Bedenimizde rahat hissetmek ve bedenimizle bağımızı güçlendirmek için neler yapabiliriz?

Bedenimde rahat hissetmiyorum, vücudumdaki ağrılara mı yoksa bir türlü dinginlik bulmayan ruhumun baskısına mı katlanmak daha zor, doğrusu bilmiyorum. Son zamanlarda böyle cümleler kurarken yakalıyorum kendimi. Yeni bir durum değil bu benim için aslında, ama yıllardır mücadele ettiğim anoreksiya nervoza rahatsızlığı bazen daha da çekilmez oluyor; kendimi değersiz ve aciz hissettiren kötü ve aldatıcı sözlerinin ardı arkası kesilmiyor. Bu sayfada her ne kadar yeme bozuklukları üzerine yapılmış çalışmalardan alıntılar ve derlemeler yaparak hazırladığım yazıları paylaşsam da bunların içine mutlaka kendi deneyimlerim ve duygularım da karışıyor. Başka türlüsü de elimden gelmezdi sanıyorum.

Uplifers.com’daki serüvenime, anoreksiya nervozaya karşı mücadelesini azmi ve kararlığı sayesinde kazanan Hanne Arts’la yaptığım röportajla başlamıştım. Aslında ona sorduğum soruların hemen hepsi, itiraf ediyorum, biraz bencilce bir itkiyle hazırlanmıştı çünkü bu rahatsızlığı yenmeme yardımcı olacağını düşündüğüm neyi merak ediyorsam onu sormuştum. Ama şimdi bakınca aslında sorduğum soruların ve Arts’ın verdiği içten yanıtların benim gibi birçok hastaya el uzattığını anlıyorum. İkinci yazım biraz daha kişiseldi; ben kimdim, ne meselem vardı da bu sayfadan sizlere sesleniyordum?

Kendi sesimin, daha mutlu ve tasasız olan benin anoreksiya nervozanın altında nasıl gittikçe solduğundan, o sesi yeniden bulabilmek ve bu süreçte yeme bozuklukları yaşayan, bu konuda bilgilenmek isteyen insanlarla kelimeler üzerinden de olsa bağ kurabilmek için yazmaya başladığımdan bahsetmişim. Sonraki haftalarda yeri geldi anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza gibi yeme bozukluklarının semptomları, yarattığı olumsuzluklar ve tedavi yöntemleri hakkında bilgilendirici içerikler; yeri geldi yeme bozukluklarını alışkanlık olarak ele alan ve bunun beynin sinaptik bağlantılarıyla ilişkisini inceleyen kitaplar üzerine yazdım. Yeme bozuklukları ile sağlıklı beslenme arzusu arasındaki bıçak sırtı meseleye de değindim; bedenini yeterince beslemekten kaçınan anoreksiya nervoza hastasının dünyadaki açlık sorunu karşısında nasıl hissettiğini de ifade etmeye çalıştım.

Yeme bozuklukları fiziksel, zihinsel ve ruhsal açıdan son derece riskli sonuçları olan rahatsızlıklardır. Tedavilerini bu denli güçleştiren ise rahatsızlığa neden olan etmenlerin tek bir kökene indirgenemeyişi. Deneyimler, travmalar, mükemmeliyetçi karakter yapısı, medyanın yanlış ve aldatıcı şekilde sunduğu beden imajları, spor ve sağlıklı beslenme ile kurulan takıntılı ve ölçüsüz ilişkiler; bunların hepsi yeme bozukluklarına yol açabilir. Sebep ne olursa olsun (ki ben artık “Neden bunu kendime yapıyorum?” diye sormaktan vazgeçtim, sebep ya da sebepler o kadar önemli değil belki de –asıl mesele iyileşme motivasyonunun bizi nerede beklediğidir), dönüp dolaşıp yazının başında bahsettiğim ruh haline geliyoruz: Biz, yeme bozukluklarıyla mücadele eden insanlar, bedenlerimizin içinde rahat değiliz ve onu duyamıyoruz; dahası bedenimiz ile ruhumuz da birbiriyle olan bağını yitirdi.

Bu hislerle belki yeme bozukluklarına daha da sarılıyoruz, bazen yediklerimizi kısıtlayarak, bazen tıkanırcasına yeme epizotları yaşayıp sonrasında “telafi” çabalarına girerek bedenlerimize işkence yapmaya devam ediyor, kime ya da neye karşıysa aslında nefretimiz bunun acısını kendimizden çıkarıyoruz. Ama şunu anlamamız gerekiyor: Bu bir kısır döngü ve eninde sonunda geri tepiyor. Bedenimize ve ruhumuza işkence etmeye devam ettikçe ne daha iyi hissediyoruz, ne içsel meselelerimizi halledebiliyoruz, ne de daha güçlü oluyoruz. Aksine, kırılganlığımız, savunmasızlığımız artıyor; kaygılar, endişeler üşüşüyor ve sağlığımızı gittikçe kaybediyoruz.

Bu döngüyü kırıp çarkı tersine çevirebilmek için kendime de size de mucizevi bir reçete sunmak isterdim. Ama ne yazık ki bu mümkün değil. Yine de yeme bozuklukları gibi fiziksel ve zihinsel rahatsızlıklarla mücadele ettiğimiz süreçte en azından bize biraz olsun yardımcı olacak yöntemler var. Bunların bazılarını kendi deneyimlerimle keşfettim, bazılarıyla ise yeme bozuklukları yaşayan diğer insanların yolculuklarında karşılaştım. Aslında bunlar sadece yeme bozukluklarından kurtulmaya çalışırken uygulayabileceğimiz yöntemler olmanın çok ötesinde; hayatımızın her alanına ve her sürecine yayabilsek, dahası bunları içselleştirebilsek daha huzurlu ve sağlıklı olabileceğimize inanıyorum.

En azından deneyebiliriz, ne dersiniz?

Bedenimize iyi davranmakla başlayalım…

Kilo verip zayıfladığımızda bedenimizi daha çok seveceğimizi düşünüyor, bu yüzden çoğu zaman kendimizi açlığa mahkûm ediyoruz. Burada sağlıklı olmak için gerekli, ölçülü ve doktor kontrolündeki bir kilo kaybından bahsetmediğimizi vurgulamaya gerek yok sanıyorum. Özellikle yeme bozukluğu yaşayan insanların besinlerle maalesef sorunlu bir ilişkileri vardır ve bunu tersine çevirmenin yolu da bedenimizi ona iyi gelecek besinlerden mahrum bırakmamaktır. Yeterince yemeliyiz, doygunluk hissine ulaşıncaya kadar.

Kendimizi aç bırakmamalıyız ama aşırı yemek, tıkanırcasına yeme epizotlarına girmek de bedenimize ve ruhumuza bir o kadar zarar verir. Sağlıklı beslenme meselesine gelince; sağlıklı gıdaları tüketmekte elbette bir sorun yok ama her şeyin bir ölçüsü olmalı değil mi? Eğer canınız çikolata istiyor ama siz bundan “suçluluk” duyup isteğinizi meyveyle bastırmaya çalışıyorsanız, muhtemelen taktiğiniz işe yaramayacaktır.

Bedenimiz arkadaşımız gibi olsa…

Bedenimizi en iyi arkadaşınız olarak düşünelim. En iyi arkadaşımızla çoğunlukla nasıl konuşuruz? Bedenimize en iyi arkadaşlarımıza asla söyleyemeyeceğimiz şeyleri söylediğimiz, onunla son derece kırıcı ve incitici konuştuğumuz oluyor değil mi? Evet, bedenimiz çok sevdiğimiz, güvendiğimiz ve birlikte olmaktan keyif aldığımız en iyi arkadaşımız olabilir. Eğer biz ona karşı acımasız olmazsak…

Yaşıyorsak bedenlerimiz sayesinde…

Bedenlerimiz, “hayat” denilen koşuşturmacada tökezleyip düşmeyelim diye elinden gelenin en iyisini yapıyor. Ben buna inanıyorum. Biz ona iyi bakmadığımızda, fiziksel ve ruhsal açıdan yeterince beslemediğimizde bile elindeki gücü olabildiğince mantıklı bir şekilde kullanıp bizi ayakta tutmak için çabalıyor. Bedenlerimize neler neler için güveniyoruz, bir düşünsenize; işe gidip gelebiliyorsak, arkadaşlarımızla hoşbeş edebiliyorsak, sevgilimizle yeni ülkeler keşfedebiliyorsak, dans edebiliyorsak, gülüp ağlayabiliyorsak, spor yapabiliyorsak hepsi bedenlerimiz sayesinde. Ve tabii daha birçok şey…

Olumsuz düşünce ve duygularımızı değiştirmek için beden dilini kullanabiliriz

Kendime güvenmiyorum; bedenimle barışık değilim,” demeyi bıraksak ve “Kendime güvenmemem için hiçbir sebep yok; bedenimi seviyorum ve onun değerini biliyorum” desek, yani beden dilimizi değiştirsek, o kovalayıp durduğumuz güven ve emniyet duygusu gelmez mi dersiniz? Bu konuda sosyal psikolog Amy Cuddy’nin TEDTalks’ta yaptığı muhteşem bir konuşma var. Cuddy, beden dilinin beynimizdeki hormon seviyelerini etkileyerek kendimize duyduğumuz güveni artırabileceğini savunuyor. Haydi, hiç olmazsa, şimdi omuzlarımızı dikleştirelim, derin bir nefes alalım ve hafifçe gülümseyelim. Kendimizi daha iyi hissetmememiz için bir sebep yok.

“Manken gibi incecik…” Bu cümleyi kafamızdan silsek?

Kendimizi sık sık televizyon ve moda sektöründe gördüğümüz mankenlerle karşılaştırıyor ve ne yazık ki “ideal beden”in (böyle bir şey varsa tabii!) anlamını onlarda arıyoruz. Yeme bozuklukları konusunda danışmanlık yapan Melissa Preston, yazdığı bir makalede kadınların yalnızca %1 ila 2’sinin doğal olarak mankenler kadar zayıf ve ince olduğunu, geri kalanlarımızın ise bunu sağlıksız ve zorlama yöntemlerle elde etmeye çalıştığını ifade ediyor. Kaldı ki ekranlarda, dergilerde gördüğümüz “ideal” kadın görsellerinde de rötuşlar yapıldığı artık herkesçe bilinen bir gerçek.

Kısacası, kendimizi aslında var olmayan bir imgeyle karşılaştırıyor, var olmayan bir vücut tipine ulaşmaya çabalıyoruz. Araştırmalar, kadınların moda dergilerine baktıktan sonra kendilerini kötü hissettiğini, bedenlerinden uzaklaştıklarını ortaya koyuyor. O halde, bu dergilere bakmayı bırakmakla işe başlasak? İnternette karşımıza çıkan reklamlara, güvenilir olmayan içeriklere, insan sağlığını dikkate almaksızın kendine olabildiğince fazla “müşteri” kazanmaya bakan diyet sektörüne ve ticari zihniyete sahip “sağlık uzmanlarına” sırt çevirsek? Çevremize baksak; gerçek kadınların nasıl olduklarını ve bedenlerinde nasıl rahat ettiklerini görmeye başlayamaz mıyız?

Spor yapmak muhteşem hissettirebilir, yeter ki…

Yeter ki, sporu bedenlerimizi zorlayabileceğimiz, daha fazla kalori yakmak amacıyla ölçüsüzce başvuracağımız bir yöntem olarak görmeyelim. Fiziksel aktiviteler, mutluluk hormonlarımızı yükseltir, vücudumuzu güçlendirir, kısacası canlılık sağlar. Fakat ne zaman ki sporu bedenimize zarar verecek boyutlara taşıyoruz işte o zaman bilin ki ya yine yeme bozukluklarının aldatıcı sesine kulak vermişizdir ya da başka bir şeylerin hırsını bedenlerimizden çıkarmaya çalışıyoruzdur.

Yaptığımız sporun süresi, zorluğu ve ölçüsü kadar hangi tür aktivitelerde bulunduğumuz da önemli elbette. Koşmayı sevmiyorsak bunu yapmak zorunda değiliz! Eğlenerek yapabileceğimiz o kadar fazla fiziksel aktivite var ki! Hareket ederken öncelikli amacımız kendinizi iyi hissetmek olsun. Belki dans etmeyi seviyoruz? Tek ihtiyacımız olan müzik ve bize yeterince alan sağlayan bir oda. Yürüyüşe çıkmak hem bacaklarımıza hem de ruhumuza iyi geliyor olabilir. Bir durup düşüneli mi? Gerçekten mutlu hissedeceğimiz aktiviteleri keşfedebiliriz.

Yoga?

Kulağa klişe geliyor belki ama bedenini duyumsayamayan, onunla olan bağını kaybetmiş insanlar için yoga gerçekten işe yarıyor. Özellikle de yeme bozukluklarıyla mücadelemizde bedenlerimizi yeniden dengeye kavuşturmak, dahası allak bullak olan hayatımızı düze çıkarmak için yogadan destek alabiliriz. Anoreksiya, bulimiya, tıkanırcasına yeme gibi rahatsızlıklarımız varsa ya da yemeyle ilgili herhangi bir şekilde sorun yaşıyorsak, bedenimizdeki yedi enerji merkezini oluşturan çakraları harekete geçirmek için hazırlanan yoga çalışmalarıyla rahatlayabiliriz.

Yoga eğitmeni Nicola Jane Hobbs, yoganın, yeme bozuklukları yaşayan kişinin bedeniyle yeniden bağ kurması için, dahası bedenimizi açlıkla terbiye etmeye çalışan düşünce ve duygulardan kurtulabilmemiz için mükemmel bir yol olduğunu söylüyor. Hobbs, bahsettiğimiz yedi enerji merkezine odaklanan bir yoga videosunu da sayfasında paylaşmış. Emin olun, bu videoyu sadece izlerken bile bedeninizde bir uyanış ve umut verici kıpırtılar duyabiliyorsunuz.

İlginizi çekebilir: Çocuğunuza bedenini sevmesi için yardım edebilirsiniz: Dikkat etmeniz gereken 3 şey

Burcu Uluçay
Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar ... Devam