X

Pasifik kıyılarından Ekvador’a doğru bir yolculuk hikayesi

Dönmeme yaklaşık on gün kaldı. Mancora’dayım. Peru’nun Pasifik Okyanusu kıyısındaki tatil şehrinde. Seyahatimin son kısmını gerçekten yalnız geçirmek istiyorum. Hiç bilmediğim bir ülkede, tek başıma olmak. Sırf bunun bana neler yaşatacağını, neler hissettireceğini merak ettiğimden, bu tecrübeyi yaşamadan dönmek istemediğimden. Aklımda Ekvador’a gitmek var. Calca’daki son günlerimizde, “Mancora’dan Ekvador’a geçebilirsiniz,” demişti bir arkadaşımız. Ama neresine?

Bu sorunun cevabını, kaldığım hostelde daha önce Ekvador’a gitmiş olanlardan alıyorum. “Her yerinin ayrı bir güzelliği var. Neye ihtiyacın olduğuna, nasıl bir yer istediğine göre değişir. Mesela parti mekanı istiyorsan şuraya gidebilirsin, daha sakin bir yer istiyorsan şuraya… Ama özellikle büyük şehirlerde hırsızlığa dikkat et, çok yaygın. Bir de her gidenin midesi bozuluyor, haberin olsun.” En çok konuşulan ise Banos. Banyoları ve aktif yanardağlarıyla ünlü, şirin bir Ekvador şehri. Sanırım oraya gideceğim. Şimdi sıra geldi bilet almaya. Biraz internetten araştırıyorum. Güvenilir firmaların Banos’a direkt seferleri yok. Zaten bu bölgenin tek güvenilir firması Cruz Del Sur ve onda bile hırsızlık olabiliyor. Acenteye gidiyor, iki ayda öğrendiğim çat pat İspanyolca ile Ekvador’un nerelerine sefer yaptıklarını soruyorum. “Sadece Guayaquil’e var,” diyor gişedeki görevli.
Kaç saat sürüyor?
Dokuz.

Hiç düşünmeden Salı sabahına biletimi alıyorum. Daha doğrusu o an içimden hızlıca şu cümleler geçiyor. “Burası görmek istediğim bir yer değil. Ama zaten akşam varacağız. Bir gece terminale yakın bir hostelde kalır, oradan Banos’a geçerim.

Dört günüm var. Zaman geçtikçe, Türkiye’ye dönüşümün yaklaştığı gerçeğiyle yüzleşiyorum. Bu durumdan hiç memnun değilim. Teselli bulduğum tek şey, er ya da geç Güney Amerika’ya tekrar gelecek oluşum. Son dört gün göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor ve yolculuk günü geliyor. Biraz hastayım. Birkaç gündür böyle. Hostele bir moto-taksi çağırıyoruz, beni terminale bırakıyor. Otobüs saatine on dakika var. Bekliyorum. Otobüsün saati geliyor, otobüs yok. Rötar yapmış. Ne kadar mı? Tabii ki belirsiz. Buralarda her şey belirsiz, herkes rahat. Kimse söylenmiyor. İşte dönmek istememe nedenlerimden biri.

Neyse, yarım saat, 45 dakika sonra otobüs geliyor. Görevliler minik kamerayı tripoda yerleştiriyor, sırayla bilet kontrolü yapılıyor ve otobüse biniyoruz. Yolculuk başlıyor. Muz tarlaları, okyanus kenarında güneşlenenler, yüzenler… Yaklaşık yarım saat sonra duruyoruz. Birkaç polis biniyor otobüse. Hepimizin pasaportuna ve tabii yerellerin kimliklerine tek tek bakıyor, damgalıyor olabilir, hatırlamıyorum. Sınır geçişi için olan kontrol değil bu, sınıra daha var. Kontrol bitiyor, polisler otobüsten iniyor, yola devam ediyoruz. Yemek servisi başlıyor. Söylemeden geçemeyeceğim, Cruz Del Sur’un yemekleri çok güzel. Vejetaryen, vegan seçenekler de mevcut. Yemeklerde ve hatta Güney Amerika’da değişmeyen tek şeyse patates ve pilav. Yemeğimi alıyorum. Hala hasta olduğumdan hiç iştahım yok. Zor da olsa birazını yiyorum. Bir süre sonra görevli geliyor boşları almaya. Tabağımı veriyorum. Hiç memnun değilim yiyememiş olmaktan. Dönüşe artık.

Biraz uyuyarak, biraz müzik dinleyerek, biraz da dışarıyı seyrederek geçiyor yol. Sınıra geliyoruz. Pasaport kontrolü sonrası yola devam edeceğiz. Otobüs park ediyor, biz kontrol için iniyor ve sıraya giriyoruz. Önce Peru çıkışımızı yapacağız, ardından Ekvador girişimizi. Sıra uzun ve yavaş ilerliyor. Bense bir terliyor, bir üşüyorum. Ayakta durmaktan hiç memnun değilim. Tek isteğim bir an evvel şu işin bitmesi ve yola devam etmek.

Sıranın Peru çıkışına yaklaştığım bir yerinde iki kişiyle tanışıyorum. Biri Taylandlı, diğeri İngiliz. İşte yalnız seyahat etmenin en sevdiğim yanı. Başlıyoruz sohbete, “Nereye gidiyorsun?” “Nerelisin,” “Nereleri gezdin?” “Ne zamandır geziyorsun?” Sıra bize geliyor. Çıkışımızı yaptırıyor ve Ekvador girişi için tekrar sıraya giriyoruz. Şansımıza ekstra bir gişe açılıyor, bizi oraya alıyorlar. Üstelik beklediğimiz yer banka gibi. Yani artık ayakta durma zorunluluğu yok. Sadece sırayı bozmadan oturma zorunluluğu var.

Taylandlı ve İngiliz’in ardından sıra bana geliyor. Görevlinin öyle değişik bir İngilizcesi var ki, her seferinde tekrar soruyorum ne dediğini. Sonunda anlaşıyoruz. Pasaportuma damgayı basıyor, galiba 50 günlük, okuyamadım. Pasaportumu alıyor, otobüsün yanına gidiyorum. Taylandlı ve İngiliz de orada. “Kadının İngilizcesi çok kötüydü,” diyor İngiliz.

Tüm yolcular geliyor, otobüs hareket ediyor. Guayaquil’e varmamıza daha 5-6 saat var. Bundan sonrası genelde uyuyarak geçiyor. Bir an gözümü açıyor, perdeyi aralıyor ve gördüğüm manzaraya dayanamayıp hemen kapatıyorum. Gözümü de kapatıyorum. Gördüğüme dair hiçbir şey kalmamalı zihnimde. İşte o an burada bir gün bile geçiremeyeceğime karar veriyorum. Manzarayı merak ettiyseniz söyleyeyim. İstanbul’da köprüden arabayla karşıya geçtiğinizi düşünün. İşte tam olarak o manzara.

Hayır, İstanbul’a dönmeme daha var ve şu an buna hiç hazır değilim. Bu arada pasaport sırasında Taylandlı olan buradan direkt Quito’ya geçeceğini, otobüs bulamazsa da terminalde sabahlayacağını söylemiştti, bense nereye gideceğime henüz karar veremediğimden, Banos ve Quito arasında kararsız kaldığımdan bahsetmiştim. Quito’da hiking yapılabilecek yerlerden bahsedince ilgimi çekmişti çünkü. Her an daha uzak olmasına rağmen Banos’tan vazgeçip Quito’ya gidebilirdim. Sonuç olarak, Guayaquil Terminali’nde beraber takılmak konusunda sözleşmiştik.

O korkunç manzaradan on beş, yirmi dakika sonra terminale varıyoruz. Otobüsün kapısında Neung ile buluşuyoruz. (Bizim Taylandlı kız.)
Otobüste biriyle tanıştım. Bize bilet konusunda yardımcı olacak.
Süper…

Bagajlarımızı alıyor ve Neung’un tanıştığı adamla birlikte terminale giriyoruz. Bizi bilet alabileceğimiz gişelere götürüyor. Bense otobüs saatlerine göre kararımı vereceğim. Banos mu, Quito mu? Banos’ta karar kılıyor, biletimi alıyorum. Aynı akşama bilet var. Yaklaşık 2-3 saat sonraya. Neung da Quito için biletini alıyor. Otobüslerimizin hareket saatleri arasında bir saat var. Galiba önce benimki, sonra onunki. Önce kendimize birer hat alıyor, sonra yemek yemeye gidiyoruz. Bu terminal AVM gibi. Bir yere oturuyor, sırayla gidip yemeklerimizi alıyoruz. Şimdi ekstra dikkatli olma zamanı. Bir yandan yemeklerimizi yiyor, bir yandan sohbet ediyor, bir yandan eşyalarımıza göz kulak oluyoruz. Çünkü daha önce de söylediğim gibi, hırsızlığın en yüksek olduğu ülkelerden birindeyiz. Üstelik büyük şehirlerde bu oran daha da artıyor.

Ne kadar zamanımız kaldığını görmek için saate bakıyoruz. Az kalmış. Yavaştan kalkıp otobüslerimizi bulsak iyi olacak. Burası büyük bir yer çünkü. Elimizde otobüsün kalkış yerinin ve detaylarının yazılı olduğu kağıt, aynı zamanda bilet yerine geçiyor, bir görevli görüyor, kağıdı gösteriyoruz.
Üst katta,” diyor. Yukarı çıkıyoruz. İkimizin de otobüslerini buluyor, ayrılıyoruz. Birbirimizin telefon numaralarını çoktan almıştık.

Küçük bir Ekvador kasabası: Banos

Beni Banos’a götürecek olan otobüs, Cruz Del Sur’un aksine, tek katlı, sıkışık koltuklu. Bizim eski şehirlerarası otobüslere benziyor. Otobüs hareket eder etmez uyuyorum. Sadece arada lambalar yandığında uyanıyor, nerede olduğumuzu anlamaya çalışıyor, anlayamıyor, tekrar uyuyorum. Banos herhalde son duraktır. Ya değilse? Şu an çok uykum var, bunu düşünemeyeceğim.

Evet, son durakmış. Sabaha karşı 5:00 gibi Banos’ta oluyoruz. Küçük bir terminal. Sakin, boş. Şarjım yüzde sıfır, powerbank’im de öyle. Terminalde bir priz bulup telefonumu şarja koyuyorum. Telefonuma ihtiyacım var, çünkü kalacak yer ayarlayacağım. Evet, yine son dakikaya bıraktım. Telefonum açılıyor, hemen booking.com’a giriyorum. Şöyle dağ manzaralı bir yer arıyorum. Merkeze yürüyerek 15 dakika mesafede, sakin bir yer buluyorum. Hostel değil, tek kişilik oda. Rezervasyonumu yapıyor, telefonum biraz daha şarj olduktan sonra yeniden yola koyuluyorum. Köşede bir taksi duruyor, ona soruyorum. “Orayı biliyorum, 2 Dolar,” diyor. Yeri gelmişken söyleyeyim, Ekvador enflasyona dayanamayıp para birimini dolara çevirmiş. Fiyatlar dolar baz alındığında normal. Mesela ortalama 2 Dolar’a iyi bir americano içebilirsiniz.

Ağaçlı yolların arasından geçiyor, on beş dakika sonra otele varıyoruz.
Burası,” diyor şoför. Parayı veriyor, iniyorum. Saat hala çok erken. Şimdi hatırladım, terminalde oyalanmamın ikinci nedeni buydu. Bu saatte resepsiyonda kimse olmama ihtimali. Resepsiyonda güler yüzlü bir kadın karşılıyor beni. Zaten Güney Amerikalılar hep gülüyor.
Benim rezervasyonum vardı,
Bir saniye,” diyor, hemen yandaki odaya gidiyor, içeride biriyle konuşuyor. Beş dakika içinde biri geliyor. İngilizce konuşuyor. Üstelik aksanlı. Benim için büyük lüks. Gerçi sonradan anlıyorum ki Ekvador’da İngilizce konuşma oranı biraz daha yüksek. “Sizin için ayırdığımız odada kalanlar henüz check- out yapmadı. Yani oda hazır değil. Siz şimdilik başka bir odada dinlenin, ben odanız hazır olduğunda size haber vereceğim,” diyor ve beni geçici odama götürüp, kahvaltı saatini söyleyip kapıyı kapatıyor, gidiyor. Ben yine manzaraya takılıyor, dağlardan gözümü alamıyorum.

Otelle ilgili daha fazla detaya girmeyeceğim. Banos’un bendeki hissiyse arada kalmışlık, sıkışıklık. Ne Cusco kadar yüksek irtifa, ne Mancora gibi okyanus kenarı. Öyle çok şey var ki bana Peru’yu özleten. Yollar asfalt mesela. Neden patika değil? Yorgun ve yalnız hissediyorum. Paylaşmak istediğim birçok şey var, paylaşabileceğim kimse yok. Yine de şikayetçi değilim bu durumdan.

Yola çıktığım andan itibaren, başıma gelebilecek iyi, kötü her şeye tamamen açmıştım kendimi çünkü. Yazının başında dediğim gibi, bu tecrübeyi yaşamak istemiştim ve işte yaşıyorum. Yalnız Mancora’da söyledikleri her gidenin midesinin bozulması kısmını yaşamak istemezdim. Zaten duyduğum an, “Bana bir şey olmaz, dikkat ederim,” diye düşünmüştüm. Dikkat ettim ama işe yaramadı. Açıkçası ilk gün pek sallamadım, nasıl olsa yarına geçer diye. Baktım geçmiyor, mecburen haşlanmış patatese döndüm. Banos’taki ilk üç günüm sakin ve otelde geçti. Biraz da dönmek için gün sayarak. Asıl dönmek istediğim yerin İstanbul değil de Peru olduğunuysa Lima’ya geldiğimde anlayacaktım.

Dördüncü günümde Banos’u keşfetmeye başladım. Burası gördüğüm diğer yerlere göre çok daha modern. Bu durumdan hem memnunum; çünkü iyi kahve içebileceğim güzel yerler var, hem değilim. Sanırım bunun nedenini tam olarak ifade edemeyeceğim. O yüzden kalsın.

Ben size biraz Banos’tan ve bu çevrede yapabileceklerinizden bahsedeyim. Burası küçük bir kasaba ve Ekvador’un en turistik yerlerinden biri. Belli ki modernliği buradan geliyor. Turistik olmasının nedeniyse, çevresinde gezilip görülebilecek birçok yer olması. Bunlardan en ünlüsü, ağaç ev anlamına gelen “La Casa Del Arbol”, nam-ı diğer “Dünyanın Sonundaki Salıncak”.

Buraya merkezden kalkan otobüslerle 1 Dolar’a ulaşabilirsiniz. Giriş ücretiyse 2 Dolar. Otobüs vardığında yağmur yağıyordu. Kenarda bir tentenin altına girip dinmesini bekliyoruz. Bu sırada bir çiftle tanışıyorum. Kız Fransız, sevgilisiyse Kolombiyalı. Yağmur biraz azalınca başlıyoruz salıncağa doğru yürümeye. İlk salıncak karşımızda. O meşhur olanı değil bu. Daha çok macera arayanlar için, bol korunaklı, takla attırmalı salıncaklar. Üstünde bir kız, çığlık çığlığa.

Biraz seyrediyoruz ve devam ediyoruz. Ağaç ev göründü. Hemen önünde bir salıncak, biraz ilerisinde bir tane daha. Hiçbir koruması yok, aşağısı uçurum. Böyle anlatınca biraz cesaret isteyen bir şeymiş gibi gözükse de bence öyle değil. Sırayla biniyoruz. Sallanması çok eğlenceli. Aşağıda Tungurahua Volkanı var ama bulutlardan gözükmüyor. İndiğimizde hepimizin yüzünde aynı ifade: “Bu muydu yani?

Yavaş yavaş dönüyoruz. Yolda biri denge barında fotoğrafını çekmemizi istiyor, çekiyoruz. Orada biraz duruyor, hem manzarayı seyrediyor, hem sohbet ediyoruz. Bulutlardan pek bir şey görünmüyor tabii. Zaten aynı günün gecesinde deli gibi yağmur yağıyor. Kısa bir süre sonra aşağıya varıyoruz. Otobüs saat başı kalkıyor ve daha zamanımız var. Hemen karşımızda duran lokantada bir şeyler içiyoruz. Sonra kalkıyor, kapının önüne çıkıyoruz. Otobüse beş dakika var. O sırada hoparlörden Bohemian Rhapsody çalıyor. Dayanamayıp, dans ediyoruz. Gerçi dayanmak için bir şey yapmadık, müziği duyar duymaz başladık. O sırada sohbet, muhabbet, tuvalet derken o beş dakika geçiyor. Arkamızı dönüyoruz, otobüs gidiyor. Evet, kaçırdık. Bir sonraki bir saat sonra.

Bekleyecek miyiz? Hayır, ne gerek var. Haydi yürüyelim. Gerekirse otostop çekeriz. Yaklaşık 10 dakika sonra bir arabanın geldiğini hissediyoruz. Otostop çekiyoruz ve duruyor. Arabada üç kişilik yer yok aslında. Sıkışıyoruz. Ön koltukta iki kişi, arkada dört kişiyiz. İçindekiler Ekvador’un yerli gençleri. Ellerinde biralar, plastik bardakla bize bira ikram ediyorlar. Müzik, dans ve bira eşliğinde keyifli bir şekilde merkeze gidiyoruz. Sonrası yemek, biraz merkezde dolanma ve ayrılış. İşte böyle geçiyor Banos’ta bir günüm. Dönmek istiyorum hallerinden, galiba iyi ki buradayım haline doğru. Ama asıl iyi ki dedirten şey, Pailon Del Diablo Şelalesi’ne gittiğim gün, doğanın gücünü yeniden hissettiğim andı. Yani benim için Banos’ta görmeden dönülmemesi gereken yer, Pailon Del Diablo Şelalesi oldu.

İlginizi çekebilir: Peru’da rengarenk bir dağ: Gökkuşağının toprağa yerleşmiş hali, Gökkuşağı Dağları

Nihan Yığın: Yazmayı, seyahat etmeyi, başkalarının hayatlarına tanık olmayı, hikayeler dinlemeyi, bu hikayeleri yazarak paylaşmayı sever. “Issız bir adaya düşsen yanına ne alırsın?” deseler, ilk söyleyeceği defter ve kalem olur. Issız bir adaya düşmeyi çok ister. Doğayı, dağları, yüksekleri, yürümeyi, tırmanmayı sever. Aldığı eğitimlerle, yaptıklarıyla ön plana çıkmaktan hoşlanmaz. Yoga yapar, yoga öğretir. İnsanların kalbine dokunmak, birilerine iyi gelmek ister. Yazarak, dinleyerek, paylaşarak...

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.



Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?



Güne lezzetli bir başlangıç için kahvaltılık tarifler

Ne demiş şair; kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sizce de öyle değil mi? Günün ilk öğününün, bize gün boyu yetecek kadar neşe ve enerji kaynağı olması gerekmiyor mu? İster sabahın çok erken saatlerinde ister öğlene yakın olsun, fark etmez; günün ilk öğünü her zaman çok önemli. Çünkü günün geri kalanını etkileyen, o günün ne kadar kaliteli bir gün olduğunu belirleyen en önemli faktörlerden biri; güne neler yiyerek başladığımız…



Ancak hepimiz biliyoruz ki, klasik kahvaltı tarifleri zamanla sıkıcı hale gelebiliyor. Yumurta, peynir, zeytin güzel bir başlangıç olsa da her gün aynı şeyleri yemek hayatlarımızda monotonluk yaratabiliyor. Dolayısıyla biraz daha yaratıcı alternatiflere ihtiyacımız var. Ama bir yandan da yoğun tempomuza ayak uydurabilmek için pratik ve besleyici olmalı. Tabii lezzetten de ödün vermek olmaz. İşte tam da bu noktada lezzeti ile, pratikliği ile, besleyiciliği ile kahvaltıların yıldızı müsli karşımıza çıkıyor. İşte müsli kullanarak hazırlayabileceğiniz lezzetli ve sağlıklı kahvaltılık tarifler:

Müslili Ekmek

Eğer kahvaltıda değişiklik yapmak ve lezzet ile besleyici değeri bir arada sunan bir alternatif arıyorsanız, müslili ekmek tam size göre. Klasik ekmek tariflerine göre çok daha zengin ve doyurucu bir seçenek sunan bu kahvaltılık tarifi, aynı zamanda çok daha lezzetli, çok daha eğlenceli. Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli’nin içeriğindeki kızılcık, kuru üzüm, elma ve marakuyalı özel karışım sayesinde enerjik bir sabaha doyurucu dilimlerle merhaba diyebilirsiniz.

Malzemeler:

Hamuru için:

  • 1 su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 2-3 tatlı kaşığı Dr. Oetker Aktif Maya
  • 0,5 çay bardağı süt
  • 4-4,5 su bardağı un
  • 0,5 çay bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1 yumurta
  • 100 gram yumuşak margarin

Üzeri için:

  • 2-3 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 yemek kaşığı su

Hazırlanışı:

  • Mayayı bir kaseye alın ve üzerine yarım çay bardağı ılık sütü ilave edin. Kaşık ile birkaç kez karıştırıp 10-15 dakika bekletin.
  • Unu derin bir kaba eleyin ve üzerine beklettiğiniz mayayı ilave edin. Toz şeker, süt, yumurta ve margarini ilave edip iyice yoğurun. Üzerini kapatıp ılık ortamda 40-45 dakika bekletin.
  • Süre sonunda mayalanan hamura 1 su bardağı meyveli müsliyi ekleyin ve yoğurun. Hamuru yuvarlayıp pişirme kağıdı serilmiş fırın tepsisine alın. Üzerine su sürüp meyveli müsli serpin ve 20 dakika bekletin.
  • Fırını belirtilen dereceye ayarlayıp ısınması için önceden açın. (Alt-üst pişirme: 170 °C, Turbo pişirme: 160 °C)
  • Hamurun üzerini keskin bıçak ile 3-4 yerinden 1 cm derinliğinde kesin ve 25-30 dakika pişirin.
  • Fırından çıkarıp soğutun. Dilimleyerek servis yapın.

Çikolatalı Çıtır Smoothie Bowl

Kahvaltıda kendinizi şımartmak ve güne ‘bomba’ gibi başlamak istiyorsanız, tatlı bir kahvaltılık tarifi tam size göre olabilir. Çıtır tahıl ve çikolata parçacıkları içeren Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli ile çok pratik ve çok lezzetli bir kahvaltılık bowl hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • 2 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli
  • 1 adet olgun muz
  • ½ avokado
  • 1 yemek kaşığı kakao tozu
  • 1 su bardağı badem sütü

Hazırlanışı:

  • Olgun muzu, avokadoyu, kakao tozunu ve badem sütünü blender’a alın. Pürüzsüz bir kıvam alana kadar yüksek hızda karıştırın.
  • Elde ettiğiniz smoothie karışımını bir kaseye aktarın ve kahvaltılık bowl için tabanı hazırlayın.
  • Smoothie tabanın üzerine çıtır çıtır Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli’yi ekleyin. Ve harika kahvaltı kaseniz hazır.

Portakallı Muzlu Müslili İçecek

Kahvaltılarınızı bir sonraki seviyeye taşımaya hazırsanız, Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli ile tanışın. Bu benzersiz müsli, sadece lezzetiyle değil, aynı zamanda sağlık açısından sunduğu faydalarla da kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olmaya aday. Hem lif hem de Vitamin B1, demir ve magnezyum gibi önemli besin öğeleri açısından zengin olan bu müsli ile harika bir kahvaltılık içecek hazırlayabilir, güne başlarken ihtiyacınız olan enerjiyi ve besinleri alabilirsiniz:



Malzemeler:

  • 50 g Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli
  • 1 poşet Dr. Oetker Şekerli Vanilin
  • 2 adet muz
  • 2-3 dilim ayıklanmış ve zarları çıkarılmış portakal dilimleri
  • 2 su bardağı buzdolabında soğutulmuş süt
  • 2 yemek kaşığı bal

Hazırlanışı:

  • Muzları soyup iri parçalara kesin ve mutfak robotuna alın.
  • Üzerine portakal dilimleri, süt, bal ve şekerli vanilini ilave edip meyveler ezilinceye kadar karıştırın.
  • Hazırladığınız içeceği bardaklara alın. Üzerlerine çıtır müsliyi ekleyip kaşık ile karıştırın.
  • Buzdolabında 30 dakika bekletip servis yapın.

Meyveli Mini Kahvaltılık Muffin

Güne başlarken modunuzu yükseltecek, enerjinizi yerine getirecek ve ihtiyacınız olan besin öğelerini almanızı sağlayacak ve tüm bunları yaparken de eğlenceli bir hale çevirecek muffinlere kim hayır diyebilir ki… Siz de demezseniz, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ile harika bir kahvaltılık hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • ½ su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 paket Dr. Oetker Hamur Kabartma Tozu
  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 2 yemek kaşığı bal
  • ½ su bardağı süt
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 adet yumurta
  • 1 adet mini muffin tepsisi

Hazırlanışı:

  • Fırını 180 derecede önceden ısıtın ve mini muffin tepsisini yağlayın.
  • Bir kasede tam buğday unu, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ve kabartma tozunu karıştırın.
  • Başka bir kapta süt, eritilmiş tereyağı ve yumurtayı çırpın. Islak malzemeleri kuru malzemelerin üzerine dökün ve karıştırın.
  • Hazırladığınız kek harcını mini muffin kalıplarına eşit miktarda bölün. Her bir kalıbı üçte iki oranında doldurmanız yeterli olacaktır, böylece kabardığı zaman da yeteri kadar alan kalacaktır.
  • Yaklaşık 20 dakika kadar pişirdikten sonra fırından çıkarın, birkaç dakika beklettikten sonra servis edebilirsiniz.

Bonus: Çabasız ve lezzetli kahvaltılar

Eğer daha hızlı bir şekilde lezzetli, pratik ve doyurucu kahvaltılık tarifler hazırlamak istiyorsanız, fazla çaba harcamadan da eğlenceli kahvaltılar yapabilirsiniz. Müslinizi ister sütle ister yoğurtla karıştırın; üzerine meyve, bal, biraz da kuruyemiş ekleyin ve voila! Enfes kahvaltınız hazır… Ama bir dakika; zaten eklenmişi var 🙂 Dr. Oetker Vitalis’in lezzetli, doyurucu ve sağlıklı dünyası ile klasik kahvaltılar yerine daha enerjik tariflerle güne başlayabilirsiniz.

Sağlıklı ve dengeli beslenmeyi, ‘sıkıcı’ kalıplardan çıkarmak ve her güne büyük bir neşe ile başlamak istiyorsanız Dr. Oetker Vitalis, kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olacak. Üstelik sadece kahvaltılarınızın da değil; ara öğünlerinizde de lezzetli atıştırmalıklar olarak tüketebilirsiniz. Bu çıtır lezzetler, gününüzün her saatine enerji ve neşe katacak!

Siz de Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’in Multi Meyveli Çıtır Müsli, Bal Bademli Çıtır Müsli ve Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli çeşitlerinden dilediğinizi seçebilir, güne en sevdiğiniz lezzetle harika bir başlangıç yapabilirsiniz.

*Bu yazı Dr. Oetker katkılarıyla hazırlanmıştır.



İlgili Makale