X

Çiçeği burnunda yazar; Zehra Güngör

İnternette arattığımızda hakkınızda az şey buluyoruz. Biraz gizemli bir yazar mısınız ve sizi kendinizden dinleyelim mi?

Çok hoş bir soru. Teşekkürler… Bilerek gizemli olan birisi değilim. Fakat gizemi de severim. Açıkçası dijital dünyayla aram pek iyi değil. Kendimi pek eğitemediğim bir yer burası. Haliyle uzak kalmayı tercih ediyorum. Belki de eski kafalıyım. (Gülüyor) Ben 39 yaşında iki çocuk annesi bir kadınım. Fotoğraf çekmeyi ve klasik müzik notalarında gezmeyi seviyorum. Uzun zamandır yurt dışında yaşıyorum. Kısa bir Londra deneyimim oldu. Şimdi ise çok sevdiğim Tiflis’teyim. Kendi yolcuğumu yaşıyorum. Her gün başka bir ben olarak, keşfederek, çoğalarak… Çocukluğumda her sabah uyanır ve bugün öğretmenim, bugün ise pilotum gibi ifadelerle ailemi şaşırtırdım. Hala kendimi ve sevdiklerimi bu şekilde hissederek şaşırtıyorum. Tek bir kalıba ve sıfata sığamıyorum. Yaşayacak çok şey ve görülecek çok bahar var, yanlış mı düşünüyorum?

Ne zamandan beri yazıyorsunuz?

Kendimi bildim bileli denilen o şey. Kendimi tanıdığımdan beri yazıyorum. 12-13 yaşlarımdan bu yana… Bir şey var ve içimde tutamıyorum, aklıma gelen kelimeler, benliğimden ve zihnimden uçuşarak, kaleme kağıda dökülüyor. Biliyor musunuz? Ben hayatta en çok yazma halimi seviyorum. Müthiş bir yaratıcılık süreci. Haz. Bunun insana bahşedilmesi en büyük lütuf. Çünkü hayat muazzam bir şey oluveriyor. Çocukluğum az evvel bahsettiğim gibi aşırı hayalperest ve meraklı geçti. Her gün rüyalarla uyanan ve gerçekle rüya arası (gerçi hala öyle) yaşayan bir çocuktum. Bazen annemin sen küçükken senden korkuyordum sözü gelir aklıma. (Gülüyor.) Sanırım güzel şeyler oldu. Neticede hayallerimin peşinden bir gün bile korkmadan gittim. Elbette okuduklarım çok etkileyici oldu. Rus Edebiyatı, İngiliz ve Fransız Edebiyatı. En çok Puşkin ve Shakespeare’i severdim. Okurunu hep etkiler dünya klasikleri.

İlk kitabınızı yayınlamaya nasıl karar veriyorsunuz?

Bu uzun ama müthiş bir hikaye; yani hayallerin eninde sonunda gerçekleşmesi. Her şey, vazgeçtiğim ve  kendimi unuttuğum bir noktada, dilini bile bilmediğim yabancı bir ülkede iki çocuk, bir eşe kendimi adamış, tırnak içinde “yaşıyorum” sanarken, hayatıma dokunan bir insanın etkisi ile başladı. Hayat, bazen insanları bir sebeple size getirir. Hatırlamanız için. Ben de daha çok yazmak ve kendime dönmek istediğimi anladım, gerçek kaçınılmazsa da olacak olan oluyor, bunu yapmaya karar verdim.

Hayalini kurduğum yazarlık nasıl ve nereden başlayacağımı bilmediğim bir yoldu henüz. Çok soğuk bir ocak günü Kadıköy’de kargo bırakmak için gittiğim bir yerde arkadaşım bana civarda bir Kafe önerdi. Kafeye gittiğimde o soğukta yalnız ben ve bir grup daha olduğunu gördüm. Onları dinlemekten kendimi asla alamadım. En sonunda beni fark ettiler ve bakmaya başladılar. Böylece ne yaptıklarını sordum ve bir yazarlık atölyesinde olduğumu anladım. Ne şanslıyım ki beni, kibar bir şekilde masaya davet ettiler ve ben çocukluğumdan beri merak ettiğim her şeyi orada gördüm. Eve dönerken içim içime değil, dünyaya sığmıyordu. Böyle bir şey olamaz. Üstelik vedalaşırken de sevgili Mario Levi’nin öğrencisi olan biri, iki gün sonra Tiflis’e gideceğini söylüyor, ben orada yaşıyorum diyorum. Bu müthiş tesadüfler silsilesi ile iki gün sonra birlikte Tiflis’i geziyoruz. Gezinin sonunda bana ilk kitabımı yazarsam editörlük yapabileceğini söylüyor. Bu mucizevi yol benim için böyle başlamış oluyor… Ve hala da o ilk mucize gibi devam ediyor!

Bir yandan da iki çocuk büyüten bir annesiniz. Zor olmuyor mu zaman yaratmak ya da annelik besliyor mu yaratıcılığı?

Aslında yukarıda belirttiğim gibi kendimi anne sıfatı ile çok bağdaştırmıyorum. Çünkü sadece anneyim işte. (Gülüyor.) Ben salt o güzel ruhların dünya yolculuğuna vesile bir ruhum. Onlar benim bir uzvum ya da ben onların ileri bir şeyi değilim. Elbette zaman denilen kavram, ilk yıllarında onlara adanan bir gerçek. Fakat bugüne bakınca, doğruyu söylemem gerekirse artık ben onlardan daha çok şey öğrenmeye başladım. Uzun lafın kısası, yaratıcılık hepimizde var. O bizim bir yanımız. Hatta dünyaya bunun için geldik. Başka şeyler besleyici olmak zorunda değil kısacası.

İkinci kitabınızda yayınevi değiştiriyorsunuz. Biraz da yayınevi bulma sürecinizi konuşabilir miyiz? Türkiye’deki yayınevlerinin yeni yazarlara yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?

İlk yayın evim hikayenin başından bu yana bir mucize gibi. Diğer yandan ikinci kitabım Nefessiz de apayrı bir boyut. Sevgili editör İsmail Sertaç Yılmaz ile çalıştığım butik bir yayınevi. Kendisinden telif vs hiçbir geri dönüş almadığım, sadece pandemi zamanı boş kalmak istemediğim için yaptığım bir çalışma. Üçüncü kitabım için ise çok büyük bir yayınevini iki yıl bekledikten sonra tam yayımlanma haberi geldiğinde vazgeçip, sevgili editörüm Devrim Horlu’nun kendi açtığı yayınevini seçtim. Türkiye’de her sektörde olan zorluklar, özellikle sanat sektöründe daha fazla. Bu sebeple butik yerleri ve birbirimize destek olmayı seviyorum.

Tabii bir de yurt dışında yaşayan bir yazarsınız. Bunun hayatınızdaki besleyici rolü neler olabilir? Farklı diller, anadilinize bakışınızda değişiklik yarattı mı?

Açıkçası Avrupa’da veya başka bir gelişmiş (dili dünya üzerinde daha fazla kullanılan) ülkede yaşasam, bu soruya cevabım farklı olurdu. Fakat Gürcüce, hem anlam hem de konuşma hem kullanımı açısından oldukça zorlayıcı bir dil. Dünyada kullanılan ilk 14 dilden biri olmasına rağmen sadece kendi ülkesi ve az önce belirttiğim gibi zorlayıcı olması beni öğrenmekten vazgeçiren unsurlar. Bunun yanı sıra, kitaplarım Gürcüce’ye çevriliyor. Şiir; bu anlamda en zor olan yazım türü. Haliyle çevirmenliğin ne kadar değerli ve özel bir şey olduğunu bir kez daha anlıyoruz.  ‘Kitaba ikinci bir ruh verildiği ve yeniden doğduğu’ hissi oluşuyor. Yine de bir başka ülkede farklı bir lisan ile okunsanız dahi yazdığınız, sadece sizi anlatıyor aslında.

Kitap isimleri aslında hep içimizdeki öze dair sanki. Belki biraz da sizin farklı dönemleriniz hatta? Bir sıralama var mı gerçekte? Sevgiyle Kal demenizle Nefessiz kalmanız arasında?

İsim konusunda pek iyi olduğum söylenemez. Üstüne ne kadar düşünürsem düşüneyim bir milim ilerleyemediğim tek şey. Neyse ki bu konuda şansım yaver gitti, çünkü ilk kitabım çocukluk hayalimde olan bir isimdi. “Sevgiyle Kal”, henüz on yedi yaşındayken yazdığım bir yazının sonuydu ve bir gün kitabım olursa ismini Sevgiyle Kal vermeyi o gün düşlemiştim. Oldu. Ama mesela Sana Söyleyemediğim Her Şey, dosyanın ismini bilgisayarda değiştirmeyi unutmamın tesadüfi bir sonucu. (Gülüyor.)

Neden şiir ve sizin için neyin karşılığıdır şiir?

Açıkçası bir gün yazar olmayı hayal ederken bunun şiirle başlayacağını hiç düşlememiştim. Ama şiir benim için çok önemli, çocukluğum ve ilk aşkım. Nazım Hikmet ve Orhan Veli… Hayatın kendisi zaten şiir ama herkes bir şiir de ezberlemeli bana kalırsa. Bir şairi olmalı yastık altında şiirlerini sakladığı…

Son olarak da yeni çıkan kitabınız “Sana Söyleyemediğim Her Şey” de çok sayıda şiir var… Bu kadar şiir ne kadar zamanda birikti ve başkalarına söyleyemediğimiz her şeyi yazıyor muyuz cidden?

Ben her gün yazmaya çalışıyorum. Bazen uzun aralar giriyor. Unutuyorum. Sonra devam ediyorum. Sana Söylemediğim Her Şey kitabın gerçekten tüm ruhunu veren bir isim. Çünkü evet, ben söyleyemediklerimi yazıyorum. Kimisi resim yapıyor, kimisi duygularını besteye döküyor.  Bir derdi olanların içinden mutlaka sanat dolup taşıyor. Diğer tonda aynı yerde o acı veya mutluluk her neyse öteki kalple bu şekilde buluşmuş oluyor. Birileri bunu yapmalı değil mi?

…ve de yazar olmak isteyenlere söylemek istediklerinizi ekler misiniz?

Bu soruda çok zorlandığım bir gerçek. Çünkü benim herhangi bir konuda dikte verebilme yetim hiç yok. Sadece kendi katıldığım atölyeleri ve değerli hocalarımın bahsettiği özel sözleri aktarabilirim, mutlaka devam etmeli, pes etmemeli ve çok okumalılar. Umarım her isteyenin bir gün düşü gerçek olur. Bunu dileyebilirim yazar olmak isteyenler için. Beni okuduğunuz için teşekkürler.

Biz teşekkür ederiz!

İlginizi çekebilir: Satır arası “Yeşil Mavi Hayat”

Günsu Özkarar: 1987 Ankara doğumluyum. 2008 yılında Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Viyola Ana Sanat Dalı’ndan mezun oldum. Ardından İsviçre’de Hocshule der Künste Bern’de yüksek lisansımı tamamladım. Yüksek lisansım sırasında Orchester der HKB, Schweizer Jugend Sinfonie Orchestra, The Women Orchestra of Switzerland’da çalarak, Christopher Warren­Green, Bruno Weil, Daniel Klajner, Jos van Immerseel, Kai Baumann gibi orkestra şefleriyle Avrupa’nın farklı şehirlerinde konserler verme deneyimi edindim. Tatjana Masurenko, Michael Kugel, Ruşen Güneş, Çetin Aydar, Danel Quartet, Marco Misciagna, Michel Michalakakos, Apple Hill Quartet, Siegfried Führlinger gibi hocaların ustalık sınıflarına katıldım. The World Youth Orchestra, The World Orchestra, Greek Turkish Youth Orchestra, Bilkent Youth Symphony Orchestra, Bilkent Youth Virtuosos, Jungenc Philharmonic Orchestra, AIMA Festival Orkestrası gibi ensemble/ orkestralarda ve Young Euro Classic, Schloss/Beuggen International Music Fest, Schlern International Music Fest, Bayreuth Youth Talented Artists ́s Music Fest, The Turco-British Association Bach Günleri, Datça Uluslararası Müzik Akademisi, T.R.N.C. Malta Dostluk Günleri, Klasik Keyifler Oda Müziği Festivali, Uluslararası Istanbul Müzik Festivali, Uluslararası D - Marin Klasik Müzik Festivali, AIMA Ayvalık Müzik Festivali ve Cervo International Music Fest gibi etkinlik ve festival konserlerinde yer aldım. İstanbul’a taşındıktan sonra CRR, AIMA Orkestrası, Orkestra Sion’da çalıştım. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Doçent Beste Tıknaz Modiri ile Sanatta Yeterlilik çalışmalarımı tamamlayarak, Okan Üniversitesi’nde öğretim görevliliğine başladım. Bitirme tezim “Tarihsel Süreçte Gelişen Viyola Ekolleri” kitap olarak yayınlandı. Trio Pax, Trio Tını gruplarının yanı sıra Okan Üniversitesi Orkestrası’nda üç yıl öğretim görevlisi olarak çalıştım. Psikoloji ve edebiyat her zaman ilgi alanım oldu. Çeşitli yaratıcı yazarlık kursları ile birlikte psikanaliz de gördüm ve bu sürecin ardından farklı dergilerde yazılarım yayınladı. Şimdi Milliyet Sanat, SanatAtak dergilerinde düzenli yazmaktayım ve Mayıs'ta İkinci Adam Yayınları’ndan çıkacak Küflü Virgül isimli ilk öykü kitabımı beklemekteyim.

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale