X

‘Fazla iyi bir insan olmak, sizi vaktinizden çok önce öldürebilir’

“Fazla iyi bir insan olmak, sizi vaktinizden çok önce öldürebilir”. Bu cümlenin sahibi Dr. Gabor Maté, konuşmalarında ve yazılarında sık sık “fazla iyi” insanların görece erken yaşlarda deneyimledikleri, önemli bir kısmı ölümcül olan sağlık problemlerinden bahsediyor.

Peki neden bu insanların başlarına böyle talihsiz şeyler geliyor?

Öncelikle buradaki “fazla iyi” tanımını açalım. Yardımsever, empatik, düşünceli, kibar, fedakâr, hoşgörülü bir insan olmamızda elbette ki sakınca yok. Aksine, kutuplaşmanın ve ayrılık bilincinin giderek arttığı dünyamızda, böyle hassas ve nazik ruhlara daha da fazla ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Fakat burada fark etmemiz gereken ince bir çizgi var.

Tüm bunları yaparken kendi ihtiyaçlarımı ihmal ediyor muyum?
Çatışma yaşamamak adına, duygularımı (özellikle de öfkemi) sıklıkla bastırıyor muyum?
Net sınırlar çizmek ve “hayır” demek beni zorluyor mu?
Kendimi başkalarının duygu durumlarından sorumlu hissediyor muyum?
İyi bir insan olmak uğruna kendimi “feda” ediyor olabilir miyim?

Bu soruların cevapları çoğunlukla evet ise, çizginin ötesine geçmiş olabiliriz. Ve bu “fazla iyi” insan olma durumu, bir travma tepkisi olabilir.  

İngilizcede “People Pleaser” olarak geçen karakter yapısı; herkesi memnun etmeye ve herkesle iyi geçinmeye çalışan, başkalarının ihtiyaçlarına odaklı yaşayan kişileri ifade ediyor. Ben de bu kavramla ilk kez tanıştığımda kendimde de (özellikle hayatın belirli alanlarında) çeşitli benzerlikler bulmuştum. Bu aslında çoğu zaman çocukluğumuzda öğrendiğimiz, bir çeşit hayatta kalma mekanizması. Belki, duygularımızı rahatça ifade edeceğimiz, güvenli bir ortam içinde bulunmadık. Belki, sık sık kavga eden ebeveynlerle büyüyüp, ortamı yatıştıran kişi olduk. Belki duygusal olarak olgunlaşmamış ve depresif ebeveynlerimizin duygu durumlarını dengede tutmak bizim görevimiz gibi hissettirdi. Belki de ebeveynlerimiz tarafından kabul görmek için “uslu çocuk” rolüne büründük. Dolayısıyla bu özellik, bir çeşit bir travma sonrasında egonun kendini korumak için geliştirdiği bir sistem.

Yazar ve psikoterapist Pete Walker, benzer bir bakış açısını Fawn tepkisiyle ortaya koyuyor. Dışarıda bir tehdit hissettiğimizde ya da yüksek stres yaşadığımız dönemlerde sempatik sinir sistemimiz aktive oluyor. Bunun üzerine savaş, kaç, don ve fawn tepkilerini veriyoruz:

  • Savaş tepkisindeyken, agresif ve saldırgan bir tutumla olayın üzerine gidiyoruz. Bedenimizi tüm gücümüzle savaşmaya hazırlıyoruz.
  • Kaç tepkisindeyken, panik içinde olaydan uzaklaşıyoruz. Yokmuş gibi davranıyoruz. Bizi zorlayan ya da tehdit eden durumlarla yüzleşmekten kaçıyoruz.
  • Don tepkisindeyken  kendimizi hissiz ve kopuk hissediyoruz. Çeşitli bağımlılıklarla duygularımızı bastırıyor, kendimizi uyuşturuyoruz.
  • Fawn tepkisinde ise çatışma yaşamamak ve kendimizi güvende hissetmek adına, etrafımızdaki kişileri memnun etmeye odaklanıyoruz. Bulunduğumuz ortamlara uyumlanmak adına kendimizden vazgeçiyoruz.

Dr. Joe Dispenza’nın kitaplarında belirttiği gibi; bu tepkiler, yırtıcı hayvanlarla karşı karşıya gelmek gibi gerçek, ölümcül tehlikelere maruz kalan atalarımızın hayatta kalmalarını sağlayan bir tür uyumlanma durumuydu. Biz de çeşitli acil durumlar içerisinde kaldığımızda (kazalar, acil müdahele gerektiren hastalıklar, doğal afetler, saldırıya maruz kalmak vb) bu tepkiler gerekli olabilir. Fakat bedenimiz, gerçek (hayatımızı tehlikeye sokan) bir tehdit ile zihnimizde ürettiğimiz bir stres unsurunu ayırt edemiyor. Bu sebeple, kronik yüksek stres sonucu bu yıkıcı tepkilerinin içinde gereğinden uzun kalmak, bedende bir tür çöküşe zemin hazırlıyor. Bağışıklık sistemimiz zarar görmeye başlıyor ve akabinde çeşitli hastalıklar baş gösteriyor.

Fawn tepkisi ise belki de içlerinde fark edilmesi en zor olanı. Ve de özellikle kadınlar için büyük bir tehlike. Çünkü patriarkal düzen, daha küçük yaşlardan itibaren kadına belirli roller yüklüyor; uslu ve uyumlu olmak, kavgaya karışmamak, gerginlik çıkarmamak, çok konuşmamak, bakım vermek, fedakarlık yapmak, alttan alan kişi olmak ve benzeri niceleri…

Dolayısıyla aslında bir travma tepkisi olan uyumlanma ihtiyacı, toplum tarafından teşvik ediliyor. Ortada bir sorun yokmuş gibi görünüyor. Fakat ne yazık ki araştırmalar bunu göstermiyor.

Dr. Gabor Maté’nin referans aldığı yakın dönemde yapılan araştırmalar, kronik stresle yüksek bir korelasyon içinde olan otoimmün hastalıklara yakalananların %80’inin kadın olduğunu ortaya koyuyor. Sigara içen kadınların sigara içen erkeklere kıyasla akciğer kanseri geliştirme olasılığı ise iki katı. Ve bununla bağlantılı olarak başka bir çalışmada, akciğer kanserine sahip hastaların duygularını bastırmaya eğilimli kişiler olduğu sıkça gözlemlenmiş.

Gerçekte olan şey şu; uyumlanmak ve kabul görmek adına otantik kimliğimizden vazgeçiyoruz. Duygularımızı ve iç sesimizi (gut feeling) bastırıyoruz. Gerçek arzularımızı unutuyoruz. Başkalarının ihtiyaçlarını, kendi ihtiyaçlarımızın önüne koyup, dışarıyı beslerken, kendimizi tüketiyoruz. Kendimizden ve gerçek benliğimizden kopuyor, hayatı başkaları için yaşamaya başlıyoruz.

Hastalıklar tam da bu sebeple çoğunlukla bedenimizin bu var oluş biçimine “dur” demesi. Kendimize, otantik benliğimize geri dönmek için ruhun bir “çağrısı”.  Beden kendimize karşı oldukça yıkıcı olan bu tutumu ancak belirli bir süre tolere edebiliyor. Artık kendini duyurabilmek için sesini yükseltiyor.

Bazen mesaj, romantik ilişkiler veya iş yerinde yaşadığımız problemler aracılığıyla da gelebilir. “Onun için/o iş yeri için her şeyi yaptım, bunu hak etmemiştim” diye isyan edebilir, hayal kırıklığına uğrayabiliriz. Aslında en büyük haksızlığı biz en başta kendimize yapmış olabilir miyiz? Biz kendimizi nerede ve ne zaman terk ettik?

Tüm bu savunma mekanizmalarını fark edip, kök nedenleriyle temas ettiğimizde, kendi değerimizi fark edip, öz benliğimizle bağlantı kurduğumuzda hayatımızda yeni bir denge kurabiliriz. Konfor alanımızdan çıkmak başta zorlayıcı olabilir, ego en ufak bir çatışmada kendini tehdit altında hissedebilir. Önemli olan küçük adımlarla başlayıp, devamlı olarak tekrar etmek. Zamanla bir dengeye oturacak. Hatta geçmişe dönüp, “Ben bunlara nasıl izin vermişim!” diye şaşıracağız.

Hem kibar ve anlayışlı biri olup, hem de net sınırlar çizebiliriz. İlla sert bir “hayır” cevabına gerek yok. Tabii karşımızdaki kişiler iyi niyetli olduğu sürece!
Hem kendimizden ödün vermeyecek hem de karşımızdakinin de ihtiyacına cevap verecek şekilde orta yolları arayabiliriz.
Empatik biri olabiliriz ama başkalarının duygu durumunu yüklenmek bizim sorumluluğumuz değil. Işığımızı ancak önce kendi enerjimizi koruyarak yansıtabiliriz.

Öfkemizi sağlıklı bir şekilde ortaya koymayı öğrenebiliriz. Yıllarca bastırılmış öfke, bazen bizi kutbun diğer ucuna sürükleyip, yıkıcı bir şekilde ortaya çıkabilir. Bu da pratik ettikçe dengeye oturacaktır. Bastırılmış duygular bedende kayıtlı olduğu için, beden üzerine çalışmalar yapmak da (yoga, somatik çalışmalar, dans vb) iyi gelebilir.  

Herkesi kazanamayacağımızı ve memnun edemeyeceğimizi kabul etmeliyiz. Aksine sormamız gereken şu; “Ben gerçekten bu insanla ilişki kurmak istiyor muyum? Ben bu ilişkiden memnun muyum? Bu insan benim arkadaşlığımı hak ediyor mu?”

Başlarda bu tavırlarımıza pek alışık olmayan yakınlarımızdan tepki görebiliriz. Yeni bize alışmaları zaman alabilir. Bazı insanları kaybedebiliriz de. Dr. Gabor Maté “Hayır demeye başladığınızda, gerçek arkadaşlarınızın kim olduğunu öğreneceksiniz.” diyor. Bize gerçekten değer veren insanlar zamanla bizi anlayıp, destekleyecektir.

Kendimize de en az başkaları kadar iyi davranmayı öğrenmemiz dileğiyle.

İlginizi çekebilir: Büyük dönüşümlerin habercisi olan çağrılara kulak veriyor musunuz?

Kübra Keleş: 2018 yılında “kendi gerçeğimi” yaşamak üzere bir yolculuğa çıktım. Gerçi hayat boyu bu yolculuktaymışım da, bunu fark etmem 27 yılımı almış ve artık hızlanmanın zamanı gelmiş. En büyük destekçilerim Kundalini Yoga ve Gestalt öğretileriyle, kendimi değiştirmek için değil, tam tersi daha fazla “ben” olabilmek için yürümeye devam ediyorum. Hem kendimin hem de bu yoldaki diğer kahramanların yoluna ışık tutabilmek, yaralarımızı birlikte dönüştürebilmek için yazıyorum.

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 

Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale