X

Runfire Kapadokya Ultra Maratonu katılımcılarından fotoğraflarla müthiş deneyimler

Ateşe doğru koşanlar – 1

Evvelki hafta koşulan Runfire Kapadokya Ultra Maratonu’na katılamadığım için içim içimi yedi, orada olan hangi arkadaşımı takip edeceğimi şaşırdım, gördüğüm her fotoğrafla birlikte ışınlanmanın artık elzem hizmetlerden biri haline geldiğini tekrar anladım. O kadar özel şeyler paylaşıyordu ki herkes, duygular şelaleydi diye tarif etsem yalan olmaz.

Madem ben gidemedim, o zaman biriyle röportaj yapmalıydım ama tek kişi olmasa daha iyiydi sanki. Kamp alanına gidip, toplu halde koşmayı düşünürken insanın nasıl olup da bu kadar kendi içine dönebildiğinden tutun da, yeni başlayacaklara önerilere kadar pek çok bilgi ve yoğun duygu içeriyor aşağıda söylenenler. Ben sordum, ultra maratonların değişmez şampiyonu Mahmut Yavuz, iyilik yaparak iyilik bulunacağına inanan ve bu yolda yılmadan yürüyen, güzel insan Yonca Tokbaş, koşarak dünyayı dolaşan Gözde Uysal, tescilli demir adam Göksen Çınar, dünyaya ve başkalarının hayatına değer katmak için kilometreleri adım adım kat eden Ebru İney cevapladı

Bir toplu röportaj da haftaya gelecek. Sözü fazla uzatmadan sizleri ateşe doğru koşanlarla baş başa bırakıyorum.

Runfire Kapadokya’da katılımcılar koşulara katılıp, dilediklerince eğleniyorlar

Nasıl bir duygu ateşe doğru koşmak?

Yonca:Ateşe doğru koşmak. Ateşin içinde koşmak, ateşten kaçarak koşmak, ateşle yaşayabilmek için koşmak, ateşi kucaklamak, ateşle oynamak ve bütün bunların hepsini yaparken kendine iyi bakıp eğlenebileceğini, hayatta kalmak için nelere dikkat etmen gerektiğini bilmek, bulmak ve bilen, bulanlardan dinleyerek uygulamak demek…” diyebilirim.

Mahmut: Fransız gazeteci Brice Rohaut‘un kelimeleriyle “Cehennemde cenneti yaşamak gibi“, benim kelimelerimle sıcakta güzellikler içinde koşmak.

Gözde: Muhteşem bir duygu. Ben yaz çocuğuyum; Aslan burcuyum. Yükselenim de Aslan; yani ateş grubuyum. Sıcak severim. Koşullar tam benlikti.

Göksen: İnanın, orada olmayanlara bunu anlatmak kadar zor bir şey yok. Ne kadar büyük bir tecrübe, bir bilseniz. Arabada 41 derece gösteren sıcaklıkta, hiç sorgulamadan 3 saat koşuya başlamak  ve bunu 7 etap devam ettirmek! Çok değişik bir kafa. Yarışın ertesi günü sabah saat 9’da, yarıştığımız günlere nazaran daha serin bir havada hepimizin söylediği şuydu: “Kimse beni bu hava da koşturamaz!” Peki biz 6 gün nasıl koştuk? Bambaşka bir güç. Yazarak anlatılamaz, orada olup yaşamak lazım.

Ebru: Olağanüstü. Daha önce yaşadığım hiçbir duyguyla tam olarak tarif edilemeyecek bir deneyimdi. Hayranı olduğum Kapadokya’yı, koşarak da yaşamış olmaktan dolayı çok mutluyum.

Runfire Kapadokya Ultra Maratonu, bir mücadele ortamı olduğu kadar arkadaşlıkların da kurulabildiği bir atmosferde gerçekleşiyor

Toplam kaç gün, kaç km koştun?

Yonca: 6 günde 7 koşu yaptık. Toplam 125 km koştum sanırım. Çünkü 5. günün ilk etabında yaklaşık 2.5 km saptım rotadan. Her gün az çok sapmış olsam belki biraz az, biraz çoktur mesafe.  Buradaki “kaç km” sorusunu çok anlamlı bulamıyorum Kıvançcığım. Neden diye sorarsan; rota, hava, doğa koşulları gereği bir gün 5 km’yi 4 saatte aşabilir, diğer gün 10 km’yi 1 saatte geçebilirsin. O yüzden mesafe ve zamanın nasıl göreceli olduğunu anlıyor insan bir yandan da. Dayanıklılık sporu olan ultra maratonlarda, bence mesafe kadar bedensel ve ruhsal olarak ne kadar sürede bunları yapabildiğin ve ne kadar sürede yaparsan yap, varacağın yere nasıl vardığın konusu daha hayati bir mesele. Keza, bir ultracı o günkü 33 km’lik parkurun 12. km’sinde bırakma kararı almış olabilir ve bu aldığı en doğru karardır. Kimse kalkıp “Ayol 33 ne ki?” dememeli.

Mahmut: 6 gün, 7 etap, 253 km. (Kıvanç’ın notu: Mahmut bu mesafeyi, diğer koşuculardan farklı olarak, çantası sırtında, sıcak su dışında hiçbir yardım almadan koştu.)

Gözde: 6 gün kategorisinde yarıştım. Toplamda kaybolmalarımla ya da Bakiye Duran tanımlamasıyla rotadan şaşmalarla 130 km koştum. 6G kategorisini çok şükür sağlık ve mutlulukla tamamladım.

Göksen: Ben 6g yarışçısıydım. 6 günde 7 etap koştum ve toplamda 125 km koşmuş olduk. Hepsi arazide yapılan koşular. Belki de sadece 10 km’si asfalttır. Hele 3. gün bir parkur vardı ki dillere destan. Son 7 km boyunca sürekli tırmanış vardı. Son 3 km’yi gördük ancak oraya ulaşmamız 40 dakikamızı aldı. (Kıvanç’ın notu: bkz: Aynı konuda Yonca’nın söyledikleri)

Ebru: 6 günde yaklaşık 125 kilometre koştum.

Ebru İney de, Runfire Kapadokya Ultra Maratonu katılımcılarından

Onca zorluğa; yokuşa, bayıra, sıcağa rağmen seni Runfire’a katılmaya iten asıl neden neydi?

Yonca: Doğa ve yalnızlık… Kendimle özgür zaman geçirme hasreti. Cesaretimi perçinlemek, güçlenmek, rahatlamak, kimi zaman saçma sapan şeylerle haksızca yorulan beynimi, bedenimi, ruhumu dinlendirmek. Dinlenmek için gittim. Hep gideceğim.

Mahmut: Geçmiş senelerde koşmuş olduğum ilk çok etaplı ultra maraton olmasından dolayı aramızda doğal bir bağ var. Ayrıca Türkiye’deki iki çok etaplı ultra maratondan biri. Arkadaşlık, dostluk ve doğa bir başka oralarda.

Gözde: Bir süredir yoga pratiğimde ateş elementi ağır basıyor. Sanırım ateş ve güneş beni çektiRunfire Kapadokya ve Likya Yolu Ultra Maratonu ülkemizde yapılan çok etaplı, özel ve uluslararası maratonlar. Bu maratonların ülkemizin tanıtımı ve koşu kültürünün daha da artması adına desteklenmesi gerektiğine inanarak da katıldım.

Göksen: Uzun etap ekibinde bambaşka bir enerji var. Ama en önemlisi kendimi kendim gibi hissedebildiğim minimalist yaşamın içinde olmak beni cezbetti. Orada herkes egodan yoksun ve saatlerce sohbet edebilecek bir ortam buluyor. Dışarıdaki kimliklerinizi ilk gün kapıdan girince bırakıyor ve mükemmel bir sinerji ile zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Benim seçimimde: 2 önemli sebep vardı. Birincisi triatlon yarışlarında en zayıf hissettiğim alan koşu ve bunu biraz daha olsun zorlayabilmek, diğeri ise spor tatili yapmak ki inanın son yıllarda yaptığım en güzel tatil oldu.

Ebru: Katılmaya iten tam olarak bu zorluklardı zaten. İki yıl öncesine kadar hayatımda koşu yoktu. İki yıldır şehir maratonu koşuyorum. Hiç çadırda kalmamış, arazide koşmamıştım. Köpek korkum, hijyen hassasiyetim, sıcağı sevmemem nedeniyle doğada olmayı istesem de gerçekleşmesi zor bir hayaldi bu benim için. Bir süredir içinde yer aldığım COGNITA sayesinde mindfulness alanında da çalışmalar yapıyorum. Katılma cesaretini bulmamda katkısı olduğunu düşünüyorum. Katılmak istememin asıl sebebi, kendimi aşmaktı.

Gözde Uysal ultra maraton için hazırlanırken

Hayal ettiğini buldun mu?

Yonca: Bulmak ne demek, fazlasını buldum, hep buldum. Mutsuzken mutlu olmaya başlayan insanları gördüm. Hasta gelip iyileşenini. Üstten bakarken, eşitlenmeyi. Yüzlerce gerçek duygu. Rahat rahat ağlayabilmek, yargılanmamak. Sürekli karşılıksız, koşulsuz destek. Hırsların insanca yönetimi ve asla yardımseverlik, dürüstlük, etik gibi konulara yenilmemesi. Gerçek bir spor kültürü bu. Hatta en alası.

Mahmut: Buldum kesinlikle. Kısaca Runfire anlatılmaz, yaşanır. Hayatta bazı anların bitmesini hiç istemezsin ya, bu da öyle bir şey.

Gözde: Hayal ettiğimden çok daha fazlasını buldum. Benim mesleğim Etkinlik Yöneticiliği. Uzun yıllar boyunca değişik sektörlerden, çok farklı etkinlikleri gerçekleştirdim. 5 yıllık koşu geçmişimde ise yurt içi ve yurt dışı maratonlara katıldım. Ben bu kadar özenle, gönülden yapılan başka bir koşu etkinliği görmedim. Organizasyonda çok fazla detay vardı, her gün farklı parkurlarda koştuk. Kamp her gün başla bir alana taşındı. Bir dolu tedarikçi ve gönüllüler çalıştı. Hepsi biz koşucular mutlu olalım ve motivasyonumuz yüksek olsun diye ellerinden geleni gönülden yaptılar. Yüzlerinden tebessüm ve pozitif enerjileri eksilmedi. Bu vesile ile Uzun Etap, Argos İletişim yetkilileri Özge ve Özgür’e ve tüm ekibe çok teşekkür ederim. Bu maratona Akut ve Adım Adım‘dan arkadaşlarım ile katıldım. Ayrıca yepyeni dostlar edindim. Dolu sohbetler, paylaşımlar ve özel ortak anlar yaşadım. Bu güzel duyguları yaşatan tüm dostlarıma çok teşekkür ederim. İyi ki sizi tanımışım, iyi ki hayatlarımız bu noktada kesişmiş.

Göksen: Hayal ettiğimden fazlasını buldum hem de. Dostluğu, içtenliği, minimalizmi gördüm. Yardımlaşmayı gördüm. 3 dk önümdeki rakibime streching yaptırarak ertesi gün daha iyi koşmasını sağlamaya çalıştığımı gördüm. Kendi adıma bir çok hırsımı yendim orada. Yarışmamayı seçmenin ve anı yakalamanın ne olduğunu keşfettim. Bana çok güzel bir ayna oldu Runfire ve hayata daha başka bakmamı sağladı. Hatta hayatta yapmam dediğim şeyleri yeri gelince yapmaya başladım. Hayatta aramam dediğim kişiye mesaj attım mesela.

Ebru: Açıkçası bu kadarını hayal edememiştim ve çok daha fazlasını buldum. Koşmak benim için kendini keşfetmek, yenilemek, daha üretken ve mutlu olmak yolunda yolculuk demek. Bu yolculuğa Kapadokya’nın büyülü coğrafyası eklenince, yıllarca zihnimde taşıyacağıma emin olduğum bir hafta yaşadım. Zorlandığım anlardan çok şey öğrendim, gelişime açık yönlerimin farkına vardım. Bahsetmeden geçemeyeceğim bir şey daha var ki, birbirini hiç tanımayıp bu denli kalpten yardımlaşan insanları bir arada görmemiştim. Bu güzel insanları tanımak bana umut verdi. Runfire’da koşucular arasındaki yardımlaşmaya, hoşgörüye, sevgiye toplum olarak ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Runfire’da yaşadığın ve zihninin derinliklerine kazınan, aklına ilk gelen şey nedir?

Yonca: Bakiye ablanın bitiş çizgisine yanındaki yarışçıdan önde gelirken, durup arkasındakini beklemesi, elinden tutup el ele bitiş çizgisine girmesi. Her daim, bu zorlukları yaşama şansı veren organizasyona, destek veren bizlere teşekkür etmesi, en büyük can acısını yaşarken bile gülümsemesi ve asla şikayet etmemesi.

Mahmut: Dostluk, aile bağı.

Gözde: O kadar çok görüntü var ki. Ama sanırım 5. gün gündüz Tuz gölü ve sabaha karşı dolunay etabı en çok aklımda kalan anlardan biri. Şansımıza bu kez dolunay bize nadiren olan mavi ay olarak geldi. Tuz gölünde koşmak inanılmaz bir deneyimdi. Karda koşmak gibi ama hava çok sıcak. O kadar beyaz ki güneş gözlüksüz bakamıyorsun. Zemin yer yer buz mavisi balçık ve arada göle giriyorsun. Sonsuz bir düzlük, masmavi gökyüzü ve beyaz bulutlar. Bu dünyaya ait bir yer değildi. Bu etap sonrasında Ulukışla Kampı’nda dinlendik. Kampın bir tarafında güneşin batışına ardından mavi ayın doğuşuna şahit olduk. Sabah 3:30’da başlayan etapta, bu kez karanlıkta Tuz gölü üzerinde mavi aya doğru koştuk. Kafa lambalarımızı kapattığımızda ayın Tuz gölünü aydınlatması çok çok güzeldi. Sessizlik, sadece adım sesleri. Sonra dönüş gün doğumuna doğru. Ben bu iki etapta da yalnız koşarak biraz kendimle kalmayı ve bir nevi meditasyon koşusu yapmayı tercih ettim. Bu evrende ne kadar büyük ve ne kadar küçüğüz aslında… Bize bu deneyimi yaşattığı için yarış direktörü Sevgili Prof. Dr. Taner Damcı’ya özel olarak tekrar teşekkür ederim.

Göksen: Bir fenomen yarattık orada hep beraber: Yatağı ile gezen adam! İnanın tamamen tecrübe
ile o zeminde yatmamak için evdeki 2 kişilik şişme kamp yatağımı aldım yanıma. Normalde hayatta
almam ama bu yarışta biraz keyif yapayım istedim. Hatta french press bile götürdüm. Öylesine bir keyif yani ama daha ilk günden yatağım dillerde dolaşmaya başladı. Bir gün çadırlarımızdan çıkıp 5 kişi Tuz gölünün ortasında yatmaya karar verdik. Ertesi gün de uzun gün denen, toplam 2 etapta yaklaşık 40 km koşacağımız gündü. Sabahında düşünceli halde çadıra dönerken Alicem (3 dk farkla önümde ikinci olan rakibim) güzel bir resmimi çekmiş ve bunun üzerine sosyal medyada yatakla ilgili “fotoshop”lu resimler dönmeye başladı. Elimde halen hiç paylaşmadığım resimleri var. Yatak o kadar popüler oldu ki son 2 gece ben yatamadım üzerinde. Her gece en az üç, dört kişi ile yatağı paylaşıyordum. O yatak neler çekti neler.

Ebru: Her anı özeldi benim için. Çadırda uyumak, muhteşem dağlarda, tarlalarda, göl kenarlarında koşmak, yol boyunca gördüğüm köylülerle, çocuklarla sohbet edip onlardan güç almak, yol arkadaşlığını tam anlamıyla yaşamak, bedenimin sınırlarını zorlamak. Ama ilk aklına gelen deyince kurumuş Tuz gölü üzerinde gündüz ve gece yaptığımız toplam 36 kilometrelik koşuyu söylemeliyim. Gerçek olamayacak kadar güzel, kendimi severek okuduğum yazar Haruki Murakami kitaplarının kahramanları gibi hissettiğim anlardı. Koşmaktan keyif alan herkesin benzer anları yaşamasını dilerim.

Göksen Çınar, tescilli bir Iron Man

Yola çıkan kişiyle, eve dönüş yolundaki sen, aynı sen miydi?

Yonca: Asla değil. İçimdeki kötü, acımış, kokmuş şeyleri bırakıp, yerlerinde güller açan, misler kokan, gözü gönlü açılan bir Yonca olarak dönüyorum her seferinde. Çok özlüyorum bir sonrakini.

Mahmut: Evet. Çünkü daha önce yaşadım bu duyguyu.

Gözde: Açık kalple çıkılan her yolculuk özel bir deneyim. Bana yepyeni tohumlar serpildi.

Göksen: Kesinlikle değilim. Oraya kibirli, egosu daha yüksek ve memnuniyetsizliği daha fazla biri olarak gittim ama içimden bir şair ve bir dansöz çıktı adeta. Son gün sanırım aralıksız 5 saat göbek atmışımdır. Bir de artık yatağı ile gezen adam var tabii ki..

Ebru: Hayır. Bence Runfire’a katılanların hiçbiri artık tam anlamıyla eskisi gibi değil. Kendimi aşmak yolunda bir adım attım ve kendimle verdiğim mücadeleyi kazandım. Fark ettiğim değişim, kaç kilometre koştuğumdan, hangi hızda koştuğumdan çok ama çok daha değerli benim için.

Gözde Uysal ve arkadaşları
Göksen Çınar, yatağı ile gezerken
Ebru İney, ultra maratonun zorlu yollarından birinde görünüyor

6 gün içinde ne değişti hayatında?

Yonca: Ben Likya’ya ilk gittiğimde değişti o şey. Bir daha asla eski ben olmadım ya da belki de ben aslen böyleydim de aslımı, özümü yeniden buldum. Rahatladım. Hayata, insanlara güvenim yerine geldi. Umudum arttı. Korkmuyorum. Önyargım yok. Neye evet, neye hayır diyeceğimi biliyorum. Dahası bazen bir şeyi kazanmak için kendimi kaybetmektense, hayır diyebileceğimi öğrendim. Neye evet diyeceğimi, ne için devam edeceğimi çok iyi biliyorum. Etmezsem de kendimi dövmem. Sarıp sarmalarım. Anlayışlıyım kendime.

Gözde: Daha basit, daha az ve öz, daha minimalist olacağımı düşünüyorum. Doğada kalmaya daha çok ihtiyacım var.

Göksen: Minimalistliği öğrendim öncelikle. Ayrıca kendisi ile o kadar barışık insanlar gördüm ki bu sayede. Ben de ne dans etmekten çekindim ki dans etmeyi çok severim, ne de sesim kötü olsa da şarkı
söylemekten vazgeçtim. Sevgili Mirkelam bizimleydi 7 gün boyunca. Düşünün ki adamın yüzüne karşı
bu kötü sesimle “bu yüzdeeeen her gece beeeeeen, her gece üzülmüşüüüüüm” diye bağıra bağıra
şarkı söyledim. En önemlisi de birine kendimi beğendirmeye çalışma ihtiyacımdan arındım. Beni sevenin, olduğum gibi bir insan olarak beni kabul etmesi gerektiğini ve bu şekilde sevmesi gerektiğini daha iyi anladım.

Ebru: Elbette yepyeni bir insan olmadım ama anlamlı değişimi gözlemliyorum. Pek çok alanda esnekliğim, adaptasyon yeteneğim artıyor. Vazgeçilmezlerimi azaltıp, daha minimalist yaşamak noktasında Runfire Kapadokya bana çok şey öğretti. Her koşulda pozitif bakmanın, mücadele etmenin gücünü bir kez daha gördüm. Bundan sonraki hayatımda bu etkiyi sürdürebilmeye gayret edeceğim. Ayrıca hekim olarak zaten hayranı olduğum insan bedeninin gelişme potansiyeline de yeniden şahit oldum.

Göksen Çınar ve arkadaşları
Mahmut Yavuz
Mahmut Yavuz ultra maratonu birincilikle bitirdi.

Tek bir kelimeyle, koşan birinin neden Runfire’a katılması gerektiğine dair ipucu verecek olsan, ne derdin?

Yonca: Bunca soruya cevap verdim, içinden bir kelime okuyana dokunmadıysa belki katılan diğer arkadaşlarımın paylaşımlarına da bakmalı. Yine de, doğadan bu kadar uzaklaştırılan, sabahtan akşama yapamazsın edemezsin, öyle etme hasta olursun, buna güvenme soyulursun, aman karışma başına bela alırsın diyen ortamdan çıkmak için gelsinler. Gelsinler de, ne kadar güçlüler görsünler. Ya da hangi konularda çözüm bulma becerileri varmış meğer, onu görüp, şaşırsınlar. Kendilerini yeniden tanımak için, ayılmak için gelsinler.

Mahmut: Peri bacaları, balonlar ve Tuz gölü. Tek kelime olmadı. Tek kelime ile Runfire anlatılmaz ki

Gözde: Gerçek benliğine dokunmak.

Göksen: Runfire dönüşünde hayatınızda %100 bir değişim yaşayacağınızın garantisini verebilirim!

Ebru:Sen hiç Tuz Gölü’nde koştun mu?”

Gözde Uysal ultra maratonun yokuşlarından birinde mücadele ediyor

Koşarken asfalt mı tercih edersin, arazi mi? Neden?

Yonca: Arazi! Kendini dinler, kendinin en iyisi olmak için çabalarsan sakatlık yaşamazsın. Ve insan yapımı değil yahu, bildiğin arazi. Doğal yani.

Mahmut: Arazi. Asfalt olan yerleri araba ile keşfedebilirsiniz. Araziyi keşfetmek için ayaklarınıza, ruhunuza, bedeninize ihtiyacınız var. Kısaca kendinizle mücadele etmektir arazide koşmak.

Gözde: Bu soru bana çok geliyor. Yanıtım hep aynı. Arazi ve asfalt koşusu bana elma ve armut ayrımı gibi geliyor. İkisinin koşucuya sağladığı motivasyon çok farklı bence. İkisini de ayrı ayrı seviyorum. 16 hafta boyunca adanmışlıkla hazırlandığın ve senle aynı motivasyonla start almış, binlerce koşucu ile birlikte güzel bir şehirde, destekçilerin seni yol boyunca alkışladığı, güzel müzikler dinlediğin maratonu bitirmek inanılmaz bir heyecandır. Doğada kuş sesleri, ağaçlar, çiçekler, böcekler, köylüler, yokuşlar, inişler, su geçişleri, ip çıkışları ve bir dolu mucizeye tanık olduğun arazi koşuları ise apayrı bir keyiftir.

Göksen: Arazi tabii ki. Asfaltta çok hızlı olman lazım ve metronom gibi ritmik. Ama arazide elinde gps ile akıllı olman gerekir. Stabil bir yol olmadığından sürekli değişkenler vardır ve bu seni hep ayık tutar.
Ayrıca arazide karşına çıkabilecek manzaralar, doğa, hayvanlar, mental olarak da inanılmaz bir meditasyondur.

Ebru: Asfalt koşucusuydum daha önce hatta Runfire’da en zorlu anlarımı araziye alışık olmadığımdan dolayı yaşadım. İyi ki de yaşadım. Doğada olmak, kendini doğanın iyileştirici, zenginleştirici etkisine bırakmak bir harika. Koşmanın yarattığı etkiyle de çok uyumlu. O yüzden arazi diyeceğim. Şehir maratonu koşmaya devam ederim. Burada da kat edeceğim çok yol var. Ayrıca koşmayı benim için daha anlamlı kılan, ADIM ADIM yardımseverlik koşularımı şehir maratonlarında yapıyorum. İyilik peşinde koşmanın hayatları değiştirebilme potansiyeli beni heyecanlandırıyor ve motive ediyor.

Yonca Tokbaş da katılımcılar arasındaydı

Likya Yolu Ultra Maratonu’na da katılacak mısın?

Yonca: Tabii ki! Ölene kadar her imkanım olduğunda katılacağım. 100 yaşımda da orada olmak istiyorum. Bunu da hiç gülünsün diye demiyorum. Dünya’nın biricik tarihi, doğası orası. Başka bir büyü var orada ve insanlarımız bilmiyorlar. Hayatımda Likya Yolu gibi bir ortamı, -doğası, tarihi, mitolojisi, hikayesi dahil- bilmiyorum başka nasıl yaşarım. Birileri bizim için her şeyi hazırlıyor ve biz gitmeyeceğiz, öyle mi? Yemin ediyorum, çılgınlık… Hayatımın en önemli hayata döndüren kafa ve bedensel rehabilitasyon ve güçlenme tatili; Likyam.

Mahmut: Evet.

Gözde: Çok istiyorum ama bu sene zor görünüyor. Çünkü 11 Ekim’de Chicago’da tam maraton; 42.195 km koşacağım. Ama 2016 takvimime hem Runfire Kapadokya hem de Likya Yolu’nu aldım.

Göksen: Tabii ki… Kaçar mı? Yine 6g’de orada olacağım.

Ebru: Mutlaka orada olacağım. Arazinin biraz daha zorlu olduğunu biliyorum. Arazide antrenman yapıp hazırlanabilirsem koşucu, hazırlık için zamanım olmazsa da gönüllü olarak katılacağım.

Yonca Tokbaş, son gün tozu dumana katarak bitiş çizgisine girerken

Koşmaya yeni başlayanlara ne önerirsin?

Yonca: Koşsunlar. Kılık, kıyafet, alet, edevat, hız mız… Bunları düşünmesinler. Kendilerini dinlesinler. İçlerinden nasıl geliyorsa, öyle yapsınlar. En iyi kendi bilir, bedeni bilir. Yorulduysa yavaşlasın, dursun bir çay molası versin. Sıkıldı mı, ilk dolmuşla eve dönsün, canı çekince yine çıksın, denesin. Sakin ve yavaş… Bazen yürür, bazen koşar insan. Önemli olan hareket halinde olmak. Kimseye bakmasınlar. Özgürler, özgür kalsınlar, özgür hissetsinler. İçgüdülerini hatırlamayı unutmuş insanlarımız. Çok üzülüyorum. Bir kal kendi başına, bakalım ne yapacaksın. Çekinme. Ben gibi, benim kadar koşmak diye bir şey yok. Senin de kendine göredir tempon, mesafen. Bir elinin parmaklarının izleri bile tek şu dünyada. Kendin olarak yap…

Mahmut: 4g olsun, 6g olsun fark etmez, bu deneyimi kesinlikle tatmalarını tavsiye ediyorum. Kendilerine ufak hedefler koymalarını öneririm. Büyük hedeflere ancak ufakları başararak ulaşabiliriz.

Gözde: Rahat olmalarını ve kalplerini dinlemelerini öneririm.

Göksen: Koşmak insana özgürlük ruhunu aşılayan mükemmel bir şeydir. Bir iki günlük motivasyon kayıpları sizleri kesinlikle vazgeçirmesin. Basamakları teker teker çıkmak hedefiniz olsun. Hatta ulaşacağınız çok küçük hedefler ile başlayın her zaman.

Ebru: Yaşamlarına koşu girdikten sonra her şeyin çok daha güzel olacağına eminim. Benim için öyle oldu. Koşmanın fiziksel olduğu kadar zihinsel bir yönü de var ki yaratıcılığı, hayatın tüm alanlarındaki verimliliği arttırdığını düşünüyorum. Runfire Kapadokya, Likya Yolu Ultra Maratonu gibi özel rotalarda geçen arazi koşularını mutlaka denesinler. Doğada, hikayesi olan rotalarda koşsunlar, koştukça özgürleşsinler. Koşarak kendilerinden başkasını da mutlu etmek isterlerse, ADIM ADIM’a üye olup, iyilik peşinde koşsunlar. Kendilerine verebilecekleri bundan daha büyük bir armağan olamaz.

Runfire Kapadokya Ultra Maratonu’nda arkadaşlık ve dostluk ortamı oluştu

Röportajı okuyanlar seni sosyal medyada nereden takip edebilir, koşarken seninle nerede karşılaşabilirler?

Yonca Tokbaş: Beni Instagram, Twitter ve Facebook hesaplarımdan takip edebilirler.

Mahmut Yavuz: Blog yazıyorum. Ayrıca Facebook ve Istagram‘dan da bana ulaşabilirler.

Gözde Uysal: Hafta içi sabah saatlerinde Bebek ve Yıldız Parkı, hafta sonu Belgrad Ormanı’nda koşarım. Koşu etkinliklerine katılmayı ve yarışları desteklemeyi severim. En aktif kullandığım sosyal medya mecrası Instagram. Beni buradan takip edebilirsiniz.

Göksen Çınar: Bloğum var. Bunun yanında Facebook, Instagram ve Twitter hesaplarımdan takip edebilirsiniz.

Ebru İney: Şimdiye kadar sorsanız sadece üyesi olduğum spor merkezi ve maraton öncesi uzun koşularda Belgrad Ormanı olurdu cevabım. Sanırım bundan sonra doğada, açık havada koşmak yönündeki fırsatlara karşı daha açık olacağım. Uzunetap’ın düzenlediği ultra maratonlara ve diğer koşulara katılacağım. Yaşadığım benzersiz deneyim için, Uzunetap’a ve tüm koşuculara teşekkür ederim.

 

Not: Hem koşup hem de yukarıdaki fotoğrafları çeken Aykut Üstündağ’a sevgilerimle…

Kıvanç Ergun: Kıvanç Ergun bugün bisikletin tepesinde, yarın ormanda çamurun içinde… Harekete, iyilik peşinde koşmaya doyamıyor, başkalarına çılgınca gelen şeyleri yapmaktan inanılmaz keyif alıyor. İflah olmaz bir spor tutkunu olan Kıvanç, ‘yükseklerde’ yaşamanın, hayattan keyif almanın yolunu sporda bulmuş ve her gün yeni alanlara kayıp, kendini bilinmezlerde kaybetmekten hiç ama hiç çekinmiyor. Yaşını başını almış ama adrenalin söz konusu olunca kendini alamıyor, aktiviteye dalıyor. 2013 İstanbul Maratonu’nda ilk maratonunu (42 km), 2014'te Frig Vadileri'nde ilk Ultra Maraton’unu (60 km) koştu. Ulaşım aracı olarak bisikleti kullanıyor ve bisiklet kullananların sayısını kültürel gelişmeyle eşdeğer tutuyor. Yazdığı yazılarda sınırları nasıl zorladığından, deneyimlerinden bahsederken, bir yandan da hareket etmemek için yaratılan bahaneleri çürütmekten büyük keyif alıyor. Yardımseverlik koşusunun Türkiye'de tanınmasını sağlayan Adım Adım Yardımseverlik Platformu'nda Marka ve İletişim Koçluğu görevini yürütürken, aynı zamanda TOG'un AA içindeki STK Sorumlusu ve gönüllü koşucusu olarak da devam ediyor yaşamına... Fotoğraf konusunda fena değildir, takip etmek isterseniz: instagram/kiverg

Güne lezzetli bir başlangıç için kahvaltılık tarifler

Ne demiş şair; kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sizce de öyle değil mi? Günün ilk öğününün, bize gün boyu yetecek kadar neşe ve enerji kaynağı olması gerekmiyor mu? İster sabahın çok erken saatlerinde ister öğlene yakın olsun, fark etmez; günün ilk öğünü her zaman çok önemli. Çünkü günün geri kalanını etkileyen, o günün ne kadar kaliteli bir gün olduğunu belirleyen en önemli faktörlerden biri; güne neler yiyerek başladığımız…



Ancak hepimiz biliyoruz ki, klasik kahvaltı tarifleri zamanla sıkıcı hale gelebiliyor. Yumurta, peynir, zeytin güzel bir başlangıç olsa da her gün aynı şeyleri yemek hayatlarımızda monotonluk yaratabiliyor. Dolayısıyla biraz daha yaratıcı alternatiflere ihtiyacımız var. Ama bir yandan da yoğun tempomuza ayak uydurabilmek için pratik ve besleyici olmalı. Tabii lezzetten de ödün vermek olmaz. İşte tam da bu noktada lezzeti ile, pratikliği ile, besleyiciliği ile kahvaltıların yıldızı müsli karşımıza çıkıyor. İşte müsli kullanarak hazırlayabileceğiniz lezzetli ve sağlıklı kahvaltılık tarifler:

Müslili Ekmek

Eğer kahvaltıda değişiklik yapmak ve lezzet ile besleyici değeri bir arada sunan bir alternatif arıyorsanız, müslili ekmek tam size göre. Klasik ekmek tariflerine göre çok daha zengin ve doyurucu bir seçenek sunan bu kahvaltılık tarifi, aynı zamanda çok daha lezzetli, çok daha eğlenceli. Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli’nin içeriğindeki kızılcık, kuru üzüm, elma ve marakuyalı özel karışım sayesinde enerjik bir sabaha doyurucu dilimlerle merhaba diyebilirsiniz.

Malzemeler:

Hamuru için:

  • 1 su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 2-3 tatlı kaşığı Dr. Oetker Aktif Maya
  • 0,5 çay bardağı süt
  • 4-4,5 su bardağı un
  • 0,5 çay bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1 yumurta
  • 100 gram yumuşak margarin

Üzeri için:

  • 2-3 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 yemek kaşığı su

Hazırlanışı:

  • Mayayı bir kaseye alın ve üzerine yarım çay bardağı ılık sütü ilave edin. Kaşık ile birkaç kez karıştırıp 10-15 dakika bekletin.
  • Unu derin bir kaba eleyin ve üzerine beklettiğiniz mayayı ilave edin. Toz şeker, süt, yumurta ve margarini ilave edip iyice yoğurun. Üzerini kapatıp ılık ortamda 40-45 dakika bekletin.
  • Süre sonunda mayalanan hamura 1 su bardağı meyveli müsliyi ekleyin ve yoğurun. Hamuru yuvarlayıp pişirme kağıdı serilmiş fırın tepsisine alın. Üzerine su sürüp meyveli müsli serpin ve 20 dakika bekletin.
  • Fırını belirtilen dereceye ayarlayıp ısınması için önceden açın. (Alt-üst pişirme: 170 °C, Turbo pişirme: 160 °C)
  • Hamurun üzerini keskin bıçak ile 3-4 yerinden 1 cm derinliğinde kesin ve 25-30 dakika pişirin.
  • Fırından çıkarıp soğutun. Dilimleyerek servis yapın.

Çikolatalı Çıtır Smoothie Bowl

Kahvaltıda kendinizi şımartmak ve güne ‘bomba’ gibi başlamak istiyorsanız, tatlı bir kahvaltılık tarifi tam size göre olabilir. Çıtır tahıl ve çikolata parçacıkları içeren Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli ile çok pratik ve çok lezzetli bir kahvaltılık bowl hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • 2 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli
  • 1 adet olgun muz
  • ½ avokado
  • 1 yemek kaşığı kakao tozu
  • 1 su bardağı badem sütü

Hazırlanışı:

  • Olgun muzu, avokadoyu, kakao tozunu ve badem sütünü blender’a alın. Pürüzsüz bir kıvam alana kadar yüksek hızda karıştırın.
  • Elde ettiğiniz smoothie karışımını bir kaseye aktarın ve kahvaltılık bowl için tabanı hazırlayın.
  • Smoothie tabanın üzerine çıtır çıtır Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli’yi ekleyin. Ve harika kahvaltı kaseniz hazır.

Portakallı Muzlu Müslili İçecek

Kahvaltılarınızı bir sonraki seviyeye taşımaya hazırsanız, Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli ile tanışın. Bu benzersiz müsli, sadece lezzetiyle değil, aynı zamanda sağlık açısından sunduğu faydalarla da kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olmaya aday. Hem lif hem de Vitamin B1, demir ve magnezyum gibi önemli besin öğeleri açısından zengin olan bu müsli ile harika bir kahvaltılık içecek hazırlayabilir, güne başlarken ihtiyacınız olan enerjiyi ve besinleri alabilirsiniz:

Malzemeler:

  • 50 g Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli
  • 1 poşet Dr. Oetker Şekerli Vanilin
  • 2 adet muz
  • 2-3 dilim ayıklanmış ve zarları çıkarılmış portakal dilimleri
  • 2 su bardağı buzdolabında soğutulmuş süt
  • 2 yemek kaşığı bal

Hazırlanışı:

  • Muzları soyup iri parçalara kesin ve mutfak robotuna alın.
  • Üzerine portakal dilimleri, süt, bal ve şekerli vanilini ilave edip meyveler ezilinceye kadar karıştırın.
  • Hazırladığınız içeceği bardaklara alın. Üzerlerine çıtır müsliyi ekleyip kaşık ile karıştırın.
  • Buzdolabında 30 dakika bekletip servis yapın.

Meyveli Mini Kahvaltılık Muffin

Güne başlarken modunuzu yükseltecek, enerjinizi yerine getirecek ve ihtiyacınız olan besin öğelerini almanızı sağlayacak ve tüm bunları yaparken de eğlenceli bir hale çevirecek muffinlere kim hayır diyebilir ki… Siz de demezseniz, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ile harika bir kahvaltılık hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • ½ su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 paket Dr. Oetker Hamur Kabartma Tozu
  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 2 yemek kaşığı bal
  • ½ su bardağı süt
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 adet yumurta
  • 1 adet mini muffin tepsisi

Hazırlanışı:

  • Fırını 180 derecede önceden ısıtın ve mini muffin tepsisini yağlayın.
  • Bir kasede tam buğday unu, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ve kabartma tozunu karıştırın.
  • Başka bir kapta süt, eritilmiş tereyağı ve yumurtayı çırpın. Islak malzemeleri kuru malzemelerin üzerine dökün ve karıştırın.
  • Hazırladığınız kek harcını mini muffin kalıplarına eşit miktarda bölün. Her bir kalıbı üçte iki oranında doldurmanız yeterli olacaktır, böylece kabardığı zaman da yeteri kadar alan kalacaktır.
  • Yaklaşık 20 dakika kadar pişirdikten sonra fırından çıkarın, birkaç dakika beklettikten sonra servis edebilirsiniz.

Bonus: Çabasız ve lezzetli kahvaltılar

Eğer daha hızlı bir şekilde lezzetli, pratik ve doyurucu kahvaltılık tarifler hazırlamak istiyorsanız, fazla çaba harcamadan da eğlenceli kahvaltılar yapabilirsiniz. Müslinizi ister sütle ister yoğurtla karıştırın; üzerine meyve, bal, biraz da kuruyemiş ekleyin ve voila! Enfes kahvaltınız hazır… Ama bir dakika; zaten eklenmişi var 🙂 Dr. Oetker Vitalis’in lezzetli, doyurucu ve sağlıklı dünyası ile klasik kahvaltılar yerine daha enerjik tariflerle güne başlayabilirsiniz.

Sağlıklı ve dengeli beslenmeyi, ‘sıkıcı’ kalıplardan çıkarmak ve her güne büyük bir neşe ile başlamak istiyorsanız Dr. Oetker Vitalis, kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olacak. Üstelik sadece kahvaltılarınızın da değil; ara öğünlerinizde de lezzetli atıştırmalıklar olarak tüketebilirsiniz. Bu çıtır lezzetler, gününüzün her saatine enerji ve neşe katacak!

Siz de Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’in Multi Meyveli Çıtır Müsli, Bal Bademli Çıtır Müsli ve Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli çeşitlerinden dilediğinizi seçebilir, güne en sevdiğiniz lezzetle harika bir başlangıç yapabilirsiniz.

*Bu yazı Dr. Oetker katkılarıyla hazırlanmıştır.

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.

Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.

Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.

Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale