X

Bir anoreksiya nervoza hastasının gözünden: Dünyadaki açlık sorunu

Birkaç gün önce Mosaic Science’ta yetersiz beslenmenin ve gıda güvencesizliğin çocukların sağlığını fiziksel ve psikolojik olarak nasıl etkilediği üzerine bir yazı okudum. Güvenli ve yeterli gıda kaynaklarından yoksunluk Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler ve ulusal sağlık bakanlıkları başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluşun dikkat çektiği ciddi bir tehlike. Üstelik bu tehlike pek çoğumuzun zannettiği üzere sadece yoksul veya az gelişmiş ülkelerin insanlarını değil gelişmekte olan ülkeleri hatta ABD, İngiltere gibi kalkınmış ülkeleri de etkiliyor. Açlığın ve yetersiz beslenmenin özellikle çocuklarda göze görünen sonuçları (bodurluk, aşırı zayıflık, güçten düşme vb.) ise tehlikenin yalnızca kısıtlı bir boyutu çünkü hayatında kısa bir dönem bile açlık çeken çocuklar bu durumun fiziksel ve psikolojik olumsuzluklarından hayatlarının ileriki aşamalarında da etkilenmeye devam ediyor.

Mosaic’te okuduğum yazı beni bundan bir yıl öncesine götürdü. İş dönüşü, Pangaltı’ya doğru yürürken köşe başından bir çocuk seslendi. 8-9 yaşlarında ancak var. Dürümcünün önündeydi, dürüm istedi benden. Uzun zamandır mücadele etmekte olduğum anoreksiya nervoza beni yalnızca kendi bedenimin ihtiyaçlarına duyarsızlaştırmakla kalmamış, diğer insanlarla arama da aşılması güç setler çekmişti. Kendimi yıllardır aç bırakmaya, bedenimin ihtiyaçlarına kulak asmamaya öylesine alışmıştım ki, bunu öylesine içselleştirmiştim ki cebinde kendine dürüm alacak parası olmayan bir çocuğun karnını doyurmak için çabalaması bile bana mısın dememişti! Yürüdüm geçtim. Ancak birkaç adım atabildim. N’oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama anoreksik tarafımın bastırdığı, ezdiği (asıl) beni duydum ve arkama dönüp çocuğun yanına gittim. Büfede çalışan kişiye siparişi verdik, sonra çocuk içeri geçip hevesle yiyeceğini beklemeye koyuldu. Bir yıl öncesine dönüp bakınca o anki hislerimi şöyle anlatmışım:

İçeri geçti çelimsiz, esmer ve biraz kirli çocuk.
Önce oturmadı, dürümün hazırlandığı tezgâha camın öte tarafından kafasını kaldırıp baktı. Ağzı hafif açıktı.
Ödemeyi yapacakken, et ve yağ kokusundan KORKARAK başımı zor da olsa içeri uzattım.
“Su ya da ayran da verir misiniz,” dedim.
Çocuk beklentiyle bana doğru kafasını çevirdi. Ah! Anoreksik sesin “sağlıklı ye, iç, güvenli yiyecek listeni bozma” öğütlerini (!) dinlemeye o kadar alışkındım ki o çocuğun başka bir şey içmek isteyeceğini akıl edemiyordum.
“Ya da ne içmek istiyorsa?” diye toparladım hemen, çocuğa bir daha bakmadan.
“Kola,” dedi. Tam isabet.
Yan gözle takip ettim. Geçti yerine oturdu. Dürümü hazırlayan adamın hareketlerini takip edebileceği bir masaya.
Ben de bana düşeni yaptım. Ödemeyi. Ve –kısacık bir an çocuğa baktıktan sonra– ayrıldım.
Kafası hâlâ yukarıda, ağzı hâlâ hafif açıktı. Ama bu kez kendinden daha emin, daha neşeli görünüyordu sanki. Biraz sabırsız. Belli ki dürümün bir an önce gelmesini istiyordu.

Sonra da o çocuğa neden imrendiğimi anlatmışım:

İmreniyordum, saygı duyuyordum, kendimden daha güçlü ve ZENGİN görüyordum çünkü aç olduğunu hissediyor, vücudunu beslemek istiyor ve bunu bir şekilde başarıyordu. Birazdan o kokular arasında yiyeceği dürümden haz alacaktı. Dahası, masaya oturarak yemek istemesi de ne olursa olsun yiyeceğe saygılı olduğunu ve en temel insani dürtü olan açlık hissine sahip olduğunu kanıtlıyordu bana. O AN, O ÇOCUĞUN ZENGİNLİĞİNE ASLA ULAŞAMAYACAĞIMI DÜŞÜNÜYORDUM. Açlık, tokluk, beslenme, vücudumun mahrumiyetini giderme… (Yazının devamını daha önce burada paylaşmıştım: Çocuk)

Adını bilmediğim o çocukla karşılaştığım günden sonra dünyadaki açlık sorunu üzerine araştırma yapmaya başladım ve durumun televizyonlarda gördüğümüz bir deri bir kemik, karınları şişmiş, kafaları kocaman kalmış, deyim yerindeyse karikatürize edilerek gösterilen halsiz, bakımsız Afrikalı çocuklardan ibaret olmadığını anladım. Bu çok daha kapsamlı ve ciddi bir sorundu ve tıpkı yeme bozuklukları gibi her yaştan, cinsiyetten, her milletten insanda görülebiliyordu. Açlık, yetersiz beslenme, gıda güvencesizliği ve kötü beslenme gibi aralarında nüanslar olan farklı tanımlamalar olsa da bu sorunun sonuçları yediden yetmişe herkesi etkiliyordu. Hem de bir yaşam boyu. Şimdi anılardan bir süre için kopup konuyla ilgili uzmanlar ne diyor bir bakalım.

Elif Çalışkan, TC. Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde yayımlanan Dünya Gıda Programı isimli yazısında açlığı şöyle tanımlıyor: Açlık, iki şekilde ortaya çıkmaktadır. “Yetersiz beslenme” normal bir yaşam sürdürülebilmesi için gerekli minimum fizyolojik ihtiyaçları karşılayamayacak kadar az kalori alınması durumudur. “Kötü beslenme” ise, yetersiz protein, enerji ve mikro-besin (vitamin ve mineral) alımı ve sürekli hastalık görülmesi durumudur.

Yine aynı kaynakta, her yıl 6 milyon çocuğun 5 yaşına ulaşamadan öldüğü; yetersiz beslenme ve açlıkla ilgili hastalıkların, gelişmekte olan ülkelerde, ölümlerin %60’ına sebep olduğu belirtiliyor. Peki, yetersiz veya kötü beslenmeyle kendini gösteren açlık ya da gerek yoksulluktan gerek çatışma, savaş ya da iklim değişikliği gibi durumlardan kaynaklanan gıda güvencesizliği çocuklar başta olmak üzere her yaş grubundan insanı nasıl etkiliyor?

Sağlıkları üzerinde ne gibi olumsuzluklar yaratıyor?
Özetle;

  • yiyeceklere karşı ilgisizlik, iştahtan kesilme,
  • halsizlik, gerginlik ve asabiyet,
  • sürekli üşüme,
  • yağ ve kas kütlesi kaybı,
  • sağlıklı insanların kolayca atlatabileceği hastalıkların ya da yaralanmaların bile ölümcül sonuçlar doğurması,
  • vücudun kendini iyileştirememesi,
  • nefes güçlüğü,
  • depresyon,
  • cildin kuruması, gözlerin çukura kaçması ve saç dökülmesi,
  • odaklanma güçlüğü,
  • en ciddi durumlarda ise nefes darlığı ve kalp krizi gibi ölümcül sonuçlar görülüyor.

American Psychological Association tarafından hazırlanan ve açlığın çocuklar üzerindeki psikolojik sonuçlarını ele alan yazıda ise açlık ile beynin gelişmesi arasındaki ilişkiye dikkat çekiliyor. Buna göre, yetersiz beslenme sonucu öğrenme, bilginin işlenmesi gibi süreçler olumsuz etkilendiğinden çocukların –daha sonra sağlıklı kilolarına ulaşsalar bile– okuldaki başarısı düşüyor. Yani, yetersiz beslenmenin yarattığı fiziksel etkiler giderilse bile uzun vadede sonuçları devam edebiliyor. Yine aynı kaynakta, yeterli ve güvenilir gıdaya erişimden yoksun ailelerde bireylerin depresif düşünceler geliştirmeye ve çocukların ileriki yaşlarda intihara meyletmeye daha yatkın olduğu söyleniyor.
Açlığın ne kadar yaygın bir sorun, sonuçlarının ne kadar ciddi olduğunu gördükçe bu durumun anoreksiya nervoza rahatsızlığıyla benzerliklerini düşünmeden edemedim.

Gerçekten de, bir tarafta gıdaya ulaşamadığı için ölüm tehlikesiyle kucak kucağa yaşayan milyonlarca insan, bir tarafta kendini –isteyerek olmasa da– bile bile aç bırakan anoreksiya nervoza hastaları vardı. Peki, anoreksiya nervoza da dünyada acilen önlem alınması gerektiren açlık sorunu kadar yaygın mı? Daha çok hangi yaş gruplarında görülüyor, hangi dönemlerde başlıyor?

ABD merkezli bir sivil toplum örgütü olan National Eating Disorder Association’ın (Yeme Bozuklukları Ulusal Birliği) verilerine göre, dünya üzerinde 70 milyondan fazla insan yeme bozukluklarıyla mücadele ediyor. Anoreksiya nervoza ise en yüksek ölüm oranına sahip ruhsal bozukluk. Anoreksiya nervozanın en fazla ergenlikle birlikte başladığı biliniyor fakat son yıllarda çocuklar arasında görülme sıklığının artmış olduğuna dair veriler mevcut. Yine genel kanının aksine yeme bozuklukları erkekler arasında da oldukça yaygın. Son bir bilgi daha: 2003’teki bir araştırma anoreksiya hastalarının bu rahatsızlığı yaşamayan insanlara göre 56 kez daha fazla intihara meyilli olduğunu saptadı.
(Daha ayrıntılı istatistikler ve istatistiklerin kaynaklarıyla ilgili şu yazıya bakabilirsiniz: Yeme bozuklukları üzerine istatistikler.)

Aslında açlık ve yeme bozuklukları arasındaki tek benzerlik yukarıdaki rakamsal sonuçlar değil. Fiziksel ve psikolojik etkileri açısından da birçok ortaklık saptamak mümkün. Daha önce anoreksiya nervozanın semptomlarından ve sonuçlarından bahsetmiştim. Bu yüzden çok fazla ayrıntıya girmeden, sadece açlık ile anoreksiya nervoza arasındaki semptomların benzerliğine dikkat çekmek için birkaç ortak noktadan bahsetmek istiyorum.

Medical News Today’de yayımlanan bir makaleye göre, anoreksiya nervoza ruhsal rahatsızlıklar içinde ölüm oranı en yüksek yüksek olan rahatsızlık ve çok ciddi komplikasyonlar yaratması da şaşırtıcı değil. Bunlar arasında; büyük miktarda kilo ve kas kütlesi kaybı, halsizlik ve yorgunluk, düşük tansiyon, baş dönmesi ve kansızlık, sürekli üşüme hali, kabızlık ve ishal gibi sindirim sorunları, kemik erimesi, uykusuzluk, reglden kesilme, cildin kuruması, saç dökülmesi gözleniyor.

Fazla söze gerek yok aslında; bedenlerimiz ihtiyacı olan enerjiyi al(a)madığında mücadele etmek için elinden geleni yapıyor ve elindeki kısıtlı enerjiyi kullanarak hayatta kalmaya çalışıyor. Açlık üzerine yaptığım tüm o okumalar, afallatıcı istatistikler ve komplikasyonlar ister istemez kendime şu soruyu sormaya yol açmıştı (hâlâ da soruyorum ya): Dünyada gıdaya bu kadar muhtaç insan varken ben neden kendimi aç bırakıyorum? Kemiklerimin erimesine, saçlarımın dökülmesine, kalbimin zayıflamasına izin veriyorum? İçinde bulunduğum depresif düşünceler, anoreksiya nervozanın kurallar kitabı bana ne kazandırıyor? Cevabım net: Hiçbir şey. Aksine kaybettiriyor. Eksiliyorum… Kayboluyorum…

Bir tarafta birazdan yiyeceği dürümün hevesiyle gözleri parıldayan bir çocuk bir tarafta yiyecekleri düşmanı gibi gören, onlardan bucak bucak kaçan ben ve benim gibi bu rahatsızlıkla mücadele edenler…

İşin içinden halen çıkabilmiş değilim ama kafa yormaya devam ediyorum. Yukarıda bahsettiğim “imrenme” duygusu, o erişemeyeceğimi düşündüğüm “zenginliğin” peşindeyim hâlâ.

Ve bu arayışımda keşfettiğim bir yerden bahsedip yazımı noktalayacağım: Hayata Sarıl Lokantası. Aranızda duyanlar, bilenler, gidenler olmuştur elbet. İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarından birinde, Hayata Sarıl Derneği’nin açtığı ve akşamları evsizlere ücretsiz yemek sunan şirin mi şirin, sıcacık bir lokanta. Kurucularının öyküsüyle, azimli ve kararlı çalışmalarıyla, evsizlere yemek dışında eğitim ve rehabilitasyon fırsatı sunmalarıyla da ta içime dokunan bir yer burası. Gitmişliğim, kurucusu Ayşe Hanım’la konuşmuşluğum, kendimi ve rahatsızlığımı anlatmışlığım da var. Asıl amacım bir akşam, lokanta evsizlerin aş evi olduğunda gidip onlara hizmet etmek, anoreksiyanın sesini susturup onlarla birlikte yemek yemekti. Bunu hâlâ yapamadım ama Hayata Sarıl Lokantası’nı unutmadım. Ne diyorlardı? Ha, evet: “Bedenin de beslensin ruhun da.”
Hayata Sarıl Lokantası’na hayat veren bir manifesto bu.
Tam da benim ihtiyaç duyduğum şey.
Yeme bozukluğuyla savaşan herkes gibi.

Kaynaklar:
-Mosaic Science’ta yayımlanan makale için: https://mosaicscience.com/story/food-poverty-nutrition-health-austerity-child-development-diet-benefits/
-Elif Çalışkan’ın yazısı için: http://www.mfa.gov.tr/dunya-gida-programi-_world-food-programme-_-wfp_.tr.mfa
-Medical News Today internet sitesinde yetersiz beslenmenin sonuçları üzerine yer alan yazı: https://www.medicalnewstoday.com/articles/179316.php
-American Psychological Association’daki yazı için: https://www.apa.org/advocacy/socioeconomic-status/hunger.pdf
-Medical News Today’da anoreksiya nervoza ile ilgili yer alan yazı için: https://www.medicalnewstoday.com/articles/267432.php?iacp

Okuma önerisi
Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu, 2017
https://www.tarimorman.gov.tr/ABDGM/Belgeler/Uluslararas%C4%B1%20Kurulu%C5%9Flar/SOFI_2017_TUR.pdf
Hayata Sarıl Lokantası’nı daha önce bu yazımda anlattım:
https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2018/11/03/kendimi-ac-birakinca-askida-yemek-elimden-tutuyor/

İlginizi çekebilir: Anoreksiya ile yaşam: Böyle bir hayatı istiyor muyum?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale