X

Üretkenlik mi, kişisel zaman mı: Pandeminin yarattığı kolektif travmanın içinde dengede kalabilmek

21.yüzyılın ilk pandemisi olarak bir anda tüm yaşantımızı ve alışkanlıklarımızı radikal şekilde değiştiren koronavirüs salgınında sosyal medyanın ve internet bloglarının en öne çıkan konularından biri de evde geçirdiğimiz zamanı nasıl değerlendirmemiz “gerektiği” oldu.

Yeni bir dil öğrenmek, bir müzik aleti çalmaya başlamak, meditasyon yapmak, sanal müzelerde kültür turları, kişisel gelişim eğitimleri, online dersler; her gün yoga eğitmenlerinden, psikologlardan, diyetisyenlerden, yaşam koçlarından gelen onlarca canlı yayın bildirimi… Yaşanan bu kaosun ve belirsizliğin ortasında kendinizi geliştirmek ve “kişisel gelişiminize” katkıda bulunmak için fırsat arayışında olmak size de biraz garip hissettirmiyor mu? Alanında uzman pek çok kişinin geçirdiğimiz bu zor zamanlarla başa çıkmak için gösterdiği çabayı, paylaşımı ve emeği tabii ki takdir etmek gerekiyor. Ancak içimize dönüp kendimizi gerçekleştirme yolunda yarışa girdiğimiz şu dönemde bir şeyleri gözden kaçırıyor olabilir miyiz?

Suçlu siz değilsiniz, alışkanlıklarınız

Salgın bir hastalık nedeniyle eve kapanmayı fırsat olarak görmemizin ve evde geçirdiğimiz her dakikanın tadını çıkarmaya çalışmamızın ardında çok değil, bundan yalnızca 3-4 hafta öncesine kadar hayatımızda var olan ve var olmaya da devam etmek isteyen alışkanlıklarımız var. Optimizasyon, özellikle büyük şehirlerde yaşayan ve sosyal yaşamı da dahil her dakikasını planlamaya alışmış olanlarımız için verimliliğin ve üretkenliğin en önemli gerekliliklerinden biri. Adet döngümüzden attığımız adımların sayısına kadar tüm alışkanlıklarımızı mobil uygulamalarla yönetiyoruz. En kaliteli uykuyu uyumak, en sağlıklı yemeği yemek, hatta kendimiz için en uygun partneri bulmak için, yani hayatımızı optimum düzeyde yaşayabilmek için sürekli bir yarış halindeyiz. Günlük alışkanlıklarımız çağlayarak akıp giden bir optimizasyon nehrinin üzerinde oradan oraya savrulup dururken, karantina dönemi kocaman bir kaya gibi o nehrin ortasına oturdu kaldı. Peki bundan sonrası için bizi neler bekliyor?

İlginizi çekebilir: Yeni bir alışkanlık kazanma süreci: Kendinize şefkat göstermeyi unutmayın

Pandeminin psikolojik etkileri: Sürüngen beynimiz ve kaç-savaş tepkisi

İtiraf edelim, virüsün Çin’de ilk görülmeye başladığı dönemlerde çoğumuz dünya üzerindeki 7 milyar insanla aynı düşünceleri paylaşıyorduk: “Bana bir şey olmaz.”, “Virüs bizi etkilemez zaten.”, “Bize gelmeden kısa sürede kontrol altına alınır.”… Ne kadar umursamaz ve sorumsuz bir düşünce şekli gibi görünse de insanoğlu, doğası gereği karşı karşıya kalmadığı sürece tehlikenin varlığını reddetme ve tehlikeyi görmezden gelerek günü kurtarma çabası içindedir. Tehlike kapıya dayandığında ise kontrol edilemez bir panik ve endişe duygusu içinde “Evden asla çıkmamalıyım.”, “Ellerimi 10 saniye daha yıkamalıyım.”, Bağışıklığımı güçlendirmeliyim.” gibi tıpkı sürüngen beynimizin ani bir tehlike karşısında verdiği kaç-savaş tepkilerine benzer tepkiler ortaya çıkmaya başlar.

Teknolojik imkanlara sahip şanslı bir azınlık ekranlarının karşısında çalışmaya devam ediyor olsa da pek çok insan için dünya “teknik olarak” durdu. Arkadaşlarımızla geçirdiğimiz eğlenceli hafta sonları, aile ziyaretleri, tiyatro, sinema, konser gibi toplu etkinlikler, keyifli akşam yemekleri derken artık evlerimizden dışarı adım bile atamayacak durumdayız. Evet, evlerimizden dışarı bir adım bile atamayacak kadar endişeliyiz, korkuyoruz, kaygılıyız. Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Dr. Susan David, insanların oldukça yabancı oldukları ve ilk kez deneyimledikleri bir pandemiyle psikolojik olarak nasıl başa çıkabilecekleri konusunda, “Yaşanan bu sağlık krizinin üzücü sonuçları olabilir. Kronik stresle veya travmayla mücadele eden insanlar, bu süreçten gelişerek ve güçlenerek çıkacaklardır” diyor ve yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen “görece” iyimser bir tablo çiziyor.

Kabul etmemiz gereken tek gerçek, gerçekliğimizin değişmiş olması

Birkaç saniyeliğine zihninizden geçen tüm düşünceleri, tüm hislerinizi, gelecek kaygılarınızı, geçmişe dair pişmanlıklarınızı, ideal benliğinizi ve kişisel gelişiminizi bir kenara kaldırarak kendinize, insanlığa ve üzerinde yaşadığınız dünyaya bakın: Hem kolektif hem de bireysel olarak idrak ve kabul etmemiz gereken tek bir gerçek varsa o da, gerçekliğimizin yalnızca birkaç hafta içinde baştan aşağı değişmiş olduğu. Bundan çok değil yalnızca 3-4 hafta öncesine kadar birçoğumuz için sağlığın s’si bile gündem maddesi değilken ve eve belki de yalnızca uyumak için gidiyorken, birkaç haftalık yeni gerçekliğimizde fiziksel olarak sınırlanmış, sosyal olarak izole, geleceği belirsiz ve seçimleri ölümcül sonuçlar doğurabilecek bireyler olarak yeni dünya düzenine alışmaya çalışıyoruz.

Uzaktan bakınca koronavirüs ya da küresel bir salgın olması ihtimali o kadar da gerçekçi görünmüyordu; ancak hepimiz kendimizi bir anda distopik bir film karesinin içinde buluverdik. Dışarıda bizi bekleyen tehlikeli bir virüsün bilinçaltımızda tetiklediği varoluşsal sorgulamaların bir sonucu olarak da evde geçirdiğimiz karantina sürecini bir kişisel gelişim ve ideal benliğimize erişme fırsatı olarak değerlendirmeye çalışıyoruz. Ancak aynı zamanda kayıp, yas ve çevremizde olup bitenlerden kaynaklanan bir korku duygusuyla da çevrelenmiş durumdayız. Tüm bu duygular sanki hiç yokmuş gibi davranmak ya da inkar etmek, aslında yeni gerçekliği ve dolayısıyla da kendi benliğimizi inkar etmek anlamı taşıyor. İnsan olarak bize rahatsızlık veren, huzursuz ettiği için de arka plana atılmış ve işlenememiş tüm bu olumsuz duygularla başa çıkmanın ön koşuluysa bu duyguların var olduklarını, yani gerçekliklerini kabul edebilmek. Peki nasıl?

İlginizi çekebilir: Dünya değişiyor: Koronavirüs günlük alışkanlıklarımızı nasıl değiştirecek, geleceği nasıl etkileyecek?

Kayıp, yas ve korku üçgeninde kolektif bir travmayla başa çıkabilmek

Belki de tam şu an, hayatın “pause” tuşuna basmanın ve çabalamadan, biraz kendimizi çevremizde olup bitenin akışına bırakmanın zamanıdır. Yavaşlayarak, çırpınmayı bırakarak; trajedisiyle, kaybıyla, yasıyla, korkularıyla hayatın olağan ritmini yakalamanın, yaşamla senkronize olmanın zamanıdır. Kabul etsek de etmesek de tüm dünya olarak kolektif bir travmanın tam ortasındayız ve bu travmayı kabul ederek onunla yüzleşmek konusunda en azından şu aşamada pek de istekli değil gibiyiz. Peki yaşanan bu kolektif travmayı yavaş yavaş kabul etmeye ve onunla çalışmaya nereden başlayabiliriz?

Travmanın ve kronik stresin olumsuz etkilerini iyileştirmeye yönelik, beden merkezli psikobiyolojik bir yaklaşım olan Somatik Deneyimleme, travmanın çözümlenmesinde ilk olarak duygularla ve bu duyguların bedende yarattığı duyumsamalarla kalabilmenin önemini vurgular. Duygularınızı kendi deneyimlediğiniz haliyle, kendi kelimelerinizi kullanarak adlandırın ve bu duyguların bedeninizde yarattığı duyumsamaları fark edin. Duygularınızın ve duyumsamalarınızın farkına vardıktan ve kendi gerçekliğinizde onlara alan açtıktan sonra içinizden ne geliyorsa onu yapın.

Dans edin, yerlerde yuvarlanın, şarkı söyleyin, yazı yazın, heykel yapın, yastıkları yumruklayın, ağlayın… içinizden ne geliyorsa, bedeninizde olup bitenler dışarıda nasıl var olmak istiyorsa. Bazen bu olumsuz duygular baş edebileceğinizden çok daha yoğun, çok daha sancılı ve çok daha uzun süreli olabilir. Yardıma ihtiyacınız olduğunda güvendiğiniz bir arkadaşınızdan ya da bir uzmandan destek almaya çalışın. Bazen kısa süreliğine de olsa hiçbir şey yapmadan yalnızca kendinizle iletişimde olmayı ve içinize dönmeyi deneyimleyin. Mecbur olmadığınız sürece dikkatinizi ve odağınızı dağıtacak şeylerden uzaklaşın. Aynı noktalara takılıp kalmadan, olumsuz duygular girdabına kapılmadan duygularınızla ve düşüncelerinizle yüzleşebilecek psikolojik dayanıklılığa sahipseniz bu fırsatı sonuna kadar kullanın.

İlginizi çekebilir: Duygusal dayanıklılık nedir: Zor zamanların üstesinden nasıl gelinir?

Tüm dünya olarak üzüntü, korku, endişe, kaos ve belirsizlik gibi bazı ortak duyguları deneyimliyoruz ve tam da bu yüzden bu duyguları birlikte kucaklamamız ve onlara yer açmamız gerekiyor. Kendimizi daha iyi hissetmek için yapmaya çalıştığımız tüm aktiviteler kaygı ve korku duygumuzu bastırmak ve vaktimizi daha üretken, daha mutlu, daha huzurlu geçirmek için etkili araçlar olsalar da korona salgını gibi küresel bir problemin yarattığı kaygı ve endişeyle başa çıkmada kalıcı çözüm yolları değiller.

Psikolojik sağlığımızı koruyabilmek için anda kalarak endişe duygusuyla aramıza bir süreliğine olsa da mesafe koymamıza yardımcı olan, keyifli vakit geçirmemizi sağlayan kişisel gelişim aktivitelerine ve eğlenceli etkinliklere hayatımızda mutlaka yer vermeliyiz. Yaşamın bizi karşı karşıya getirdiği olumsuzluklarla baş edemediğimiz zamanlarda eğlenceli bir dizi izlemenin ya da en sevdiğimiz müziği açıp resim yapmanın kime ne zararı olabilir ki? Ancak daha fazla aktivite yapmanın ya da kendimizi daha fazla geliştirmenin bizi yaşanan problemin çözümüne daha fazla yaklaştırdığı algısına kapılarak bu durumu bir yarışa çevirmememiz gerekiyor.

Kendimizle ilgili hissettiklerimiz de dahil olmak üzere duygularımızı inkar etmek, bizi kendimizle ve parçası olduğumuz evrenle kurduğumuz gerçek bağlantıdan uzaklaştıracaktır. Üzerimizde etkisini doğrudan hissettiğimiz, ancak psikolojimiz üzerinde yarattığı etkileri henüz düşünüp değerlendirme fırsatı bulamadığımız bir salgın travmasının tam ortasındayken bir şeyler yapmak için her zamankinden fazla efor sarfetmek ve üretmek için kendimizi zorlamak her şeyden önce kendimize haksızlık. Bu nedenle kendinize karşı dürüst olun. İçinizde olan biten her şeyi tüm şefkatle kucaklayın ve kendinizi güvende hissettiğiniz sürece hissettiklerinizi başkalarıyla, içinizden geldiği gibi paylaşmaktan çekinmeyin. 

Kaynaklar:
Elephant Journal
The Bold Italic
Somatik Deneyimleme
PCMA
Self

Merve Dökmeci: Lisans ve yüksek lisans eğitimlerimi Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamladım. Boğaziçi Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak çalıştığım 4 yıl boyunca uzmanlık deneyimimi üniversitenin rehberlik ve psikolojik danışmanlık biriminde (BÜREM), bireysel danışmanlık ve grup çalışmaları ile edindim. Bu süreç zarfında sempozyum ve kongrelerin organizasyonunda, ve çeşitli bilimsel araştırma projelerinde yer aldım. Mindfulness Temelli Bilişsel Davranışçı Terapi ekolüne olan ilgim ve araştırmalarım sonucunda, öz şefkatin kişilerarası kabul-red ve duygusal tepkisellik arasındaki ilişkiye olan etkilerini incelediğim tezimle birlikte, yüksek lisans eğitimimi yüksek onur derecesiyle tamamladım. ODTÜ Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Doktora Programı’nda doktor adayı olarak bilimsel çalışmalarımı ve uzmanlık eğitimimi sürdürüyorum. Doktora eğitimimle birlikte Bilgi Üniversitesi’nde başlayan akademisyenlik yolculuğuma ise, MEF Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak devam ediyorum. Akademideki çalışmalarımın yanı sıra, kurucusu olduğum Uniqus Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık merkezinde, beden farkındalığı ile travma çözümlemesi ve stres yönetimi üzerine psiko-biyolojik bir yaklaşım olan Somatik Deneyimleme’yi mindfulness pratiğime entegre ederek; bireylere psikolojik danışmanlık, kurumlara ise seminer ve eğitim destekleri veriyorum. Büyük bir heyecanla çalıştığım ruh sağlığı alanındaki bilgi birikimimi paylaşma merakımın ve yazmaya olan tutkumun beni 2013 yılında buluşturduğu Uplifers’ta, editör olarak ilgi duyduğum konularda araştırmaya, öğrenmeye ve paylaşmaya devam ediyorum.

Akbank’tan sürdürülebilirlik yolunda ilham veren bir rehber

Sürdürülebilirlik, günümüz dünyasında her zamankinden çok daha büyük bir öneme sahip. Çünkü, doğal kaynaklarımız hızla tükenirken yalnızca kendi geleceğimizden çalmakla kalmıyor, gelecek nesillerin sahip olabileceği yaşamdan da çalıyoruz. İklim değişikliği ve çevresel sorunlar bir yana, kişisel tercihlerimiz, hızla artan tüketim alışkanlıkları, teknolojik gelişmeler ve daha pek çok sebep, sürdürülebilirliğin ne kadar hayati bir gündem olduğunu defalarca gözler önüne seriyor. Artık yalnızca bugünü değil, yarınları da düşünerek doğal kaynaklarımızı korumak, geleceğimizi ve gelecek nesillerin geleceğini garanti altına almak, daha yaşanabilir bir dünya yaratmak için adımlar atmalı, değişimi geç kalmadan başlatmalıyız. Sürdürülebilirlik, artık bir tercih değil; kendimiz için, dünyamız için, geleceğimiz için benimsememiz gereken bir zorunluluk. Aksi halde yarınlar, hayalini kurduğumuz yarınlardan çok uzak olacak.



Bu bağlamda sürdürülebilirlik konusunu merkezine alan ve hem bireysel hem toplumsal farkındalığı artırmayı hedefleyen Akbank, sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek için “Sürdürülebilirlik insan için, #Hepimizİçin” diyor ve sürdürülebilirlik odaklı bloguyla bizleri buluşturuyor. Sürdürülebilirliği yalnızca çevresel boyutuyla ele almayan, sosyal ve ekonomik boyutunu da göz önünde bulunduran Akbank, bu önemli konuda liderlik ederek sürdürülebilirliğin her yönüyle ilgili bilgi ve farkındalık dolu içerikleri kaleme alıyor. Hem sürdürülebilirlik konusunda neler yapabileceğini merak eden herkese hem de bu konudaki bilgi birikimini artırmak isteyenlere geleceğimizi koruma yolunda ilham verici bir rehber oluyor. Peki, bu rehberde başka neler var, gelin yakından bakalım.

Akbank Sürdürülebilirlik Blog’da neler var?

Akbank, sürdürülebilirlik konusundaki farkındalığı artırmayı amaçladığı bu blogda, bireyleri harekete geçmeye teşvik edecek güncel bilgileri ve sürdürülebilir alışkanlıkları hayata dahil etmenin pratik yollarını aktarıyor. ‘Herkes için sürdürülebilirlik’ mesajını paylaşarak toplumun tüm kesimlerini kapsamayı ve bireysel olarak atılabilecek adımlar konusunda da ilham vermeyi amaçlıyor.

“Sürdürülebilirlik, çevrenin yanında insan için, toplumun gelişmesi için” anlayışını benimseyen Akbank, eğitimden gönüllülüğe, yatırımdan sanata her alanda toplumun kalkınması ve sürdürülebilir yarınlar için çalışıyor. Bu bağlamda Akbank’ın sürdürülebilirlik blogunda yer alan, farklı alanlara hitap eden başlıklardan bazıları ise şöyle:

Sürdürülebilir Kalkınma İçin: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasının hem toplumsal bilincin artmasında hem de kalkınmanın sağlanmasında kritik bir öneme sahip olduğunu biliyor muydunuz? Akbank, blogunda yer verdiği Sürdürülebilir Kalkınma İçin: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği yazısında bu konuyu detaylıca ele alıyor ve UN Women’ın verilerinden yola çıkarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasının getireceği faydaları, ekonomik, sosyal ve daha pek çok açıdan sürdürülebilirlik bağlamında değerlendiriyor.

Yeşil Bütçe Nasıl Oluşturulur?

Sürdürülebilir bir yaşam biçimi benimsemenin en önemli adımlarından biri de hiç şüphesiz bireysel olarak finansal sürdürülebilirliği sağlamaktan geçiyor, bunun da en etkili yolu bireysel yeşil bütçeler oluşturmak. Yeşil Bütçe Nasıl Oluşturulur? yazısında Akbank, çevreyi korumaya odaklanan harcamaların nasıl planlanacağından yeşil bütçe oluşturmanın pratik yollarına kadar pek çok kolay uygulanabilir yöntem paylaşıyor.

5 Adımda Minimalist Yaşama Geçiş



Günümüzde hızla yaygınlaşan tüketim çılgınlığının hem bütçeye hem doğaya verdiği zarar aşikar. Bu tüketim alışkanlıkları, doğal kaynakların bilinçsizce harcanmasından karbon ayak izinin artmasına, çevre kirliliğinden biyoçeşitlilik kaybına kadar gezegenin doğal dengesini bozan pek çok olumsuz sonucun ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor. Karşılığında ise ‘az, çoktur’ anlayışını benimseyen minimalizm, bu gereksiz harcama alışkanlıklarına bir panzehir olma görevi üstleniyor. Akbank’ın sürdürülebilirlik blogunda yer alan 5 Adımda Minimalist Yaşama Geçiş yazı da modern dünyada minimalist alışkanlıklar benimsemenin yollarını aktarıyor.

Sanatta Sürdürülebilirlik

Sürdürülebilirliğin genellikle pek değinilmeyen ya da bağlantısı sorgulanmayan fakat aslında çokça göz önünde bulunan kısmı; sürdürülebilirlik ve sanat ilişkisi üzerine hiç düşündünüz mü? Sanat, yüzyıllardır toplumsal bilinci artırmada ve en zor görünen konuları bile daha anlaşılır kılmada güçlü bir iletişim aracı. Bu gücü onu sürdürülebilirlik konusunda da etkili bir özneye dönüştürüyor. Sanat eserlerinde kullanılan materyallerden sanatçıların toplumsal konulara farkındalık yaratmak amacıyla benimsedikleri yaklaşımlara kadar sanat ve sürdürülebilirlik bağını pek çok açıdan ele almak mümkün. Akbank Sürdürülebilirlik Blog’ta yer alan Sanatta Sürdürülebilirlik başlıklı paylaşım da bu bağın ne denli güçlü olduğuna dikkat çekiyor.

Sürdürülebilir Turizm, Karbon Nötr, Doğa Dostu Teknoloji ve dahası

Sürdürülebilirliği tüm yönleriyle ele alan Akbank, blogunda daha pek çok konuya dikkat çekiyor. Sürdürülebilir turizmden, karbon nötr kavramına, doğa dostu teknolojik gelişmelerden sürdürülebilirlik alanında öne çıkan yeni trendlere kadar yaşama, insana, dünyaya ve geleceğe dair her alanda sürdürülebilirliğin önemine ve etkisine değiniyor. Hayatın her alanına yayılan stratejilere ihtiyacımız olduğunun farkında olan Akbank, sürdürülebilirliğin kalbinde insan var diyor ve toplumsal dönüşüm için bütünsel bir yaklaşım benimsemenin gerekliliğini vurguluyor.

Siz de çok geçmeden bir adım atmak ve daha yaşanılabilir bir dünya için bugünden neleri değiştirebileceğinizi öğrenmek istiyorsanız Akbank’ın sürdürülebilirlik odaklı bu blogunu takip edebilir, hem kendiniz hem de gelecek nesiller için değişimi başlatabilirsiniz.

*Bu yazı, Akbank katkılarıyla hazırlanmıştır.





Orkid, “Sporla Güçlen” projesine verdiği destekle kız çocuklarının geleceğine ışık tutuyor

Bir kız çocuğu düşünün: Günün ilk ışıklarıyla birlikte koşuya çıkan, her sabah elinde topuyla antrenman yapan, büyük bir hevesle hem bedenini hem de zihnini beslemek için yıllarca gönül verdiği spor dalı uğruna çalışmaya devam eden ve uzun yıllar sonra gözlerinden ışıklar saçarak ilk kupasını milyonların önünde havaya kaldıran… Ne harika bir tablo, öyle değil mi?



Toplumun her köşesinde, binlerce kız çocuğu bu anı yaşamayı hak ediyor. Ancak, ne yazık ki birçoğu için spor; erişilmesi çok güç bir lüks, uzak bir hayal gibi kalıyor hayatları boyunca. Oysa spor, sağlığın, özgüvenin, azmin, başarının, kararlılığın, istikrarın temellerini atan, kız çocuklarının güçlü bireyler olarak yetişmesine katkı sağlayan en önemli araçlardan biri. Bu önemin farkında olan ve kız çocuklarını spor yoluyla güçlendirmek isteyen Orkid, Watsons iş birliği ile Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin (TMOK) Diyarbakır, Gaziantep ve Şanlıurfa’da yürüttüğü “Sporla Güçlen” projesine destek veriyor.

Geleceğe atılan adımlar: Kız çocukları, ‘sporla güçleniyor’

Türkiye’de kadınları ilk kez hijyenik pedle buluşturan P&G’nin kadın bakım markası Orkid, 45 yılı aşkın süredir dünyadaki tüm kadınların hayatını kolaylaştırmak, onları her alanda desteklemek için imza attığı çalışmalarına bir yenisini daha ekleyerek “Sporla Güçlen” projesiyle kız çocuklarının yanında oluyor.

Kız çocuklarına sporla yeni yollar açmayı ve kız çocuklarının geleceğini aydınlatmayı hedefleyen Orkid, yürüttüğü bu iş birliğiyle kız çocuklarının eğitim ve spor yaşamlarını desteklemeyi, onların fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimlerine katkı sağlamayı amaçlıyor. Kız çocuklarının hayatta karşılaşacakları tüm zorluklar karşısında çok daha güçlü durmalarını sağlayan, onların bütüncül gelişimini desteklerken duygusal dayanıklılık kazanmalarına da zemin hazırlayan sporun gücü, yadsınamayacak kadar fazla. Öyle ki; Orkid’in, İpsos ile Türkiye genelinde gerçekleştirdiği araştırmaya göre; ergenlik döneminde spor yapan kadınların %77’si, sporun bugün oldukları kişi olmalarına yardımcı olduğunu belirtiyor. Dahası, yapılan bu araştırmaya göre; ergenlik döneminde spor yapan kızlar, istedikleri kişi olmalarına yardımcı olabilecek özgüven ve becerileri sporla kazanıyor.

Buna rağmen genç kızların neredeyse yarısının düzenli spor yapmadığı sonucuna ulaşan Orkid, TMOK ve Watsons iş birliği ile kız çocuklarının sporla güçlenmesi için onların yanında yer alıyor. Kız çocuklarının hem eğitimlerine hem de spora devam etmelerine yönelik gerekli spor malzemelerinin temin edilmesini destekleyen Sporla Güçlen projesi ile Diyarbakır, Gaziantep ve Şanlıurfa’da bulunan okullardaki kız öğrenciler dönem boyunca badminton, basketbol ve voleybol dallarında eğitim alıyor.

Kadınların daha özgüvenli olmasını destekleyen ve spor ile olan bağlarını güçlendirmeye odaklanan bir marka olarak Orkid, hiçbir kız çocuğunun bu haklarından mahrum kalmaması için çalışıyor. Bu sayede geleceğin sağlıklı, özgüvenli, başarılı ve belki de milli sporcuları bugünden yetişmeye başlıyor. Gelecek nesillerin hayallerine ulaşmalarına yardımcı olmak için onların yanında olmaya ve onları cesaretlendirmeye devam eden Orkid, kız çocuklarına yeterli imkan sağlandıkça daha eşit ve aydınlık yarınların mümkün olduğuna inanıyor.



Kız çocuklarını genç yaşta sporla tanıştırarak onların kendi potansiyellerini keşfetmelerine olanak tanıyan bu projenin ve başta Orkid ile Watsons olmak üzere projenin tüm destekçilerinin ülkemize ve dünyaya ilham olması, kız çocuklarının ışıl ışıl bir geleceğe doğru çok daha emin adımlarla yürümesi hepimizin en büyük temennisi.

Güçlü kadınlar, güçlü yarınlar için, #SporlaGüçlen projesine destek veren Orkid ürünlerini Watsons’ta keşfetmek için tıklayın.

*Bu yazı Orkid katkılarıyla hazırlanmıştır.





İlgili Makale