X

Kendi özgürlüğünü arayanların rehberi Serra Sağra ile yoga felsefesinin geçmişi, bugünü ve geleceği üzerine

Yoga matının üzerinde şekillenen derin hikayeleri ve kaleminden dökülen özgün düşünceleriyle Serra Sağra, Uplifers okuyucuları için birbirinden değerli bilgilerini ve herkese iyi gelecek yaşam ipuçlarını paylaşıyor. YogaKioo’nun kurucularından olan ve Eski Sanskrit metinlerine olan ilgisiyle şekillenen yazar olma yolculuğuyla da ilham veren Serra Sağra ile gerçekleştirdiğimiz bu özel sohbet, hem onun dünyasına bir pencere açacak hem de sanatın, yoganın, yazmanın, hayatımızdaki rolüne dair düşünmeye sevk edecek. Keyifli okumalar…

Uplifers okuyucuları için kendinizden kısaca bahseder misiniz?

Cağaloğlu Anadolu Lisesi’nden mezun olduktan sonra, eğitimime Marmara Üniversitesi’nde devam ederek; farklı birçok alanın renkleriyle tanışmama olanak sağlayan İletişim Fakültesi Halka İlişkiler Bölümü’nü bitirdim. Aileden gelen merakla da yönetim alanında uzmanlaşmak üzere San Francisco State University’de MBA yaptım. Fakat Amerika’ya giderken aslında amacım sadece yüksek lisans yapmak değil, konfor alanından çıkmak ve başka bir ülkede kendi başıma var olabilmekti. Altı yılımı Amerika’da geçirdikten sonra Türkiye’ye döndüm ve çeşitli şirketlerde çalıştım. Fakat Amerika’ya gitmeme de sebep olan ve hayatım boyunca içimde hep var olan “Bunun ötesinde bir şey olmalı…” hissi devam ediyordu. Bu merak beni nihayet 2009 yılında yoga ile buluşturdu. Merakla başladığım bu yol varlığımın kendisine dönüştü.

“Kendi özgürlüğünü arayanların rehberi” olarak tanınıyorsunuz, bunu biraz daha açabilir misiniz?

Ne mutlu böyle tanınmak. İnsan bu dünyaya doğuyor ve var olan her şey hakkında bilgi sahibi olurken, kendini bulmak için geldiği bu yolculukta bir türlü bunu nasıl gerçekleştireceğini bilemiyor. Bunun cevabını hep dışarıda ve hep başka birilerinde zannediyor. Gerçekte kim olduğunu bilmediği için başkaları ne derse o oluyor. Değeri ve sevgiyi de başkalarında bulduğu için, kendisi olarak değil, başkalarına göre şekil alıyor. Kendi olmak için geldiği bu dünyada bir türlü kendi olarak kabul görmediğini ya da görmeyeceğini düşünmek insanda üzüntü, keder, öfke yaratıyor. İnsan kendi içinde bu sevgiyi ve anlayışı bulana kadar da kendisiyle olan savaşı bitmiyor ve zannediyor ki hayatta bir savaş var. Zannediyor ki daha güzel, başarılı, sağlıklı, zengin… olursa nihayet o aradığı şeyi bulacak. Halbuki tek yapması gereken kendisi olması ve bundan büyük bir özgürlük yok. Fakat ne enteresandır ki kendimiz olmak için geldiğimiz bu dünyada en büyük cesareti gerektiren şey de yine kendin olmak. Zamanında bütün bunların içinden ben de geçtiğim için, istiyorum ki benim bildiklerimi, pratik ettiklerimi herkes bilsin, pratik etsin, herkes kendi halinin ne kadar güzel, gösterdiği çabanın ne kadar kıymetli olduğunu görsün. Sürekli bir eksiklik hissetmek yerine, yaşadığı her an “tam” olduğunu, istese de başka bir şey olamayacağını fark etsin.

Yoga felsefesi ile ilk karşılaşmanız nasıl oldu ve o andan sonra hayatınızda ilk olarak değiştirdiğiniz veya “kesinlikle değiştirmeliyim” dediğiniz şey neydi?

Yaşadıklarımın içinde daha derin bir anlam aradığım bir dönemde tesadüfen karşıma yoga felsefesi ile ilgili bir kitap çıktı. Okuduğum şeyler hem çok tanıdık hem de o an bana çok rahatlatıcı gelmişti çünkü nihayet “bunun ötesinde bir şey olmalı” “bak gerçekten bunun ötesinde bir şey varmış”a dönüşmüştü. Meditasyondan da bahseden o kitabı okurken, bir yandan da meditasyon pratiğine başladım.

İlk olarak değiştirdiğim şey ilişki kurma şeklim ve kendi hayatımın sorumluluğunu almak oldu. Okuduklarımda yaşadığım her şeyin benimle alakalı olduğu ve gerçek özgürlüğün, gerçek sevginin benim o an zannettiğimden başka şeyler olduğu yazıyordu. O kadar her şeyi başkalarından bekleyerek yine yaşadıklarımızın sorumluluğunu başkalarına yükleyerek yaşıyoruz ki. O an içinde sıkışmış hissettiğim hayatın değil aslında kendi yarattığım karakterin olduğunu fark ettim. “Gerçekten böyle özgürce var olabilmek, anlayışla, sevgiyle ne muhteşem şeydir kim bilir” dedim ve nihayet kendi hayatımın sorumluluğunu aldım.

Hindistan’da yoga felsefesi ve eski felsefik yazıtlar dili Sanskrit üzerine eğitimler aldınız, tüm bunlar öğretim metodunuzu ve yaklaşımınızı nasıl şekillendirdi, yoga ile aranızdaki bağı nasıl etkiledi?

Felsefe o kadar büyüleyici ki; insana kendini gösteren, kendisini sorgulamasını sağlayan… O felsefe derslerini dinlemedim yuttum diyebiliriz.  Saatlerce üzerine düşündüm, okumaya devam ettim. Yoga pratiğinde bilgi mücevher değerinde fakat asıl mucizesi o bilgiyi pratik ettiğinizde ortaya çıkıyor. Yoga sutralarda da dediği gibi bu okuduklarını, öğrendiklerini pratik etmen gerekiyor ki seni dönüştürsün. Ben de aldıklarımı uyguladım. Bu uygulama hali de yogayı bildiğim değil yaşadığım bir şeye dönüştürdü.

Yoga pratiğinizin, yazı ve sanat üzerine çalışmalarınızda yaratıcılığınızı nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Bu iki alan arasındaki denge ve uyumu nasıl buluyorsunuz ya da birbirini nasıl besliyor?

İçimde hep yaratıcı bir taraf vardı fakat bu konuda ortaya koyduğum bir şey yoktu. Yoga pratiği sayesinde bu yaratıcılığı istediğim alanda ve zamanda kullanabilmeyi ve yarattıklarımı ortaya koyabilmeyi başardım. Herkesin içinde yaratıcı bir güç var fakat çoğu zaman bu güçle ne yaptığımızın ya da bu gücü nereye kullandığımızı fark etmiyoruz. Yoga zihni kuvvetlendirip farkındalığını artırıyor ve elbette içerideki bütün enerjini dengeleyerek senin kendi yaratıcılığını kendi kontrolünde ortaya koymanı sağlıyor. Pratikler sayesinde beden ve zihindeki dengeyi koruduğum için yaratma halini devam ettirebiliyorum.

Eski Sanskrit metinlerini günümüze aktarırken hangi modern bağlamlar sizin için en zorlayıcı oluyor, bu kadim öğretileri modern dünyaya uyarlarken karşılaştığınız en büyük zorluk sizce nedir?

Eski bir yazıttan bahsedince zaman zaman bu insanlara eski ve tamamlanmış bir şey gibi geliyor. Yani o zaman uygulanan ama artık geçerliliği olmayan. Örneğin; yoga pratiklerinin zamanında böyle yoğun yaşandığını modern zamanlarda bunun mümkün olamayacağına inanılıyor. Ya da Mahabharata’da insanların ağzından çıkan söz çok önemli ve kimse ağzından çıkan sözden geri dönemiyor. Bunu okuyunca bunun sadece o zaman ait bir şey olduğunu düşünüyor okuyan ve kendi sözlerine dikkat etmesi gerektiğini düşünmüyor. Yani bazen bu eskiden gelme hali kadim bir bilgi olması insanı artık yapılmaz yanılgısına düşürüyor.

 2018 yılından bu yana Mahabharata Destanı üzerine çalışıyorsunuz ve serinin ilk iki kitabı “Mahabharata Ateş” ve “Mahabharata Toprak” okuyucularıyla buluştu… Mahabharata üzerine yazmaya nasıl karar verdiniz ve bu destanı günümüze aktarırken hangi unsurları ön plana çıkarmayı hedeflediniz?

Mahabharata destanı üzerine çalışmaya başladıktan sonra beni çok etkiledi. İçinde bir yandan insanın var oluşuna dair her sorunun cevabı vardı bir yandan da binlerce yıl öncesinden ve başka bir coğrafyada geçmesine rağmen karakterler bugünün dünyasında herhangi bir yerde yaşayan insanın yaşadığı hikayeleri yaşıyorlardı. Hikayedeki her bir arketip, günümüzde hala içimizde, yaşamımızda çalışan arketiplerdi. Önce Mahabharata destanını anlattığım bir program açtım ki bu bilgi bende kalmasın; benden yayılsın. Daha sonra bu programda yaptığım şeyi daha da kompakt bir hale getirerek bu muazzam bilginin daha büyük kitlelere ulaşmasını hedefledim. Bir destanın çevirisi yerine, o destanı bilgi ve açıklamalarla okuyucunun hayatına ışık tutacak bir hale getirecek özgün bir eser oluşturdum ki kişi bu seride kendi hayatına dair bir fayda bulsun.

Yoga pratiğini farklı sosyal ve kültürel arka planlara sahip insanlara nasıl adapte ediyorsunuz, onlara nasıl aktarıyorsunuz? Yoganın evrensel dili veya mesajı diyebileceğiniz, değişmeyen, herkes için ve herkese uygun olan yanı veya ögesi sizce nedir?

Yaptığım etkinlik ve paylaşımları buna göre şekillendiriyorum. Farklı mecralarda yoganın farklı yönlerinden bahsederek aynı bilgiyi farklı şekillerde kullanarak daha anlaşılır hale gelmesini sağlıyorum. Instagram hesabımda bu bilginin herkesin anlayabileceği şekilde olmasına dikkat ederek  buna uygun pratikler ve ödevler veriyorum. YouTubeInstagram hesabımda bu bilginin herkesin anlayabileceği şekilde olmasına dikkat ederek  hesabımda yine yoga felsefesini gündelik hayata taşıyan sohbetler ve pratikler paylaşsam da orada zaman zaman paylaştığım satsang ve pratiklerle ihtiyacı olan için konuyu daha derin hale getiriyorum. Bir uzmanlık programında ya da daha önceden yoga bilgisine sahip olanlarda olan bir çalışmada ise bu bilginin daha derin haline iniyoruz. Fakat kişiler farklı olsa da bütün bu çalışmalarda mutlaka bir birlik hali ortaya çıkıyor çünkü günün sonunda evrensel olan şey insanın yaşam deneyimi. Herkes sevgi, değer, karanlık, üzüntü, keder, erdem, erdemsizlik, doğru, yanlış; bütün bu kavram ve duyguların içinden geçiyor. Bahsettiğimiz şey mutlaka insanın hayatına dair bir yere dokunduğu için yoga da herkese dokunuyor. O nedenle de sık sık öğrenciler diyor ki “hem karışık geliyor ama bir yandan da daha önceden de biliyormuşum, duymuşum” gibi…

Mahabharata serisinin devam kitapları ne zaman okuyucularla buluşur, yakın zamanda farklı çalışmalarınızın da duyurusu gelir mi?

Hava bitmek üzere ve devamında su ile seri tamamlanacak diye düşünürken serinin Akaşa adında başka bir kitabı daha olacak gibi gözüküyor. Hedefim bu seriyi 2025 yılında tamamlamış olmak. Bunun yansıra ikisi yine yoga felsefesi üzerine biri roman olacak üç farklı kitap çalışmam daha var. Bu sene çok yazdığım bir sene olacak.

Peki, sizi bugün daha çok heyecanlandıran hangisi diye sorsak; ‘yoganın geçmişi’ mi yoksa ‘geleceği’ mi?

Geleceği. Geçmiş zaten o geleceğin üzerine kurulduğu temel. İnsanların gittikçe kendilerine karşı meraklarının artması, öncesinde insanlar “ben böyleyim” diye kestirip atarken şimdi “nasıl daha iyi, daha huzurlu yaşayabilirim” diyerek bu sorunun cevabının peşine düşen insanlar olması ne heyecan verici. Dünyada bir yandan bu kadar “kötü” diye adlandırabileceğimiz şeyler olurken bir yandan da iyiye, gerçeğe, sevgiye, kendine inanan insanların yılmadan, usanmadan çaba göstermesi olağanüstü. Bu dönüşüm insanı yoganın geleceği ile ilgili olarak, haliyle insanın geleceği ile ilgili olarak çok heyecanlandırıyor.

Çetin Çetintaş ile yollarınız ilk olarak nasıl kesişmişti? Geçtiğimiz yıl kurulan ve kendi yaşam yolculuğuna, yogaya gönül vermiş herkese bugün kapılarını açan YogaKioo Türkiye’yi kurma fikri sizin tarafınızda nasıl yankı buldu, sizi bu konuda en çok heyecanlandıran şeyler nelerdi?

Meditasyona başladığım o süreçten iki ay sonra İstanbul’a döndüğümde asana derslerine de başlamak istedim. Çetin Çetintaş ile olan buluşmamız bu şekilde gerçekleşti. 12 sene süren bir usta-çırak ilişkisinden sonra 2022 yılında ilişkimiz bu yolu birlikte yürüyen iki kişiye dönüştü. Kioo Retreat Center biz 2010’da ilk buluştuğumuzda aldığımız bir karardı. İnsanların gelip, istedikleri gibi pratik yaptıkları bir okul kurmak istiyorduk. Dünyada böyle yerler varken Türkiye’de de pratik yapmak isteyenler için böyle bir alan olsun istiyorduk. İnsanlar genel olarak bir hikayenin sonunu görüyorlar haliyle. Kioo Retreat Center ortaya çıkana kadar biz Çetin Çetintaş ile tek bir anını değiştirmek istemeyeceğim şahane bir yolculuğun içinden geçtik ve ne mutlu yola devam ediyoruz. O gün hayalini kurduğumuz şeyin elle tutulur, gözle görülür olması ve Türkiye’nin ve dünyanın her yerinden insanların kurduğumuz o salonlarda birlikte yapması tarif edilmez bir duygu.

Yoga pratiğinin yakın gelecekte nasıl evrimleşeceğini ön görüyorsunuz hem Türkiye hem de dünya geneli için düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?

Yoga şu an dünyada da Türkiye’de de çok popüler. Her popüler olan konuda olduğu gibi yogada da bir “yoga böyle yapılmalı, şöyle olmalı” tartışması oluyor. Fakat yoganın basamakları ve yöntemleri binlerce yıldır aynı şekilde devam ediyor. Yani yeniden keşfedilecek değil aksine var olduğu haliyle tam olarak uygulandığında insanı mutlaka kendine götürecek bir prensip. Yoganın zaman içinde daha da yayılacağını ve insanların fiziksel ve zihinsel faydalarını gördükçe nasıl ki örneğin yürümenin insan için iyi bir egzersiz olduğu artık kabul gören bir şey; yoganın da ne olduğunun tartışılması yerine artık insana sonsuz fayda da bir prensip olduğunun kabul göreceğine inanıyorum. Zaten halihazırda bilimsel birçok çalışmanın neticesinde bu faydalar kanıtlandı, hatta dünyada hastanelerde medikal yoga bölümleri kuruluyor. Bu gelişmeler de yoganın ileride toplumların oldukça önemli bir parçası haline geleceğini gösteriyor.

Tüm paylaşımlarınız, pratikleriniz, kitaplarınız, çalışmalarınız, öğretileriniz, kısacası yaptığınız her şey ile dünyada bırakmak istediğiniz kalıcı etkinin ne olduğunu hiç düşündünüz mü, evetse bu düşünce gelecekteki projelerinizi şekillendiriyor mu?

Senelerdir binlerce öğrencinin yolculuğuna tanıklık ediyorum. Aynı zamanda sosyal medyada paylaştıklarımın neticesinde insanlar benimle kendi yolculuklarına dair birçok şey paylaşıyorlar. Bütün bunların neticesinde kendi yolculuğumu da hatırlayarak insanların yaşamlarında nerelerde sıkıştıklarını, nerelerde karanlığa kapılıp asla oralardan çıkamayacaklarını düşündüklerini, kendi var oluşlarının kıymetini göremediklerini biliyorum. Sorunuz üzerine fark ettim ki bu benim bilinçli olarak yaptığım bir seçim olmasa da paylaştığım, yaptığım her şeyin insanın zihninin yarattığı bu karanlığı ortadan kaldırmasına ve o karanlıkta bir ışık oluşmasına yardımcı olmak istiyorum. İnsanın ne kadar sınırsız bir güce sahip olduğunu fakat bu gücün yıkımdan değil aksine sevgiden ve anlayıştan ortaya çıktığını anlatmak istiyorum ki artık insanın içindeki bu savaş bitsin. İnsan bir yolu neşeyle de yürüyebilir sıkıntıyla da. Yol aynı yere gider ama yaşanan deneyim bambaşkadır. Huzurla, keyifle, neşeyle, özgürce hayat deneyiminin içinden geçmek mümkün ve bunun için bir yerlere değil sadece kendimize ulaşmamız gerekiyor. Yaptığım her şeyle bunu anlatmaya devam etmek istiyorum.

Son olarak Uplifers okuyucularına ne söylemek istersiniz?

Eylemler dünyası olan bu dünyada hiçbir şey çabasız olmuyor ve insanın kendisini tanımak için gösterdiği çaba çok kıymetli. Hayat bazen karanlık, zor gibi gözükse de insan başına gelen her şeyin içinden geçecek güce sahip. İnsan zaman zaman bu gücünü, değerini, ne kadar çok sevebildiğini unutuyor. Hayatta her şeyi değiştirecek tek bir şey varsa o da sevgi, insanın sahip olduğu bu sınırsız sevgi. Yoga pratikleri insanda bu sevgiyi ortaya çıkarttığı için bir yerden sonra ne mutlu ki insanın kendine dair ‘benim’ dediği her şey değişiyor. Hep söylediğim gibi; iyi ki varsın. Sen olmasan hiçbir şey aynı olmazdı.

İlginizi çekebilir: ‘Ruhum yogayı, yoga da ruhumu besliyor’: Çetin Çetintaş ile yoga ve kendini bulma yolculuğuna dair röportaj

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.

Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.

Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.

Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale