X

Şehirden uzak, hayata yakın: Seval Yılmaz Ardal ve İstanbul’dan Mumcular’a uzanan hikayesi

‘Kurtulur muyum bunalımdan, hamakta sallansam?’… Şehir hayatının stresinden, yoğunluğundan, trafiğinden, kalabalığından bunaldığımız her an uzaklara kaçmanın yollarını düşünüyor, ancak iş fikrlerimizi ve hayallerimizi uygulamaya geçirmeye geldiğinde ‘Nasıl para kazanacağım’, ‘Ailem ve arkadaşlarım ne der?’, ‘İlk adımı nasıl atacağım?’, ‘Ya pişman olursam?’ gibi sorularla ve hayatın gerçekleriyle yüzleşiyoruz. şehirden uzak

Şehirden kaçmanın nelere çözüm olup bizi hangi problemlerle karşı karşıya getirebileceğini, her şeyi bırakıp gitmenin artılarını ve eksilerini, o ilk adımı atmanın nasıl mümkün olabileceğini öğrenmenin en iyi yolu ‘bir bilene sormak’ dedik ve her şeyi geride bırakıp kendilerine şehir hayatından çoook uzaklarda, yepyeni bir hayat kurmuş ”eski şehirlilerle” ilham verici röportajlar gerçekleştirdik. Röportajımızın konuğu yazarımız Seval Yılmaz Ardal

Şehirden kaçış yolculuğun nasıl başladı? Tam olarak hangi noktada ‘evet, artık gitmenin zamanı geldi’ dedin?

İstanbul’da yaşıyorduk. Ben kurumsal bir firmada satış eğitim departmanındaki işimden istifa etmiştim ve severek yapacağım bir şeyler arayışındaydım. Eşim; Ahmet de freelance yazılımcı olarak çalışıyordu. Doğada vakit geçirmeyi çok seviyorduk. Her fırsatta arabaya atlar üşenmeden yol yapar bir yerlere giderdik, kamp kurar, ateş yakar, ormanlarda yürürdük. Birlikte kurduğumuz bu yeni yaşam şekliyle zaman içinde şehirle olan ilişkimiz zayıflamaya başladı. Yeni bir mekan yada güzel bir konser aramak yerine şehirde gün batımı izlenecek sakin bir köşe, bisiklet sürülecek güvenli bir rota bakar olmuştuk. Neden burada yaşıyoruz diye sormaya başladık. Ben o dönem çalışmıyordum, Ahmet de işlerini evden yürütüyordu. Sık sık şunu söylediğimizi hatırlıyorum: “İnternet olan herhangi bir yerde yaşayabiliriz”

Bu düşünceyle birlikte Türkiye’nin onlarca farklı yerinde evlere ve kira fiyatlarına bakmaya başladım. Ege’den Karadeniz’e her gün yeni bir şehir fikriyle geliyordum. Yeni hobim yaşanacak yeni yerler bulmak olmuştu. Derken emlak sitelerinden birinde bir “Tiny House” ilanı gördüm. Ve kalbimize bir minik ev hayali düştü. Başladık ciddi ciddi arazi aramaya. Bir yandan da kendimizi Tiny House videolarına adamıştık. Çatalca, Kırklareli, Edirne, İzmit, Sakarya gibi İstanbul’a yakın yerlerde gezdik uzun bir süre. Haftasonları kendimizi sürekli yer bakarken buluyorduk. Sonra bir gün başarısız geçmiş bir araştırma gününün sonunda, eve dönüş yolunda bir aydınlanma yaşadık. Baktığımız yerler gerçekten bizi heyecanlandıran yerler miydi yoksa bir ayağımız İstanbul’da olsun fikriyle mi hareket ediyorduk? Bunu sorguladık. O gün bir karar verdik, harita üzerinde ufak bir hazırlık yaptık ve kısa bir süre içinde arabayla bir haftalık bir yolculuğa çıktık. Çanakkale’den başlayıp, Ege’yi köy köy gezerek Bafa’ya kadar vardık. Bazı kriterler belirlemiştik ve onlar doğrultusunda Bafa’yı rota üstünde son durak olarak işaretledik. Onlarca emlakçı ve köylü ile buluştuk. Bazen kimseye ulaşamadık. Adını hiç duymadığımız yerlerden araziler baktık. Umutlandık, hayal kırıklığına uğradık. Ada parsel nedir bilmezken, imarlı-imarsız arazi, zeytinlik, tarla, arsa, kadastral yol vs. ne demek bunları öğrenmeye başladık.

Bir haftada ne kadar gezilebilirse gezdik ve İstanbul’a geri döndük. Sonra baktığımız yerlerden birini almaya karar verip yeniden yola çıktık ve Çanakkale Bayramiç’in bir köyünden bir arazi satın aldık. Düğünümüzde gelen takıların parasıyla o araziyi aldık ve niyetimiz bir Tiny House yapıp orada yaşamaktı. İstanbul’dan git gel yapamayacağımız için araziye en yakın yer olan Bayramiç merkezde kiralık ev baktık. Dört gün Öğretmenevi’nde kalıp ev aradık ama bir şekilde olmadı, bulamadık ve İstanbul’a geri dönmek zorunda kaldık. “Bu kışı İstanbul’da geçirir, baharda geri döneriz” dedik. Fakat öyle olmadı. Çünkü kış boyu benim tek düşündüğüm şey, yaşamayı planladığımız bölgenin kışının ne kadar sert olacağı idi. Araziyi alırken “Çanakkale’den kar kalkar, sizin köyden kalkmaz” demişlerdi bir de. Bu yolculuğa başlarkenki o gözü kara hal geçmiş ve yerini endişelere bırakmıştı. Durduk. Kendimize ya da çevremize bir şey kanıtlamak zorunda değildik. Bekleyelim ve başka yer bakalım dedik. Kış boyunca başka bir adım atmadık, konu biraz rafa kalktı. Hevesimiz azaldı. Ben içten içe Çanakkale’de yaşama fikrinden uzaklaşıyordum, Ahmet’in de cesareti kırılmıştı.

Bir Pazar günü AVM’ye gitmek için evden arabayla çıkıp saatlerce trafikte mahsur kalınca, yol kenarında ilk bulduğumuz yere arabayı bıraktık. Yürümeye başladık. Florya sahilden geçerken biraz oyalandık, deniz kıysına kadar indik. Sohbet edip taş toplamaya başladık. Ocak’ın sonuydu, hava güneşli ve ılıktı. Kışın bile havası ılık olan ve denizi olan yerlerin ne kadar güzel olduğunu konuşurken, Ahmet “Niye o zaman oralara bakmıyoruz?” dedi. Çanakkale’deki arazi durabilirdi. Bugüne kadar hep önce araziyi aramış ve o araziyi bulunca yakınlarında bir yerde kiralık ev bakarız demiştik. Ancak uzaktan veya kısıtlı zamanda köy seçmek, yer bakmak, bulmak, anlaşıp satın almak çok zormuş onu anladık. Bu sefer önce kiralık yer bulalım, gidip yerleşelim ve bölgeyi seversek civar köyleri gezerek aramalarımıza devam edelim istedik. Aynı gün internetten Muğla, Antalya, İzmir, Aydın ve birkaç şehirde daha kiralık ev aramaya başladık. Karşımıza Mumcular diye bir yer çıktı. Kiralar İstanbul’daki evimizin kirasının yarısından daha azdı. Ve evler daha büyük ve yeni. Haritada yerine baktık, Bodrum’a 30km. mesafedeydi. Biraz kırsal gibi ama değil de.

Bodrum bizim kriterlerimize uymuyor diye bu taraflara hiç bakmamıştık aslında. Ertesi gün emlakçılarla telefonlaştık, 1 hafta sonra atlayıp gittik ve evimizi tuttuk. Etrafı gezmeden, mahallede bir tur yürümeden, kimseyle tanışmadan, ailelere danışmadan… İkimizin de hissettiği bir duygu vardı o gün: “Buralarda doğmuş büyümüş gibi…” Enine boyuna düşünmeden o hissin peşi sıra gidip evi tuttuk. Eğer işler hayal ettiğimiz gibi gelişmezse bir kaybımız olmazdı, sonuçta büyük bir yatırım yapmıyorduk, henüz bir ev inşaa etmeye kalkışmamıştık. Sadece kiralık bir daire tutuyorduk. Eve dönüp eşyaları topladık, nakliyeci ayarladık, eş dost ve ailelerle vedalaştık, 3 hafta içinde yeni evimize taşındık.

Aylardan Şubat’tı. Aslında İstanbul’dan başka bir yerde yaşama fikri benim daha önceden de ara ara aklıma gelirdi. Antalya’ya arkadaşımı ziyarete her gittiğimde “Neden ben de böyle bir yerde yaşamıyorum?” derdim. Daha öncesinde Güney İspanya’da 1 yıl yaşamıştım. Oraların kırsalını da gezme fırsatım olmuştu ve aynı his o zamanlar da geliyordu. “Bazı insanlar şanslı, böyle yerlerde doğuyorlar” diyordum. Evlendikten sonra da seyahat ettiğimiz zamanlarda geçtiğimiz her bir küçük belde için “Burada da insanlar yaşıyor, çocukları var, çalışıyorlar, geçiniyorlar. İlla büyük şehirde olmak mı lazım” deyip, dur bakayım burada arazi ev fiyatları nasıl diye telefona sarıldığımı hatırlıyorum. Balayımızda da arabayla 25 günlük bir Ege-Akdeniz turu yapmıştık. O zaman da sadece otel tatili yapmayıp; köylerde, küçük yerlerde çok vakit geçirmiş, köylülerle tanışmıştık. Tüm bunlar bizi o “gitmenin zamanı geldi” anına hazırlamış, bilmiyormuşuz.

Bu kararı alırken seni en çok zorlayan, ‘arkama dönüp baktığımda ya pişman olursam’ diye endişelendiren şeyler nelerdi?

Arazi ararken, yol yaparken, yer seçmeye çalışırken zorlandık tabi. Yorulduk, uykusuz kaldık, yollarda hastalandık, emlakçılara ulaşamadık, para harcadık, kalacak yer bulamadık, tartıştık, yorulduk. İniş çıkışlar yaşadık ama bir şekilde kendimizi devam ederken bulduk. Gerçekten çok istiyorduk. “Pişman olur muyuz?” diye sorduğumuzu hiç hatırlamıyorum. Biraz deli cesaretiydi o dönem yaşadığımız şey. Zaten kalbimizi titreten diğer şeyler daha uçlardaydı. İstanbul’dan başka bir yere göçmesek, her şeyimizi satıp dünyayı gezecektik. Belki de o yüzden o kadar büyük bir şey gibi gelmiyordu o zaman.

Hem insanlar neler neler yapıyordu, biz altı üstü aynı ülkede şehir değiştirecektik. Çocuğumuz olursa köyde nasıl büyür diye endişelenmedik mesela. Aksine İstanbul’dan gitmek istiyorsak çocuk sahibi olmadan gidelim, çocukla zor olabilir diyorduk. Aile ve arkadaşlarımızı özler miyiz? Özleyince gider gelir görüşürüz diyorduk. Mesleklerimizle ilgili bir endişe de hissetmedik. Ben zaten bir geçiş aşamasındaydım, çizerlik yapmaya başlamıştım. Yeniden kurumsal bir iş hayatı istemediğimden emindim. O yüzden büyük şehirde olmak gibi bir gereklilik kalmamıştı iş açısından. Denemekten ne çıkar zaten. En kötü kalkar dönersin başladığın yere, yaşadığın da hayat tecrübesi olur.

Şehirden ayrılıp bambaşka bir hayat kurma kararına ailenin ve arkadaşlarının, çevrenin tepkisi nasıl oldu?

Bence başlarda çok ciddiye almadılar. Ama biz sürekli konuştuğumuz için galiba biraz kulak aşinalığı oldu onlara. Yani işler ciddiye binmeden önce de biz hep konuşup hayallerimizi anlatıyorduk. Sonra Çanakkale’deki yeri alınca, “Neyse iyi yatırım olur, oralar değerlenecek ilerde” gibi tepkiler aldık. “20 metre kare bir ev yapıp, bir köyde yaşayacağız, hatta evi de ahşaptan kendimiz yapacağız” deyince “Hmm hadi inşallah” diyorlardı genelde. Şimdi buradan bakınca o zamanki Seval ve Ahmet’in imkanlarıyla yapmak istedikleri arasında ben de mesafe görüyorum. İstanbul’dan sonra merkeze o kadar uzak bir köyde mutlu olur muyduk ondan da emin değilim.

Ama o günlerde biz iyi ki iyi ki kendi yolumuza devam etmişiz. Yoksa cebimizde pek paramız da yokken yeni bir yaşam kurma hayaliyle bir bilinmeze atlamak o kadar kolay olmayabilirdi. O bilinmezlik bizi tahmin ettiğimizden çok daha güzel bir yere ve yaşama taşıdı. Ocak ayında Çanakkale’den vazgeçip de biraz daha güneye bakmaya karar verdiğimizde, bunu ailelerimize yola çıkmadan hemen önce söyledik. O ara hep seyahat ettiğimiz için belki de, yine biraz gezip geleceğiz sanmış olabilirler, tam hatırlamıyorum. Sonra evi tuttuğumuz gün arayıp haber verdik. O kısım biraz şok edici oldu. Çanakkale mi? Haa yok Bodrum. Bodrum mu?!! gibi diyaloglar… Çünkü son bir yıldır konuşmalarımızda biz hep Çanakkale’ye gidiyorduk.

Pek çok insanın taşraya taşınmaktaki ortak kaygısı gittiği yerde kariyerini sürdürememek ve gerekli olan finansal kaynağı nasıl sağlayacağını bilememek. İşin finansal boyutunu planlama konusunda sen nasıl bir yol izledin? Yaşam standardın bu değişimden nasıl etkilendi?

Kendimizi garantiye aldığımız bir planımız yoktu. Ama bizi rahatlatan bir konu vardı, kira başta olmak üzere sabit giderlerimiz İstanbul’a göre yarı yarıya azalmıştı. Bu durumda aslında gelirimiz hiç değişmese ve sadece birimiz çalışmaya devam etse bile yine de iyi durumdaydık. Ahmet freelance çalışmaya devam ediyor, ben de çizerlik yapıyordum. İşler yolunda gitmezse ikimiz de asgari ücretle herhangi bir yerde (bir mağaza veya markette) çalışır geçiniriz diyorduk. Kariyerimizi devam ettirme gayretinde değildik. Tek istediğimiz bizi mutlu edecek bir yerde yaşamaktı.

Denize yakın olmak, ormanda, dağlarda yürüyebilmek için kilometrelerce yol yapmak zorunda kalmamak, sakin bir mahallede/köyde yaşamak, trafiksiz araç kullanabilmek, vakti gelince ekip biçebilmek, dalından meyve yiyebilmek, temiz hava gibi şeyler bizim için asıl zenginlikti. Bir yandan da geçen zaman içinde ikimizin işleri de bizim planladığımızdan çok daha iyi yönde şekil değiştirdi ve ilerledi. İyi ki iş kaygısı ile hayallerimizden vazgeçmemiş yolumuza devam etmişiz. Bu güzel gelişmeler de sanki yolumuza devam ettiğimiz için yaradanın bize hediyesi oldu. Öyle inanıyoruz.

Şehirdeki yaşamını ve köydeki hayatını karşılaştırdığında, sence hem şehir yaşamının hem de köy yaşamının artıları ve eksileri neler?

Yaşadığımız yer Bodrum merkeze 30 km mesafede, eskinin köyü, yeninin mahallesi. Artık tam kırsal değil. Üçer beşer tane de olsa marketler, kafeler, petrol ofisinin falan olduğu gelişen, büyüyen bir bölge. Bizim evimiz buranın az biraz dışında bir köyde. Yürüme mesafesinde bakkal vs. yok. Sadece komşu evler var. Komşularımız hayvancılık, bağ bahçe bostan işleriyle uğraşan buralı insanlar. Fakat bizim yaşadığımız ev bir köy evi değil, bir daire. Kırsal yaşam deyince insanların aklına ilk gelen bahçeli bir ev, kendi domatesin, biberin ve tavukların oluyor. Bizim hayatımızda (henüz) bunlar yok. Köy içinde ama iki bloktan oluşan yeni bir sitede yaşıyoruz. Kırsalla şehrin gerçek bir karmasını bulduk gibi bir durum var bizim için. Bununla birlikte aslında kırsalda yaşamayı çokça tecrübe ettiğimiz günlerimiz de oluyor burada.

Dışardan gelene açık ve paylaşmayı seven insanlarla çevrildi etrafımız. 3,5 yılda komşularımız, bayram kahvaltılarını birlikte yaptığımız, çocuğumuzu emanet edebildiğimiz ailemiz gibi oldular sağ olsunlar. Yumurtayı, sütü komşuların tavuklarından, ineklerinden alıyoruz. Bahçelerine ekip biçtiklerinden ben de çokça bilgi edindim. Eşlik ettim. Nar ekşisi, tarhana, salça yapmayı, zeytin toplamayı ve kurmayı, türlü türlü Ege otunu, köy adetlerini ve daha bir çok şeyi öğrendim, yaptım. Sessizliğe ve o sessizliği bozan traktör, tavuk ve inek seslerine kulağımız alıştı. “İstanbul’dan Ege’ye göçeli neredeyse 3 ay olacak.” diye başladığım bir yazı yazmıştım. Oğlumuz Ali burada doğdu. Hamileliğim boyunca sürekli ormanlarda, kırlarda yürüyebildim. Yaz aylarında gün aşırı denize gittik. Sakin ve sağlıklı bir hamilelik geçirdiysem burada yaşıyor olmanın da büyük katkısı oldu bence buna.

Ali 2 yıl boyunca ineğinden atına, kaplumbağasından kazına, kuzusundan civcivine türlü hayvanla yakından tanıştı. Kırlarda emekledi, dağ yollarında yürümeyi öğrendi. Henüz 1 yaşını doldurmadan kamp yapmaya başladık. Sokağından deve geçen, Marmaris’ten Datça’ya türküsü eşliğinde arabayla dondurma satılan, insana kendini tatlı bir Ege filminde hissettiren bir yer burası. Civar köylerde yaptığımız uzun yürüyüşlerde karşılaştığımız insanlardan duyduğumuz ilk kelime hep “hoş geldiniz” oluyordu. Şaşırıyorduk. Tanımadığın, yolda geçerken karşılaştığın insanlar sana hoş geldiniz diyor. Evine davet eden, yedirip içiren, bahçesinde ne varsa toplayıp kucağını dolduran yabancı insanlar. Belki annelerimizin “Allah iyi insanlarla karşılaştırsın” duası kabul olmuştur, belki de sahiden Ege insanı böyledir. Komşularımızı anlatmıyorum bile. Artık onlar hikayemizin bir parçası ve bizde yerleri çok ayrı.

İstanbul’da çok büyük bir sitede yaşıyorduk. 2 yılın sonunda oradan taşındığımız gün yan dairedeki komşumuzla tanışmış ve ancak o gün, eşyalar kamyona yüklenirken bir kahve içebilmiştik. O zamanlar biz de biraz yabaniydik galiba. Ya da çoğu şehirli gibi kendi hayatımızla meşguldük. Aynı blokta 100’den fazla aile ile yaşarken gece aç yatabilirsin ve kimse bunu bilmez. Buradaki ilk yılımızda bunu çok sorgulamıştık. Bolluk, bereket, paylaşmak, yedirmek, içirmek, ağırlamak, yardımlaşmak ile ilgili algımız epey değişti burada. Alışveriş şeklimiz de değişti. Haftalık pazar alışverişi yapmaya başladık. Marketten aldığımız şeylerin sayısı azaldı, civar köylerden gelen tanıdıklardan, yerel ve küçük üreticiden aldıklarımız arttı. Şehirde doğmuş büyümüş insanlar olarak kırsalı ne kadar sevmiş ve uyum sağlamış olsak da şehir yaşamını ara ara yaşamak isteyebilirdik. Bunu dezavantaj olarak yazabilirdim ama burada pek hissetmedik çünkü Bodrum bir küçük İstanbul. O yüzden evimizin köyde olmasını ama bir yandan da Bodrum gibi bir yere yakın olmayı, güzel mekanlarda vakit geçirmeyi, konserleri, etkinlikleri takip edebilmeyi de sevdik.

Hamileliğim sırasında Bodrum’da tanıştığım başka anne arkadaşlarımla her hafta buluşabiliyoruz. Bebekleri arkamıza atıp hep birlikte bisiklet turları yapıyor, bazen denize gidiyoruz. Her hafta gitmeyi sevdiğimiz bebek/çocuk dostu mekanlar var. İstanbul’da olsam bebekli arkadaşlarımla bu kadar kolay ve sık buluşabilir miydim emin değilim. Tüm bunlardan ötürü kendimi çok şanslı bir yeni anne olarak görüyorum. Bizim için burası bir ara kademe oldu. O yüzden bir köy evi bulup izole bir hayata geçmektense önce hem kırsala hem şehre yakın bir yerde, alışkın olduğumuz ev düzeninde (bir daire) yaşamak bize iyi geldi. Baştan böyle planlamamıştık ama süreçte işler buna evrildi ve iyi ki öyle olmuş diyoruz şimdi.

Asıl amacımız gerçekten kırsal bir yerde (özellikle ormana yakın) kendi arazimiz içinde bir evimizin olmasaydı. Başından beri niyetimiz buydu. Ama İstanbul’da yaşarken uzaklardaki o araziyi bulmak, köyü seçmek hiç kolay olmuyor. Burada geçirdiğimiz ilk yıl civar köyleri gezdik sıkça. O arada Çanakkale’deki yeri sattık. Burada güzel yerler bulduk, beğendik, kararsız kaldık almadık, sonra almaya niyet edince satıldığını öğrendik, üzüldük. Emlakçılarla uğraştık, bazen birimiz beğendi, birimiz beğenmedi, yine olmadı. Bazen bulduğumuz araziyi beğendik ama köye kanımız kaynamadı, ya da tam tersi. Epey uğraştık. Ve sonunda vazgeçtik. Sonra “Bari yatırım olsun” deyip herhangi bir köyden bir arazi aldık. “En az 1 yıl şu işe ara verelim, zaten güzel bir yerde yaşıyoruz, artık tadını çıkaralım, sonra bakarız” dedik ama duramadık ve sonuna içimize çok sinen o arazi bulduk. Bu sefer de paramız kalmamıştı. Kredi çektik. Tıpkı bu coğrafyaya ilk geldiğimizde hissettiğimiz “burada doğmuş ve büyümüşüz” hissini o araziyi gezerken yaşadık. Yalnız bu kez araziyi alıp ev yapacaktık, yatırım gerektirecek ve emek harcayacaktık. 1 yıl boyunca buraları gezdiğimiz, yaşadığımız, tanıdığımız ve en önemlisi çok sevdiğimiz için yine o hissin peşine gidebildik. Bir süredir de hayal ettiğimiz evi (tiny house’tan normal eve döndü hayallerimiz) yapmak için uğraşıyoruz. O da bambaşka bir hikaye…

Şehir yaşamından uzaklaşıp taşraya yerleşmeyi planlayan okuyucularımıza tavsiyelerin neler olur?

Yaşamak istediğiniz veya merak ettiğiniz bir bölge varsa oraya en yakın yerleşim yeri neresiyse önce orada kiraya çıkmak, hatta imkanınız varsa şehirdeki evinizi kapatmadan gelip birkaç ay, belki 1 yıl yaşamak, denemek, çok iyi olur. Bunu yapamıyorsanız bir şekilde o bölgede vakit geçirmeye çalışın. Tatile gidin, kamp yapın, yürüyüş yapın. Bazen yan yana iki köy size farklı hissettirebilir. Bir köy evi bulmak, bir arazi seçmek, şehirde bir daire ve mahalle seçmekten biraz daha farklı. Orada bizzat bulunmak, gidip gelmek, gezmek, insanıyla tanışmak selamlaşmak, muhtarıyla sohbet etmek, ne bileyim varsa bir bakkalı alışveriş yapmak… Havası, gecesi gündüzü… Bunlar size ne hissettiriyor buna bakmak iyi olur. Biraz o bölgeyi yaşamak yani. Hem köylünün hepsi satılık evini, arazisini emlak sayfalarına koymuyor. Eşiyle, ailesiyle birlikte kırsalda bir yaşam kurma hayali olanlar, bunu gerçekten ikiniz de istiyor musunuz? Bir tarafın bir tarafı ikna ettiği bir senaryo zor olabilir. Aynı şeyi isteyen iki insanın enerjisi işleri kolaylaştıracaktır. Son tavsiyemiz de şu olur; hareket etmeden önce tüm sorulara cevap bulmaya çalışmayın, kervan yolda düzülür. Varsa niyetiniz, şimdiden yolunuz açık olsun, ayağınıza taş değmesin. 

 

İlginizi çekebilir:
Şehre uzak, hayata yakın: Semanur Aksoy ve İstanbul’dan Fethiye’ye uzanan hikayesiŞehre uzak, hayata yakın: Semanur Aksoy ve İstanbul’
Şehre uzak, hayata yakın: Seza Aslanbaş ve İstanbul’dan Yalıkavak’a uzanan hikayesiŞehre uzak, hayata yakın: Seza Aslanbaş ve İstanbul’

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Güne lezzetli bir başlangıç için kahvaltılık tarifler

Ne demiş şair; kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sizce de öyle değil mi? Günün ilk öğününün, bize gün boyu yetecek kadar neşe ve enerji kaynağı olması gerekmiyor mu? İster sabahın çok erken saatlerinde ister öğlene yakın olsun, fark etmez; günün ilk öğünü her zaman çok önemli. Çünkü günün geri kalanını etkileyen, o günün ne kadar kaliteli bir gün olduğunu belirleyen en önemli faktörlerden biri; güne neler yiyerek başladığımız…



Ancak hepimiz biliyoruz ki, klasik kahvaltı tarifleri zamanla sıkıcı hale gelebiliyor. Yumurta, peynir, zeytin güzel bir başlangıç olsa da her gün aynı şeyleri yemek hayatlarımızda monotonluk yaratabiliyor. Dolayısıyla biraz daha yaratıcı alternatiflere ihtiyacımız var. Ama bir yandan da yoğun tempomuza ayak uydurabilmek için pratik ve besleyici olmalı. Tabii lezzetten de ödün vermek olmaz. İşte tam da bu noktada lezzeti ile, pratikliği ile, besleyiciliği ile kahvaltıların yıldızı müsli karşımıza çıkıyor. İşte müsli kullanarak hazırlayabileceğiniz lezzetli ve sağlıklı kahvaltılık tarifler:

Müslili Ekmek

Eğer kahvaltıda değişiklik yapmak ve lezzet ile besleyici değeri bir arada sunan bir alternatif arıyorsanız, müslili ekmek tam size göre. Klasik ekmek tariflerine göre çok daha zengin ve doyurucu bir seçenek sunan bu kahvaltılık tarifi, aynı zamanda çok daha lezzetli, çok daha eğlenceli. Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli’nin içeriğindeki kızılcık, kuru üzüm, elma ve marakuyalı özel karışım sayesinde enerjik bir sabaha doyurucu dilimlerle merhaba diyebilirsiniz.

Malzemeler:

Hamuru için:

  • 1 su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 2-3 tatlı kaşığı Dr. Oetker Aktif Maya
  • 0,5 çay bardağı süt
  • 4-4,5 su bardağı un
  • 0,5 çay bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1 yumurta
  • 100 gram yumuşak margarin

Üzeri için:

  • 2-3 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 yemek kaşığı su

Hazırlanışı:

  • Mayayı bir kaseye alın ve üzerine yarım çay bardağı ılık sütü ilave edin. Kaşık ile birkaç kez karıştırıp 10-15 dakika bekletin.
  • Unu derin bir kaba eleyin ve üzerine beklettiğiniz mayayı ilave edin. Toz şeker, süt, yumurta ve margarini ilave edip iyice yoğurun. Üzerini kapatıp ılık ortamda 40-45 dakika bekletin.
  • Süre sonunda mayalanan hamura 1 su bardağı meyveli müsliyi ekleyin ve yoğurun. Hamuru yuvarlayıp pişirme kağıdı serilmiş fırın tepsisine alın. Üzerine su sürüp meyveli müsli serpin ve 20 dakika bekletin.
  • Fırını belirtilen dereceye ayarlayıp ısınması için önceden açın. (Alt-üst pişirme: 170 °C, Turbo pişirme: 160 °C)
  • Hamurun üzerini keskin bıçak ile 3-4 yerinden 1 cm derinliğinde kesin ve 25-30 dakika pişirin.
  • Fırından çıkarıp soğutun. Dilimleyerek servis yapın.

Çikolatalı Çıtır Smoothie Bowl

Kahvaltıda kendinizi şımartmak ve güne ‘bomba’ gibi başlamak istiyorsanız, tatlı bir kahvaltılık tarifi tam size göre olabilir. Çıtır tahıl ve çikolata parçacıkları içeren Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli ile çok pratik ve çok lezzetli bir kahvaltılık bowl hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • 2 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli
  • 1 adet olgun muz
  • ½ avokado
  • 1 yemek kaşığı kakao tozu
  • 1 su bardağı badem sütü

Hazırlanışı:

  • Olgun muzu, avokadoyu, kakao tozunu ve badem sütünü blender’a alın. Pürüzsüz bir kıvam alana kadar yüksek hızda karıştırın.
  • Elde ettiğiniz smoothie karışımını bir kaseye aktarın ve kahvaltılık bowl için tabanı hazırlayın.
  • Smoothie tabanın üzerine çıtır çıtır Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli’yi ekleyin. Ve harika kahvaltı kaseniz hazır.

Portakallı Muzlu Müslili İçecek

Kahvaltılarınızı bir sonraki seviyeye taşımaya hazırsanız, Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli ile tanışın. Bu benzersiz müsli, sadece lezzetiyle değil, aynı zamanda sağlık açısından sunduğu faydalarla da kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olmaya aday. Hem lif hem de Vitamin B1, demir ve magnezyum gibi önemli besin öğeleri açısından zengin olan bu müsli ile harika bir kahvaltılık içecek hazırlayabilir, güne başlarken ihtiyacınız olan enerjiyi ve besinleri alabilirsiniz:



Malzemeler:

  • 50 g Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli
  • 1 poşet Dr. Oetker Şekerli Vanilin
  • 2 adet muz
  • 2-3 dilim ayıklanmış ve zarları çıkarılmış portakal dilimleri
  • 2 su bardağı buzdolabında soğutulmuş süt
  • 2 yemek kaşığı bal

Hazırlanışı:

  • Muzları soyup iri parçalara kesin ve mutfak robotuna alın.
  • Üzerine portakal dilimleri, süt, bal ve şekerli vanilini ilave edip meyveler ezilinceye kadar karıştırın.
  • Hazırladığınız içeceği bardaklara alın. Üzerlerine çıtır müsliyi ekleyip kaşık ile karıştırın.
  • Buzdolabında 30 dakika bekletip servis yapın.

Meyveli Mini Kahvaltılık Muffin

Güne başlarken modunuzu yükseltecek, enerjinizi yerine getirecek ve ihtiyacınız olan besin öğelerini almanızı sağlayacak ve tüm bunları yaparken de eğlenceli bir hale çevirecek muffinlere kim hayır diyebilir ki… Siz de demezseniz, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ile harika bir kahvaltılık hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • ½ su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 paket Dr. Oetker Hamur Kabartma Tozu
  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 2 yemek kaşığı bal
  • ½ su bardağı süt
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 adet yumurta
  • 1 adet mini muffin tepsisi

Hazırlanışı:

  • Fırını 180 derecede önceden ısıtın ve mini muffin tepsisini yağlayın.
  • Bir kasede tam buğday unu, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ve kabartma tozunu karıştırın.
  • Başka bir kapta süt, eritilmiş tereyağı ve yumurtayı çırpın. Islak malzemeleri kuru malzemelerin üzerine dökün ve karıştırın.
  • Hazırladığınız kek harcını mini muffin kalıplarına eşit miktarda bölün. Her bir kalıbı üçte iki oranında doldurmanız yeterli olacaktır, böylece kabardığı zaman da yeteri kadar alan kalacaktır.
  • Yaklaşık 20 dakika kadar pişirdikten sonra fırından çıkarın, birkaç dakika beklettikten sonra servis edebilirsiniz.

Bonus: Çabasız ve lezzetli kahvaltılar

Eğer daha hızlı bir şekilde lezzetli, pratik ve doyurucu kahvaltılık tarifler hazırlamak istiyorsanız, fazla çaba harcamadan da eğlenceli kahvaltılar yapabilirsiniz. Müslinizi ister sütle ister yoğurtla karıştırın; üzerine meyve, bal, biraz da kuruyemiş ekleyin ve voila! Enfes kahvaltınız hazır… Ama bir dakika; zaten eklenmişi var 🙂 Dr. Oetker Vitalis’in lezzetli, doyurucu ve sağlıklı dünyası ile klasik kahvaltılar yerine daha enerjik tariflerle güne başlayabilirsiniz.

Sağlıklı ve dengeli beslenmeyi, ‘sıkıcı’ kalıplardan çıkarmak ve her güne büyük bir neşe ile başlamak istiyorsanız Dr. Oetker Vitalis, kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olacak. Üstelik sadece kahvaltılarınızın da değil; ara öğünlerinizde de lezzetli atıştırmalıklar olarak tüketebilirsiniz. Bu çıtır lezzetler, gününüzün her saatine enerji ve neşe katacak!

Siz de Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’in Multi Meyveli Çıtır Müsli, Bal Bademli Çıtır Müsli ve Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli çeşitlerinden dilediğinizi seçebilir, güne en sevdiğiniz lezzetle harika bir başlangıç yapabilirsiniz.

*Bu yazı Dr. Oetker katkılarıyla hazırlanmıştır.

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale