X

Yeme bozuklukları ve genler 2: Daha etkili tedavi yöntemleri geliştirilebilir mi?

Bundan bir önceki yazımı anoreksiya nervozanın metabolizmayla ilişkisini araştıran ve yeme bozukluklarının altında genetik faktörlerin yatıyor olabileceğine dair sonuçlar elde eden bilimsel bir çalışma üzerine yazmıştım. Bilim insanları, GENOM analizi kullanarak yaklaşık 17,000 kişiden oluşan iki grubun DNA’sını karşılaştırdığında anoreksiya nervoza hastası olan insanların genleri ile anoreksiya nervoza geçmişi olmayan insanların genleri arasında sekiz önemli fark saptıyor, dahası bu farklı genlerin diğer bazı psikolojik rahatsızlıklarla ortaklığını fark ediyorlar.

Araştırmanın bulguları, şimdiye kadar genellikle salt psikolojik rahatsızlıklar olarak yaklaşılan ve çevresel etmenlerin belirleyici olduğu düşünülen yeme bozukluklarının altında bu hastalıklara yatkın genlerin olabileceğini, bu genlerin de çevresel etmenlerle etkileşime girerek tetiklendiğini öne sürmesi açısından önemli. Böyle bir bakış açısı mevcut tedavi şekillerinin değiştirilmesini, en azından önceliklerinin yeniden belirlenmesini sağlayabilir.

Bu hafta Carrie Arnold’ın yazmış olduğu Decoding Anorexia adlı kitabı üzerinden giderek aynı konuya devam edeceğim. Bahsettiğim bilimsel çalışmayı okuduktan belki birkaç gün sonra şans eseri Arnold’ın kitabını keşfettim ve kendisinin de bu konuyu kişisel deneyimlerine dayanarak incelediğini gördüm. Senelerce mücadele ettiği anoreksiya nervozadan bu hastalığa yatkın genlerle doğmuş olduğuna inandığını, birkaç kilo vermek amacıyla başladığı diyetin ve diğer bazı çevresel/psikolojik koşulların bu genleri tetiklediğini söylüyordu. Senelerce terapilere gitmesine rağmen ne zaman ki sağlıklı bir beden için kilo almaya başlamış, işte ancak o zaman asıl iyileşme aşamasına adım atmış. Arnold, psikolojik desteğin, karakter yapısının ve toplumsal etmenlerin rolünü asla yadsımıyor ama anoreksiya nervozanın dayattığı kurallar kitabını yani sağlıksız davranışlar döngüsünü ancak sağlıklı kiloya erişip mantıklı kararlar alma ve makul düşünebilme yetisini yeniden kazandığında geride bıraktığını ifade ediyor.

Arnold, Dr. Milstein’la tanışmadan önce yedi sene farklı terapistlerden yardım alıyor. Terapilerin hastalığını tanımasına ve kabullenmesine katkısı oluyor ama kimse çıkıp biyolojiden ya da genetikten bahsetmemişti. Kimse çıkıp beni ve ailemi tutsak edildiğimiz utanç zincirinden çekip almaya çalışmamıştı diye de hayıflanmadan edemiyor. Bu zinciri kıransa Dr. Milstein olmuş. Arnold’a göre, Dr. Milstein farklıydı çünkü “neden” sorusuna takılıp kalmamıştı. Yazarın ağzından dinleyelim:

[Dr. Milstein]’ Hayır öyle olmaz,’ dedi. Senin yemen lazım, düzenli yemen lazım. Terapilerimiz başta yemek yemenin önündeki engelleri aşmak için ne yapmamız gerektiğini konuşmakla geçti ve ailemin yanına dönüp yemek planlarımı annemin üstlenmesine, yemeklerimi onun hazırlamasına izin vermek de kararlarımız arasındaydı. Diyaloğumuz farklı konulara yöneldikçe çocukluk, beden algısı ve zehirli bir toplumda iyileşmenin zorluklarını konuşur olduk.

Arnold, bir taraftan yeme düzenini normalleştirip sağlıklı kiloya ulaşırken bir taraftan da anoreksiya nervozanın metabolizmayla olan ilişkisini incelemeye başlıyor. “Beynimin nöral bağlarının farklı şekilde birleştiğini öğrenmiştim,” diyor. “HT2A serotonin alıcısı gibi soyut şeylerdeki ufak genetik farklılıklar yüzünden doğumumda anoreksiyaya yatkın olarak koşullanmıştım. Üniversitenin ilk yılında birkaç kilo vermeye niyetlenişim bu nörolojik kimyasal bağları tetikleyen bir dizi olay meydana getirmiş ve sonunda masumane girişimim koca bir kartopu olup üzerime düşmüştü.

Arnold, “insan anoreksik olarak doğmaz,” diyerek herhangi bir yanlış anlaşılmayı engelliyor. Yani, anoreksiya gibi yeme bozuklukları kaderimiz değil. Daha çok, “Ergenlikle ve hayat stresinin artmasıyla gelen değişimler, yetersiz beslenme, şiddete maruz kalma hatta çeşitli hastalıklar bir araya gelerek kişinin anoreksiyaya olan genetik yatkınlığını tetikler,” diye açıklıyor.
O halde, her ne kadar hastalığın gelişiminde genetik kodlar belirleyici olsa da çevresel ve psikolojik faktörleri göz ardı edemeyiz.

Yani, yeme bozuklukları ne %100 biyolojik temellidir ne de %100 toplumsal koşulların ve kişilik özelliklerinin sonucu doğar.
Bu durum bize özellikle anoreksiya nervozanın tedavi yöntemleri hakkında da önemli şeyler söyleyemez mi? Tedaviyi “bilinçaltını kazmakla”, “çocukluk travmalarını konuşmakla” ve terapilerle sınırlandırmak yerine bunları bozuk beslenme alışkanlıklarını düzeltme ve kilo alımına hız vermeyle eş zamanlı yürütmek gerekiyordur belki? Hatta vücut kütle endeksi tehlikeli olacak şekilde alt sınırlarda seyreden anoreksiya hastalarında önce kilo alımını sağlamak ve beyin sağlıklı bilişsel işlevlerini yerine getirebileceği konuma ulaştıktan sonra takıntılı düşüncelerle, korkularla ve endişelerle yüzleşmek gerekiyordur?

Arnold, kitabında pek çok bilimsel araştırmayı rakamsal sonuçlarıyla birlikte paylaşıyor. Yazımda bütün bu detaylara yer vermeme imkân yok fakat anoreksiya hastalarında gıdasızlığın beyin fonksiyonlarını etkilediğini bilmek önemli. Psikiyatrist Alexander Sackeyfio’ya göre açlık insanın sadece düşünüş şeklini değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin fiziksel yapısını da değiştirir. Korteks dediğimiz ve bilinç halinden, hatırlama ve algılamadan sorumlu beynin gri, kıvrık dış tabakası küçülür. “Yeme bozukluğu olan pek çok insan bu gerçeğe karşı çıkar, açken daha net olarak düşündüklerini söylerler. Hâlbuki açlığın bilişsel yetenekleri etkilemesi yüzünden karar verme ve kavramları bir araya getirme süreçlerinde güçlükler yaşanır,” diyor.

İşte, hastalığın tedavisinde terapilere odaklanmak pahasına fiziksel iyileşmeyi yani beslenmeyi arka plana itmek belki de hasta mantıklı düşünemediği, anosognozi yüzünden hastalığını yadsımaya meyilli olduğu için yeterince etkili olmuyordur. Ayrıca hastaların sürekli “aç olmadıklarını” iddia etmesinin altında da benzer bir durum yatıyor. Arnold’dan öğrendiğimiz kadarıyla, “Açlık ve tokluk hormonları olan leptin ve girelinin anormal düzeylerde seyretmesi nedeniyle beden açlık sinyallerini alamaz. Benzer şekilde insula da yiyeceklerin lezzetli görünmesini sağlayarak açlık sinyallerine tepki vermez.

Arnold kitabında tekrar tekrar bedende oluşan gıdasızlığın giderilmesini anoreksiya nervozada iyileşmenin ilk adımı olarak gördüğünü vurguluyor. The Center for Eating Disorder adlı kuruluşun kendisine yönelttiği “hastalığın genetik faktörlerle ilişkisini öğrenmen iyileşmene nasıl yardımcı oldu?” sorusuna bakın nasıl cevap veriyor: “Benim için sağlıklı olan kiloya eriştikten sonra daha mantıklı düşünmeye ve davranışlarımın farkına varmaya başladım. Çalışmalar da iyileşmeyi sağlayan en önemli aşamanın metabolizmanın ihtiyacı olan kiloya erişmek ve bunu sürdürmek olduğunu gösteriyor. Kendi adıma konuşacak olursam, doktorlarımın ve ailemin desteğiyle (çoğu zamanda zorlamasıyla) yemek yemeye başladığımda bu hastalıktan iyileşmenin imkânsız olmadığını hissettim.

Röportajda dikkatimi çeken bir diğer soru da genlere ve metabolizma özelliklerine odaklanan bilimsel araştırmaların sadece anoreksiya nervoza rahatsızlığıyla sınırlı kalıp kalmadığıydı. Öyle ya, bulimiya nervoza, tanımlamayan yeme bozuklukları ve tıkanırcasına yeme bozukluğu gibi farklı türde rahatsızlıklarla mücadele eden sayısız insan var. Yeni bulgular onlar için ne anlama geliyor? Arnold, kısıtlayıcı tipteki anoreksiya nervoza hastası olduğu için kitabında özellikle bu türü ele almış. Fakat bütün yeme bozukluklarının gerisinde bu rahatsızlıklara yatkın bir biyolojik yapının bulunması ve bu yatkınlığın diyetler ya da aşırı egzersizle oluşan enerji dengesizliği ve diğer bazı çevresel/psikolojik faktörlerle tetiklendiğinin bilinmesinin hem hastaya hem de yakınlarına tedavi sürecinde büyük motivasyon sağlayacağını düşünüyor.

Öte yandan, bilimsel çalışmaların şimdiye kadar daha çok anoreksiya nervoza üzerinde yoğunlaştığı bir gerçek. Geçen yazımda bahsettiğim çalışma ekibinden Dr. Cynthia M. Bulik, bu durumla ilgili olarak, sinirbilimciler ve farmakogenetik uzmanlarıyla bir araya gelerek başka 100,000 örnek üzerinde çalışmayı ve bulimiya nervoza, tıkanırcasına yeme bozukluğu gibi türler üzerinde de araştırmalar yapmayı planladıklarını ifade ediyor.

Yazıma, Arnold’ın şu sözleriyle son vermek istiyorum. Yeme bozukluklarıyla mücadelenin ve iyileşmenin neden değerli olduğunu hatırlamamızı sağlıyor:

İyileştiğimden beri her şeyden korkmamayı öğrendim. Korkularım halen var ve bu son derece doğal. Ama çoğu zaman rahatım, kaygılarımla baş edebiliyorum. Kahkaha atabiliyorum. Kendim olabiliyorum.

Kaynaklar:
Carrie Arnold, Decoding Anorexia: How Breakthroughs in Science Offer Hope for Eating Disorders
The Center for Eating Disorder, Hope Through Science: Carrie Arnold talks about decoding eating disorder recovery
Carrie Arnold’un blogu: http://ed-bites.blogspot.com/
Carrie Arnold’un Mosaic’teki yazıları
Anoreksiya ile ilgili bilinmesi gereken her şey (Acıbadem Hastanesi)
LSE Paper on Anorexia, Body Image and Peer Effects
Anoreksiya nervozanın temelinde genler mi yatıyor

İlginizi çekebilir: Yeme bozuklukları ve genler 1: Yeme bozukluklarını genlerimiz tetikliyor olabilir mi?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale