X

İstanbul’un incisi: Huzur dolu Adalar’da doğaya kaçış

Adalar, Prens Adaları olarak da bilinen ve İstanbul’a uzaklıkları 3 km ila 13,5 km arasında değişen adalardan oluşan bir ilçedir. Adalar; Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada, Sedef Adası, Demokrasi ve Özgürlükler Adası (Yassıada), Sivriada, Kaşık Adası ve Tavşan Adası’ndan oluşmaktadır.

Adalar’ın yalnızca beş tanesinde yerleşim bulunmaktadır. Bu nedenle Adalar’ı ziyaret etmek istiyorsanız, gezinize Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada ve Sedef Adası’nı ekleyebilirsiniz. Adalar’ı vapur ile günübirlik olarak ziyaret edebileceğiniz gibi kalacak yerinizi ayarladıktan sonra tatil amaçlı da ziyaret edebilirsiniz. Adalar’a nasıl gidebileceğinizi, ne zaman gidebileceğinizi, gezebileceğiniz yerleri, Adalar’ın meşhur olduğu şeyleri ve Adalar’a dair merak ettiğiniz her şeyi bu yazıda okuyabilirsiniz.

Adalar’a nasıl gidilir?

Adalar’ı ziyaret etmek istiyorsanız, Adalar vapurunu kullanabilirsiniz. Beşiktaş, Kabataş, Eminönü, Bostancı ve Kadıköy’den kalkan vapurlar ile Adalar’a yazları ve kışları her gün tarifeli seferlerle ulaşabilirsiniz. Kabataş’tan ve Bostancı’dan kalkan vapurlarla Sedef Adası’na ulaşabilirsiniz. Kınalıada, Burgazada, Heybeliada ve Büyükada’ya ise Kabataş’tan ve Bostancı’dan vapurun yanı sıra motor ve deniz otobüsü ile ulaşım sağlayabilirsiniz. Maltepe, Kartal, Kadıköy ve Eminönü iskelelerinden ise Adalar’ın bazılarına motorla ulaşabilirsiniz. Heybeliada ve Büyükada arasındaki motor seferleri sık gerçekleşirken diğer adalara daha seyrek düzenlenebileceği için yolculuğunuz öncesi seferleri kontrol ettiğinizden emin olmalısınız.

Adalar’a ne zaman gidilir?

Adalar, yaz aylarında harika bir havaya ve doğaya sahip olsa da Adalar ziyaretinizi ilkbahar aylarına denk getirmeniz daha iyi olabilir. İlkbahar ve yaz başları, Adalar’ı gezmek ve denize girmek için harika aylardır. Haziran, Temmuz ve Ağustos ayları Adalar’da da sıcak ve güneşli olduğu için denize girmek için Adalar’ı yaz aylarında ziyaret etmek daha uygun olabilir. Ancak bu aylarda Adalar’ın daha kalabalık olacağını unutmamalısınız. Adalar’ı yaz kalabalığı geçtikten sonra sonbahar aylarında da ziyaret edebilirsiniz. Bu sayede Adalar’ı çok daha sakin bir şekilde gezebilirsiniz. Bununla birlikte kış aylarında şiddetli hava koşulları söz konusu olabileceği ve ulaşım aksayabileceği için Adalar gezinizi kış aylarında hava durumunu kontrol ederek planlamayı ihmal etmemelisiniz.

Adalar’da nerede kalınır?

Adalar’da pek çok pansiyon, otel ve butik otel bulunmaktadır. Adalar’ın en büyüğü Büyükada olduğu için en çok konaklama seçeneğini burada bulabilirsiniz. Adanın merkezi iskele yakınları ile Aya Yorgi ve Dilburnu bölgeleri olduğundan bu bölgelerde istediğiniz gibi bir yerde kalabilirsiniz.

Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada, Büyükada’ya kıyasla daha az konaklama seçeneğine sahip olsa da buralarda da istediğiniz gibi bir otel ya da pansiyon bulabilirsiniz. Bu adaların özellikle iskeleye ve merkeze yakın kısımlarındaki konaklama seçeneklerini değerlendirebilirsiniz. Adalar’da kalacağınız yerin iskeleye ve merkezi noktalara yakın olmasına özen göstermelisiniz. Ayrıca bütçenize uygun olarak en iyi seçimi yapmak için pansiyon ve otellerin internetteki yorumlarına göz atabilirsiniz.

Adalar’da gezilecek yerler

Adalar’ı ziyaret etmek istiyorsanız gezinize Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada ve Sedef Adası’nı ekleyebilirsiniz. Bu adalarda ziyaretçilerin en sık ziyaret ettiği yerleri aşağıda okuyabilirsiniz:

Büyükada

Büyükada’yı bisikletle kolayca gezebilirsiniz. Bisikletle her köşesini karış karış gezebileceğiniz Büyükada’da kesinlikle görmeniz gereken bazı yerler şu şekilde:

Aya Yorgi Kilisesi: Büyükada’nın en yüksek kısmında bulunan Aya Yorgi Kilisesi, Büyükada denince akla gelen ilk yapılardan bir tanesi. Adanın simgesi konumundaki Aya Yorgi Kilisesi’ne yürüyerek ulaşabilirsiniz.

Adalar Müzesi: Adanın tarihi ilginizi çekiyorsa gezinize kesinlikle Adalar Müzesi’nin eklemeniz gerekir. Adalar Müzesi’nde Osmanlı dönemine ait eserleri görebileceğiniz gibi düzenlenen sergileri de ziyaret edebilirsiniz.

Rum Yetimhanesi: Tarihi Rum yetimhanesi yıllar içinde harabe haline gelmiş bir yapı olsa da günümüzde hala etkileyiciliğini korumaktadır. Tarihi 20. yüzyılın başlarına dayanan bu yetimhaneye giriş izni olmasa da yapının ihtişamına uzaktan da tanık olabilirsiniz.

Aşıklar Tepesi: Romantik bir atmosfere sahip Aşıklar Tepesi, Büyükada’nın en yüksek noktalarından bir tanesidir. Büyük bir mesire alanı olan Aşıklar Tepesi’nde dinlenebilir ve harika manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.

Ada Çarşısı: Ana cadde üzerinde yer alan Ada Çarşısı’nda alışveriş yapabilir, yöresel ürünleri keşfedebilir veya kafe ve restoranlarda soluklanabilirsiniz. Adanın merkezi konumlarından biri olan çarşıda adanın tarihini ve kültürünü daha yakından keşfedebilirsiniz.

Heybeliada

Prens Adaları’nın ikinci büyük adası olan Heybeliada da doğal ve tarihi güzellikleriyle ünlü yerlerden bir tanesidir. Heybeliada’da kesinlikle görmeniz gereken bazı yerler şu şekilde:

İsmet İnönü Evi Müzesi: Türkiye’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün uzun yıllar yaşadığı bu ev günümüzde müze olarak korunuyor. Zamanında kullanılan eşyaların olduğu gibi muhafaza edildiği bu müzeyi haftanın her günü ücretsiz bir şekilde gezebilirsiniz.

Deniz Lisesi: Heybeliada Deniz Lisesi, 1773 yılında kurulmuş olan Türkiye’nin en köklü askeri okullarından bir tanesidir. Denizli Lisesi günümüzde eğitim vermemekle birlikte lisenin ziyaretçiler için açık bir kısmı bulunmaktadır.

Heybeliada Sanatoryumu: Heybeliada Sanatoryumu, Türkiye’nin ilk veren hastanesi olarak 1924’te hizmet vermeye başlamış ve 2005 yılında faaliyetlerine son vermiştir. Zaman içinde verem tedavisindeki gelişmelerle birlikte sanatoryumların önemini kaybetmesi nedeniyle kullanım amacı değiştirilen ve son olarak ise faaliyetine son verilen Heybeliada Sanatoryumu ziyaretçilere kapalı olsa da binayı dışarıdan görebilir ve tepedeki harika manzarayı seyredebilirsiniz.

Heybeliada Ruhban Okulu: Ruhban Okulu, faaliyetine 1844 yılında başlamış ve 1971 yılına kadar hizmet vermiştir. Günümüzde yılın belli zamanlarında bahçesinde etkinlik düzenlenebilen Ruhban Okulu’nu ziyaret edecekseniz, gitmeden önce etkinlik takvimini kontrol edebilirsiniz.

Değirmenburnu Tabiat Parkı: Deniz kıyısında ve ormanlı bir alanda bulunan Değirmenburnu Tabiat Parkı’nda dinlenebilir ve harika manzaralara şahit olabilirsiniz. Genelde sakin ve huzurlu bir atmosfere sahip olan bu yerde özellikle günbatımında çok güzel manzaralar yakalayabilirsiniz.

Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi: Aya Nikola Kilisesi, adanın tarihi açısından önemli bir kilisedir. Tarihi 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanan kilise, geleneksel Bizans tarzında inşa edilmiştir ve kubbeli bir yapıya sahiptir. Kilise ziyarete her zaman açık olmadığı için kiliseyi ziyarete gitmeden önce açık olup olmadığını kontrol etmeniz gerekir.

Burgazada

Prens Adaları’nın üçüncü büyük adası olan Burgazada’da kesinlikle görmeniz gereken yerler şu şekilde:

Aya Yani Kilisesi: Aya Yani Kilisesi, adanın en eski kilisesidir. Tarihi 800’lü yıllara kadar uzanan kilise bugünkü şeklini 1896 yılında almıştır. İçerisinde freskler ve ikonalar bulunan kilise hem dini hem tarihi hem de kültürel olarak önemli bir konuma sahiptir.

Hristos Manastırı: Hristos Tepesi veya Bayrak Tepe’de bulunan manastırın günümüzdeki halinin 1600’lü yıllardan kaldığı düşünülmektedir. Manastırın ziyaretçilere açık olduğu dönemler farklılık gösterebilmekle birlikte yalnızca manastırın etrafındaki bahçede dinlenmek ve manzaranın tadını çıkarmak için dahi tepeye çıkabilirsiniz.

Madam Marta Koyu: Adanın kuzeyinde bulunan Madam Marta Koyu’nu hem günübirlik ziyaret edebilir hem de kamp yapabilirsiniz. Konumu çok güzel bir yerde olan koyu yaz aylarının yanı sıra diğer mevsimlerde de ziyaret edebilirsiniz.

Süt Koyu: İskeleden yaklaşık 25 dakika yürüme mesafesinde olan Süt Koyu, Madam Martha Koyu’nun yanında yer almaktadır. Bakir kalmış koylardan biri olan Süt Koyu’nu doğayla baş başa kalmak için tercih edebilirsiniz.

Kınalıada

Prens Adaları arasında İstanbul’a en yakın olan Kınalıada’da kesinlikle görmeniz gereken yerler şu şekilde:

Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi: Ermeni kilisesi olan Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, adanın tarihi olarak önemli yapılarından bir tanesidir. 1857 yılında inşa edilen kilisenin mimari yapısını ve el işçiliğini görmeden geri dönmemelisiniz.

Sirakyan İkiz Evleri: Adanın en görkemli evlerinden olan Sirakyan İkiz Evleri Fazıl Ahmet Aykaç Sokak’ta bulunuyor. Üçer katlı iki köşkten oluşan ve 20. yüzyılın başlarında inşa edilen bu yapı mimari olarak görebileceğiniz en güzel yapılar olduğu için ada ziyaretinizde bu evleri mutlaka görmelisiniz.

Kınalıada Plajları: Kınalıada’nın pek çok plajı olmakla birlikte en ünlüsünün Ayazma Plajı olduğu söylenebilir. Temiz denizi ve kumsalı ile ünlü Ayazma Plajı’nın yanı sıra diğer plajları da ziyaret edebilirsiniz.

Sedef Adası

Sedef Adası, diğer adalara göre gezilecek yerleri kısıtlı olan bir adadır. Büyük bir kısmı özel mülk olan adanın her yerine girmeniz mümkün olmasa da iskele tarafında bulunan işletmeleri ve plajları ziyaret ederek keyifli bir gün geçirebilirsiniz.

Adalar’ın neyi meşhur?

Adalar’ın ünlü oldukları şeyler birbirinden farklı olsa da genel olarak kendilerine has tarihleri, doğaları ve kültürleri ile tercih edildikleri söylenebilir. Adalar’ın kendilerine has olmasını sağlayan meşhur özellikleri şunlardır:

  • Büyükada, ahşap binaları ve tarihi kiliseleriyle meşhurdur. Aynı zamanda bisiklet ve yürüyüş yollarıyla ziyaretçilere keyifli ve uzun bir gezi sağlamaktadır.
  • Heybeliada, Deniz Lisesi ve sanatoryumu ile meşhurdur. Aynı zamanda tabiat parkı gibi yerlerde harika manzaralara sahiptir.
  • Burgazada, Aya Yani Kilisesi ve koylarıyla meşhurdur. Ada, tarihi yapılarıyla dikkat çekmektedir.
  • Kınalıada, diğer adalara kıyasla yaz aylarında plajları nedeniyle daha sık tercih edilmesiyle meşhurdur.

İlginizi çekebilir: Huzurlu bir kaçamak için İstanbul’a yakın tatil yerleriHuzurlu bir kaçamak için İstanbul’

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale