X

Ortaya çıkın ve paylaşın: Yeme bozukluğu yaşadığınızı saklamak zorunda değilsiniz

Hayatta hepimizin konuşmaktan ve başkalarına, hatta kendimize itiraf etmekten kaçındığı konular var. Aile yaşantımız, hastalıklarımız, travmalarımız, yaşadığımız maddi güçlükler, bedenimizi değiştirme ve onu aslında olmadığı bir şeye çevirme çabalarımızın yarattığı huzursuzluk halleri…

Kim olduğumuzu unutmuş, belki de hiç keşfedememiş oluşumuzun verdiği kaybolmuşluk hissi. Evet, böyle “hassas” konuları yüksek sesle dile getirmek hiç kolay değil. “Ama bu benim özel hayatım.” “Mahremiyet denen bir şey var.” “Kol kırılır yen içinde kalır.” Toplum içinde konuşmaktan çekindiğimizde bu cümlelere ne kadar sık başvurduğumuzu fark ettiniz mi? Yanlış demiyorum ama bazen kendimize bahaneler mi üretiyoruz diye düşünmeden de edemiyorum. Sanırım bir sınır var ve içinde bulunduğumuz hali ya da hislerimizi aşağılanmaktan, suçlanmaktan, zayıf ve aciz görülmekten dolayı gizlediğimiz her seferinde bahanelere sığınmış oluyoruz.

Bu sayfada yazmaya başlarken belli bir amacım vardı ve bunu daha ilk yazılarımdan birinde açık etmiştim: Anoreksiya nervozanın altında bir ses daha var: Duyun onu! Bu yazıda ciddi bir psikolojik rahatsızlık olan anoreksiya nervozayla mücadele ettiğimi söylemekten kaçınmadım. Bu önemli bir adımdı çünkü yapılan çalışmaların da gösterdiği gibi yeme bozuklukları yaşayan insanlar bunu paylaşmaktan utanıyorlar.

Yeme bozuklukları her zaman fiziksel semptomları üzerinden anlaşılamadığı için, hastalar, seneler boyunca anoreksiya nervoza ya da bulimiya nervoza veya tıkanırcasına yeme gibi rahatsızlıkların kıskacında güç bela yaşamaya çalışıyorlar. Ben de uzun zaman sakladım. Daha doğrusu senelerce kendimden sakladım, kabul etmedim. Hastalığımı kabullenmem ancak terapilere başladıktan bir sene sonra mümkün oldu ve bir kez kabullenince çekinmeden etrafımdakilere de anlatmaya başladım. Bunun nasıl bir hastalık olduğunu ve beynimin nasıl en büyük düşmanım olup çıktığını anlattım.

Utanç ya da ayıplanma korkusu yaşamadan hislerimi paylaşabilmemin en büyük nedenlerinden biri elbette her zaman arkamda olan ailem ve sevgilerinden kuşku duymadığım arkadaşlarımdı. Ama herkesin benim kadar şanslı olmadığını biliyorum ve yeme bozukluklarının daha birçok konu gibi gerek bizim toplumumuzda, gerek dünya genelinde bir tabu olarak kaldığının farkındayım.

Dünya genelinde 70 milyondan fazla insan yeme bozukluklarıyla mücadele ederken bu konuları olağanca açıklığıyla tartışamamak gerçekten dert edilmesi gereken bir mesele. Bunu normalleştiremedikçe, yani etrafımızdaki insanlarla paylaşamadıkça içimize çekiliyoruz. Sonrası ise kaygı, depresyon, bağların kopması. Yeme bozuklukları, gerçek ve tek dostumuz gibi hissetmeye başlıyor, gittikçe yalnızlaşıyor ve tehlikeli bir şekilde uçuruma doğru koşuyoruz.

Şu “utanç” kavramına bakalım biraz. Sizin için ne ifade ediyor bilmiyorum ama Daring Greatly adlı kitabın yazarı Brene Brown için utanç, “kusurlu olduğumuza ve bu yüzden ne sevilmeye ne de ait hissetmeye değdiğimize inanmamızın yarattığı katlanılmayacak kadar acı bir his ya da deneyim,” anlamına geliyor. “[Utanç] bağ kuramama duygusudur. Yaptığımız bir şey, ulaşamadığımız bir ideal ya da karşılayamadığımız beklentiler nedeniyle insanlarla bağlar kurmayı hak etmediğimiz düşüncesinin verdiği büyük korkudur.”

Yeme bozukluğu yaşayan insanların bunu diğer insanlarla paylaşmaktan korktuğunu fark etmem kolay olmadı çünkü ben de tam olarak bu korkuyu yaşadığımı uzunca bir süre fark edememiştim. Öncelikle kendime itiraf etmekten korkmuştum yıllarca, haliyle iyice kabuğuma çekilmiş, uzatılan elleri geri çevirmiş ve “ben böyle iyiyim” maskesi altında yaşamaya çalışmıştım. Ama o terapi odasında bir gün cümleler ağzımdan çıkıverdi. Benim ciddi bir yeme bozukluğum var. Bu halim, bu zayıflığım ve kaygılı zihnim ne iştahsızlıktan ne de sağlıklı ve yeterli beslenmeme rağmen kilo alamıyor oluşumdan. Ben kendimi aç bırakıyorum. Ve bunu neden yaptığımı bilmiyorum.

Anoreksiya nervozayla mücadele ettiğimi anladım. Bundan sonra da aslında garip yeme düzenimden, takıntılarımdan, asosyalliğimden, ilişki ve bağ kurmaktan kaçmamdan, sürekli güçlü görünme çabalarımdan kısacası bu hastalığın huyumu değiştirdiğini kabul etmekten, onun bedenimde, ruhumda ve zihnimde açtığı yaraları biraz da olsa açık etmekten deli gibi utandığımı anladım. Çünkü “başarılı, çalışkan ve iradeli Burcu” imajı yaralanacaktı. Etrafımdaki insanları hayal kırıklığına uğratmış olacak, tek başıma yapamadığımı ve başkalarının yardımına ihtiyaç duyduğumu göstermiş olacaktım. O zaman insanlar beni yargılamaz mıydı? Zayıf görmez miydi? Bu rahatsızlıktan iyileşmenin ilk aşaması yeterince beslenip kilo almak diyordu doktorlarım, ama yemek yememek sahip olduğum nefsin ve gücün bir imgesi değil miydi? Hayır. Alakası yok. Asıl kendimi açlığa mahkum ederek tüm benliğime işkence etmek bir başarısızlık. İyileşememek bir yenilgi. Ama yine de adım atmak çok zor.

Brown’a göre utanç en çok da görünüşümüzü ve bedenimizi fazlaca sorun ettiğimiz zamanlarda ortaya çıkıyor. Hiç şaşırtıcı değil. Utancın yukarıdaki tanımına yeniden bir bakın, beden imajı ile arasındaki bağlantıyı kaçırmak mümkün değil. İncecik bedenlerin idealleştirilmesi birçok insanı doğal beden şekillerinden dolayı kusurlu ve değersiz olduğunu düşünmeye zorluyor. Mükemmel beden imajı gerçek değil, mümkün de değil. Herkesin kendine özgü beden özellikleri ve şekilleriyle doğduğunu, bunu sonradan bozmaya, küçültmeye ve değiştirmeye çalışmanın sağlıksız olduğunu kabul etmemiz lazım. Yani, bu durumun yarattığı utanç duygusuyla yüzleşmek. Gerek yeme bozukluğu yaşayan insanların, gerek bedeniyle ilgili başka sorunları olan insanların utanmadan ve korkmadan buna karşı mücadele etmesi o kadar önemli ki, böylece hem kendi yaşamımızı hem de çocuklarımızın geleceğini etkileyen aldatıcı mesajların etkisinde kalmaktan kurtulabiliriz.

Bağlarımızı yitirmeyelim ve asıl olduğumuz kişiden ayrı düşmeyelim. Utançla nasıl mücadele edeceğiz? Bu histen, bu kısır döngüden nasıl kurtulacağız?

Konuşarak.

Konuşmamayı tercih ettiğimiz her an utanç da gittikçe büyür. Sağlığı hiçe sayan popüler diyetlere ya da yeme bozukluklarına karşı savaşırken çoğunlukla yalnızmışız gibi hissederiz. Onun gibi olsam, onun gibi güçlü ve biraz daha ince, işte o zaman herkes beni daha çok beğenir diye düşünürüz. “Temiz beslenme” adı altında yiyecekleri “iyi” “kötü” “yasak” olarak etiketleyen ve değerimizi neyi ne kadar yediğimizle belirlemeye çalışan bir zihniyete maruz kaldığımız günümüz dünyası, bizi böyle düşünmeye sevk ediyor. Ama emin olun, o daha güçlü ve ince diye özendiğimiz insanlar da kendilerini başkalarıyla kıyaslıyor ve utanç hissini onlar da yaşıyor. Bize kendimizi değersiz hissettiren suçlayıcı ve olumsuz hislerle baş etmenin en etkili yolu onları paylaşmaktır.

Toplumun dayattığı “mükemmel beden” standartları aslında gerçeği yansıtmayan, imkânsız bir imajdır ve ne yaparsak yapalım imkânsıza ulaşamayacağımız için çabalarımızı ve kendimizi yetersiz görmemiz kaçınılmaz olur. Ama bizi boğan hisleri bir kez açık ettiğimizde başkalarının da peşimizden geleceğini, paylaşarak ve çoğalarak güçleneceğimizi bilelim.

Brown’ın Daring Greatly kitabındaki şu sözleri “konuşabilmeye” ne denli ihtiyaç duyduğumuzu anlatıyor aslında: “…utanç gücünü konuşulamayan şeylerden alır. Bu yüzden de mükemmeliyetçi olanlarımızı sever çünkü bizi susturmak çok kolaydır. Utancın ne olduğu üzerine yeterince konuşabilir ve bu konuda bilinç kazanabilirsek, onu köklerinden koparabiliriz. Utanç etrafına kelimelerin yapışmasından nefret eder. Utancı dile getirirsek, onu sindiririz. Hikâyelerimizi anlattığımızda utancı yok ederiz.

Yeme bozuklukları olan insanlar da genellikle mükemmeliyetçi yapılarıyla bilinir. Mükemmeliyetçilik bu açıdan her ne kadar bir dezavantaj gibi gözükse de aslında zayıf noktamızın farkına varıp bunu konuşmak için ihtiyaç duyduğumuz cesarete dönüştürebiliriz. Mükemmeliyetçi yapım bana nasıl fayda getirir ve beni hangi durumlara karşı savunmasız bırakır? Savunmasız kaldığımda kişiliğimin bu yanını nasıl kullanmalıyım ki bana güç versin? Belki de en doğru sorular bunlar. Cevapları bulmak içinse samimi olup önce kendi hislerimizle yüzleşmek sonra da insanlara açılma cesaretini göstermek gerek.

Elbette en yoğun duygularımızı herkesle paylaşabilmek mümkün değil. Buna lüzum da yok. Kalbimizi, kim olduğumuzu iyi bilen ve ne olursa olsun bize sırtını dönmeyecek birkaç insana açılabilsek, güvenimizi kazanmış bu insanlarla paylaşabilsek bile utanç duygusuna üstün gelebiliriz. Ailemiz, terapistimiz, diyetisyenimiz, yakın arkadaşlarımız… Bu insanlarla konuştuğumuzda, hassasiyetimizi onlarla paylaştığımızda güvende hissederiz. Kısacası, bizi yargılamayacak ve sevgisini asla esirgemeyecek insanlar olmalı hayatımızda.

Kara Lydon, yeme bozuklukları ve utanç arasındaki ilişkiyi incelediği makalesinde yeme bozukluklarıyla mücadele eden insanların bunu öncelikle terapisti ve/veya diyetisyeniyle paylaşmasının iyi bir başlangıç olabileceğini belirtiyor. Elbette bu noktada diyetisyenimizin yeme bozuklukları konusunda uzman biri olması ve salt “kilo verdirmeyi” başarı saymaktansa karşısındaki insanın sağlıklı kilosuna ve vücut yapısına ulaşmasında ona yardımcı olmayı görev bilmesi önemli. Tedavi olmak için güvendiğimiz insanların duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı fark etmesi gerekiyor.

O halde, saklanmaktan vazgeçerek başlayalım mı? Ördüğümüz duvarları bir bir yıksak? Yargılanmaktan korkmasak ve başkaları hakkımda ne der diye endişelenmesek de gerçek benliğimizin “görünmesine” izin versek?

Ancak bu şekilde bizimle aynı şeyleri yaşayan insanlarla bağlar kurabiliriz. Johann Hari, depresyonun nedenlerini incelediği müthiş kitabında kaygılarımızın ve endişelerimizin bağsız ve köksüz kalmaktan kaynaklandığının, bunun da depresyona neden olduğunun altını çiziyor. Yani, yalnız olmadığımızı ve yalnız hissetmenin her türlü olumsuzluğun temelinde yattığını unutmamamız gerek.

Gelin önce bize değerimizi unutturan ve üzerimizde ağır bir utanç duygusu yaratan durumları bir bir keşfedelim. Sonra da bunlarla mücadele ederken bize destek olacak insanlara açılalım. Üstelik bu bir süre sonra tek taraflı bir paylaşım olmaktan çıkacak, karşımızdaki insanlar da kendi hislerini anlatacaktır. Haydi, kapandığımız adadan çıkalım artık.

Kaynak:

Dr. Gershen Kaufman The Psychology of Shame: Theory and Treatment of Shame-based Syndromes adlı kitabında yeme bozukluklarını “utanç kaynaklı rahatsızlıklar” olarak tanımlamıştır. 
ABD merkezli bir sivil toplum örgütü olan ‘National Eating Disorder Association’ (Yeme Bozuklukları Ulusal Birliği) kaynaklarında paylaşılan bilgidir. Yeme bozuklarıyla ilgili diğer istatistikler için bu yazıya
bakabilirsiniz.
Brown’ın bu kitabı Cesur Yanınızı Kucaklayın adıyla Meriç Selvi tarafından Türkçeye çevrilmiştir (Martı Yayınları). Bu yazıdaki alıntılar Selvi’nin çevirisi değil, kitabın İngilizce orijinalinden benim yaptığım çevirilerdir.
Lydon’ın ‘How to Combat Shame’ adlı yazısına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Hari’nin bu kitabı Kaybolan Bağlar: Depresyonun Gerçek Nedenleri ve Beklenmedik Çözümler adıyla Barış Engin Aksoy tarafından Türkçeye kazandırılmıştır. (Metis Yayınları)

İlginizi çekebilir: Bedenimizde rahat hissetmek ve bedenimizle bağımızı güçlendirmek için neler yapabiliriz?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Yeni yıl hediyelerinin vazgeçilmezi Sosyopix ile anılarınızı ölümsüzleştirin

Sevdikleriniz için hediye seçmek bazen uzun uzun düşünmeyi gerektirir. Çünkü aslında aradığımız şey, sadece bir eşya değildir; bir duyguyu, bir anıyı, bir hatırlamayı karşı tarafa hissettirmektir. Tam da bu yüzden fotoğrafla kişiselleştirilmiş hediyeler, her zaman daha çok dokunur. Tek bir kare, bir gülüşün ardındaki hikayeyi yeniden canlandırır; yıllar önce çekilmiş bir fotoğraf bile açıldığında ilk günkü kadar sıcak hisseder. Sosyopix işte tam da bu noktada, o paha biçilmez anılarınızı estetik ve yaratıcı dokunuşlarla unutulmaz kılıyor.



Kişiselleştirilmiş takvimlerle zamanı anlamlandırmak

Yeni yıl, hayatımızda yeni sayfalar açmak demektir. Bu nedenle kişiselleştirilmiş takvimler, sadece günleri takip ettiğiniz bir araç olmaktan öteye geçer; umut ve güzellikle dolu bir yılın sembolü haline gelir. En güzel fotoğraflarınızla hazırlanan masa veya duvar takvimleri, sevdiklerinizin her gününe anlam katar. Her sayfa, sadece bir tarih değil, hatırlanan ve paylaşılan özel bir anı olarak kalır. Takvimi her çevirdiğinizde, geçmişin güzel anılarını hatırlamak ve geleceğe dair küçük bir mutluluk hissi yaşamak mümkündür. Bu küçük ama etkili detay, hediyenizi hem estetik hem de duygusal olarak unutulmaz kılar.



Anıların dokunulabilir hali: Fotoğraf baskıları



Bir zamanlar telefon ekranına sığdırdığınız, galeri arşivlerinizde kalan en mutlu kareleri bu yılbaşı yeniden keşfetmenin tam zamanı. Sosyopix fotoğraf baskıları, en özel anlarınızı sıcaklığını ve kalitesini koruyarak dilediğiniz formda hayat bulduruyor. İster yaz tatilinde o hiç bitmesin dediğiniz gün batımı karesini, ister kış tatilinde çekilmiş kar manzarasını seçin; retro tarzda ya da şık bir çerçeveyle hazırlatabilirsiniz.Çalışma masasında duran küçük bir fotoğraf, sizi kış tatilinin huzuruna veya yılın en güzel anılarına götürebilir. Bu yıl sevdiklerinize sadece bir hediye değil, birlikte paylaşılan özel anıları ve mutluluğu hediye edin.

Anıların estetik hali: Fotoğraf albümleri

Fotoğraf albümleri, her dönem popülerliğini koruyan ve hiçbir zaman değerini kaybetmeyen hediye seçeneklerinden biridir. Çünkü bir albüm, yalnızca fotoğrafları bir araya getirmez; aynı zamanda belirli bir dönemin, bir ilişkinin ya da bir yolculuğun hikayesini saklar. Sayfaları çevirdikçe hatırlanan detaylar, yeniden yaşanan duygular ve geçmişten gelen sıcaklık, bu hediyeyi zamansız bir klasik haline getirir.

Kişiye özel tasarlanan fotoğraf albümleri, hem estetik hem de duygusal yönüyle güçlü bir hediye seçeneği sunar. Kapak dokusundan sayfa düzenine, renk seçiminden yerleştirdiğiniz küçük notlara kadar tamamen size ait bir anlatım oluşturma fırsatı verir. Bu, sadece bir hediye değil; kendi elinizle hazırladığınız bir zaman kapsülüdür.



Anıları duvarlara taşıyan çerçeveler

Mutlu anıları saklamanın tek yolu albümlerde biriken fotoğraflar veya fotoğraf baskıları değildir; bazen evin en görünür köşesine yerleştirilen bir çerçeve de aynı etkiyi yaratır. Ölümsüzleştirilen anları çerçeveleyerek yaşam alanlarınıza sıcaklık ve derinlik katarken sevdiklerinizin her baktığında o ana yeniden dönmesini sağlar. Farklı boyut seçenekleri sayesinde ister küçük bir köşeyi canlandırabilir ister salonunuzun atmosferini değiştirebilirsiniz.  Duvarlara zarar vermeyen yapışkanlı çerçeveler ise kolay kullanımıyla, yalnızca bir dekor değil; her gün gülümseten bir anı sunar. 

Bi’kutu anı: Özel hediye kutularıyla yeni yıl coşkusu

Yeni yıl ruhunu tek bir kutuda toplamak istiyorsanız, özenle hazırlanmış hediye kutuları bunun için ideal bir çözüm sunar. İçerisinde not defterleri, yılbaşı ruhunu yansıtan kupalar, kokulu mumlar ve daha pek çok özel hediye, kutuyu açan kişinin yüzünde sıcak bir tebessüm bırakır. Böylece hediyeniz yalnızca bir kutu değil, birlikte paylaştığınız anıların sıcacık bir yansıması olur.

Siz de bu yıl, sıradanlığın dışına çıkarak sevdiklerinizin yüzünde unutulmaz bir gülümseme oluşturmak istiyorsanız, Sosyopix’in sunduğu bu kişiselleştirilmiş dünya tam size göre. Hatıralarınızı canlandırın ve onlara, her baktıklarında sizi hatırlatacak, zamana anlam katan dokunuşlar hediyeler sunmak isterseniz aradığınız her şey Sosyopix’te!





İlgili Makale