X

Kadının kurtarıcısı dişil doğasıdır

Günümüzden 167 yıl önce bugün Amerika’da bir felaket yaşandı. Bir tekstil fabrikasında çalışan kadınlar, zorlu iş koşullarına dikkat çekmek ve daha insani şartlarda çalışabilmek üzere greve başladı. Haklarını talep ettikleri grev, polisler tarafından engellenirken, kadınlar fabrikaya kilitlendi. Bu esnada çıkan yangın içeride bulunan 120 kadının can vermesine neden oldu. Hayatını kaybeden işçilerin cenazesine 10 binlerce kadın katıldı ve bu tepkisel direniş, 8 Mart’ı kadın hakları için simgesel bir gün olmaya götürdü.

Takvim yaprakları 2024’ü gösterirken dünya düzeninde pek bir değişim yaşanmış değil. İş dünyasında halen iki kategori var: Kadınlar ve erkekler. Sistem özünde insan emeğine dayansa da, eril gücün hakimiyet kurduğu bir gerçeklik söz konusu. Hal böyle olunca kadınlar, erkek egemenliği içerisinde var olmaya ve hak mücadelesi vermeye devam ediyor.

Peki bu hikaye nereye dayanıyor? Geleceğimizi şekillendirmek için, geçmişin desteğini almanın şart olduğunu düşünüyorum. Çünkü ataerkil sistemin bizi dişil doğamızdan nasıl uzaklaştırdığını bilmeliyiz. Bilmeliyiz ki nasıl geri kazanacağımızı da anlayabilelim.

Sistem nasıl değişti?

Sanılanın aksine dünya her zaman ataerkil düzene tabii değildi. Yerleşik düzenin ilk dönemlerine  kadar anaerkil bir sistem hakimdi. O dönem için iş hayatı demek temel yaşam gereksinimlerini karşılamak yani beslenmekten ibaretti. Ve beslenme konusunda kadının ciddi bir etkisi vardı, bu da dişilliğin saygınlığını arttıran en önemli etkendi. Anaerkil düzende kadınlar hem bireysel hayatları hem de içinde yaşadıkları toplumda rahat ve özgür biçimde söz hakkına sahipti. Hatta lider konumundaydı.

İnsan ırkının ilk yaşam biçimi olan avcı toplayıcı dönemde erkekler de kadınlar da avlanırdı. Antropolojik kaynaklar gösteriyor ki, o dönemde kadınlarla erkeklerin fiziksel olarak büyük farklılıkları yoktu ve dolayısıyla birbirlerine fiziksel güç üzerinden tahakküm kurmuyorlardı. Ne var ki aradaki biyolojik farklılığı yadsıyamayız, kadınlar dişil bir bedene yani doğurganlığa sahip. Fakat o dönemde bu bir zayıflık olarak algılanmamış, aksine 3 boyutlu hayatta dişile güç vermiş.

Erkeklerin temel ihtiyaç olan beslenmeye ilişkin aktif olduğu tek alan avlanmakken ve bu garanti bir iş değilken -çünkü av her zaman bulunamaz ya da yakalanamazdı- kadınların sorumlu olduğu alan daha çeşitliydi ve devamlılığa sahipti: Doğadan toplamak. Annelik deneyiminin içinden geçen ve minik bebeğine annelik yapmakta olan kadın, sabit halde yaşayıp ava çıkmazken doğanın verdiklerini topladı. Doğa ana, hayvana nazaran daha bereketli ve devamlılığı olan bir besin kaynağı olduğu için; bunu sağlayan kadın da daha saygın bir konum edindi. Beraberinde tarım toplumuyla tam yerleşik düzene geçmeden önce arada ‘bahçecilik’ denen bir yaşam biçimi vardı; büyük işgücüne gereksinim olmayan, kendi bahçemizde bir şeyler yetiştirmeye benzetebiliriz bu dönemi. Bu dönemde avcılık da devam etti ve bahçecilik düzeninde yine kadının gücü varlığını sürüdürdü. Kırılma ne zaman yaşandı peki? Tarım toplumuyla tam yerleşik düzene geçilmesiyle ataerkil düzenin önünü açıldı.

Depolamanın keşfedilmesi tarımın büyümesini sağladı bu da daha fazla işgücü demekti. Nüfusun artması bir ihtiyaç haline gelince kadının doğurgan doğası önem kazandı ve kadınlar daha fazla evde yaşamaya zorlanır hale geldi. Tarımla yerleşik hayata geçiş döneminde ayrıca, avcılık bırakılıp hayvancılığa geçiş yapıldı ve böylece erkekler de tamamen yerleşik hayatın parçası oldu. Hayvanların yönetilmesinde ya da tarladaki ekin işlerinde daha büyük işgücüne ihtiyaç duyulunca erkekler ön plana çıktı. Bu da ekonomide ve gündelik hayatta eril doğanın daha fazla söz sahibi olması anlamına geliyordu. Böylece patriyarka iş hayatına da dünyaya da hükmedeceği gücünün ilk tohumlarını attı. Güç ve dolayısıyla servet erkeğin eline geçince, kadının elindeki son kale de düştü: Soy devamlılığı. Erkekler sahibi olduğu ekonomik gücü kendi soyuna aktarmak istedi. O güne dek kadın üzerinden devam eden soy sistemi, erilin bu tahakkümüyle erkeğe geçti ve böylece soy erkekle devam eden bir düzen halini aldı.

İnsanlığın uzun bir dönemini kısacık bir paragrafla özetledim ve sizler de birçok kaynakta karşılaşabileceğiniz bilgileri buraya kadar okudunuz. Ancak anaerkil düzenin önce var olup sonra yıkılmasına neden olan bir büyük gerekçe daha bulunuyor. Yazının geri kalanı bunun üzerine olacak ve pek de karşılaşılan bir bakış açısı olmayacak. İlham vermesini, yeni pencereler açmasını diliyorum.

Kadını güçlü kılan neydi?

Tarım toplumuna kadar anaerkil düzeni sürdüren ve kadını güçlü kılan sadece beslenme üzerindeki etkisi miydi? Böyle bakmak sığ kalır ve aslında patriyarkayı yeniden inşa etmek olur. Çünkü kadının, dünyayı temelinden etkileyen dişil gücü var ve bunu görmezden gelmek hikayeyi yanlış anlatmak anlamına gelir.

Evrenin üzerine kurulu olduğu eril ve dişil prensipte, dişil prensibin insan tezahürüdür kadın. Dişil; yaratımdır, olma halidir, hislerin ve sezgilerin rehberliğiyle hareket etmek, yaratıcı kanalla bağlantı kurabilmek demektir. Dişil prensibin dünyadaki en büyük tezahürüyse doğadır. Gaia, doğa ana, toprak, yaşamın madde hali… Dişildir. Ve anaerkil düzene baktığımızda kadının gücünü doğadan aldığını görüyoruz. Tarımla ilgilenenin kadın olmasının bir tesadüf olmadığını görebilecek kadar kalplerimiz açık olsa gerek… Sistem zaten bu; doğa ve kadın bir. Ve o dönemde bu kadını zayıf kılmıyor; aksine saygın, değerli ve güçlü bir pozisyona getiriyor. 

Kadın da özgür alanında kendi olabiliyor, yani dişil doğasını yaşatabiliyor. İşte onu güçlü kılan aynı zamanda bu oluyor. Örneğin; Şaman toplumlarında kadının ve dişil doğanın gücünü çok net biçimde görüyoruz. Kanama günleri kadınların sezgilerinin en kuvvetli olduğu günlerdir ve güçlerini birlikte kullanmak üzere şaman kadınları bir araya geliyordu. Kadınlar regl zamanlarında hep birlikte ‘ay çadırlarında’ toplanıyordu. Gece boyunca toplu dualar ve meditasyonlarla yaratıcı kanalla, doğayla bağ kuruyorlardı. Buradan aldıkları bilgileri de erkeklere iletiyor ve gündelik hayat akışını organize ediyorlardı. Böylesi bir kaynak olabilmek kadını toplumda daha saygın bir konuma getiriyordu şüphesiz. Yaratıcı kanaldan ve doğadan rehberlik almanın, aslında rahimden rehberlik almanın sadece şaman kültürüne değil dünyanın farklı yerlerindeki yerel bazı topluluklarda da kullanılan bir yöntem olduğunu belirtmek isterim.

Dişil doğa; olma haliyle ilgilidir, sezgiler ve yaratımdır kadının gücü. Dolu dolu şefkat ve sevgi demektir. Bu aynı zamanda ne anlama gelir? Rekabete, egoya, fiziksel tahakküme pek de yer olmaması anlamına gelir. O nedenledir ki anaerkil dönemdeki güç kavramıyla, ataerkil dönemdeki güç kavramı birbirinden farklı şekillenir. O nedenledir ki erkekler gücü eline aldığında dünya farklı biçimde yeniden kurulur. İlerlemek elbette kötü değil ancak ilerlemek için seçilen yollar onu kötü yapıyor. Yani yapmak yani eril prensip değildir kötü olan, sürekli yapma haline saplanmak ve işin içine hırsın, bencilliğin girmesidir.

Tarım toplumuyla yerleşik düzenle geçişle beraber işte bunun önü açılmış oldu. Erkekler gücü eline geçirince kadın değersizleşmekle kalmadı gücünü kaybetti. Erkeğe bağımlı hale geldi ve dişil doğasının saygınlığını yitirdi. Özünde sevgi ve şefkat olan dişil doğa, yerini korku ve rekabete bıraktı. Kadınlar hislerini görmezden gelmeye başladı, yaratım gücünün değil patriyarkanın kurguladığı başarı kavramının peşinden gitti. Kadın, doğasına aykırı bir sistemde var oluş mücadelesine girişti. Bir kedinin denizde yüzmeye çalışması kadar acımasız buluyorum ben bu düzeni, yani kadının eril düzendeki yerini. Kadın o denizde yüzemez çünkü, keyfine varamaz, ilerleyemez; ancak var olmaya çalışabilir.

 

Eril düzen kadınları yönetici koltuklarına oturtmak istemediğinde kadınları duygusallıkla ya da yeterince zeki olmamakla yaftaladı. Dişil doğanın gücü olan nitelikler, kadınların aleyhine kullanıldı. Böylelikle düzen iyice çarpıklaştı. Hissetmenin değeri, fazla duygusallık ya da akıllı olmamakla yer değiştirdi. Ve kadın çalışabilmek, ekonomik olarak özgürleşmek için ruhsal tutsaklıklığa mahkum oldu.

İşte 8 Mart tarihini dünya çapında bir anma gününe çeviren de kadının eril düzendeki yeridir. Toksik hale gelmiş eril dünyanın inşa ettiği sistemde yönetici koltuklarını dolduranlar erkekler, kadınları tahakküm altına aldığında çıktı isyan. Kadınlar da kendi olarak yaşamanın mümkün olmadığına kanaat getirdi ve erilleşmeye başladı. Kadınlar iş dünyasında ancak bu eril tavırla yükselebildi. Peki bu tavır kadını özgürleştirdi mi? Görüyoruz ki hayır. Kadın iş hayatında başarı basamaklarını çıktıkça, ruhsal aleminde ve özel hayatında düşüşe geçiyor ya da büyük zorluklarla baş ediyor. Bunun farklı sebepleri var. Kadın eril yaklaşımla çalışmaya çalışınca doğasına aykırı hareket ediyor ve bu onu içten içe kemiriyor. Aynı zamanda eril düzen kadından hem anne, hem eş, hem iş kadını kimlikleri eşit derecede mükemmel yapmasını bekliyor. Ancak bir erkekten aynı hayat performansının beklenmediğini biliyoruz.

Kadınlar nasıl özgürleşecek?

Peki bu ne demek? Kadın iş hayatından çekilsin, yönetici olmasın ya da dünyanın gelişiminde pasif bir yerde mi kalsın demek? Hayır. Ataerkil düzenin bir diğer çarpıtması: Dişil enerji pasifize olmaktır şeklinde bir algı pompalanıyor ve bu çok tehlikeli. İhtiyaç olan şey dünyanın tıpkı kendisi gibi eril ve dişil niteliklerle birlikte düzenlenmesidir. İkisinin birlikte dans ettiği, gereksinim neyse onun ön plana çıktığı seçimlerle bir düzen kurulmasıdır. Ne sadece eril, ne sadece dişil. Bu hayatta ikisi de varsa, ikisinin de kullanılması gerekiyor. Yin ve yangı hatırlayalım, birinin içinde diğerinden de var. Bizlerin de insan olarak her ikisine ihtiyacımız var.

Ve bunu eril düzen yapmayacak. Bunu biz kadınlar yapacağız. Eril düzenin içinde dişilliğini unutmuş kadınlar, önce dişil bilgeliği hatırlayacak. Bir kurtarıcının gelip ataerkil düzeni kurmadığı gibi, anaerkil düzeni de gelip kimse yeniden kurmayacak. Nasıl mı yapacağız? Yazının başında bahsettiğim gibi; tarihe bakıp ilham alacak, anlayacağız. Neydi dişili özgür ve güçlü kılan? İşte her şey oradan filizlenecek!

Tesadüf olmasa gerek bu simgesel tarihin bahara denk gelişi, doğa uyanırken bize de enerji versin dilerim. Dişilliğin yaratımını, renklerini, dokularını hatırlatsın her birimize 8 Mart… Dünya Emekçi Kadınlar Günümüz kutlu olsun!

İlginizi çekebilir: Dişil bilgeliğin yolu rahimle bağ kurmaktan geçiyor

Burcu Durmuşoğlu: Merhaba. Çocukluğumda saç fırçasını haber sunup röportajlar yapmak için kullanınca, ruhumun çağrısını dinleyip Anadolu Üniversitesi Basın ve Yayın Bölümü’nü okudum. Aynı yıllarda tutkum olan futbolla işimi birleştirip spor muhabirliği yaptım. Sektörün yıpratıcılığı sebebiyle ömür boyu medyada kalamayacağımı hissedip farklı alanlara yöneldim. Ayrılma kararını verirken yaşım 28’di ve telaşlı bir haldeydim. 30’undan sonra yeni bir kariyer kurulamayacağına dair köklü bir inancım vardı, ancak o inanç yıkıldı. 40’ıma yaklaşırken yolumu henüz buluyorum. Yogayla birlikte özüme indikçe, döndüm dolaştım ve yeniden anlatıcı oldum. Sormaya ve anlatmaya olan tutkum beni içerik üreticiliğine taşıdı. Dişil ve eril alan üzerine çalışıyor, kadın özgürlüğünü gözetiyor ve yogamı paylaşıyorum. Hayatımı içerik üreticisi, bireysel danışman olarak sürdürüyorum. Uplifers ailesinde kaleme aldığım yazılarımla, okuyucularda soru işaretleri uyandırmayı diliyorum. Sevgiyle…

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale