X

Varoluşsal yalnızlığımızın kaçış noktası: Sosyal medya

Sosyal medya ile aranız nasıl? Günde kaç saatinizi sosyal medyayı kullanarak geçiriyorsunuz? Çok fazla internet kullanımı farklı şekillerde ifade edilmekte. Young (1996) “internet bağımlılığı”, Davis (2001) “patolojik internet kullanımı” Caplan (2003) “problemli internet kullanımı” kavramlarını kullanmışlardır. İnternet bağımlılığı alanında yapılan öncü çalışmaların birinde Young, Pistner, O’mara ve Buchanan (1999) internet bağımlılığının beş alt tipini belirlemişlerdir. Bunlar; siber seks bağımlılığı, siber ilişki bağımlılığı, net kompilasyonları (alışveriş, ticaret, kumar), aşırı bilgi yükleme ve bilgisayar oyun bağımlılığı şeklindedir. Sosyal medya bağımlılığı siber ilişki bağımlılığı altında ele alınabilir (Taş, 2017).

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2017 yılı bilgilerine göre Türkiye nüfusunun %80.7’si internet kullanmakta ve internet kullanım amaçları arasında sosyal medya ilk sırada yer almaktadır. Sosyal medya kimi zaman sosyalleşmekten kaçan ve pasif izleyici olmak isteyen bireylerin tercih ettikleri bir liman iken kimi zaman da sosyalleşme, takdir edilme ve takip edilme isteğinin doyurulmak istendiği bir yer olmaktadır (Tektaş, 2014). Çeşitli araştırmalar bize sosyal medya kullanımının beynimizde bulunan accumbens çekirdeği denen bir bölgeyi uyardığını gösteriyor. Bu bölgenin ödül, gülme, zevk, bağımlılık, ve plasebo etkisinde önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Örneğin Facebook’ta paylaştığımız fotoğraflarımızın beğeni kazanması bu ödül merkezine etki ediyor ve bizi Facebook bağımlısı yapıyor olabilir. Aşırı sosyal medya kullanımından dolayı bağımlılık gibi psikolojik problemler, uyku bozuklukları ve el, baş, sırt gibi birtakım fiziksel ağrıların ortaya çıktığı belirtilmektedir (Andreassen, 2012). Chicago Booth School of Business University tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 18-35 yaş aralığındaki Facebook ve Twitter kullanıcılarının sosyal medya bağımlılığının sigara ve alkol bağımlılığından önde olduğu belirlenmiştir. Aynı araştırma sosyal medyada bulunma isteğinin, uyuma ve dinlenme isteğinin üstünde olduğunu ortaya çıkarmıştır (Lifewire). İnternet kolay ulaşılabilir olduğu ve çoğumuzun yaşantısının bir parçası olduğu için internet bağımlılığını bırakmak oldukça zordur.

Bir psikolog olarak insanların sosyal medyadaki davranış şekilleri müthiş bir şekilde ilgimi çekiyor. Mesela neden hiç tanımadığımız insanların Instagram hesaplarını takip edip, o insanların bebeklerinin fotoğraflarına saatler boyunca baktığımızı merak ediyorum. Neden değerli zamanımızın çok büyük bir kısmını boş bir şekilde sosyal medyada harcadığımızı merak ediyorum. Sahi bizim canımız bu kadar mı çok sıkılıyor? Sosyal medya, akıllı telefon bağımlılığımızın ardında yatan bir çok neden var. Bir kere sosyal medya kullanımı varoluşsal yalnızlık duygumuza iyi geliyor. Hani hiçbir şey yapmadığımız zamanlar içimizde beliren o boşluk duygusundan bahsediyorum. Paylaşım yaptıkça kendimizi yalnız hissetmiyoruz. Her şey yolundaymış gibi bir his geliyor içimize. Ama tüm bunlar sanal duygular değil mi? Yaptığımız paylaşımlar bu dünyaya yalnız gelip, yalnız gideceğimiz gerçeğini değiştirmiyor maalesef. Evet evren o kadar büyük ki o büyüklükte kaybolmamak için kendimizi küçük şeylerle oyalamamız lazım. Bizler de makro kosmosla (büyük evren) başa çıkamadığımız için kendimizi akıllı telefonlarımızın mikro dünyasında kaybetmeyi tercih ediyoruz belki de. İçimizdeki boşluğa merhem olur ümidiyle kendimizi sosyal medya ile oyalıyoruz.

Sosyal medya aracılığıyla varlığımızı onaylatmaya çalışıyoruz.Ben de varım, beni de görün” diyoruz. Descartes’in ünlü lafı “Düşünüyorum o halde varım” 21.yüzyılda “Paylaşıyorum o halde varım” ifadesine dönüşmüş durumda. Evet biz artık sosyal medyada paylaşım yaptıkça var olduğumuza inanır hale gelmiş durumdayız. Örneğin artık bir konseri kendi gözlerimizle görüyor olmak bize yetmiyor. Hemen konserden paylaşımlar yapıyoruz. Böylece konserdeki varlığımızın altını çizmek istiyoruz, “ben de oradaydım“ diyoruz.

Aldığımız “like”lar beynimizin ödül mekanizmasını harekete geçiriyor. Bir fotoğraf koyuyoruz iki dakika içinde fotoğrafımız beğeniliyor. Gerçek hayatta yaptığımız hiçbir şeye bu kadar çabuk beğeni alamayız. Sosyal medyanın bu hızı bizi aldığımız beğenilere bağımlı kılıyor. Ama tüm bu beğeniler gerçek mi? Hiç tanımadığınız insanların paylaşımlarınızı beğenmesi size ne ifade ediyor aslında?

Peki akıllı telefonunuza bağımlı olup olmadığınızı nasıl anlayabilirsiniz?
  • Yarın en az üç, dört saat akıllı telefonunuzu kullanmayın. Hiçbir sosyal medya hesabınıza girmeyin. Kendinizi bu süre içinde endişeli, huzursuz hissettiyseniz siz sosyal medya bağımlısı olabilirsiniz.
  • Arkadaşlarınızla dışarı çıktığınızda dikkatinizi onlara vermek yerine akıllı telefonunuza veriyorsanız, gittiğiniz konserde ilk işiniz konseri seyretmek yerine fotoğraf çekip paylaşmaksa , uyanır uyanmaz ilk işiniz sosyal medya hesaplarınıza girmekse siz sosyal medya bağımlısı olabilirsiniz.

Bundan bir on beş sene önce bize Facebook ya da Instagram gibi mecralardan bahsetseler ve kendi hayatımızın en özel detaylarını bu platformlarda paylaşacağımızı söyleseler bunu söyleyenlere herhalde inanmazdık. Oysa şu an tam da bunu yapıyoruz. Tabii ki herkes istediğini paylaşmakta serbest ama sosyal medya, bağımlılık yaratmasının yanı sıra mahremiyet duygusunun da hızlı bir şekilde yitirilmesine yol açmıyor mu? Örneğin biri çıkıyor hasta olan bir yakınının kolunda serumlarla olan bir fotoğrafını paylaşıyor. Bir başkası annesinin pijamalı ev halini paylaşıyor. Biz gerçekten de birbirimizin bu kadar ev hallerini, bu kadar özel hallerini görmek istediğimize emin miyiz? Sosyal medyanın bu durumu bizi gerçek dünyada da özensiz hallere sürüklüyor olabilir. Bir yanlışın milyonlarca kişi tarafından yapılması, o yanlışı doğru kılmaz. Evet internetin çok güzel yanları da var. İnternet beni sizlerle buluşturduğu için çok mutluyum mesela. Paylaşımlarıyla insana ilham veren, motive eden sosyal medya hesaplarının varlığını da gözardı etmemek lazım. Ve yine sosyal medya aracılığıyla başlatılan ve başarıya ulaşan yardım kampanyaları da çok güzel. Ama her şeyin aşırısı zararlı. Ben sosyal medyayı fazla kullandığımı fark ettiğimden beri daha az ve daha verimli bir şekilde kullanmaya gayret ediyorum. Aynısını siz de yapabilirsiniz. Nasıl mı?

  • Gün içinde sosyal medya kullanımınıza bir limit koyun. Örneğin günde sadece 1 saat kullanın ve bu kurala uyun.
  • Sık paylaşım yapmayın. Gerçekten de yediğiniz, içtiğiniz, gördüğünüz her şeyi paylaşmak istediğinize emin misiniz? Anlarınız anılara dönüşmeden onları paylaşma isteğinizin ardında yatan asıl sebep nedir?
  • Geçen ay yaptığınız paylaşımların bir listesini yapın. Örneğin geçen ay Facebook’ta kaç kere paylaşım yapmış olduğunuzu yazın. Sizce yaptığınız her paylaşım gerekli miydi?
  • Kendinize neden sosyal medyayı bu kadar çok kullandığınızı sorun. Canınız sıkıldığı için mi? Neden kendinizi sosyal medya ile oyalamak gereksinimi duyuyorsunuz? Sosyal medya hangi ihtiyacınıza hitap ediyor?
  • Sosyal medyada ne tip hesaplar takip ettiğinize bakın. Durmadan negatif konulardan bahseden, dünyadaki şiddete katkıda bulunan hesapları takip etmekten vazgeçin.
  •  Aynı zamanda sosyal medyadaki kötücül yorumları okuma huyunuz varsa, bu huyunuzu da bir an önce geride bırakın. 
  • Takip ettiğiniz hesapların insana ilham veren, motive edici hesaplar olmasına özen gösterin.
  • Haftada bir gün dijital detoks yapın ve internete hiç girmeyin.
  • Sosyal medyayı aşırı derecede kullanmak yerine gerçekten sosyalleşin.

Yukarıda da bahsettiğim gibi arkadaşlarımızla buluştuğumuzda, birbirimizle konuşmak yerine sanki içinde dünyanın sırrı varmışcasına herkes tüm dikkatini elindeki akıllı telefonlara veriyor. Bu durumu engellemek için arkadaşlarınızla buluştuğunuzda akıllı telefon kullanmama kuralını uygulayabilirsiniz. Böylelikle gözünüz telefonunuzda değil arkadaşlarınızda olacaktır.

Sosyal medyayı aşırı kullanmak bizi adeta birer robota döndürüyor. Lütfen bunu fark edin, sosyal medya kullanımınıza limit koyun ve de gerçek dünyaya geri dönün.  Kendinizi sosyal medya yerine bir kitabın sayfalarında kaybedin örneğin. İnanın kendinizi daha iyi hissedeceksiniz. Yazıma Kürşat Başar’ın sözleriyle son veriyorum.

“Ne garip, eskiden yalnızlık en korkulan şeydi.
Şimdiyse yalnız kalmak neredeyse imkansız.
Herkesin elinde tabletler, telefonlar, laptoplar…
Dünyanın neresine giderseniz gidin, bütün hayatınız da yanınızda geliyor.
Artık dolunaya bakıp yalnızlığın ya da iki başına yalnızlığın keyfini çıkartmak yok. Hemen resmi çekilip Instagram’a konmalı… Sonra artık gökyüzüne bakmak yerine gelen yorumları okumalı…
Arada biraz oyun oynanırken biraz da iş maillerine bakmalı…
Bir yıldız daha mı kaydı? Ekrana bakıyordum, göremedim.
Artık yıldızlar da eskisi kadar kaymıyor mu ben mi abartıyorum?” Kürşat Başar

Kayan yıldızların farkına varacağımız günler diliyorum hepimize.

Sorularınız için bana rsolaker@gmail.com adresimden ulaşabilirsiniz.

Bu yazının tüm hakları Rana Kutvan’a ve Uplifers’a aittir. İzinsiz ve uygun şekilde referans verilmeksizin kopyalanması, çoğaltılması ve başka mecralarda paylaşılması kesinlikle yasaktır.

İlginizi çekebilir: Var olduğumuz sürece bizimle kalacak olan yaşam amacınız nedir?

Kaynaklar:

  • Andreassen, C.S (2012). Development of a facebook addiction scale. Psychological Reports, 2012, 110, 2, 501-517.
  • Caplan, S. E. (2003). Preference for online social inter action a theory of problematic internet use and psychosocial wellbeing. Communication Research, 30(6), 625-      648.
  • Davis, R.A. (2001). A cognitive behavioral model of pathological internet use. Computers in Human Behavior, 17, 187-195.
  • Lifewire (2018) What is Social Media Addiction? https://www.lifewire.com/what-is-social-networking-addiction-2655246 web adresinden 10 Haziran 2018 tarihinde erişilmiştir.
  • Taş, İbrahim.  Ergenler İçin Sosyal Medya Bağımlılığı Ölçeği Kısa Formunun (SMBÖ-   KF). Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması.
  • Tektaş, N. (2014). Üniversite öğrencilerinin sosyal ağları kullanımlarına yönelik bir araştırma. Tarih Okulu Dergisi, 7(18). 851-870. Doi:http://dx.doi.org./10.14225/Joh474
  • Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) https://www.donanimhaber.com/diger/haberleri/TUiKten-2017-yili-Turkiye-    teknoloji-kullanim-arastirmasi.htm
  • Young, K. S. (1996a). Psychology of computer use: Addictive use of the internet, a case that breaks the stereotype. Psychological Reports, 79, 899-902.
  • Young, K.S. (1999). Internet addiction: Symptoms, evaluation and treatment.
Psikolog Rana Kutvan: İstanbul doğumlu olan Rana Kutvan lise öğrenimini Nişantaşı Kız Lisesi’nde tamamladı. Önce LCC’de bir sene akabinde de İstasyon Sanat Merkezi’nde iki sene süren bir moda eğitimi aldıktan sonra çeşitli firmalarda stilist olarak görev aldı. 1997-2008 tarihleri arasında New York’ta ikamet etti. Türkiye’de almış olduğu moda eğitimini Parsons School of Design’dan almış olduğu derslerle pekiştirdi. Kutvan moda eğitiminin yanı sıra City University of New York’a bağlı Hunter College’da Psikoloji ve Sanat Tarihi üzerine çift anadal lisans eğitimi görerek cum laude (yüksek onur) derecesiyle mezun oldu. Hunter College’a devam ettiği süre zarfında dünyanın önde gelen psikologlarından Albert Ellis’in Enstitüsünde staj yaptı. Bu staj süresince Ellis’in bulmuş ve de geliştirmiş olduğu Rational Emotive Behavior Therapy (REBT)’i yakından inceleme fırsatı buldu. Kutvan, Albert Ellis Enstitüsündeki stajının yanı sıra New York’un önemli psikoloji enstitülerinin düzenlediği workshoplara katıldı. Kutvan 2008 Mayıs ayında Türkiye’nin ilk Kişisel Gelişim ve Stil Danışmanlığı merkezi Karakter A’yı kurdu. Kurumsal ve bireysel hizmetler veren Rana Kutvan’ın referansları arasında Braun, CNN TÜRK, Aras Kargo, TURKCELL, Kuveyt Türk, Doğan Holding gibi şirketler vardır. Kutvan bireylere ve kurumlara Stres Yönetimi, Kadın Liderliği, İş Özel Yaşam Dengesi, Zaman Yönetimi, Kadın Ruhu isimli workshop çalışmaları düzenlemektedir. Kutvan Karakter A’nın yanı sıra 2008-2012 tarihleri arasında Profesör Dr. Kerem Doksat’dan süpervizyon aldı. Kutvan psikoloji ve kişisel gelişim çalışmalarında holistik bir yaklaşım uygulamaktadır. Rana Kutvan anadili olan Türkçe’nin yanı sıra anadili düzeyinde İngilizce, iyi derecede Fransızca, İtalyanca konuşmaktadır.

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale