın etkisinde bilinçli tüketici olmak

Sosyal medyada zaman geçirirken kendinizi sonsuz bir satın alma girdabına sokmamak için bazı konuları göz önünde bulundurabilir, daha bilinçli bir tüketici olarak bütçenizi ve doğayı koruyabilirsiniz:

1. Trendlerin farkında olun

Eğer, takip ettiğiniz tüm influencerlar, hatta takip etmedikleriniz bile, kısacası tüm sosyal medya alemi belli başlı ürünleri tanıtıyor, sürekli onlar hakkında konuşuyor ve onları övüyorsa, bunlar muhtemelen bir iş birliğinin sonucu ve sosyal medya pazarlamasıdır. Dolayısıyla, o ürünü almadan önce bir kez daha düşünmenizde fayda var. Birkaç gün sonra reklamlar sona erdiğinde kimse o ürünü konuşmuyor olabilir ve siz o akıma kapılmayıp almadığınız için sonradan memnun olabilirsiniz. Bu nedenle trendlerin farkında olmanızda fayda var.

2. Satın almadan önce duraklayın

Sosyal medyada bir ürünü gördünüz ve almak istiyorsunuz. Örneğin, rahatlatıcı uyku spreyi, ihtiyacınız da var, çünkü rahat uykuya almayı arzu ediyorsunuz. Ürünü sepete eklemeden önce bir durup düşünün; onun yerine ne yapabilirsiniz? Sizi rahat bir uykuya hazırlayacak, para vererek satın almanıza gerek olmayan bir şeyler yok mu? Mesela günlük yazmak, yoga hareketleri ile bedeninizi rahatlatmak ya da meditasyon yaparak zihninizi olumsuz düşüncelerden uzaklaştırmak… Önce bunları denemek isteyebilirsiniz. Benzer bir yaklaşımı farklı ürünler için de deneyebilirsiniz. Sosyal medyanın bir anlık etkisine kapılıp ürünü satın almadan önce duraklamayı alışkanlık haline getirirseniz hem bütçenizi hem de doğayı koruyabilirsiniz.

3. ‘Satın almadıklarım’ listesi yapın

Hani hep yapılacaklar listesi ya da alışveriş listesi gibi listeler yapıyoruz ya, gelin bu kez de ‘satın almadıklarım’ listesi yapmayı deneyin. Sosyal medyada etkisi altında kaldığınız ama gerçekten ihtiyacınız olup olmadığına, size uygun olup olmadığına karar veremediğiniz ve sonuç olarak o an satın almadığınız ürünlerin bir listesini tutun. Bir hafta ya da bir ay sonra listeyi gözden geçirin, sosyal medya akımları geçmiş olsa da eğer içinde hala almayı düşündükleriniz varsa, gerçekten size hitap eden bir ürün olabilir. Hiçbirini almayı artık istemiyorsanız da cebinizde kalan parayı hesaplayabilir ve ne kadar para biriktirebildiğinizi görerek motive olabilirsiniz.

4. ‘De-influencerlar’ı keşfedin

Şüphesiz ki influencerları bulmak çok kolay, sosyal medya hesaplarınızda kolayca önünüze takipçisi olan fenomenler çıkabilir, ancak ‘de-influencerlar’ için yani sizi bir şeyi satın almaya değil de almamaya teşvik eden hesapları bulmak için biraz çaba harcamanız gerekebilir. Farklı hesapları inceleyebilir, #deinfluence ya da #deinfluencing etiketlerini takip edebilir, çevre dostu alışkanlıkları benimseyen ve yaygınlaştırmaya çalışan kişilerin paylaşımlarına göz atabilirsiniz. Bu sayede sosyal medya hesaplarınızda zaman geçirirken daha bilinçli tüketim yapmak için ihtiyacınız olan ilhamı keşfedebilirsiniz.

5. İhtiyaçlarınızı ve satın almayı düşündüğünüz ürünün detaylarını değerlendirin

Gördüğünüz bir ürünü satın almadan önce gerçekten ihtiyacınız olup olmadığını düşünün. Size, yaşam tarzınıza, alışkanlıklarınıza, bütçenize uyuyor mu, daha uygun fiyatlı ve daha çevre dostu bir alternatifi var mı, sırf indirimde ya da herkeste var diye mi almak istiyorsunuz yoksa gerçekten uzun süre kullanacağınız, ihtiyacınıza karşılık gelen bir ürün mü, tüm bu soruları düşünün. Ürünün içindekilere, üretildiği malzemeye, örneğin bir tekstil ürünü ise hem cildinize hem de doğaya dost olup olmadığına göz atın, etiket okumayı, içindekiler kısmını incelemeyi alışkanlık haline getirin.

6. “Black friday” ve “Kasım” ayında güçlü kalın

Malumunuz 11.11 gelmek üzere… Kasım ayı, ülkemizde ve dünyanın pek çok yerinde alışveriş zamanı olarak biliniyor. Hatta, ‘alışveriş çılgınlığı’ zamanı demek daha doğru olabilir. Aslında ilk olarak yıllar önce Amerika’da, Şükran Günü’nden (Thanksgiving) sonraki Cuma gününde mağazaların indirim yapması ile başlamış ‘Black Friday’, Türkçesi ile ‘Kara Cuma’ geleneksel Noel alışverişinin de başlangıç sezonunun açıldığını göstermek için bir gelenek haline gelmiş. ABD’de birçok mağaza uygun fiyatlarla, büyük indirimlerle ellerindeki ürünleri satmak için adeta yarışa girmiş. Ancak yıllar içerisinde diğer ülkelerde Black Friday uygulamasına başlamış ve bu gelenek yalnızca Amerika’nın dışına da taşmış. Ülkemizde de son yıllarda oldukça popüler bir dönem haline gelen Kara Cuma, sadece bir günle sınırlı kalmayıp Kasım ayını komple ele geçirdi. Bu nedenledir ki Kasım ayı, başta sosyal medya mecralarından başlamak üzere tüm platformlarda ve fiziki yerlerde de (AVM’ler, dükkanlar, mağazalar, marketler vb.) indirimlerle geçiyor. Bu indirimlerin bir kısmı, ‘gerçek’ indirimler olsa da bir kısmı ‘sahte’ indirimleri -yani önce fiyatların artırılıp, sonra artan fiyatların düşürülmesini- içerebiliyor. Ancak, indirimlerin gerçek ya da sahte olması pek fark etmiyor, çünkü bu alışveriş ayı herkesi bir şekilde etkisi altına alabiliyor ve çoğu insan aslında ihtiyacı olmayan şeyleri bu ayda satın alabiliyor.

Etrafınızda sürekli indirim tabelalarını görmeniz, her mecrada karşınıza indirim haberlerinin çıkması, sizi de farkında olmadan ihtiyacınız olmayan ürünleri satın almaya yönlendirebilir. Dolayısıyla, bu sürecin farkında olmanız ve hem Kara Cuma’nın hem de Kasım ayı boyunca süren indirimlerin, gerçekten ihtiyacınız olan ürünlerde olup olmadığını analiz etmelisiniz. Sırf indirimde diye, reklamı yapılıyor diye, başkalarında var diye ya da çok popüler diye yeni ürünler satın almayın. Böylesi gereksiz harcamaların, bütçenize, çevreye, zihin sağlığınıza vereceği zararı düşünün. İhtiyaçlarınızı, bütçenizi ve doğanın iyiliğini düşünerek satın alma alışkanlıklarınızı iyileştirebilirsiniz.

Sonuç olarak, bütçenizi önceliklendirerek, daha çevreci ve doğa dostu yaklaşımlar için daha az tüketmeyi, satın almayı benimseyerek, sosyal medya karşınıza çıkan güzellemeleri, süzgecinizden geçirerek ve bir ürünü almadan önce yeterince araştırma yaparak sosyal medyanın tüketim çılgınlığında bilinçli bir tüketici olabilirsiniz.

İlginizi çekebilir: Doğaya dost alışkanlıklar kazanmanıza engel olabilen sürdürülebilirlik mitleri

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale