X

Hazzın suçluluğu: Haz insan varoluşunun amacı mıdır?

Haz: Hoşa giden bir şeyin uyandırdığı duygu, hoşlanma duygusu, hoşlanma, tat alma. İstek duyulan bir şeyi elde etmekten doğan hoşnutluk duygusu.
Hedonizm: Hazcılık.
Eudaimonia: İyi ruh hali, saadet, mutluluk.

Bedenimizde nefesimizi göndermeyi unuttuğumuz alanların arzuları olabileceğini düşünmeyiz.
Bedeninle ilgili bir düşlemin var mı, hiç düşündün mü?
Bedenin neyi arzuluyor?
Hazların esiri gibi hissettiğin oluyor mu hiç?
Kaçmak isteyip de kaçamadığın
Korku, suçluluk, utanç, kaygı, hüzün… Ne kadar güçlü ise
Mutluluk, heyecan, coşku, huşu da bir o kadar güçlü…
Sen hiç susmaz mısın dediğini duyar gibiyim
Hazza geldiğinde zihin kuralsız bir trafik gibi işler
Dur bilmez… Geçmek bilmez…
Çarpışır, karışır düşünceler…
Hangisi senden hangisi serden bilinmez…

Refah seviyesi yüksek batı toplumlarında, maddi kaynakların bolluğu ve sağlık ulaşılabilirliğinin yüksek seviyede olması, o toplumlardaki insanları iyi bir hayatın ötesini arama yoluna itti. İyi şartlara sahip olmanın ötesinde, “mutluluk arayışı” batı toplumlarının gözde konularından bir tanesi oldu. Böylelikle olumlu duygulara odaklanan pozitif psikoloji alanı bilimsel çalışma alanlarını hızla büyüttü ve büyütmeye devam ediyor.

Çağlar öncesine gittiğimizde ise antik dönem filozofları “iyi bir hayat nasıl yaşanır” sorusuna cevap aradılar. Ve benzer şekilde, haz, mutluluk kavramları ile ilgili farklı görüşler ve yorumlarda bulundular. Bu beraberinde, haz ve mutluluk ile ilgili bazı ahlaki ve etik soruları da beraberinde getirdi. İnsan sadece hazzın peşinde mi koşmalıdır yoksa var olmanın daha aşkın sorumlulukları ve rolleri var mıdır?

Haz insan varoluşunun amacı mıdır?

Hoşnut olma, iyi olma, hayattan keyif alma hali; kişilerin olumlu ve olumsuz duyguları ne sıklıkla deneyimlediği ve kendi hayatından ne kadar memnun olmasıyla bağlantılıdır.

Peki iyi bir hayat nasıl yaşanır? 

Neler olsa hayatını keyifli ve güzel kılardı bir düşün. Genç olmak, yüksek gelir düzeyi, iyi bir kariyere sahip olmak, belli bir ırkın mensubu olmak, kadın olmak ya da erkek olmak, mutlu bir evlilik…

Birçok insana göre bu sorunun cevabı saydığım bu etkenlerin en az biri olabilir.

Pozitif psikoloji alanında çalışan araştırmacılar, yaş, cinsiyet, ırk, gelir düzeyi gibi demografik özelliklerin iyi hissetmeyle ilişkili olduğu fakat bu ilişkinin bizim düşündüğümüz gibi çok da anlamlı olmadığını bulmuşlar. Örneğin; maaşın zaman içinde farklılaşmasının sanıldığı gibi mutluluk için önemli bir gösterge olmadığını görmüşler.

Aslında çoğu zaman nihai hedef olan mutluluk için, insanların dünyayı algılama ve yorumlama biçiminin nesnel koşullardan çok daha önemli olduğu gözlemlenmiş. (bakınız; Stoacılık)

1984’te bunu gösteren önemli bir çalışma yapıldı. Kişilerin fiziksel sağlık ölçümleri ile kendi sağlık durum değerlendirmelerini karşılaştıran bir deney düzeneği kuruluyor. Araştırmada, kişilerin kendi fiziksel sağlık ölçümlerini değerlendirmeleri ile iyi hissetmeleri arasında pozitif bir korelasyon görülürken, kendi sağlık değerlendirmeleri ile objektif fiziksel sağlık ölçümleri arasındaki korelasyon düşük çıkıyor. Buradan önemli bir sonuca varılıyor, iyi hissetme halimiz subjektif sağlık değerlendirmemizi etkilemektedir. Yani gözüküyor ki dünyayı nasıl algıladığımız nesnel olarak sahip olduğumuz koşullardan belki de daha önemli!

İyi hissetme hali ve olumlu duygular

Zor durumlardan tabiri caizse kahraman gibi çıkan ve hayattan keyif almayı sürdüren insanlar neyi farklı yapıyor olabilir?

Duygular etkin adaptasyon biçimlerini temsil eden kısa ömürlü psikolojik-fizyolojik olgulardır. Psikolojik olarak duygular odağı değiştirir, tepki hiyerarşisinde belirli davranışları öne çıkarır ve bellekteki ilgili çağrışım ağlarını harekete geçirir.

50-60 yıl önce psikoloji korku, kaygı, üzüntü, öfke gibi olumsuz duygulara daha çok odaklanmıştı. Olumsuz duyguların ortadan kaldırılması, sorun yaşayan insanların sorunlarını ortadan kaldırmak gibi gözüktüğünden oldukça önemliydi.

Kimse heyecan, keyif alma, neşe gibi olumlu duygulara yönelmiyordu. Bu açıdan baktığımızda olumlu duyguların evrimsel işlevini anlamak ve bu duygularının öneminin fark edilmesi de bu yüzden psikolojide uzun zaman aldı.

Aslında mutluluk kavramı teori olarak ilk defa Aristoteles’in muhteşem kavrayışla karşımıza çıkmıştır. Aristoteles, insanın en yüksek ve iyi durumuna “eudaimonia” demiştir. Acının giderilerek hazzın doğuşu, fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçların karşılanması fikirleri daha sonra Freud’un psikanaliz kuramı ve 70’lerde Maslow’un hiyerarşik ihtiyaçlar modeli ile doruğa çıkmıştır. Pozitif psikolojinin de gelişimi ile beraber araştırmacılar, duygusal deneyimleri; Olumsuz duygular ve olumlu duygular şeklinde 2 faktör şeklinde incelemeye başladılar. Olumsuz duygularda, öfke, kaygı, korku, suçluluk, aşağılama, iğrenme yer alırken;  Olumlu duygularda, keyif, ilgi, güven, inanç, umut ve uyanıklık (atiklik) gibi duygular yer aldı. Artık bu iki duygulanım türünün de farklı evrimsel görevlere hizmet ettiğini biliyoruz.

Olumsuz duygulanım; “geri çekilme yönelimli baskılayıcı davranış” sisteminin bir uzantısı olarak ortaya çıkıyor. Temel amacı, davranışı sınırlandırarak, organizmayı tehlikeli durumlardan korumayı amaçlıyor. Böylelikle, acı, cezalandırılma, ölüm gibi istenmeyen sonuçlardan korunmuş oluyoruz. Örneğin, korku bizi potansiyel bir tehlike karşısında kaçmaya hazırlarken, aynı şekilde iğrenme bizi toksik maddelerden uzak tutuyor.

Olumlu duygulanım ise; tam tersi olarak “yaklaşım yönelimli kolaylaştırıcı davranış” sisteminin bir uzantısı.  Olumlu duygulanım, organizmayı zevk ve ödülü deneyimletecek durumlara doğru yönlendiren dürtü ve motivasyonu sağlamaktadır. Bu durumun adaptif olarak ne işimize yaradığına bakarsak; yemek, su, sıcaklık, barınma, diğerleriyle işbirliği, ve partner bulma, buna bağlı üreme gibi durumlarda bize sürdürülebilirlik verdiğini görüyoruz. Bu perspektiften bakıldığında, böyle bir dengeleme olmasaydı, bireyler çoğu zaman çevreleriyle etkileşime girme konusunda, yeni nesnelere insanlara yaklaşma ve çevreyi keşfetme durumunda motivasyonsuz olurdu.

İnsan herhangi bir tehdit karşısında düşünce-eylem yelpazesini daraltarak hayatta kalmak için  hızlı ve ani karar verme durumundadır. Bu yüzden olumlu duygular yaşamı tehdit eden durumlarda nadiren ortaya çıkar. Olumsuz duyguların aksine olumlu duygular, kişinin düşünce ve eylem yelpazesini genişletirler. İnsan temel fiziksel ihtiyaçlarını giderdikten sonra, yeni bilgiler, deneyimler edinme, yaratma ve benliğini genişletme arzusu duyar. Bizi bu hedefe yönelten içsel uyarımlarımızı hoşnutluk, keyif, ilgi, keşfetme gibi olumlu duygularımızdan alırız. Bu hayatın keyfini çıkarma, tadını alma hissi, bizde hayatla bütünleşme, kendimize ve bir başkasına dair yeni deneyimlere açık olma dürtüsünü uyandırır. Örneğin; Oyun oynadığınızda nasıl keyif aldığınızı ve eğlendiğinizi düşünün. Çocukluk oyunları, yaratıcılık düzeylerini artırarak, beyin gelişimi ve yaratıcı düşünceye kaynak oluşturur. Sosyal oyun, paylaşılan eğlence ve gülümsemelerle, kalıcı sosyal bağlar ve bağlılıklar oluşturur.

Benzer şekilde olumlu bir duygu olan ilgiyi düşünelim. Elinizdeki okudunuz dergiye ilginiz olmasaydı bu durumun sizde yarattığı kişisel iç görü, ve entelektüel hazdan mahrum kalacaktınız. Dolayısıyla, farklı pozitif duyguların her biri, fiziksel ve sosyal kaynaklardan entelektüel ve psikolojik kaynaklara kadar bireylerin kişisel repertuarını genişletme özelliğini paylaşır.

Olumlu duygu deneyimi ile haz aynı şey midir?

Araştırmacılar,  hazzın çeşitli türleri ve farklı nitelikleri olduğu düşünmektedir.  Haz verici hisler, olumlu duygu deneyimine göre daha otomatik verilen tepkiler olarak kabul edilir. Fiziksel haz, vücudun dıştan basitçe uyarılmasıyla elde edilebilir bir histir. Bu duyumsal hazlar vücudun ihtiyaçlarına otomatik çıkan yanıtlardan ibarettir; sıcak basan birinin soğuk duşa girmesi, aç bir insanın kendini doyurması gibi. Cinsellik, açlığın doyurulması, susuzluğun giderilmesi gibi duyumsal hazlar pozitif duygu olarak alınabilir çünkü bu durumların fizyolojik olarak karşılanması vücudda bazı değişikliklere yol açar ve pozitif duygular ile aynı anda gerçekleşir.  (Örneğin sevgi dolu bir ilişkide yaşanan cinsel haz.)

Sokrates, fiziksel hazları saf hazlar olarak görmez. Fiziksel hazlar, acıdan kurtulmanın zevkli olması nedeniyle büyük görünen hazlardır der. Eksikliği çekilenin yerine konulmasından duyulan anlık bir histen bahseder. Sokrates, saf hazları farklı bir tür olarak kabul eder. Bunlar acıdan kaynaklanmazlar. Daha önce bir eksiklik olmaksızın ortaya çıkarlar. Bir tabloyu veya heykeli görmek, bir müzik parçasını dinlemek, doğanın güzelliğini izlemek gibi estetik deneyimler insanlara bu hazzı yaşatabilir.

Olumlu duygu deneyimi ve iyi ruh hali sadece fiziksel duyumlardan alınan hazdan ibaret değildir. Olumlu duyguların başlatılması için aynı zamanda bilişsel ve anlamlı değerlendirmelerin de olması gerekir. Bu olumlu duygu deneyimi fiziksel uyarım olmadan da gerçekleşebilir. Örneğin; yeni bir fikirle ilgilenmekten keyif almak, bir bulmacayı çözmek ya da kitap okumak gibi.

Bu yüzden “iyi oluş” hali ve olumlu duygu deneyimi, fiziksel otomatik duyulan hazlardan farklıdır. Etik değerlere uygun davranışlar sergilediğimizde veya başkalarına yardım ettiğimizde duygusal bir haz ve tatmin duygusu hissederiz.

Doğruyu yapma hissimiz ve vicdanımızın rahat olması güzel bir yemekten duyduğumuz bir hazdan farklı olarak uzun soluklu bir iyi oluş halini daha iyi besler. 

Hazzın Eleştirisi

Hazcılık, felsefi düşüncede birçok eleştiriye tabi tutulmuştur. Biz ne zaman hem haz duyar hem de aldığımız hazdan suçluluk duyarız. Haz ne zaman kişisel tarihimizin günahına dönüşür?

Haz objektif ve evrensel değildir. Her insanın kendi tercihleri, haz ve doyum aldığı şeyler farklı olabileceği gibi, fiziksel ve duygusal doyumunun miktarı ve sınırları da değişkenlik gösterebilir. Bir tabak makarna beni doyururken, bir başkasına yetersiz gelebilir. Toplu taşımada ihtiyacı olana yerini vermek, biri için doğruyu yapma hazzını yaşatırken, bir diğeri için rahatsızlık hissi doğurabilir. Böyle bir noktada hazza yönelme bir başkasının haklarını ihlal etme ve başkasına zarar verme kapsamına girdiğinde, burada bir doğruluktan ve iyilik halinden söz etmek ne kadar mümkün olabilir.

Yediğimiz yemekler sağlığımızı bozuyorsa, oynadığımız oyunlar ailemizi dağıtıp, kişisel sosyal ağımızı dağıtıyorsa günün sonunda kendimizi iyi hissetmeyiz. Anlık zevklerimiz için yakın gelecekteki mutluluğumuzdan peşin peşin düştüğümüzü fark etmekte yavaş kalırız. Şu andaki haz her şeyden önemlidir. Sokrates’e göre; insanlar duyacakları anlık haz için, kötü bir şey yapabilirler çünkü onu o an için iyi sanırlar. Böyle hazlar yanılsamaya dayalı arzulardan ileri gelmektedir.

Aynı şekilde şu andaki çekilen acı da her şeyden önemlidir. Yunanca “paschein” acı çekmek pasiflikle bağlantılıdır. İnsan acı çekerken, eli kolu bağlı hissetmez mi!

Bazen çekilen acı insanı paralize eder, eylemsiz bırakır. Bu yüzden insan şu anda acıdan kaçmak ister. İnsan tıpkı şu anda yaşadığı hazzın, gelecekteki zararını düşünüp eyleme geçmekte iradesiz kalması gibi, acı çekerken de, yine aynı iradesini kullanmakta zayıf kalır. Acının yakın gelecekte insana katacağı deneyim, şükran, keşif duygusunu yaşama ihtimalini düşünmekte zorlanır.

Platon hocası Sokrates gibi, hazzın iyi bir yaşamın bir parçası olduğunu ama yine de dikkatli değerlendirilmesi gerektiğini tartışır. Zevkler sorunlu olabilir, ancak aynı zamanda bizi yeryüzü ve elementleriyle olan derin bedensel bağlantılarımız konusunda uyandırabilirler.  O halde bu noktada ‘ölçülülük’ oldukça önemli. İki düşünür de anlık tatminlerin kalıcı bir mutluluk getirmediğini ve insanın daha derin anlamlara ve tatminlere ihtiyaç duyduğunu savunur. İnsanın gerçek mutluluğu, anlık hazlardan daha kapsamlı ve derinlikli unsurları içerebilir.

Tam potansiyeline doğmak, irade ile doğrultulur. İnsan hazza yönelerek ruhsal, sosyal, fiziksel gelişimini ihmal ediyorsa bir olma hali, evreni ve kendini anlama ve yorumlama gibi aşkın rollerinden vazgeçmez mi?

Bu bakış açısıyla, anlık hazlar ile olumlu duyguları deneyimle hali ve iyi oluş hali arasındaki fark oldukça açık gözüküyor.

İnsan anlık hazlarını daha aşkın görevler için feda edebilecek bir iradeye sahip olmasaydı ne olurdu? Ya böyle insanlar olmasaydı?

Belki de bu yazıyı hala mum ışığında okuyor olurduk. Mesela, doğanın keşfine açılan yollardan, insanın fiziksel, zihinsel, ruhsal sağlığına yönelik önemli gelişmelere yol açan, bilimsel, sanatsal, tıbbı girişimlerin, çalışmaların hepsinden mahrum kalırdık. Kırgın, yılgın bir umutsuzluğa mahkum olurduk.

Öyle ise daha aşkın görevler uğruna, anlık acıları, anlık hazlara tercih ederek; bizi şimdi ve burada acıdan kurtaran, diri ve canlı kılan, bir zaman yaşamış ve yaşamakta olan insanların ilhamı en doyurucu hazzımız olsun.

*Bu yazı, psikeart’ın 88. sayısı Hazpsikeart’‘da yayınlanmıştır.

Kaynakça

Fredrickson, B. L., & Branigan, C. (2001). Positive emotions. In T. J. Mayne & G. A. Bonnano, Emotion: Current issues and future directions (pp. 123–151). New York: Guilford.
Fredrickson, B. L. (2001). The role of positive emotions in positive psychology: The broaden- and-build theory of positive emotions. American Psychologists, 56, 218–226.
Myers, D. G., & Diener, E. (1995). Who is happy? Psychological Science, 6, 10–19.
Okun, M. A., Stock, W. A., & Haring, M. J. (1984). Health and subjective well-being: A meta- analysis. International Journal of Aging and Human Development, 19, 111–132.
Staehler, T., & Kozin, A. (2021). “The Permanent Truth of Hedonist Moralities”: Plato and Levinas on Pleasures. Journal of the British Society for Phenomenology, 52(2), 137-154.
Watten, R. G., Vassend, D., Myhrer, T., & Syveren, J. L. (1997). Personality factors and somatic symptoms. European Journal of Personality, 11, 57–68. 

Gülbalca Çakıroğlu: İzmir Ekonomi Üniversitesi Psikoloji bölümünü bitirdikten sonra beyin ve çalışma prensipleri alanında Dokuz Eylül Üniversitesi Klinik Sinirbilimleri (Neuroscience) Master programına kabul edildi. Yüksek lisansını yaparken Multidisipliner Beyin Dinamiği laboratuvarında TÜBİTAK 112S459 NO’lu 1001 proje bursiyeri olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde 2 sene Alzheimer ve Hafif Kognitif Bozukluğu olan hastalarla çalışmalarını sürdürdü. Tezini tamamladıktan sonra uzman olarak sektörde çalışmaya başladı. 6 sene özel okullarda aileler ve çocuklarla çalıştı. Pandemi döneminde ikinci yüksek lisansı olan Klinik Psikoloji uzmanlığını Rumeli Üniversitesi Klinik Psikoloji programından aldı. Aynı üniversitede, Nöropsikoloji alanında öğretim görevlisi olarak çalıştı. Alp Karaosmanoğlu’ndan Şema Terapi, Emre Konuk’tan EMDR (göz hareketleri ile duyarsızlaştırma ve yeniden işleme modeli) 1. Düzey eğitimlerini tamamladı. İstanbul Psikodrama Enstitüsünde Psikodrama Temel Eğitimini aldı. Halen Yetişkinlerle bilişsel ve yaşantısal teknikler ile çalışmaktadır. Mezun olduğu üniversitede, 3 kuşak usta-çırak projesinde gönüllü olarak psikoloji öğrencilerine destek vermektedir. Çeşitli platformlarda Bağlanma ve Psikolojik Sağlamlılık ile ilgili eğitimler düzenlemektedir. Alanıyla ilgili çeşitli yazıları Psikeart Dergisi ve uplifers.com sitesinde yayınlanmaktadır.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?



Lezzetli ve eşsiz tatlarla dolu bir deneyim: Macroonline’da keşif dolu bir yolculuk

Şüphesiz ki söz konusu sofralarımız olduğunda hepimiz ‘en iyisi’nin peşindeyiz. Market alışverişlerimizi yaparken de gözümüz, elimiz hep en iyisinde, en kalitelisinde. Her şeyin en iyisini aldığımızdan emin olmak istiyoruz. Ancak, böylesi bir çabanın çok fazla zaman ve enerji gerektirdiği de aşikar. Hele ki büyük şehirlerde yaşıyorsak, iş çıkış saatinde markette olmak; kalabalıklar, trafik, koşturmaca gibi dertleri de beraberinde getirebiliyor. E peki bunca yorgunluk ve zamansızlığın içerisinde mesai bitimine dakikalar kalmışken her gün zihnimizde dönen o ‘Akşam ne pişirsem’ sorularına nasıl yanıt bulacağız? Hele bir de evde hazırlamak istediğimiz tarifin malzemeleri yoksa.



Güzel haber; artık bu soru da zihnimizi kurcalamayacak, yorgun argın market sırasında beklemek zorunda da kalmayacağız. Macroonline ile yorucu market gezileri, ev konforunda keşifler yapabileceğimiz bir fırsata dönüşüyor.

Macrocenter ayrıcalıkları aynı hizmet anlayışıyla Macroonline’da

Macrocenter’ı tercih edenler bilir; Macrocenter’da alışveriş yapmak, eşsiz bir deneyimdir. Ürün çeşitliliği, yeni keşifler, taptaze lezzetler, baş döndüren kokular ve başka yerde olmayan ürünler… Macroonline da tüm bu deneyimi, bizlere online olarak sunuyor. Aynı uzmanlık, aynı lezzet ve aynı hizmet anlayışıyla tüm Macrocenter ayrıcalıkları, artık Macroonline’da. Kısacası, hayatı güzelleştirecek her şey Macroonline’da. Peki siz neredesiniz; yoksa hala kasa sırasında mı? 🙂 Gelin, Macroonline’Macroonline’Macroonline’da neler neler var biraz daha yakından bakalım… (Ne yok ki! demek serbest.)

Ev konforunda kaliteli bir alışveriş deneyimi

Hangimiz istemeyiz ki raflardaki en taze meyve-sebzeler yer alsın mutfak tezgahımızda, kendi ellerimizle seçtiğimiz.. Ama zamanımız ve enerjimiz yoksa ne yapacağız? Merak etmeyin, en iyilerden vazgeçmek zorunda değiliz. Macroonline, her şeyin en iyisini bizim için seçip evimize kadar getiriyor. İhtiyacımız olan her şey, sanki raflardan kendimiz seçiyormuşuz gibi aynı titizlik ve özenle seçilip bize ulaştırılıyor. Ev konforunda kusursuz ve kaliteli bir alışverişi deneyimi, Macroonline ile artık kapımıza geliyor.

Benzersiz tatlar, otantik lezzetler, yeni keşifler



Macroonline’da dilediğimiz ülkenin lezzetlerini bulmak mümkün. Bugün İtalyan, yarın Fransız Mutfağı, haftaya ise Japon, ne dersiniz? Macroonline dünyasında alışveriş yapmak, adeta geniş bir coğrafyada gezintiye çıkmak gibi. Uzak Doğu’nun egzotik sosları, ithal çikolatalar, artizan ürün çeşitliliği, her yerde bulunmayan lezzetli atıştırmalıklar, profesyonellere özgü ürün seçkileri, taptaze deniz ürünleri ve çok daha fazlası… Hepsi, premium hizmet kalitesi, zengin ürün çeşitliliği ve kolay erişim imkanıyla Macroonline’da. Tek yapmamız gereken bir tıkla sepete eklemek.

Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler

Dünya mutfağının yanı sıra Türkiye’nin özgün tatlarını da sunan Macroconline’da Homemade lezzetler de var. Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler, Macroonline’ın beklentileri aşan hizmet kalitesini evlerimize taşıyor. Hep ne pişireceğimizi düşünecek değiliz ya bazen de ne yiyeceğimizi düşünelim, öyle değil mi… Sağlıklı, lezzetli ve zahmetsiz alternatifler arayanların en gözde seçimleri, Macroonline Homemade kategorisinde.

Keyifli, pratik ve konforlu bir alışveriş deneyiminin yanı sıra keşiflerle dolu bir yolculuğa da hazırsak; istikamet: Macroonline. Üstelik, Macroonline’dan verdiğimiz siparişler 45 dakikada teslimat seçeneğiyle ve +4 dereceli araçlarla soğuk zincir kırılmadan dilediğimiz saatte bize ulaşıyor. Macrocenter’ın ayrıcalıklı dünyasını ev konforunda keşfetmek ve Macroonline’da ilk alışverişlerinize özel indirimden de faydalanmak için siz de hemen tıklayın.

*Bu yazı Macrocenter katkılarıyla hazırlanmıştır.



İlgili Makale