X

Ağrı Dağı’nın zirvesine doğru: Türkiye’nin zirvesine tırmanış günlüğü

Zirveye çıkınca bir şey olmuyor. Öyle değişik hislere kapılmıyor insan. Hava soğuyor, rüzgar şiddetleniyor, her yeri sis kaplıyor. Saatine göre güneş doğuyor ya da güneş batıyor. Genelde doğuyor. Ağrı Dağı zirve tırmanışları gece saat 1-2 gibi başlıyor, ortalama 5-6 saat sürüyor, gün doğumunda zirvede olunuyor. Kafa lambalarıyla çıkılıyor, gün ışığında iniliyor. Bizse yola öğlen çıkıyor, gün batımında zirvede oluyor, kafa lambalarıyla 4200 metredeki kampa iniyoruz. İşte her şey dağda geçirdiğim dört günde oluyor. Kamp alanlarında, aklimatizasyon tırmanışında, inişlerde, çıkışlarda.

Kutsal kitaplarda adı geçen, Marco Polo’nun “Hiçbir zaman çıkılamayacak bir dağ,” olarak tanımladığı, Yaşar Kemal’in “Ağrı Dağı dünyanın üstüne oturmuş ayrı bir dünya gibidir, ağır, heybetli… Ağrı Dağı gecelerde daha büyür, ağırlaşır, dünya yalnız Ağrı Dağı’ymış gibi gelir insana. Ulu sessizliğini korkunç gümbürtüler parçalar. Bir uçtan bir uca…” cümleleriyle anlattığı, 5137 metre yüksekliğiyle Türkiye’nin en yüksek dağı Ağrı Dağı. Dünya üzerinde daha yaygın olan ismiyle Ararat.

Daha ilk günden hissettiriyor heybetini. 3300 metredeki ana kampa vardıktan çok kısa bir süre sonra. Tüm dağı kaplayan kapkara bulutları, rüzgarı ve yağmuruyla. Biz, üstümüzde kat kat kıyafetler, önümüzde ısıtması umuduyla küçük bir gaz lambası, yemek çadırında oturuyor, çay içiyor, havadan konuşuyoruz. Ağrı Dağı’nın havasından. Bir an kapı açılıyor, Mehmet Abi tüm enerjisiyle içeri giriyor, “Telefonlarınızı kapatın,” diyor. Nedenini söylemiyor ama hepimiz biliyoruz yıldırım riskine karşı olduğunu. Kapatıyoruz. Oysa Ağrı Dağı’nda yıldırım hep aynı noktaya düşermiş. Yıllardır, hiç şaşmadan.

Yağmur biraz azalınca yemek çadırından çıkıyor, tam karşımızdaki zirveye bakıyoruz. Sisten gözükmüyor. Aramızda konuşuyoruz. Yine dağ havasından.
“Bugünkü grup zirve yapabilecek mi acaba?”
“Zor görünüyor ama belli olmaz.”
Ağrı’nın saniyesi saniyesine uymuyor. Yağmur, güneş, sis, rüzgar art arda. Kamp alanının diğer tarafına geçiyoruz. Karşımızda Doğubayazıt manzarası. Bulutlar çekiliyor, güneş batıyor. Gökyüzü renk değiştiriyor, griden kızıla. Ufukta gökkuşağı beliriyor, bir uçtan bir uca olsun diye bekliyorum, olmuyor. Aygır’ın yanına gidiyoruz. Bizi görünce sevinip, oyun oynamaya başlıyor. Kampın bekçi köpeği. Yaban hayvanlarından koruyor kamptakileri. Ayıdan, kurttan, tilkiden…

“Çok ıslanmış, bir kulübe yapsana,” diyoruz Mehmet Abiye,
“Alışsın,” diyor. Üstelemiyoruz. Aygır halinden memnun görünüyor. Biz de memnunuz halimizden ama hava burada böyleyse, yukarılarda nasıldır diye düşünmeden edemiyor ve o meşhur soruyu soruyoruz.
“Bakalım biz zirve yapabilecek miyiz?”
“Ben şanslıyım,” diyor rehberimiz. “Benim rehberlik yaptığım zamanlarda zirve hep açık oluyor. Hatta temmuz ayında o kadar güzeldi ki, neredeyse bir saat platoda takıldık.”

Ağrı Dağı, 4800’üncü metreden zirveye kadar buzulla kaplı. İşte bu bölge plato diye adlandırılıyor. Eğer platoda yeterince yumuşak kar yoksa, hemen öncesinde kramponlar takılıyor ve zirveye öyle çıkılıyor. Buzullar dört mevsim boyunca erimiyor. Erimiyordu. Artık eriyorlar. Çamur halinde dağın yamaçlarına doğru düşüyorlar. Bu halleriyle gündeme geliyorlar. Aşırı sıcaklardan etkileniyor, küresel ısınmaya karşı farkındalık tırmanışları yapılmasına neden oluyorlar. Dağ toprağı kaygan. Yukarılardan taşlar düşüyor. Eriyen buzulların heyelan riskini artırdığı, taşların da bu yüzden birer birer düştüğünü söyleyenler var.

Kamplardan taşların yankısını duyuyoruz. Bazen görüyoruz taşı, bazen göremiyoruz. Ama ne zaman bir taş sesi duysak, o an her ne yapıyorsak bırakıp dikkatimizi düşen taşa veriyoruz ve “Bakın, yine taş düşüyor,” diyoruz birbirimize. İşte böyle dikkat çekiyor Ağrı Dağı. Küçük bir taşın sesi, tüm dağda yankılanıyor.

Kimi zaman böyle kaygan topraklardan, kimi zaman kocaman kayalardan, kimi zaman da küçük su yataklarından geçilerek yapılıyor Ağrı Dağı tırmanışları ve inişleri. Ben, Peru’daki Gökkuşağı Dağları gibi rahat bir patika olduğunu düşünmüştüm gelmeden önce. Belki de öyle olmasını istediğim için. Beni korkutan iki şey vardı. Biri irtifadan etkilenmek, öbürü de platoda kaymak. Sonuçta cam buzul demişlerdi, aşırı kaygan olmalıydı. Daha ilk kampta havanın böylesine bozacağı, bir sonraki gün aklimatizasyon tırmanışını gerçekleştirmek için ince hesaplar yapacağımız aklımın ucuna bile gelmemişti. Bulutların hareketine göre plan yapmaya başlamıştık bile.

“Bugün yağması iyi oldu, yarın açılır.”
“Ya açılmazsa?”
“Açılacak gibi duruyor. Bakın zirve açılmaya başladı bile.”
“Biraz sonra kapanmaz değil mi?”
“Genelde bir gün böyle olursa ertesi gün açık oluyor. Zaten sabah güzel olur.”
“Kaçta çıkacağız yarın?”
“Kahvaltıdan sonra çıkarız, 9 gibi.” Gruptaki Norveçli söze giriyor.
“Ne olur ne olmaz daha erken çıkalım mı? Mesela 8 gibi?”
“Tamam,” diyoruz. “7’de kahvaltı yapar 8’de çıkarız.”
Rehber rotayla ilgili kısa bir açıklama yapıyor.
“Yarın farklı bir rota kullanacağız. Zirveye giden yolu zaten göreceğiz, değişiklik olsun.”

Saatin kaç olduğundan haberimiz yok. Dağa adım attığımız anda zaman kavramı yok oldu. Hava karardığına göre yatmak için uygun bir saat olmalı. Belki haberi olan vardır saatten, ben bilmiyorum. Şimdilik bıraktım o işleri. Yani mecbur kaldığım zamanlar hariç. Çadır arkadaşımla çadıra gidiyoruz. Kafa lambamızı çadırda unutmuşuz ikimiz de. Telefonumun ışığını açıyorum, bize yol gösteriyor. Hava durulmuş. Şimdilik. Bir dakika, biz çadıra giderken gerçekten durulmuş muydu hava? Yoksa hafif yağmur mu atıştırıyordu? Sağanak da olabilir. Ya da sadece rüzgar mı vardı? Gerçekten hatırlamıyorum. Kafamda berem, altımda yürüyüş pantolonum ve yün çoraplarım, üstümde polarım ve montum çadıra doğru yürüyoruz. Ağustos ayındayız. Tam ortasında. Üşüyoruz.

Sıra gecenin en zor kısmında. Üstümüzü değiştirmek. Hiç niyetim yok. Ama hâlâ üşüyorum. Üstelik pantolon hiç rahat değil. Tüm enerjimi toplayıp sadece pantolonumu değiştiriyorum. Termal tayt ve pijama altıyla. Beremi ve montumu çıkarıyor, -50 derecelik uyku tulumunun içine giriyorum. Gözümü kapar kapamaz uyuyacağımı sanıyorum. Öyle olmuyor. Bir türlü uyuyamıyorum. İçimde değişik bir his var. Kötü değil, iyi de değil. Bilinmezlikten gelen bir his sanki. Ağrı Dağı’nın bilinmezliğinden. Dağın karşımıza neler çıkaracağını merak ediyorum. Daha şimdiden bahaneler üretmeye başlıyor zihnim. “3200 kampı böyleyse,” diyor, “Daha yüksekleri kim bilir nasıl olur?” Ben de tam olarak bunu merak ediyorum. Sonra ekliyor. “Ya getirdiğin kıyafetler yeterince ısıtmazsa, ya irtifadan etkilenirsen, ya düşersen,” Kendisini Horatio sanmaya başlıyor adeta. Söylediklerinin hiçbiri umurumda değil. Çünkü böyle zamanlarda devam edip etmeme kararını beden verir. Zihin değil. Bir de hava koşulları.

Dışarıdan yağmur ve rüzgar sesi geliyor, yan çadırda biri horluyor. Bense bir uyuyor, bir uyanıyorum. Rüzgarın sesi uyurken de var, uyanıkken de. Uyanıkken olanı bir süre sonra kesiliyor, uyurken hep rüzgarlı. Rüzgarlı, yağmurlu, Ağrı Dağı manzaralı. Uyanıkken sakin, uyurken hareketli. Bir süre sonra rüzgar şiddetlenerek geri dönüyor. Bu sefer biraz sallıyor çadırı. Uyanıyorum. Değişik bir ayak sesi duyuyor, bir hayvan geldi galiba, diyorum kendi kendime. Rahatlığıma şaşırmıyorum.

“Dün gece bir hayvan geldi, çadırın etrafını kokladı,” diyor rehber.
“Evet,” diyorum. “Ben de duydum.”
“Sizin çadıra da mı geldi?”
“Yok yok, ben sadece sesini duydum.” Sabah bunları konuşuyoruz yemek çadırının önünde. Bir de gecenin nasıl geçtiğini, bugün bizi nasıl bir havanın beklediğini. Aynı zamanda yola çıkmak için hazırlanıyoruz. Rehberimiz kumanyalarımızı dağıtıyor, sularımızı veriyor ve en önemlisi, termoslarımıza çay dolduruyoruz. Ağrı’ya geldiğimizden beri çaysız yapamıyoruz. Çünkü buranın çayı meşhur, çünkü çaylar İran’dan, çünkü çaylar kaçak.
“Ben bir bardak daha çay içeceğim çıkmadan önce. İsteyen var mı?”
“Ben de istiyorum.”
“Ben de.”
“Bana da getirir misin?”
Hepimiz birer bardak daha içiyoruz. Termosa doldururken kokusunu aldık bir kere. İçmesek olmazdı.
Rehberimiz “Gidelim mi?” diye soruyor.
“Evet,” diyor ve yola koyuluyoruz.

Geniş bir otlak araziden geçiyoruz ilk olarak. Araçların gelebildiği son nokta olan 2200 metredeki Çevirme Köyü’nden bizi alıp Doğubayazıt’a götüren şoför de böyle bir araziden geçiyor. Nedenini merak ediyoruz. Geldiğimiz yolla aynı değil. İran’a yakın olduğumuz için buralarda çok sık polis kontrolü oluyor. Onlara denk gelmemek için mi acaba diye düşünüyoruz. Rehberimiz aracılığıyla şoföre soruyoruz. Bu yolun daha rahat ve daha kısa olduğunu söylüyor. Üstümüzde dağ yorgunluğu varken, yolun rahatlığını sorgulayacak değiliz. Zirveye bakıyoruz uzaktan. O da bize bakıyor, tüm heybetiyle. “Dün bu saatlerde zirvedeydik,” diyor gruptan biri. Gülümsüyoruz. İçinde çok şey barındırıyor bu gülümsememiz. Buraya yazılamayacak kadar çok, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar derin. Hafiflemiş hissediyorum. Dünya üzerinde kapladığım yerin ne kadar küçük ve ne kadar değerli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor Ağrı Dağı bana. Bünyesinde taşıdığı lavlar gibi. Tüy kadar hafif ama aynı zamanda bir araya geldiklerinde ve aktifleştiklerinde kocaman bir dağı patlatabilecek kadar da etkili.

Düz araziyi bitiriyor ve su yatağına geliyoruz. Önce eğimli topraktan suyun kenarına iniyor, su üzerindeki taşlara basarak karşı tarafa geçiyor ve yine eğimli topraktan yukarı çıkıyoruz. Bir süre düz devam ediyor yol. Bazen kayaların arasından, bazen de kayaların üstünden geçerek. Ardından bir su yatağı daha çıkıyor karşımıza. Bu seferki daha büyük ve geçişi daha dik. Orayı
da geçiyoruz. Biraz daha kayaların arasından yürüdükten sonra tırmanmaya başlıyoruz. Eğim gittikçe artıyor. Kum gibi ince toprak, hiç sabit durmuyor. Bastığımız her yer aşağıya doğru kayıyor. Basmadığımız yerler de kayıyor. Toprakla birlikte aşağıya doğru kaymamak için beden ağırlığımızı biraz öne doğru alıyor, her adımımızda toprağa iyice köklenerek ve batonlarımızdan tam kıvamında destek almaya çalışarak tırmanmaya devam ediyoruz. 3900 metreye kadar.

“Bence bu kadar yeter,” diyor rehberimiz. Sonra ekliyor.
“Siz ne dersiniz?” İçimizden iki kişi biraz daha tırmanmak istiyor. Karşıdaki tepeyi işaret ederek,
“Biz şuraya gidip gelsek olur mu?” diye soruyorlar.
“Tamam,” diyoruz. “Biz burada bekleriz.”

Onlar uzaklaştıktan sonra bir süre hiç konuşmadan oturuyoruz. Sırtımı yasladığım bazalt kayaya dokunuyorum elimle. Dokusunu, ısısını, hissini anlamaya, enerjisini hissetmeye çalışıyorum. Titacaca Gölü’ndeki Isla Del Sol’da (Güneş Adası) geçirdiğim günler geliyor aklıma. 4000 metre rakımda, dünyanın en yüksek gölünün tam ortasında. Özlediğimi fark ediyorum. Oradaki yavaşlığı, neredeyse saatlerce hiç konuşmadan yıldızları seyredişimizi. Amaçsızca dağlarda olmayı, sadece olma halini. İşte o an emin oluyorum asıl sevdiğim şeyin dağcılık değil de dağlarda olmak olduğuna. Tam olarak bu yüzden, zirvenin ertesi günü 4200 kampında gruptan biri “Tekrar zirve yapmaya gelir misiniz?” diye sorduğunda “Bilmiyorum,” diyorum. “Ağrı Dağı’na tekrar gelmeyi çok isterim. Ama bu sefer belki de sadece ana kampta bir süre kalmak için,” Çünkü eksikliğini hissettiğim şeyler var. Dağdan alacaklarım henüz tamamlanmadı sanki. Elim halâ bazalt kayada ama hiçbir şey hissetmiyorum. Dağın zirvesine bakıyorum bu sefer, yine olmuyor. Biliyorum, bir şey hissetmek zorunda değilim. Ama şunu da biliyorum ki hissedince çok güzel oluyor.

Bir tezatlık var. Dağ insanı yavaşlatıyor ama biz hep kaplumbağa hızında acele ediyoruz. “Belli bir ritim tutturup öyle devam etmek gerekiyor,” diyor rehberimiz. Neredeyse 4800 metredeyiz. Biraz midem bulanıyor, biraz kafam güzel, yorgun ve mutluyum. Sık sık nefesim hızlanıyor, her seferinde düzenlemek için çok kısa süre duruyorum ve her durduğumda rehber “Hadi hadi, çok az kaldı,” diyerek motive etmeye çalışıyor kendince. Halbuki hiç ihtiyacım yok motiveye. Bedenimin ve nefesimin uyumlu olmasını istiyorum sadece. Nefes nefese kalmamayı, dilimin damağının kurumamasını. Madem dağdayız, madem 5000 metrenin üstündeyiz, diyorum kendi kendime, neden acele ediyoruz, neden kimse bedeniyle ilgilenmiyor, neden kimsenin umurunda değil nefes nefese kalmak? Acaba ben mi abartıyorum, diye düşünüyorum. Belki bunu da dengelemeli insan. Mesela bazen de dili damağı kuruyana kadar yorulmalı, nefes nefese kalmalı ve sislerin arasından yavaş yavaş zirveye ilerlerken, dönüş yolunu kaybetmemek için belirli aralıklarla batonlar koymalı platoya. Çünkü Ağrı Dağı’nın en büyük tehlikelerinden biri yoğun sis nedeniyle, her yeri aynı olan platoda kaybolmak.

“Duruma göre geri döneriz,” diye başladığımız yolun sonuna kadar gidiyor ve zirveye varıyoruz. Sislerin arasından güneş batıyor. Gerisi şiddetli rüzgar ve soğuk. Üşüyorum. Ellerimi neredeyse hissetmiyorum, iki kat eldivene rağmen. En fazla beş dakika duruyoruz ardından zaman kaybetmeden inişe geçiyoruz. Hava kararmadan plato başlangıcında, çantalarımızı bıraktığımız yere ulaşmamız gerekiyor. Zirveye çıkınca bir şey olmuyor. Orada her şey bitiyor, sonra yeniden başlıyor. Döngü gibi. Ya da sarmal. Çünkü bir şey bitince yenisi başlar.

Platonun başında kramponlarımızı çıkarıyor, kafa lambalarımızı takıyor, çantalarımızı sırtlanıyor ve yavaş yavaş 4200 kampına iniyoruz. Yemek çadırında yemek yiyor, çadırlarımıza gidiyor, uyuyor, sabah uyanıp kahvaltımızı yapıyor ve yola çıkıyoruz. Yol kalabalık, sürekli bir grupla ya da eşyaları taşıyan atlarla karşılaşıyor, yol veriyoruz.

“Dün gece ışıklarınızı gördük,” diyor karşılaştıklarımızdan bazıları “Kafa lambalarıyla inenler siz miydiniz?”
“Evet,” diyor ve yola devam ediyoruz. Ağrı Dağı’nda çıkanlar inenleri tebrik ediyor, inenler çıkanlara başarılar diliyor. Bense hiçbir anlam veremiyorum tebrik edilmelere. Bir başarı değil çünkü benim için bu. Tam tersi, yolun sonu, dağdan ayrılma zamanının geldiğini gösteren bir şey. 3200 kampında biraz dinleniyor, bir şeyler yiyor, tekrar yola çıkıyoruz. Çevirme Köyü’ne doğru. Köyün girişinde, siyah uzun saçlı esmer bir 12-13 yaşlarında bir kızla karşılaşıyoruz. Elinde, içi erik dolu bir tepsi,
“Erik ister misiniz?” diye soruyor biz geçerken. İçimizden biri alıyor.
“Şey, ben onları satıyorum,” diyor kız utangaç bir ses tonuyla. Parasını veriyor, arkadan gelenleri bekliyor, kızla sohbet ediyoruz. Ressam olmak istediğini, erik satarak okul harçlığını çıkarmaya çalıştığını söylüyor.

Çevirme Köyü’nün girişinde çantalarımızı taşıyan atları bekliyoruz. Atlar geliyor, çantalarımızı alıyor, aracımıza biniyor ve Doğubayazıt’ın yolunu tutuyoruz. İlçeye girer girmez göz zevkini fazlasıyla bozan apartmanlar karşılıyor bizi. Ağrı Dağı manzarasını bozmak için ellerinden geleni yapmışlar sanki Ben yazı yazarken anlattığım her şeyi tekrar yaşıyorum. Mesela şimdi dağdan indim, çarpık kentleşmenin olduğu bir yere geldim. Böyle bir görüntüye hiç hazır değilim. O yüzden yazıyı burada sonlandırıyor ve bir ağaca sarılmaya gidiyorum.

İlginizi çekebilir: Likya Yolu hikayeleri: Bir yürüyüş rotasından insan ve doğa manzaraları

Nihan Yığın: Yazmayı, seyahat etmeyi, başkalarının hayatlarına tanık olmayı, hikayeler dinlemeyi, bu hikayeleri yazarak paylaşmayı sever. “Issız bir adaya düşsen yanına ne alırsın?” deseler, ilk söyleyeceği defter ve kalem olur. Issız bir adaya düşmeyi çok ister. Doğayı, dağları, yüksekleri, yürümeyi, tırmanmayı sever. Aldığı eğitimlerle, yaptıklarıyla ön plana çıkmaktan hoşlanmaz. Yoga yapar, yoga öğretir. İnsanların kalbine dokunmak, birilerine iyi gelmek ister. Yazarak, dinleyerek, paylaşarak...

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.



Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?



Güne lezzetli bir başlangıç için kahvaltılık tarifler

Ne demiş şair; kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sizce de öyle değil mi? Günün ilk öğününün, bize gün boyu yetecek kadar neşe ve enerji kaynağı olması gerekmiyor mu? İster sabahın çok erken saatlerinde ister öğlene yakın olsun, fark etmez; günün ilk öğünü her zaman çok önemli. Çünkü günün geri kalanını etkileyen, o günün ne kadar kaliteli bir gün olduğunu belirleyen en önemli faktörlerden biri; güne neler yiyerek başladığımız…



Ancak hepimiz biliyoruz ki, klasik kahvaltı tarifleri zamanla sıkıcı hale gelebiliyor. Yumurta, peynir, zeytin güzel bir başlangıç olsa da her gün aynı şeyleri yemek hayatlarımızda monotonluk yaratabiliyor. Dolayısıyla biraz daha yaratıcı alternatiflere ihtiyacımız var. Ama bir yandan da yoğun tempomuza ayak uydurabilmek için pratik ve besleyici olmalı. Tabii lezzetten de ödün vermek olmaz. İşte tam da bu noktada lezzeti ile, pratikliği ile, besleyiciliği ile kahvaltıların yıldızı müsli karşımıza çıkıyor. İşte müsli kullanarak hazırlayabileceğiniz lezzetli ve sağlıklı kahvaltılık tarifler:

Müslili Ekmek

Eğer kahvaltıda değişiklik yapmak ve lezzet ile besleyici değeri bir arada sunan bir alternatif arıyorsanız, müslili ekmek tam size göre. Klasik ekmek tariflerine göre çok daha zengin ve doyurucu bir seçenek sunan bu kahvaltılık tarifi, aynı zamanda çok daha lezzetli, çok daha eğlenceli. Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli’nin içeriğindeki kızılcık, kuru üzüm, elma ve marakuyalı özel karışım sayesinde enerjik bir sabaha doyurucu dilimlerle merhaba diyebilirsiniz.

Malzemeler:

Hamuru için:

  • 1 su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 2-3 tatlı kaşığı Dr. Oetker Aktif Maya
  • 0,5 çay bardağı süt
  • 4-4,5 su bardağı un
  • 0,5 çay bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1 yumurta
  • 100 gram yumuşak margarin

Üzeri için:

  • 2-3 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 yemek kaşığı su

Hazırlanışı:

  • Mayayı bir kaseye alın ve üzerine yarım çay bardağı ılık sütü ilave edin. Kaşık ile birkaç kez karıştırıp 10-15 dakika bekletin.
  • Unu derin bir kaba eleyin ve üzerine beklettiğiniz mayayı ilave edin. Toz şeker, süt, yumurta ve margarini ilave edip iyice yoğurun. Üzerini kapatıp ılık ortamda 40-45 dakika bekletin.
  • Süre sonunda mayalanan hamura 1 su bardağı meyveli müsliyi ekleyin ve yoğurun. Hamuru yuvarlayıp pişirme kağıdı serilmiş fırın tepsisine alın. Üzerine su sürüp meyveli müsli serpin ve 20 dakika bekletin.
  • Fırını belirtilen dereceye ayarlayıp ısınması için önceden açın. (Alt-üst pişirme: 170 °C, Turbo pişirme: 160 °C)
  • Hamurun üzerini keskin bıçak ile 3-4 yerinden 1 cm derinliğinde kesin ve 25-30 dakika pişirin.
  • Fırından çıkarıp soğutun. Dilimleyerek servis yapın.

Çikolatalı Çıtır Smoothie Bowl

Kahvaltıda kendinizi şımartmak ve güne ‘bomba’ gibi başlamak istiyorsanız, tatlı bir kahvaltılık tarifi tam size göre olabilir. Çıtır tahıl ve çikolata parçacıkları içeren Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli ile çok pratik ve çok lezzetli bir kahvaltılık bowl hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • 2 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli
  • 1 adet olgun muz
  • ½ avokado
  • 1 yemek kaşığı kakao tozu
  • 1 su bardağı badem sütü

Hazırlanışı:

  • Olgun muzu, avokadoyu, kakao tozunu ve badem sütünü blender’a alın. Pürüzsüz bir kıvam alana kadar yüksek hızda karıştırın.
  • Elde ettiğiniz smoothie karışımını bir kaseye aktarın ve kahvaltılık bowl için tabanı hazırlayın.
  • Smoothie tabanın üzerine çıtır çıtır Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli’yi ekleyin. Ve harika kahvaltı kaseniz hazır.

Portakallı Muzlu Müslili İçecek

Kahvaltılarınızı bir sonraki seviyeye taşımaya hazırsanız, Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli ile tanışın. Bu benzersiz müsli, sadece lezzetiyle değil, aynı zamanda sağlık açısından sunduğu faydalarla da kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olmaya aday. Hem lif hem de Vitamin B1, demir ve magnezyum gibi önemli besin öğeleri açısından zengin olan bu müsli ile harika bir kahvaltılık içecek hazırlayabilir, güne başlarken ihtiyacınız olan enerjiyi ve besinleri alabilirsiniz:



Malzemeler:

  • 50 g Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli
  • 1 poşet Dr. Oetker Şekerli Vanilin
  • 2 adet muz
  • 2-3 dilim ayıklanmış ve zarları çıkarılmış portakal dilimleri
  • 2 su bardağı buzdolabında soğutulmuş süt
  • 2 yemek kaşığı bal

Hazırlanışı:

  • Muzları soyup iri parçalara kesin ve mutfak robotuna alın.
  • Üzerine portakal dilimleri, süt, bal ve şekerli vanilini ilave edip meyveler ezilinceye kadar karıştırın.
  • Hazırladığınız içeceği bardaklara alın. Üzerlerine çıtır müsliyi ekleyip kaşık ile karıştırın.
  • Buzdolabında 30 dakika bekletip servis yapın.

Meyveli Mini Kahvaltılık Muffin

Güne başlarken modunuzu yükseltecek, enerjinizi yerine getirecek ve ihtiyacınız olan besin öğelerini almanızı sağlayacak ve tüm bunları yaparken de eğlenceli bir hale çevirecek muffinlere kim hayır diyebilir ki… Siz de demezseniz, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ile harika bir kahvaltılık hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • ½ su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 paket Dr. Oetker Hamur Kabartma Tozu
  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 2 yemek kaşığı bal
  • ½ su bardağı süt
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 adet yumurta
  • 1 adet mini muffin tepsisi

Hazırlanışı:

  • Fırını 180 derecede önceden ısıtın ve mini muffin tepsisini yağlayın.
  • Bir kasede tam buğday unu, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ve kabartma tozunu karıştırın.
  • Başka bir kapta süt, eritilmiş tereyağı ve yumurtayı çırpın. Islak malzemeleri kuru malzemelerin üzerine dökün ve karıştırın.
  • Hazırladığınız kek harcını mini muffin kalıplarına eşit miktarda bölün. Her bir kalıbı üçte iki oranında doldurmanız yeterli olacaktır, böylece kabardığı zaman da yeteri kadar alan kalacaktır.
  • Yaklaşık 20 dakika kadar pişirdikten sonra fırından çıkarın, birkaç dakika beklettikten sonra servis edebilirsiniz.

Bonus: Çabasız ve lezzetli kahvaltılar

Eğer daha hızlı bir şekilde lezzetli, pratik ve doyurucu kahvaltılık tarifler hazırlamak istiyorsanız, fazla çaba harcamadan da eğlenceli kahvaltılar yapabilirsiniz. Müslinizi ister sütle ister yoğurtla karıştırın; üzerine meyve, bal, biraz da kuruyemiş ekleyin ve voila! Enfes kahvaltınız hazır… Ama bir dakika; zaten eklenmişi var 🙂 Dr. Oetker Vitalis’in lezzetli, doyurucu ve sağlıklı dünyası ile klasik kahvaltılar yerine daha enerjik tariflerle güne başlayabilirsiniz.

Sağlıklı ve dengeli beslenmeyi, ‘sıkıcı’ kalıplardan çıkarmak ve her güne büyük bir neşe ile başlamak istiyorsanız Dr. Oetker Vitalis, kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olacak. Üstelik sadece kahvaltılarınızın da değil; ara öğünlerinizde de lezzetli atıştırmalıklar olarak tüketebilirsiniz. Bu çıtır lezzetler, gününüzün her saatine enerji ve neşe katacak!

Siz de Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’in Multi Meyveli Çıtır Müsli, Bal Bademli Çıtır Müsli ve Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli çeşitlerinden dilediğinizi seçebilir, güne en sevdiğiniz lezzetle harika bir başlangıç yapabilirsiniz.

*Bu yazı Dr. Oetker katkılarıyla hazırlanmıştır.



İlgili Makale