X

Aldatılmak üzerine: Aldatma, aslında nedir?

Ne kadar iyi geldi geçen hafta yazdığım yazı ruhuma, ah bir anlatabilsem sizlere. Yazmayı, duygularımı ve fikirlerimi okurlarımla paylaşmayı, kimse okumasa da yalnızca yazıya dökmeyi ne kadar sevdiğimi bir kez daha hatırlattı bana…

Özellikle de hiç beklemediğim, yıllardır iletişimde olmadığım kişilerin yazımı okuyup benimle iletişime geçmiş olmaları nasıl kıpır kıpır etti içimi bir bilseniz. Kimileri zamanında güzel sohbetlerimizin olduğu, kimileri ise bir zamanlar dertlerimizi, sevinçlerimizi paylaştığımız eski dostlar… Onlar kendilerini bu yazımı okuyorlarsa zaten biliyorlardır. Hepsine çok içten teşekkürlerimi göndermek istiyorum. Dilerim iletişimimiz bu vesileyle yeniden hayat bulur. Seviliyorsunuz.

Gelelim bugünün içeriğine. Bugün sizlerle aldatma ile ilgili duygularımı paylaşmak istiyorum.

Bana göre aldatma konu olunca insanlar üçe ayrılır: Hayatının her döneminde her şekilde aldatılanlar, aldatıldıklarından habersiz olanlar ve hiçbir şekilde kimse tarafından aldatılmamış olanlar.

Üçüncü seçenek var mıdır ya da yüzdeliği nedir bu tabii tartışılır, ancak ben bu şanslı azınlığı izleyici koltuğuna oturtup ilk ikisini yaşamış olanların durumunu masaya yatırmak istiyorum bugün…

Öncelikle aldatma nedir? Birlikte olduğunuz kişinin fiziken başka biriyle birlikte olması mıdır yalnızca aldatma? Ben buna kesinlikle katılmıyorum. Bana göre, insanların birbirlerine söyledikleri yalanlar, kalben başkasını arzuluyor olması, hatta gerçekleşmeyeceğini bildiği sözler söylemesi en büyük aldatmalardandır.

Aldatmayı, yalanlarıyla en yakın dostlarınız, en sevdikleriniz de yapabilir, hayatınızı paylaştığınız insanın ağzından çıkan “Oksijeni bilmem ama ben sensiz yaşayamam.” cümleleri de…

Burada çok sevdiğim birinin yaşadığı bir örneği ele aldığım için kendisinin affına sığınıyorum. Kendisini ne çok sevdiğimi zaten o çok iyi biliyor…

Ama hepimiz bu gibi cümleleri kim bilir kaç kez duyduk. Bazıları elbette ki sadece laftaydı ama bazılarını yüreğimizin en derininde hissetmedik mi? Sanki gerçekten birlikte yaşlanacağımıza inanmadık mı? Sizi bilmem ama en azından ben inandım.

“Bunları söyleme bana, gerçekleşmeyebilir, zaman ne gösterir bilemeyiz, ayrıladabiliriz…” ve bunun gibi birçok şey söylemiş de olsam, beni hiç ayrılmayacağımıza ısrarla inandırmaya çalışmaktan bir gün bile vazgeçmeyen biriydi çünkü geçen haftaki yazımda da bahsettiğim kişi. Peki ben şimdi inanır mıyım bir daha bunun gibi ‘palavralara’? Bilemiyorum. Neden olmasın ki? Sonuçta hayat hayaller olmadan da çekilir mi be?

Birçok insan tanıdım hayatım boyunca, şanslıyım ki hepsi de içten insanlardı. Kalbimi kıranlar ve kalbini kırdıklarım da olsa aralarında, inanın hepsi hayatıma, karakterime, bugünkü Gizem’e bir şeyler kattı da gitti. İyi veya kötü. Birçoğu da iyi…

Hiçbiriyle hayatlarımdan çıktıkları ana kadar kötü anım olmadı diyebilirim sanırım, elbette tartışmalarımız, kalp kırmalarımız olmuştur ama geriye baktığımda, ya güldürdüler, ya eğlendirdiler, ya içimi ısıttılar, ya da derdime ortak oldular.

Ama aldattılar da aynı zamanda. Dedim ya sadece bedenen başkasıyla birlikte olmak değildi sonuçta aldatma, yalan da bir aldatma…

Birisini arzulamak, onunla flörtleşmek, saatlerce mesajlaşmak ya da pembe (sizin deyiminizle beyaz, ama ben bu şekilde kullanmışımdır hep) de olsa yalanları ardı ardına sıralamak? Değil midir bunların tümü de aldatma?

Siz aldattınız mı peki hiç sevdiklerinizi? Bu soruyu her iki şekilde de soruyorum ama. Önce bilinen tabiriyle bir düşünün, sonra da Gizem’in tabiriyle? Benim dediğim gibi olanını hepimiz yaptık, yapmadık mı? E ben de aldattım demek ki sevdiklerimi, ne ayıp bana da…

O zaman niye acı çekiyoruz ki aldatılınca? Hepimizin bir şekilde yaptığı şey değil mi sonuçta?

Hadi bunu bir düşünün ve hayatınızdan çıkanlara üzülmeyi oracıkta bırakın artık.

P.S.: Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla yaptım bugün kendi kendime resmen 🙂

Özellikle şarkılarını asla ama asla unutamadığımız o 90’lardan belki de ilk 10’umda yer alan bir şarkıyı bırakıp el sallıyorum bugün sizlere.

Sağlıkla, neşeyle ve de kahkahayla geçireceğiniz günleriniz olsun…

İlginizi çekebilir: ‘Bu yıl kendimi seçiyorum’: Hayal varsa, umut vardır

Gizem Okut: 1986 yılında İstanbul’da doğdum ve Kıbrıslıyım. 2010 yılında DAÜ’de Turizm ve Otel İşletmeciliği bölümünü bitirdikten sonra Londra'da moda yazarlığı da dahil olmak üzere moda ile ilgili birçok kursa katıldım. Bir buçuk senelik bir maceranın ardından tatil için gittiğim İstanbul’da ailemle kalmaya karar verdim ve İstanbul'da çeşitli firmalarda Stil Editörlüğü, Sosyal Medya Yönetimi, Müşteri İlişkileri gibi pozisyonlarda çalıştım. 2016’da Kıbrıs’a geri dönmem ile birlikte üniversite yıllarında staj yaptığım Dome Hotel'de Misafir İlişkileri ve Sosyal Medya pozisyonunda 2 yıl çalıştım. T...Turizm sektörüne ait olmadığıma karar vererek ani bir sektör değişimi yaptım ve bir süredir Kıbrıs'ta bir firmada Müşteri İlişkileri ve Blog Yazarlığı pozisyonunda çalışıyorum. Yazı yazmak, kitap okumak, müzik dinlemenin yanı sıra, yeni hobilerim arasında seramik objeler yapmak, değişik tariflerde yemekler yapmak ve bahçe ile uğraşmak yer alıyor... Şu hayattan istediğim 3 şey sağlık, barış, huzur...

Alin’in seçtikleri: Geçmişten günümüze teknoloji ütopya/distopya dizileri ve filmleri

Teknolojinin sonsuz olanaklar ve sınırsız hayal gücü ile dolu dünyasından yeniden merhaba! Daha önce sizlere Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler ve Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor? yazılarımda bu dünyanın kapılarını aralamıştım, şimdi ise teknoloji dünyasının başka bir boyutunu birlikte ele alacağız; teknoloji ütopya/distopya dizileri ve filmleri.



Teknoloji, hayatımızın her köşesine sızmışken, yaratıcı zihinler bu ilerlemeleri hem umut verici hem de uyarıcı birer hikayeye dönüştürme konusunda oldukça başarılılar. Etkileyici ve sürükleyici bu yapımlar, bizlere ‘olası’ gelecekler sunarken, aynı zamanda bugün üzerinde düşünmemiz gereken pek çok konuyu da beraberinde getiriyor. Ama şunu kesinlikle söylemeliyim ki en büyük ilgi alanlarımdan biri olan teknolojiyi konu alan ütopya ve distopya yapımları benim favorilerim. Gelin, birlikte bu sıra dışı ve teknolojinin sınırlarını zorlayan hikayeleri yakından keşfedelim:

Star Trek: The Next Generation (1987–1994)

Biraz gerilere gidip 90’lı yıllara doğru uzanacak olursak; 1987’de yayınlanmaya başlayan Star Trek: The Next Generation serisini listemizin başına alabiliriz. Dizi, diplomatik misyonlarını yerine getirirken yeni keşifler yapan bir uzay gemisi mürettebatının maceralarını anlatıyor. Ayrıca, teknolojinin insanlığın sosyal ve etik sınırlarını nasıl genişletebileceğini ve farklı ırkların, farklı kültür ve toplumların bir arada nasıl uyumlu bir şekilde ilerleyebileceğini de gösteren bu dizi, döneminin en popüler yapımlarından biri.

Truman Show (1998)

Eğer siz de benim gibi başarılı oyuncu Jim Carrey’in filmlerini çok seviyorsanız ve Truman Show’u henüz izlemediyseniz, yine kendi dönemine damgasını vuran yapımlardan biri olan bu film, mutlaka listenizde yer almalı. Jim Carrey’in canlandırdığı baş karakter Truman, tüm dünya tarafından izlenen bir televizyon şovunun yıldızı ama bunun farkında değil. Film, teknolojinin ve medyanın, insan yaşantısı üzerindeki etkilerini eleştirel bir şekilde ele alırken gerçeklik ve kurgu arasındaki algı üzerinde gidip geliyor. Filmin teknolojinin kontrol edilebilir bir ütopya yaratma potansiyeline karşı en çarpıcı örneklerden biri olduğunu da söylemek mümkün.

Matrix (1999)

Elbette ki teknoloji ve distopya kelimelerinin geçtiği bir yerde adını anmazsak olmaz bir yapım: Matrix. Geçmişten günümüze etkisini, seyircisini kaybetmeden gelen ve gelecekte de daha çok konuşulması beklenen bu başarılı yapım, 1999’da serinin ilk filmi ile kalbimizde, zihnimizde derin bir yer edinmeyi başardı. Matrix, yapay zekanın yönettiği bir düzende kurulu, gerçekliğin hemen hemen her an sorgulandığı, özgürlük arayışının ise asla bitmediği bambaşka bir dünya. Her şey bir simülasyondan mı ibaret yoksa ‘gerçek’ bir dünya var mı, varsa ona açılan kapı nerede, hala Matrix dünyasında cevaplanmayı bekleyen sorular arasında. Üstelik, sinema sektöründen yükselen sesler, serinin yeni ve hiç beklenmedik gelişmelerle dolu bir filminin daha yolda olduğu yönünde…

Black Mirror (2011-)

Aklınızın size oynayacağı oyunlara ne kadar hazırsınız? Teknoloji, daha ne kadar ileriye gidebilir? Her şey daha iyiye mi yoksa daha kötüye doğru mu yol almakta? Her bölümünde bambaşka hikayelerle, teknolojinin bambaşka yönleriyle karşımıza çıkan Black Mirror, modern dünyanın potansiyel tehlikelerini en çarpıcı şekilde ele alan distopya serilerinden biri. Bir an bile olsun düşünmeyi bırakamayacağınız ve etkisinden uzun süre çıkamayacağınız bir dizi arayışındaysanız, Black Mirror’ı kesinlikle tavsiye ediyorum.

In Time (2011)

Sizce para mı daha değerli, yoksa zaman mı? Ya da sorumu şöyle değiştireyim; ya zaman da para gibi harcanan bir şey olsaydı, dünyada neler olurdu? İşte In Time, tam da bunu anlatıyor. Öyle bir dünya düşünün ki, yaşamak için ne kadar zamanınızın kaldığı, bileğinizde yazıyor ve zamanınız tükendiğinde dünyada size ayrılan sürenin de sonuna gelmiş oluyorsunuz. Ama bir önemli detay daha var; yaşam süresi satın alabiliyor, kendi ömrünüzden başkalarına verebiliyorsunuz. Teknolojinin ve gücün, sosyal adaletsizlikleri nasıl pekiştirebileceğine ve zaman kavramının bir toplumsal baskı aracı olarak nasıl kullanabileceğine çok şaşıracaksınız.



Tomorrowland (2015)

Teknolojinin gücü ve yetenekli insanların bir araya gelmesi, daha iyi bir dünya yaratabilir mi? Usta oyuncu George Clooney’in başrolünde yer aldığı Tomorrowland, bizi geleceğe doğru sürükleyici bir yolculuğa çıkarıyor. Geleceği iyimser bir bakış açısıyla ele alan film, seçilmiş kişilerin daha iyi bir dünya yaratma potansiyeli taşıyan gizemli bir yere yaptıkları yolculuğu konu alıyor.

Westworld (2016-2022)

Yine yapay zekanın başrolde olduğu, geleceğe dair pek çok düşünceyi ve endişeyi de beraberinde getiren distopik bir dünyanın kapısını aralayan sürükleyici bir yapım: Westworld. Oldukça gelişmiş Androidlerle dolu bir tema parkında, insanların fantezilerini yaşayabildikleri, sınırların ortadan kalktığı yapay bir dünya, sözde eğlence dolu androidlerin bilinç kazanmaya başlamasıyla alt üst oluyor. Yapay zeka ile yaratılan androidler, kendilerine biçilen rollerin ötesine geçiyor ve kendi kimliklerini sorgularken gerçek insanlarla da akıl almaz etkileşimler kurmaya başlıyorlar. Etkisinden uzun süre çıkamayacağınız bir dizi arayışınız varsa, Westworld’ü kaçırmayın derim.

Blade Runner 2049 (2017)

Tıpkı Westworld dünyasında olduğu gibi, yüksek teknolojik özelliklerle geliştirilmiş androidler ve gerçek insanlar arasındaki ilişkilere dikkat çeken bir başka yapım; Blade Runner. Film, teknolojinin önlenemez gelişimine ve bunun doğurduğu etik sorunlara odaklanırken, yapay zeka taşıyan varlıkların ‘insansı’ yönlerinin ne tür endişelere yol açabileceğine de dikkat çekiyor. Sürükleyici bir bilim kurgu distopyası arıyorsanız, bu film tam size göre.

Upgrade (2018)

Teknolojinin, insan bedeniyle entegre olması, nasıl bir dünya yaratabilir hiç merak ettiniz mi? Otonom özelliklerle donatılmış arabasının ihanetine uğrayan ve hayatını kaybeden bir kadının eşi, bu dünyadan intikamını almaya kararlıdır, ancak geçirdikleri feci kaza sonrasında pek çok yetisini kaybetmiştir. Yapay zeka ve teknolojiyi harmanlayan küçük bir çip ise ona yardımcı olacaktır, ancak hiç hesapta olmayan bir şey daha vardır; o da STEM adındaki o küçük çipin kendi bilincinin de olması. Upgrade, her sahnesi ile sizi ekrana kilitleyecek ve hayal gücünüzün sınırlarını zorlayacak bir yapım.

Upload (2020- )

‘Dijital bir cennet’ kulağa nasıl geliyor sizce? Güldüren, şaşırtan ama en çok da düşündüren popüler yapımlardan biri; Upload. Dizi, insanların bilinçlerini öldükten sonra dijital bir ‘öteki dünya’ya yükleyebildikleri dönemi anlatıyor. Bir nevi dijital ölümsüzlüğü konu aldığını da söyleyebiliriz. Bu yeni varoluş biçimine adapte olmaya çalışan, dizinin başrol karakteri Nathan’ın ise günden güne kafası daha çok karışıyor, tıpkı izlerken benim de kafamın sık sık karıştığı gibi 🙂 Ama yine de her sahnesi ile Upload, içine çekmeyi başarıyor. Teknolojinin önlenemez gelişiminin yaratabileceği potansiyel bir ütopya ile olası bir distopyanın arasındaki ince çizgi, bu dizi ile daha da belirgin bir hal alıyor.

Eğer ütopik ve distopik dünyalar ilginizi çekiyorsa ya da teknolojinin bu hızlı ilerleyişinin gelecekte ne gibi olası etkiler doğurabileceğine dair merak duyuyorsanız, bu yapımları mutlaka izlenecekler listenize ekleyebilirsiniz. Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.



İlgili Makale