X

Yeni anne olmuş birine sorulmaması ve söylenmemesi gerekenler

Yeni anne olmak, şüphesiz ki yaşamın en heyecanlı yolculuklarından birinin başladığı bir dönem. Ancak bu yolculuğun heyecanlı olduğu kadar zorlu olduğunu da kabul etmek gerek. Bir kadının hamilelikten sonra yine pek çok değişimi bir arada yaşadığı, fiziksel olduğu kadar duygusal dönüşümlerden de geçtiği bu süreç, adeta bir rollercoaster gibi… Lohusalık ile baş etmek, yenidoğan minik bir bebeğin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmak, evdeki düzeni devam ettirmek için çabalamak, kendi kişisel bakımına dikkat etmek… Ama en önemlisi, toplumsal baskı ile mücadele etmek! Ne yazık ki yeni annelerin endişelenecek çok şeyi olmasına rağmen toplum, bu konuda destek olmak yerine ‘köstek’ olabiliyor…

Yeni anneler yeterince stres faktörü ile başa çıkmaya çalışırken bir de çevrelerindeki insanların ‘iyi niyetli’ olsa da kendilerine ‘asla iyi gelmeyen’ yorumlarına maruz kalabiliyorlar. Biz de bu konuyu ele almak ve yeni doğum yapmış bir anneye söylenmemesi gerekenleri hatırlatmak istedik. İşte yeni annelerin duymaya ihtiyaçlarının olmadığı, onlara asla sorulmaması ve söylenmemesi gerekenler:

Normal doğum mu sezaryen mi?

Muhtemelen yeni doğum yapmış bir anneyi ilk kez ziyarete giden pek çok kişinin en merak ettiği ve sormadan duramadığı sorulardan biri; normal doğum mu yoksa sezaryen mi. Bu sorunun cevabı ne olursa olsun, doğum yapmış anneden bir başkasını ilgilendirmez. Doğum, oldukça hassas ve kişisel bir deneyimdir ve pek çok yeni anne bu konuda konuşmak istemiyor olabilir. Ayrıca, bir beklenti ile daha doğrusu soran kişinin kendince doğru olduğunu düşündüğü doğum yöntemine göre ‘muhtemelen’ yorumları olacağını da göz önünde bulundurursak yeni bir annenin bu yorumları duymaya da ihtiyacı olmadığını da söyleyebiliriz. Ne yazık ki toplumdaki yaygın algı tek ‘geçerli’ doğum yönteminin ‘normal’ daha doğrusu ‘vajinal doğum’ olduğu. Oysa ki bebeğin ve annenin sağlık durumuna, annenin nasıl iyi hissettiğine ve doktorun önerisine göre, vajinal veya sezaryen doğum tercihi yapılabilir, bu tercih ne olursa olsun birini diğerinden daha iyi ya da kötü yapmaz.

Kaç kilo doğdu?

Bebeğin kaç kilo doğduğu, yine çok merak edilen ve pek çok insanın ‘rahatça’ yeni anneye sorduğu sorulardan biridir. İlk bakışta herhangi olumsuz bir durum ya da yorum barındırmıyormuş gibi görünen bu soru, anneyi bazı açılardan rahatsız edebilir. Doğumun genel bir göstergesi olarak anlaşılan bu soru, her zaman bebeğin sağlığı ile doğrudan ilişkili olmayabilir. Bu nedenle özellikle de bebeğin nispeten zayıf göründüğü ve annenin bu durumdan hoşnut olmadığı koşullarda ve anne bu konu üzerine konuşmak istemediğinde böylesi bir soru yöneltilmemelidir. Eğer, anne ve bebek sağlıklıysa ve anne kendisi bu konuda konuşmaktan herhangi bir memnuniyetsizlik durmuyorsa, o zaman konuşulabilir.

İlginizi çekebilir: Doğum ve doğum sonrasında doula desteği almak üzerine merak edilenler

Sütün geliyor mu?

Yeni anneye sütünün gelip gelmediğini ya da yetip yetmediğini sormadan önce bir kez daha düşünmekte fayda var. Çünkü bu soru, hem çok özel ve duygusal bir konu ile ilişkilidir hem de annenin kendisini yetersiz hissetmesine neden olabilir. Bu soru karşısında anne cevap vermeye çalışırken veya cevaplamaktan kaçınırken kendisini başkaları tarafından değerlendiriliyor ve eleştiriliyor hissedebilir. Bazı anneler, süt üretimi konusunda zorluk yaşayabilir ve bu tamamen ‘doğal’ bir durum olsa da toplumun yargıları neticesinde kendisini kötü bir anne olmakla, çocuğuna yetememekle suçlayabilir, bu da onun için halihazırda zor olan bir süreci daha da kötü hale getirebilir. O yüzden böylesi bir soruyu sormamak en iyisi olacaktır.

Emiyor mu? Mama veriyor musun?

Sütün geliyor mu sorusu gibi bebeğin emip emmediğini sormak veya annenin mama verip vermediğini öğrenmeye çalışmak, annenin ebeveynlik tarzının eleştirildiğini hissetmesine neden olabilir. Veya yargılandığını düşünebilir. Özellikle de yine yaygın olan söylemlerden bir tanesi; ‘mama verme, emzir’ gibi bir yaklaşımla anne ile konuşmak, kendisini daha kötü hissetmesine neden olabilir. Belki kişisel terci, belki ebeveynlik stili belki de annenin ve/veya bebeğin sağlığı ile ilgili bir durumdan ötürü anne emzirmeyi, mama vermeyi ya da ikisini birlikte yapmayı uygun görebilir. Önemli olan hem annenin hem de bebeğin sağlığının önceliklendirilmesidir.

Şunları ye/yeme

Genellikle büyükanneler, anneanne veya babaanneler ya da daha önce doğum yapmış kadınlar, yeni annenin beslenmesine yönelik ‘iyi niyetli’ yorumlarda bulunmak isteyebilirler. Bu yorumlar genelde; şunu yeme bunu ye, bunu yersen sütün artar, şunları ye süt yapar ya da bunları sakın yeme sütün kesilir gibi söylemleri içerebilir. Ancak, annenin kendisi için de bebeği için de en iyisinin ne olduğunu kendisinden daha iyi kimse bilemez. Bir yiyeceğin annenin sütünü etkileyip etkilemediği konusunda ya da annenin neler yiyip neler yiyemeyeceği konusunda en doğru yorumları yalnızca doktoru yapabilir. Ayrıca, yeni annenin zaten stresli olduğu dönemde kendisini daha fazla stresli hissetmesine de neden olabilir.

İlginizi çekebilir: Ebeveynlikte suçluluk duygusunun nedenleri ve çözüm önerileri

Bebek uyurken sen de uyu

Muhtemelen en sık söylenen ama uygulanması da pek mümkün olmayan ‘öğütlerden’ biri bebek uyuduğu zaman annenin de uyuması gerektiği ile ilgili söylemlerdir. Bu ‘ideal senaryoda’ mantıklı ve uygulanabilir görünse de pek çok anne bilir ki bebeğin uyuduğu zamanlarda yapılması gereken, bekleyen o kadar fazla iş vardır ki, anne çok istese bile dinlenmeye, uyumaya vakit bulamaz. Dolayısıyla böylesi bir yorumda bulunmanın faydalı hiçbir yanı olmayacaktır.

Çok yorgun görünüyorsun

Çok fazla stres faktörü ile uğraşan yeni annenin moralini bozabilecek bir diğer söylem de ne kadar yorgun, halsiz, bitkin veya zayıf göründüğü ile ilgilidir. Bedensel ve zihinsel birçok değişimle uğraşırken, aynı anda yeni doğmuş bir bebeğin ihtiyaçlarını karşılamak için çırpınırken ve de en önemlisi bilmediği, ilk kez deneyimlediği pek çok durumu çözmeye çalışırken, yeni annenin dış görünüşüyle ilgili yorum yapmak, en yanlış yaklaşımlardan biri olabilir. Hele ki ‘toparla kendini, bırakma kendini, salma kendini’ gibi devam eden yorumlarla birleştiğinde anne için bu söylemler çok daha yıpratıcı olabilir.

Bunlar daha iyi günlerin…

Sen bir de yürümeye başlayınca gör, sen bir de konuşmaya başlayınca gör, sen bir de okula başlayınca gör ve benzeri cümlelerle yeni anneye ‘Bunlar daha iyi günlerin!’ mesajını vermek, hem annenin geleceğe dair büyük kaygılar beslemeye başlamasına hem de şu an yaşadığı zorlukların küçümsendiğini hissetmesine neden olabilir. Dolayısıyla bu yorumlar, zaten zor durumların içerisinden geçen bir annenin kendini daha da kötü hissetmesine zemin hazırlıyor, moralinin daha da bozulmasına neden olabiliyor.

İkinci bebeği düşünüyor musun?

Henüz ilk bebeği ile hayatı yeniden keşfetmeye çalışan bir anneye sorulabilecek en kötü sorulardan biri de; ikinci bebeği düşünüp düşünmediği ile ilgilidir. ‘Ne yeri ne zamanı’ denilebilecek bir soru varsa; muhtemelen bu soru olabilir. Herhangi birine ilk, ikinci veya üçüncü çocuğu isteyip istemediğini sormak zaten ‘hiçbir zaman’ uygun değilken, bir de yeni anneye bu soruyu sormak, kelimelerin kifayetsiz kaldığı yer olabilir.

İşe ne zaman döneceksin?

Daha yeni doğum yapmış bir anne, henüz bebeği ile bağ kurmaya çalışırken, kendini, bedenini iyileştirmek, bir yandan da bebeğini beslemeye, ihtiyaçlarını gidermeye uğraşırken işine ne zaman döneceği muhtemelen aklındaki en son konu bile değildir. O yüzden işine dönüp dönmeyeceğini ya da ne zaman döneceğini sormak annenin stres kaynaklarına bir yenisini daha eklemekten başka bir işe yaramayacaktır.

İlginizi çekebilir: Doğum izninden sonra işe dönüş: Ne yapmalı, ne yapmamalı?

Ben doğum yaptığımda…

Ve en yaygın, en zorlayıcı konulardan biri; kıyaslama! Genellikle yaşça büyük kadınlar, kendi hamilelik ve doğum hikayelerini paylaşırken yeni annenin kendisini kötü hissedebileceği kıyaslamalar yapabilirler. Ben normal doğum yaptım, ben lohusayken senin gibi değildim, komşunun kızının bebeği şu kadar kilo doğmuş, doğum kilolarını verememişsin ben hemen vermiştim… gibi cümleler, yeni annenin moralini bozabilir. Oysa ki her kadının hamilelik, doğum, lohusalık süreci farklıdır ve her anne ve bebek de benzersiz yapıdadır. Kıyaslama yapmak, gereksiz bir baskı ve kaygıdan öteye geçmez. Her anne kendi hızında ve tarzında ilerlemeye devam eder, bu da çok doğaldır.

Kısacası, yeni doğum yapmış bir annenin tek ihtiyacı empati, anlayış ve bol bol destektir. Ona gereksiz ve kendini kötü hissettirebilecek sorular sormak, hem kendisinin iyileşme sürecini geciktirebilir hem de yetersiz bir anne olduğunu düşünmesine neden olabilir. Ayrıca, bebek bakımı ile ilgili kafa karışıklıkları yaşamasına ve öz güveninin zedelenmesine de zemin hazırlayabilir.

İlginizi çekebilir: Dünyanın farklı yerlerinden ilgi çekici ebeveynlik pratikleri

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale