X

Yemek yemek bağ kurmamızı sağlar: Bir kadın, küçük oğlundan beslenmeyle ilgili neler keşfettiğini anlatıyor

Liz Rognes, ABD’nin Washington eyaletinde yaşayan ve öğretmenlik yapan bir kadın. Müzik ve yazarlıkla da yakından ilgileniyor. Kendisi geçmişinde ne yazık ki yeme bozukluklarıyla mücadele etmiş fakat iyi haber şu ki; yaşadığı yerde bulunan bir klinikte aldığı tedavi sonrası sağlığına büyük ölçüde kavuşmuş ve yeniden yavaş yavaş da olsa içgüdüsel beslenmeye başlamış. Yani, kilo alma korkusu ya da imaj algısı nedeniyle kısıtlayıcı diyetlere başvurmaktan ya da uzun süreli diyetlerin ardından kendini tıkanırcasına yeme nöbetlerinde bulup, ardından duyduğu pişmanlıkla yeniden diyetlere başlamaktan vazgeçmiş ve bu kısır döngüden büyük ölçüde kurtulmuş.

Ama beslenme ile arasında çok daha sağlam bir ilişki kurmasına, beslenmenin aslında ne kadar içgüdüsel bir olay olduğunu hatırlamasına neden olan ise bir yaşındaki oğlunun ona öğrettikleri. Oğlu her gün dünyayı tanıdıkça, o da oğluna bakarak çok değerli bir şeyi keşfetmiş: Yiyecekler vücudumuzu beslediği kadar ruhumuzu da besler ve zenginleştirir. 

Gelin hikâyenin geri kalanını olduğu gibi Rognes’in ağzından dinleyelim…

 

Bir yaşındaki oğlum yemek vakitlerinden büyük keyif alır. Yüksek mama sandalyesine oturur, ya bir parça peynir ya bir portakal, bazen de birkaç parça balık alır ve bunları iştahla ağzına götürürken gözlerini kocaman açarak bana bakıp, ‘Mmmm!’ der. Bir ısırık daha ve ardından yine memnuniyetini gösteren şirin sesler. Babası da yanımızdaysa, ‘Babacık?’ diye seslenir ona ve kocam, ‘Efendim evlat?’ dediğinde yine ‘Mmmm!’ sesleri gelir. Bu onun bizle iletişim kurma şekli; yediği yiyecekten duyduğu mutluluğu böyle gösteriyor. Daha önce tatmadığı yiyecekler onu hayli şaşırtıyor ve yeni bir tat, yeni bir doku ya da kıvamda besinler keşfettiğinde ellerini çırparak neşesini bizimle de paylaşıyor. Mutfakta en sevdiği yiyeceklerden birini hazırladığımı gördüğünde ise mutluluğuna diyecek yok. 

Yeme anlarını ortak bir deneyime çevirmekten hoşlanıyor. Ayrı ayrı tabaklarımızda sandviçler varsa, tabağımdakinden de bir ısırık almak istiyor. Sonra da bana bakıp kendi ekmeğini işaret ediyor. Eh, ben de onu kırmıyorum ve bir parça tadına bakıyorum. Onun için aldığımız çatal, kaşık ya da tabağı değil, bizim önümüzdekilerden kullanmak istiyor. Çorbasını bizim gibi cam kâselerde içmek istiyor. 

Yeme bozukluğuyla mücadele ettiğim yıllarda, zihnimle savaşır ve kendimi yemek yemeye zorlardım çünkü ancak böyle iyileşeceğimi biliyordum, yiyeceklerin beni besleyen kaynaklar olduğunun farkındaydım. Yiyeceklerden ne kadar korksam da ve her yemek saati üzerimde büyük bir kaygı yaratsa da, bedenimin bu yiyeceklere ihtiyacı olduğunun, yıllardır ihmal ettiğim ve hor kullandığım vücudumu ancak yeterince beslediğimde iyileşebileceğimin farkındaydım.

Çok uzun bir zaman yanımda hep bazı sözler yazdığım kâğıtlar taşıdım. Hatırlamak, kendime beslenmeyi hatırlatmak için. ‘Bu yiyecek besleyici ve faydalı. Bedenimin ona ihtiyacı var.’ Belki basit bir söz ama yeme bozukluğu olan biri için son derece etkili ve anlamlı. Yediğim yiyecek ile onun fiziksel açıdan vücuduma verdiği enerji ve iyileştirici etki arasında bağlantı olduğunu fark etmem, bunun bilincinde olmam gerekiyordu. Kısacası, o günlerde beslenmek benim için içgüdüsel bir mesele olmaktan çok çok uzaktı; bir ihtiyaç, bir zorunluluktu ve belli bir ritimde sürdürülmesi gerekiyordu. Oldukça mekanikti, evet. Ama yeme bozukluklarıyla mücadele ediyorsanız, bedeninizin hangi besine ne kadar ihtiyacı olduğunu ancak bu şekilde anlayabiliyorsunuz. En azından belli bir süre boyunca. En azından iyileşme yolunu yarılayana kadar. 

Yiyeceklerin pratik açıdan gerekliliğini ve faydasını hatırlatan bu sözler zamanla ‘Bunu yemek istiyorum’ ya da ‘Tadı hoşuma gittiğine göre neden yemeyeyim?’ gibi ifadelere döndü. Vücudumun söylediklerine kulak verdikçe, zevk aldığım farklı tatları ve besinleri keşfettim. Dahası, mutfakta daha fazla vakit geçirmeye başladım ve yemek yapmayı öğrendim. İlk zamanlarda birçok açıdan oğlum gibi hissettim sanırım. Mesela, daha önce nasıl kullanılacağını bilmediğim bir sebzeyi ilk kez pişirdiğimde ya da değişik bir tarif denediğimde sonuçtan da memnunsam çok mutlu oluyordum. Sofradaki o yemek benim yarattığım bir şeydi ya da oraya konmasına yardım etmiştim ve bu gerçek beni yeni tatlara, yeni dokulara karşı heyecanlandırıyordu. Gittikçe daha iyi gördüğüm bir şey vardı: Biriyle yemek pişirip ardından keyifli bir masada bu yemeği paylaşmak aslında bağ kurmanın son derece basit ama çoğumuzun artık unutmaya başladığı bir yoluydu. 

Yeme bozukluğundan iyileşmeye çalıştığım dönemde yemekten hiç mi hiç haz almadığım bir sürü an oldu. Böyle zamanlarda hep yiyeceklerin beni iyileştireceğini hatırlatan sözleri okudum, onları hatırladım. Oğlum doğduğunda beş gün yoğun bakım ünitesinde kaldı ve ona bir şey olması ihtimali beni deli gibi korkutuyordu. Hiç iştahım yoktu. O beş gün yiyeceklerin ne tadına vardım ne de kokularını, kendilerine has kıvamlarını hissettim ama yine de yedim. Çünkü yemek zorundaydım. Oğlum o odadan çıktığında ona bakmak için yeterince güçlü olmak zorundaydım. O beş günü atlattık ve işte şimdi karşımda sağlıklı, mutlu bir çocuk duruyor. İkimiz de sağlıklıyız ve buna her gün şükrediyorum. 

Oğlum doyduğunu hissettiğinde, ‘bu kadar, doydum,’ der ve tabağındakilerin hepsini bitirmemişse kalanları bazen köpeğimize verir. Sonra kollarını kaldırıp bana bakar ve onu sandalyesinden aşağı indirmemi bekler. Ki oyununa devam etsin. Bazen de yemeğini yedikten sonra bana sarılmak ya da yanağıma bir öpücük kondurmak ister. Ben elini ağzını silerken, bana dayanır ve o yapış yapış olmuş parmaklarını yüzümde, tatlı kokan nefesini yanaklarımda hissettikçe ona sıkı sıkı sarılasım gelir. Sağlıklıyız! Bebeğimle yiyeceklerimizi paylaşıyoruz. Bu gerçekten çok ama çok büyük bir lütuf. 

Oğlumdan şunu öğrendim: Yiyecekler yalnızca vücudumuzu beslemek için kullandığımız kaynaklar değildir. Başka başka anlamları da var. Mesela, keyif verirler. Mesela, bağ kurmamızı sağlarlar. Hatta her gün oğlumda gördüğüm gibi bizi eğlendirirler. Evet, yiyecekler vücudu besler, ona sağlık verir ama aynı zamanda aile ve arkadaşlık ilişkilerini de besler, kendi arzularımız ve değerimiz ile aramızdaki bağları kuvvetlendirir. Bize sırf kendimiz olduğumuz için, bu dünyada var olduğumuz için kıymetli olduğumuzu hatırlatır. Yediklerimizden keyif almaya da, onların tatlarını ve çağrıştırdığı güzellikleri hissetmeye de hakkımız var. Yemenin zor olduğu, hatta işkenceye dönüştüğü dönemlerde bile vücudumuzu beslemek için yemek zorundayız. 

Bu bedene, aileme ve beni büyüten insani bağlara sahip olduğum için şanslı olduğumu biliyorum. Bedenimi, kalbimi ve ruhumu besleyen yiyecekler, insanlar ve doğa hepimiz için büyük bir armağan…

Kaynak:

Liz Rognes’in ‘What I am Learning About Food From My One-Year Old’ adlı yazısını aşağıdaki sitede okuyup özetledim:

https://emilyprogram.com/blog/what-im-learning-about-food-from-my-one-year-old/

Daha önce yayımladığımız ve konuyla ilgili daha fazla düşünmenizi sağlayacak bazı yazıları da bu vesileyle okumak ya da hatırlamak isterseniz…

Yeme Bozukluklarından İyileşirken İçgüdüsel Beslenmek Mümkün mü?

Buzdolabı Magnetleriyle İlişkimiz VarYiyecekler vücudumuzu beslediği kadar ruhumuzu da besler ve zenginleştirir.

Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu ile Diyetler Arasında Nasıl bir İlişki Var?

Bedenin de Beslensin Ruhun Da: Hayata Sarıl Lokantası

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale