X

Satır arası “Yeşil Mavi Hayat”

Meltem Soğuk Stropoli, Destek Yayınları’ndan çıkan Yeşil Mavi Hayat isimli kitabıyla çiçeği burnunda bir yazar. Şu an İsviçre’de yaşayan Stropoli ile bir Türkiye ziyaretinde Büyükada’da bir araya geldik ve hem kitabını hem de kişisel edebiyat macerasını konuştuk. Keyifli okumalar!

Biraz sizden kendinizi dinleyelim mi? Bugün sizi bulunduğunuz noktaya getiren neler oldu?

Şu an burada yazar kimliğimle bulunuyorum. Ama yazarlık içimde filizlenirken ben, henüz, ilaç sektöründe çalışıyordum. Bu da uzun yıllarımı aldı. Yazma serüvenim 2-2,5 yıl öncesine dayanıyor olsa da aslında çocukluk hayalimdi yazar olmak.

Çok kitap okuyordunuz yani…

Çok okurdum, severdim kitap okumayı çocukken de. Hatta kendimce küçük küçük denemeler bile yapmıştım. Hiç üzerine gidemedim. Eğitim süreci, iş hayatı derken hayat aktı gitti. Zaman çok çabuk geçiyor. İş hayatım çok yoğundu ve bu nedenle hep farklı önceliklerim oldu ister istemez. Çalışma hayatım, 18 yılı ilaç endüstrisinde Türkiye, İsviçre ve İrlanda’da, bir bölümü de- 6 yıl kadar- iki ortak olarak kurduğumuz medikal kreatif ajans olmak üzere oldukça yoğun bir tempoda geçti. Ne zamanki biraz duruldum, kurumsal hayattan çıkmaya karar verdim. Tam Covid zamanlarıydı…

Kreatif ajansınızın ismi neydi?

TEM Ajans. Kurucu iki ortaktan biriydim. Konumuza dönecek olursak, pandemi zamanı, hemen herkeste olduğu gibi benim için de biraz hayatımı, kendimi sorguladığım bir döneme dönüştü. Dublin’de yaşıyordum. Bu sorgulamanın finalinde kurumsal hayatı bıraktım. Artık zamanı gelmişti. Aslında bir süredir bu doğru zamanın geldiğini hissediyordum ama o radikal kararı bir türlü alamıyordum. Sanırım pandemi dönemi bu kararı almama yardımcı oldu. Sene 2020, kurumsalı bırakma yılım. Akabinde yazmaya yöneldim. Çok da iyi oldu, bu kararımdan dolayı çok mutluyum.

Peki pandemi sürecini nasıl algıladınız? Dönüştürücü bir süreç olmuş sizin için ama birçok insan için de hayatın başka yön ya da yönlerine ayna tutan bir dönem miydi?

Aslında herkesin hayatına bir şekilde, olumlu ya da olumsuz katkısı oldu. Bazı şeyleri irdelememizi sağladı pandemi süreci. Şu gün geriye bakınca bana olumlu yansıdığını daha iyi anlıyorum. Şanslıydım. Maalesef pandeminin başlamasından hemen önce babamı kaybettik. Onun son anlarında yanında olmak için İstanbul’a geldim ve ardından salgın sebebiyle hava ulaşımı iptal olduğundan bir anlamda İstanbul’da mahsur kaldım. Eşim Dublin’de kalmıştı, ben annemle İstanbul’da. Dolayısıyla mecburi bir 3,5 aylık kendimi dinleme, annemle olma, ailemizi konuşma, babamı anma… Bu  dönem acısıyla tatlısıyla hayatımı ve dolayısıyla kendimi sorgulamam açısından benim için çok etkili oldu. Döndüğümde de Dublin’e kurumsalı bırakma kararımı çalıştığım şirkete deklare edebildim.

Bir kozadan çıkmışsınız sanki. Genel olarak nasıl tepkiler aldınız bu kararın sonucunda? Özellikle bizim toplumumuzda böyle keskin kararlara karşı tedirgin ve temkinli yaklaşımlar vardır.  Kararlarımızı ne denli etkiliyor mu bu tutum?

O kadar doğru ki! Toplumsal normlar kararlarımızı etkiliyor, çok haklısınız. Yıllarca belki ertelemem de bu yüzden oldu. Aslında arada bırakma denemem olmuştu ve sonrasında ajansı kurduk. Şartlar ve hayattaki öncelikler geri dönmeme vesile oldu. Zamanı gelmemişti. Bir şeylerin zamanı gelmedi mi ne kadar zorlasanız da olmuyor, buna inanıyorum. Herkes pandemi sürecine odaklı olduğu için dışardan tepki gelmedi. Annemle çok paylaştım bu düşüncemi. Beni de tanıdığı için onun tepkisi çok olumluydu. Hatta beni de motive etti diyebilirim bırakmaya. Destekleyici oldu kendimi bulmam konusunda. Dublin’e dönünce eşime biraz sürpriz oldu doğal olarak. O biraz iş odaklıdır, şaşırdı. (Gülüyor.)

Yazım serüveninizin başında kendinize örnek aldığınız yazarlar, onun gibi yazmak isterdim dediğiniz insanlar, yazmaya başlamadan önce başvurduğunuz yöntemler oldu mu?

Kursa hiç gitmedim inanır mısınız? Pek çok kişiye de bu enteresan geliyor. Kendimce denemelerim de olmamıştı üstelik. Bu kitap gerçekten gelen bir ilhamın sonucudur. Buna ben de çok şaşırıyorum. Çünkü kendime hiç müdahale etmedim, aklıma geleni, zihnime düşeni  yazıya döktüm ve bu içerik çıktı. Üstelik ben aslında hep roman yazmak istiyordum ama roman yerine böyle bir kitap oluştu ve bence işin güzelliği, büyüsü de burada!

Ama bir birikim de var… Engin Geçtan, Jung gibi isimler var satırlarınızda. Bu kişiler de zihninizde sizinle konuşmuş olmalı yazarken.

Çok doğru ifade ettiniz. Hepsi benimle konuştu gerçekten de. Hiçbiri benim uzmanlık alanım değil ama psikoloji, sosyoloji ve felsefe her zaman ilgi alanım oldu. Çünkü ben insanları gözlemlemeyi ve insana dair olan her şeyi seviyorum. Bu kitapta da daha çok fikirler üzerinde durmuş oldum. Sevdiğim, bana bir şey kazandıran, düşüncelerime katkıda bulunan düşünürlerden, yazarlardan alıntılar paylaştım bol bol. Bu alıntıları çocukluğumdan ve iş hayatımdan kendi deneyimlerimle harmanladım. Sadece kendi deneyimlerimin didaktik yansıyabileceği endişesini taşıyordum ve bu harmanın okura iyi gelebileceğini düşündüm.

Okura alan açtınız belki de.

Evet böyle ifade edebiliriz. İkinci kitap olarak roman yazmak istiyorum ve etkilendiğim başka kişilerin de bir şekilde romana da yansıyabileceğini düşünüyorum…

Kitabın ismi nasıl şekillendi?

İlk kitabım olduğu için isim konusunda yayınevinin hiçbir müdahalesi olmadı. Kitabımın ilk editörü de çok sevgili yazar arkadaşım Fuat Sevimay. Bitirince önce ona okuttum, isim biraz da onunla şekillendi. Bana Yeşil Hayat’ı önermişti, ben onu Yeşil Mavi Hayat olarak değiştirdim. Böyle bir süreç yaşadık.

…ve sonra Destek Yayınları ile yolunuz kesişiyor.

Evet, Destek Yayınları takip ettiğim bir yayıneviydi. Benim içeriğime uygun bir yayınevi olduğunu düşündüm ve kitabı yazarken Yelda Hanım’a ulaştım. Bitirince editörlerine göndermemi istedi. Sonuçta olması gereken de bu yayıneviymiş çünkü kitap bittiğinde ortak bir tanıdık da Genel Yayın Yönetmeni Ertürk Bey ile tanıştırdı beni ve gerisi hızlı bir şekilde gelişti.

Kitap kendinize de bir doğum günü hediyesi gibi adeta.

Evet bence de bu kitap benim kendi kendime bir hediyem oldu. 50 yaşı hedef olarak belirlemiştim ve Destek Yayınları’nın hızlı basması çok işime geldi. 28 yaşındaki yeğenim Doruk’un “kendine yeni bir hikaye yarattın” demesi çok hoşuma gidiyor, kendine hikaye yaratanları sevmişimdir oldum olası…

Geri dönüşlerden de bahsedelim mi?

Kitabı baskıya gönderirken yaşadığım bir ikilem kapağa 50 yaş alt başlığını koyup koymamakla ilgiliydi. Bunun okuyucuyu sınırlamasından ve genç okurların okumakta tereddüt etmesinden çekindim. Ancak yaşı genç okurlardan da güzel geri bildirim alıyorum. En son 30 yaşında bir okurumun, bu kitabın yaşının olmadığı ve kendini geliştirmek isteyen herkesin-18 yaşında bile olsa- mutlaka içerikten alacağı bir şeyler olduğu yönündeki yorumu beni çok mutlu etti. Negatif eleştiriler alsaydım motivasyonum kırılır mıydı, yazmaya devam eder miydim gerçekten bilmiyorum. (Gülüyor) Belki şanslıyım ki bu anlamda çok yüksek oranda olumlu yaklaşım ve geri bildirimle karşılaştım.

İsviçre’de doğa cennetinde yaşıyorsunuz. Pastoral hayatı gözlemlemenin yazılarınıza bir etkisi oluyor herhalde değil mi? Zaten kitapta bir bölümde de hayvanlara dair merakınızdan bahsediyorsunuz, onları anlatıyorsunuz.

Kesinlikle… Hayvanları hayatımın erişkin döneminde keşfettim. Grissino isimli köpeğimin ve yaşımın da bunda etkisi var sanıyorum. Bir de yer değiştirmiş olmam tabii, hayvanlarla da doğayla da birebir ilişki kurmama yardımcı oldu. Severek okuduğum bazı yazarların, örneğin Virginia Woolf ve Jane Austen gibi, kitaplarını yazarken doğada uzun uzun yürüyüşler yaparak doğadan esinlenmeleri ve gözlemlerini kitaplarında da tasvir etmeleri bana hep büyüleyici gelmiştir. Bu isimler gibi bana doğa konusunda ilham veren pek çok yazar var. 

Son olarak da, yurtdışında yaşayan biri olarak Türkiye ile yurtdışındaki okuma oranları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ülkemizde okuma oranları hakkında farklı bilgiler ve görüşler olsa da bunlar da çoğunlukla kitap okumayan bir toplum olduğumuz algısını taşıyan bilgilerdir -durum gerçekte o kadar karamsar görünmemekte.- Türkiye Yayıncılar Birliği verilerine göre son 15 yıldır yayıncılık sektörü büyümekte. En güncel rakamlara hakim değilim ama Uluslararası Yayıncılar Birliği verilerinden hatırladığım kadarıyla Türkiye, kitap okuma oranları bakımından hiç de fena bir yerde değil; dünyada kitap okuma oranlarında yaklaşık 11. sırada yer alıyoruz. Basılan kitap sayılarına bakarsak yılda kişi başına yaklaşık 8 kitap düşüyor. Toplum olarak okuma kültürüyle gelişen bir ilişki içinde olduğumuzu söyleyebiliriz belki de. Aslında okumanın önemli olduğuna toplum olarak inanıyoruz ve gençler – özellikle öğrenciler – daha fazla okuyor. Özetle, Avrupa ortalamasıyla karşılaştırdığımızda yeteri kadar okumayan bir toplum olduğumuz hala düşünülüyor olsa da, okuma oranımız artıyor. Haliyle bu tablo da insana umut veriyor. En azından bana… (Gülüyor.)

Siz neler okuyorsunuz diye sormadan da bitirmek istemem söyleşiyi…

Aslında çok kategori ayrımı yapmadan, beni zenginleştirecek, keyif veya ilham verecek, güzel yazıldığını düşündüğüm her kitabı okuyabilirim. Ama tür olarak özellikle biyografi ile felsefe ve psikoloji ile ilgili kitaplara daha çok, şiir, fantastik-bilim kurgu ve polisiye türlerine de daha az ilgim var. Son zamanlarda gençliğimde okuduğum dünya klasiklerini bu yaşımda tekrar farklı gözle okuyorum, insan yaş ve tecrübelerle birlikte çok farklı bir bakış açısı kazanıyor. Bir yandan da çağdaş  Türk ve dünya yazarlarını, Türkiye’deki yeni isimleri de takip etmeye çalışıyorum. Uzun yıllar yoğun tempoda yer aldığım kurumsal hayat ve 10 yılı aşkın süredir yurt dışında olmanın verdiği bir arayı kapatma duygusu da var.

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler!

Ben teşekkür ederim. Hem davetinize hem de ayrıntılı sorulara!

İlginizi çekebilir: Oyuncu dünyasında madalyonun diğer yüzü

Günsu Özkarar: 1987 Ankara doğumluyum. 2008 yılında Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Viyola Ana Sanat Dalı’ndan mezun oldum. Ardından İsviçre’de Hocshule der Künste Bern’de yüksek lisansımı tamamladım. Yüksek lisansım sırasında Orchester der HKB, Schweizer Jugend Sinfonie Orchestra, The Women Orchestra of Switzerland’da çalarak, Christopher Warren­Green, Bruno Weil, Daniel Klajner, Jos van Immerseel, Kai Baumann gibi orkestra şefleriyle Avrupa’nın farklı şehirlerinde konserler verme deneyimi edindim. Tatjana Masurenko, Michael Kugel, Ruşen Güneş, Çetin Aydar, Danel Quartet, Marco Misciagna, Michel Michalakakos, Apple Hill Quartet, Siegfried Führlinger gibi hocaların ustalık sınıflarına katıldım. The World Youth Orchestra, The World Orchestra, Greek Turkish Youth Orchestra, Bilkent Youth Symphony Orchestra, Bilkent Youth Virtuosos, Jungenc Philharmonic Orchestra, AIMA Festival Orkestrası gibi ensemble/ orkestralarda ve Young Euro Classic, Schloss/Beuggen International Music Fest, Schlern International Music Fest, Bayreuth Youth Talented Artists ́s Music Fest, The Turco-British Association Bach Günleri, Datça Uluslararası Müzik Akademisi, T.R.N.C. Malta Dostluk Günleri, Klasik Keyifler Oda Müziği Festivali, Uluslararası Istanbul Müzik Festivali, Uluslararası D - Marin Klasik Müzik Festivali, AIMA Ayvalık Müzik Festivali ve Cervo International Music Fest gibi etkinlik ve festival konserlerinde yer aldım. İstanbul’a taşındıktan sonra CRR, AIMA Orkestrası, Orkestra Sion’da çalıştım. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Doçent Beste Tıknaz Modiri ile Sanatta Yeterlilik çalışmalarımı tamamlayarak, Okan Üniversitesi’nde öğretim görevliliğine başladım. Bitirme tezim “Tarihsel Süreçte Gelişen Viyola Ekolleri” kitap olarak yayınlandı. Trio Pax, Trio Tını gruplarının yanı sıra Okan Üniversitesi Orkestrası’nda üç yıl öğretim görevlisi olarak çalıştım. Psikoloji ve edebiyat her zaman ilgi alanım oldu. Çeşitli yaratıcı yazarlık kursları ile birlikte psikanaliz de gördüm ve bu sürecin ardından farklı dergilerde yazılarım yayınladı. Şimdi Milliyet Sanat, SanatAtak dergilerinde düzenli yazmaktayım ve Mayıs'ta İkinci Adam Yayınları’ndan çıkacak Küflü Virgül isimli ilk öykü kitabımı beklemekteyim.

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale