X

Göz doymayınca, gönül doymuyor: “İyi yaşam” çılgınlığına kapılmadan kendini dinlemek

Ceylan Ertem’in yeniden yorumladığı Neşet Ertaş’ın şahane eseri “Gel Sevelim” çalıyor bir süredir bende. Hem sadece çalma listemde değil; kafamın içinde, gönlümün en derinlerinde. Her bir sözü o kadar anlam yüklü ki; hala dinlemeyenleriniz varsa ya da dikkatsizce, öylesine dinleyiverdiyseniz şarkıyı, lütfen sözlerine kendinizi verin bir dahaki sefere. Pişman olmayacağınızı söyleyebilirim.
Şarkının bir kısmında diyor ki;
Gel sevelim sevileni, seveni
Sevgisiz gönüller gülmüyor canım
Nice gördüm dizlerini döveni
Giden ömür geri gelmiyor canım

Ben de üzerine bolca düşündüğüm, kendime yeni alışkanlıklar katmaya çalıştığım son beş yılın ardından; 2020’deki ilk yazımda, sonradan dizlerimizi dövmektense kendimize şu an iyi gelecek bir yaşam yaratmak için neler yapabilirizi konuşmak istiyorum. Bana bugüne kadar iyi gelenleri sizlerle paylaşarak tabi ki.

Benim için bu süreçteki en önemli madde “gözü doyurmak” oluyor. Çünkü yıllar içinde fark ediyorum ki; “göz doymadan, gönül doymuyor.” Gözümü doyurmak için önce en görünürden başlıyorum, her sabah aynanın karşısındaki kendimden. Birkaç sene önce sağlık problemleriyle köklü değişiklikler yaptığım ve etkisini net bir şekilde gördüğüm beslenme düzenimden pek şaşmamaya çalışıyorum. Peki neler mi yapıyorum?

Bedenime iyi gelen şeyleri yemeye çalışıyorum. Gluteni ve süt ürünlerini minimumda tüketiyorum ama “iyi yaşam” trendi olduğu için değil; yediğim ve yemediğim dönemdeki farkları vücudumda gözlemleyebildiğim için. Yeri geldiğinde ise kendimi mutsuz etmektense; o şahane pastayı hüpletmeyi de bilerek. Kendime acı çektirmeden, kendimi hep dinleyerek ve dengemi korumaya çalışarak. “Ben onu yemeden asla yapamamam” dediğiniz her ne ise; “İnsan nelere alışıyor, biraz fazla tepki göstermiyor musunuz?” demek istiyorum. Benim için yoğurt öyle bir şeydi mesela, günde 5 kez yiyordum bazen; şu an haftada 2 kereyi geçmeden gayet mutlu mesut yaşıyorum. Yani olabiliyor, yeter ki isteyin ve deneyin, şans verin kendinize.

Şimdi “Efenim bunlar yeni moda işler, biz böyle mi büyüdük?” yorumlarını kendi adıma dikkate almadığımı belirtmek istiyorum. Dünya değişiyor, bilgi değişiyor, üretim şekilleri değişiyor; eskiden iyi gelenlerin o eski halinden eser yok şimdi, bu böyle biline! Burada en önemlisiyse işimize gelmiyor diye; kulaklarımızı yeni bilgilere tıkamamamız. Okuyun, izleyin, araştırın, deneyimleyin; hangisi sizin kafanıza daha çok yatıyorsa onu yapın, seçim sizin.

Peki başka başka neler mi yapıyorum, gözümü doyurmak için? Mevsiminde yemeye gayret ediyorum, mümkün olduğunca paketli gıdadan uzak durarak. Eskiden domatesi yaz kış yiyen, o olmadan kahvaltı sofrasına oturmayan biriydim ben. Artık kışın domatesin ne renginin, ne de tadının tuzunun olduğunu fark edebiliyorum. Diyorum ki “Benim bedenim çöp değil ki, onu gereksiz şeylerle doldurayım.” Yediğimde yüzümü ekşiteceklerden, beni mutsuz edeceklerden uzak durmaya çalışıyorum. Alternatifleri neler olabilir diye bakıyorum; kuru domates nasıl lezzetli oluyor ya da kahvaltıda da salata yenilebilir kısmını böylece keşfediyorum.

Gözümün doymasına en büyük yardımcı gökkuşağı beslenme çabalarım oluyor. Adların, kavramların pek önemi yok; şu sıralar bal kabağı, pancar, kereviz, lahana, karnabahar ve daha niceleri ile sofram rengarenk olsun diye uğraşıyorum. Hayata lezzet katmadan olmaz diyerek; baharatların gücünden faydalanıyorum bol bol. Bazen antin kuntin yemek denemelerim hüsranla sonuçlanıyor, kabul ediyorum; bazense şahane sonuçlar çıkıyor. Denemeden bilinmiyor ki, değil mi?

Bir süredir “Az yemek, öz yemek; önemli olan vücudu dinlemek!” diyorum. Ama buradaki az, sıklık anlamında; yoksa kalori falan saymadan ne sağlıklıysa bol bol yiyorum, yani önce gözümü doyuruyorum. Günde iki öğün besleniyorum; eskiden hem kafamı hem bedenimi ne çok yormuşum, onu fark ediyorum. Evime, dolabıma, mideme bana iyi gelmeyen ürünleri sokmamaya çalışıyorum. Her gün “Onu mu yesem, bunu mu yesem; şundan mı kaçamak yapsam?” soruları ile kafayı yememiş oluyorum bu sayede. Bedenim de yemekten, düşünmekten yorulmuş, bunu anlıyorum. Yeme saatlerimi de belirli aralıklarda tutmak bana iyi geliyor; günde 6-8 saat yemek yiyorum diğer kısımlarda içecek harici bir şey tüketmiyorum. Aralıklı oruç diye geçen beslenme tarzını isterseniz siz de araştırabilirsiniz.

Şimdi burada bir ekleme yapmak istiyorum. Ne kadar şahane tablolar çiziyorum diye düşünülmesin. Şu ana kadar bahsettiklerim, benim normal günlük hayattaki rutinim haline geldi ve beni mutlu ediyor. Ama sanılmasın ki bir seyahatte hala oranın ne yemeği meşhursa onun peşinden koşturmuyorum. Beslenme şeklimden çok farklı olsa da, illa ki yiyorum deniyorum. Hatta görenleri şaşırtacak seviyede bir iştahla, merakla. Normal olanın da bu olduğunu düşünüyorum; “iyi yaşam” zırvalarına mükemmel uyacağım diye kendimizi hasta etmeden bir yolunu kendimiz için bulmanın daha uygun olduğuna inanıyorum.

Rutinler demişken kendime iyi gelen başka rutinlerim de var artık. Sabahları “Oilpulling” (ağızda yağ çekme) ile güne başlıyorum, ev yapımı elma sirkeli suyumu aç karnına içiyorum, Hindistan cevizli kahve ile de öğlene kadar hiç açlık hissetmiyorum. Burada yazdıklarımı görünce “iyi yaşam” üzerine ne demişlerse yapmış diye düşünebilirsiniz; ama emin olun çok daha fazlasını denedim. Bu konuda farklı farklı önerileri, rutinleri olan insanları örnek aldım. Ama denediklerim arasında sadece bedenimde olumlu etkisini gözlemleyebildiklerimi rutinim haline getirdim, diğerlerine devam etmedim.

Mesela oilpulling dişlerimi beyazlattı, nefesimi ferahlattı; elma sirkesi sindirime yardımcı oldu gibi gibi. İşte bu yüzden siz de size ne iyi gelecekse onlara şans verin bence. Çünkü “İyi yaşam, insanın kendine yakışanı giymesidir.” Eğreti duruyorsa, herkes yapıyor diye yapılıyorsa, moda diye peşinden koşuluyorsa; etkisi de pek olmuyor cana, bunu yapmalı küpe kulaklara.

Kendi evim bedenimden başladığım yolculuğuma, kendi bakım ürünlerimi yapmayı ekliyorum. Yıllarca cilt problemleri yaşamış, bir dönem çok ağır ilaç kullanmış birisi olarak yediklerimin cildimine etkisini ilk defa bu kadar açık gözlemleyebiliyorum. Ama daha iyisi mümkün diyorum ve ikinci adım olarak cildimi beslediğim ürünlere odağımı çeviriyorum. Hassas ve problemli bir cilt geçmişim olduğundan, geçen yıla kadar hep dermatologların önerdiği eczanede satılan ürünleri kullandım.

Daha doğalı mümkün mü?” sorumun cevabına farklı eğitimlerden ya da internetten ulaşmanın artık çok kolay olduğunu öğrendim. Bir süredir doğal yağlarla kendi hazırladığım cilt bakım ürünlerini kullanıyorum. Güzel haberse çevremdekiler de yavaş yavaş bu tarz ürünlere dönüyorlar, çünkü bendeki pırıltılı değişimi fark ediyorlar. Unutmadan burada bana iyi gelenleri paylaştığımı hatırlatmak istiyorum, size de bunlar iyi gelecek ya da dermatologa gitmeyin gibi mesajlar vermediğimi belirterek.
Kişisel bakımda da tavrım belli; mükemmeliyetçi bir duruş takınıp kendime dünyayı zehir etmekten çok uzaktayım. Deneyerek yanılarak; kah memnun kalarak, kah eskiye dönerek ilerliyorum. Sabun, doğal şampuan hangisi bana iyi geliyorsa orada kalıyorum mesela. Bilenlere, kullananlara, önerilere kulak veriyorum; deniyorum ve kendi seçimimi yapıyorum; sıfırcı hocaların yalnızca bu doğru diye dikte ettiklerini değil.

Bugünlerde benim için sırada evimin temizliğini daha doğala çekmek var. Geçtiğimiz günlerde bir market ürününün geçmeyen kokusu beni o kadar rahatsız etti ki; zehir soluyorum dedim suni çiçek kokuları altında. Yolum daha uzun, eskilere dönüşlü biraz; arap sabunu, sirke, uçucu yağlar ve yeni formüllerle. Hepsini denemeye hazırım; ama kendimi hasta etmeden yine. Günümüz takıntılı “iyi yaşam” karanlığına geçmeden; rutinlerime güzel uyanı ekleyerek, beni zorlayanı eleyerek.

Sadece fiziksel temizlikten, değişikliklerden fazlasına ihtiyacımın olduğunu biliyorum. Ruhuma iyi geleceklere yanaşıyorum. Pilates ile ne kadar katı olduğumun farkına varıyorum; esnemeye çalışıyorum hem makinada, hem hayatta aynı zamanda. Soğuk demeden kilometrelerce yürüyorum artık; hareket taze nefes veriyor, taze düşünceler getiriyor bana görüyorum. Sessizlik kampında tanıştığım Vipassana meditasyonunu tekrar yaşamıma katmayı deniyorum; anda kalmaya çalışıyorum. Meditasyon sonrası pamuk gibi oluyorum ve bu hisse bayılıyorum.

Aklımı temizlemek, aklımın kirini pasını almak içinse kitaplara hatırlatıyorum kendimi; çünkü bir süredir soğuktu aramız biraz. Anti teknolojik bir insan olarak podcast ile olmayan ilişkimi düzeltiyorum. İnanmazsınız suya girince alışıyorsunuz, haftada en az bir podcast dinliyorum. Yeni insanlar, yeni konular, yeni fikirler dünyasında mest oluyorum.

Hayatıma eklediğim bütün bu değişiklikler, yeni alışkanlıklar toplanıyor; aynadaki beni, sokaktaki beni, hayattaki beni daha mutlu ediyor. Her geçen gün gözüm gördüklerinden daha memnun oluyor, gönlümü doyurmaya başlıyor; farkı hissedebiliyorum.
Gönlü beslemek, gönlü doyurmak için de bana iyi gelenler olduğu aşikar. Hayat boyu öğrenci olmak, hep ben bilirim dememek, ilham verenlere yüzünü dönmek, paylaştıkça çoğalmak, can dostluklar, sayısındansa doluluğu önemli olan sohbetler yaşanmışlıklar, yeni yollar, kalemimden dökülen yazılar…

Bu süreçte gönlüme ekstra yük olanlardan da arınmaya çalışıyorum. Bana iyi gelmeyen insanlarla, ilişkilerle arama mesafe koyuyorum. Bol “canım”ları havada uçuşturan, ama hayatında gerçekten bir kere bile “can”ım dememiş olanları yakınımda istemiyorum. Hayatını maskeler arkasında yaşamayı tercih edenlerden uzak durmaya çalışıyorum. Bütün bunlar bana ne kadar iyi geliyor görebiliyorum.

Evimi, dolabımı hafifletmek, gönlümü de hafifletiyor. “Gerçekten ihtiyacım var mı?” sorusunu herhangi bir alışverişten önce hep sormak; “Dünya elden gidiyor!” söylemlerinde bulunup, sonrasında hızlı moda alışverişleriyle buna destek verenlerden olmamak; senelerdir geri dönüşüm yaparken, artık bunun yeterli olmadığının farkına varmak; israfın her haline dur demek; evdeki, dışarıdaki günlük rutinlerimi daha çevre dostu yapmaya çalışmak… Hepsi iyi geliyor benim gönlüme.

Bu senenin ilk yazısında bana iyi gelenlerden; gözümü doyuranlardan, gönlümü çoşturan davranışlardan, alışkanlıklardan ve rutinlerden bahsetmek istedim. Kendi hayatımın kapılarını açarak; belki size de faydası dokunur diyerek, hep birlikte daha güzele koşmayı diledim. Siz de kendi hayatınızda gözünüzü ve gönlünüzü nasıl doyuracağınızı, biraz durup düşünmek istersiniz belki de?

“İyi yaşam” çılgınlığına kendinizi kaptırmadan; moda diye ne varsa onu sorgusuz sualsiz yapmadan kendinizi dinlemeye karar verirsiniz, kim bilir? Gözün sürekli dışarıda kıyasta olmadığı; gözün doyduğu, gönlün doyduğu bir alternatif sizin için de mümkün mü diye sorgulamaya başlarsınız belki de? İçerideki yaraları sadece dışarıyı cilalayarak, boyayarak değil; içeriyi de düzenleyerek, parlatarak iyileştirirsiniz. Dizlerinizi döveceğiniz bir hayattansa, kendi yolum diyeceğiniz bir yaşamı seçersiniz; kim bilir?

Denediğim, inandığım, bildiğimse kendine iyi gelenleri yapmak; her gün her cana iyi gelecek. Diller, huylar, gözler, gönüller güzelleşecek. Tam da burada yine “Gel Sevelim” şarkısının sözleri hatırlanacak: Özü gülmeyenin, yüzü güler mi? Ve “Gülmez tabi ki!” diyeceğiz hep birlikte, en içimizden hissederek. Dilerim hem gözümüzü, hem yüzümüzü güldürmeye olsun bütün gayemiz. Ve herkesin gayesi de biricik olsun! Sevgiyle!

Not: Özümüzü, yüzümüzü, gözümüzü, gönlümüzü doyuran büyülü Kapadokya seyahatimizden fotoğraflar. İyi ki sevgili! 

İlginizi çekebilir: Zaman makinesi ileri sardığında: Peki ya ne olacak bundan sonrası?

Sinem Kocacan: Bir eylül sabahı Denizli'de gözlerimi açmışım dünyaya. Benim hayat yolculuğum küçük bir şehirden üniversite ile İstanbul'a taşınmış. Boğaziçi Uluslararası Ticaret'i tercih etmişim, yurtdışına açılan kapım olsun diye. Gerçekten okul benim bambaşka diyarlarla tanışmama vesile olmuş; gönüllü çalışma kampları, work&travel, değişim öğrenciliği... Hepsi beni insanların hikayelerine yoldaş yapmış. Sino derler bana, heyecan verenlerin peşinden koşarım hep; bol bol samimiyet ve gözlerinin içi gülen insanlar ise en sevdiklerim olur. Kendi dünyamı yaratmak, -meli -malı'lardan kurtulmak için bolca çabalarım. Yeni ve rengarenk olan beni kendine çeker; düşe kalka büyüyen, içindeki küçük kız çocuğunu yaşatmak isteyen biriyim ben. Kurumsal hayatta pazarlama yaparken, bir gün kendime başka yollar yaratma kararı aldım. Sırtçantamla Güney Amerika'nın altını üstüne getirirken, 30'unda Interrail yaparken buldum kendimi. Fark ettim ki yolda attığım her adım kendi özüme yaklaştırıyor beni. Hayat bana göre bir yolculuk; onu dolu dolu yaşamak içinse ihtiyacımız, o ilk adımı atmak ve fark etmeye başlamak. Yolculuklarımızla hep beraber büyümek ve hikayelerimizi birlikte paylaşmak dileğiyle.. Her şey gönlümüzce olsun.

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale