X

Başarı dediğimiz şey aslında bir bakış açısından ibaret

Ortaokulun ilk yılları benim için oldukça zor geçmişti. İlkokulun rahat temposundan sonra hem daha net bir performans beklentisi karşı karşıyaydım hem de üçüncü senenin sonunda girilecek önemli bir sınav vardı. Yüksek stres anlarında, fizyolojik ve psikolojik savunma mekanizması olarak gelişen “don, kaç veya savaş” tepkilerinden bahsederiz. Geriye dönüp baktığımda, ilk iki yılımın kimi zaman “donma” kimi zaman da “kaçma” tepkilerinde geçtiğini fark ediyorum. Belli ki bu yeni realite beni strese sokmuştu, fakat hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordum. Odamda ders çalışır gibi yaparken aslında gizli gizli Harry Potter okuyordum. Ya da annemin evde olmadığı zamanlarda, saatlerce televizyon izliyordum. Ders notları açıklandığında, sonucu duymamak için kulaklarımı tıkıyor, düşük not aldığımda biraz üzülüyor ama çok da dert etmiyordum. Aslında genel olarak pek bir şey “hissetmiyordum”. Tek korkum, o notları anneme nasıl açıklayacağımdı. Ki bunu da mümkün olduğunca erteliyordum. Annem bana baskı yaptıkça, ben daha da içime kapanıyor, hayal dünyama sığınıyordum. Kitaplar ve diziler aracılığıyla oluşturduğum ayrı bir dünya vardı ve orası gerçeklerden kaçmamı sağlıyordu.

Son seneye geldiğimde, artık bir karar vermem gerektiğini fark ettim. Ya bu şekilde devam edip, yakınlardaki bir düz liseye gidecektim (ortamının çok iyi olmadığını duyuyordum) ya da bir Anadolu lisesini kazanabilirdim. Başta yalnızca denemeye karar verdim. Bakalım gerçekten çalıştığımda neler olacaktı? Hızlı bir ilerleme katettiğimi gördüğümde ise gerisi geldi. Daha ilk deneme sınavında dershanede en iyi sınıfa yükselmiş, sene sonunda ise iyi bir Anadolu lisesini kazanabilmiştim.

Bu anımı anlatmamın sebebi, “başarı” ile olan ilişkimin zeminini aktarabilmek. Ne zamanki derslerim düzelmiş ve ben iyi sonuçlar getirmeye başlamıştım, işte o zaman aile içerisinde “görüldüğümü” hissetmiştim. Annem benimle gurur duyuyordu. İki yıl süren bir soğuk savaş döneminden sonra, ilişkimiz önemli ölçüde iyileşmişti. Öğrendiğim kalıp şuydu; “Demek ki ben ancak başarılı biri olduğumda kabul görebilirim. Ancak o zaman değerli ve önemli biri olabilirim.”

Sonraki yıllarda; istediğim üniversiteyi kazandım, istediğim işlere girdim. Gözüm en yükseklerde olmasa da, kendimi belirli bir “başarı” seviyesinde tutabilmek için elimden geleni yaptım. Hatta çoğu zaman elimden gelenin fazlasını… Nitekim bu yolda kendimi tüketmek dahil her şey mübahtı. Ego, acı verici duygulardan kaçmak, bunlara karşı kendini korumak ister. Bunun için de çeşitli mekanizmalar geliştirir. Benimki de, bir daha o dönemdeki gibi “değersiz” hissetmemek için devamlı olarak iş başındaydı. “Başarılı biri” kimliğine sıkıca tutunmuş, kendimi bu kimlikten bağımsız düşünemiyordum. Başarısız olmak adeta varlığıma bir tehdit gibiydi. Gestalt bakış açısıyla, kendimi kutbun bir ucuna hapsetmiştim. Artık tek verdiğim tepki “savaşmaktı”. Kutbun diğer ucu ise temas etmek istemediğim, korkutucu bir alandı. Bu sadece iş hayatında değil, yoga eğitimim ve bedenimle ilişkim dahil hayatın bir çok alanında geçerliydi.

Ta ki hayat beni kutbun diğer ucuna, mecburi olarak itene kadar… Pandemi sonrasında gelişen yeme bozukluğu, uyku problemleri, spor sakatlıkları…Bir şeyleri istediğim gibi “yapamamaya” başlamıştım. Kilo almıştım. Yoga pratiklerini eski düzeninde devam ettiremiyordum. Depresif bir ruh hali içindeydim ki bunu bile kendime yediremiyordum. Ben depresyona giremezdim! Kendimi bir yandan çok başarısız hissediyor, bir yandan da “savaş” tepkisini verebilecek gücü kendimde bulamıyordum. Nitekim yıllarca tetikte bir sinir sistemiyle yaşamıştım. Fakat artık terapiye de başlamamın etkisiyle, egomun zamanında kendini korumak için geliştirdiği savunma mekanizmaları birer birer çökmeye başladı. İşte bu noktada “başarı” kavramını ilk defa, filtresiz ve nötr bir yerden sorgulamaya başladım. Ve kendime şu soruları sordum:

Bu hayattaki değerim salt başarılı olmaya mı bağlı?  Peki bunu devamlı sürdürebilmek mümkün mü? Ya da gerekli mi?

Başarılı biri olabilmek için illa toplumun beklentilerini karşılamam ya da belirli normlara uymam mı lazım? Üstelik bu standartları kim belirliyor?

Başarıya giden yolda her şey mübah mı? Elde edeceğim sonuç kendimi tüketmeye değer mi?

Ben mutlu, dengeli ve doyumlu bir hayat mı istiyorum yoksa tamamen başarı odaklı, katı, stresli ve keyifsiz bir yaşamla mı yetinmeliyim?

Başarı ve sonuç odaklı bir düzende yaşıyoruz. Kapitalizmin işleyişi bunu gerektiriyor. Ailemiz ve mevcut eğitim sistemimiz bizi hayata, belirli sonuçlara ulaşmaya yönelik hazırlıyor. Sürecin bizim üzerimizdeki etkisi genelde göz ardı ediliyor.  Her birimiz için hayatımızın farklı dönemlerinde farklı anlama gelebilecek “başarı” kavramı, önceden belirlenmiş, somut kalıplara sokuluyor. Bir çoğumuz kendimizi, öz benliğimizin gerçek arzusu olup olmadığını sorgulayamadan, önümüze koyulmuş hedeflere doğru koşar halde buluyoruz. Koşarken es geçtiklerimizi ya da geride bıraktıklarımızı fark edemiyoruz.

Son yıllarda öğrendiğim şey, başarı dediğimiz şeyin aslında bir bakış açısından ibaret olduğu. Üstelik Echart Tolle’nin Şimdi’nin Gücü kitabında dediği gibi; “Bazen dışarıdan hiç bir şey başarıyor gibi görünsek de aslında içeride çok şey başarıyor olabiliriz.”

Örneğin, yeme bozukluğumun iyileşme sürecinin bir parçası olarak kilo almaya izin vermem gerekti. Kilo almak toplum normlarına göre “başarısızlık” olarak görünse de benim için bu sürece izin vermek bir öz şefkat göstergesi ve önemli bir içsel başarıydı. Bedenimle daha sağlıklı bir ilişki kurmamın yolu buradan geçiyordu.

Yogada sadece zorlu pozların içinde kalabilmenin ya da meditasyonları sonuna kadar götürebilmenin değil, gerektiğinde oradaki mücadeleyi bırakabilmenin de önemli bir başarı olduğunu fark ettim. “Yapamıyorum” diyebilmeyi, kendime “yapamama” iznini verebilmeyi öğrendim.  Bu yüzden hep derim, hangi kişisel dönüşüm aracını kullandığımızdan ziyade aslolan onu nasıl kullandığımız ve ondan neler öğrendiğimiz.

Son zamanlarda kendimi tüketerek ve tüm kaynaklarımı işime yönelterek en yüksek performans notu almaya uğraşmak yerine işimi yine hakkıyla yapıp, hayatımdaki diğer şeylere de yeteri kadar zaman ayırabileceğim bir denge arayışındayım. Bu dengeyi oluşturabilmeyi artık en yüksek notu almaktan daha önemli bir başarı olarak görüyorum.

Carol S. Pearson, “İçimizdeki Kahraman” kitabında şöyle ifade ediyor; “Biz, sürekli olarak, belli normallik ve başarı standartlarını tutturup sürdürmemiz yönünde kültürel bir baskı hissederiz. Ama, ancak her bir yaşamın kendi mantığı ve her bir armağanın kendi zamanı olduğuna güvendiğimizde yaşamımızı rahatlık içinde sürdürebiliriz.”

Siz de;

  • Sıkı sıkı tuttuğunuz ve sizin için önceden belirlenmiş başarı normlarından özgürleşip, kendi gerçeğinizin peşinden gidin.
  • Başarı kavramının sizin için her dönemde farklı bir şey ifade edebileceğini özümseyin.
  • Kendi değerinizi koşullara bağlamayın. Onu dışarıda aramak yerine, içsel kaynaklarınızda bulun.
  • Ve Carol S. Pearson’un ifade ettiği gibi, kendi yolunuzun biricik olduğunu hatırlayıp, o yolun mantığına ve zamanına güvenin.

İlginizi çekebilir: İkame tatmin: Geçmişten gelen bitmemiş meselelerini fark et

Siri Kavita: 2018 yılında “kendi gerçeğimi” yaşamak üzere bir yolculuğa çıktım. Gerçi hayat boyu bu yolculuktaymışım da, bunu fark etmem 27 yılımı almış ve artık hızlanmanın zamanı gelmiş. En büyük destekçilerim Kundalini Yoga ve Gestalt öğretileriyle, kendimi değiştirmek için değil, tam tersi daha fazla “ben” olabilmek için yürümeye devam ediyorum. Hem kendimin hem de bu yoldaki diğer kahramanların yoluna ışık tutabilmek, yaralarımızı birlikte dönüştürebilmek için yazıyorum.

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale