X

Röportaj: Enneagram ile kendini tanımak: Tip 4 – Özgün

2019’da kendimi daha yakından tanıyacağım, hayatla ve kendimle olan ilişkime daha detaylı bakacağım diyenler burada mı? Burada olanlar kendilerini alkışlasın. Zira bu yolculuk öyle sosyal medya profillerine yazmak kadar kolay olmuyor yaşarken. O yüzden de cesaret gerektiriyor.

Evet bu yolculuk kolay değil, ama sıkıcı da değil. Hele ki benim yazdığım yazılarla çok daha keyifli! Çünkü bu yolda kullanabileceğiniz Enneagram adında bir rehber ve canlı kanlı insan hikayeleri sunuyorum size. Bizim gibi insanların hikayeleri; kendini ve ne istediğini anlamaya çalışan, anlamaya çalışırken pek çok kez karamsarlığa kapılan ama yine de yılmayan, kendinden vazgeçemeden hayatın akışı ile bağ kurmaya gayret eden insanların hikayeleri…

Keşif sürecine yeni katılanlar için hızlı bir giriş;

Hepimiz güzel ve anlamlı işler yapmak, keyifli ve üretken bir hayat yaşamak istiyoruz. Fakat yapmak istediğimiz işi, yaşamak istediğimiz deneyimleri fark etmek hayli zamanımızı alıyor. Okullar bitiyor, iş hayatında deneyimler yaşanıyor, “Mutlu muyum, huzurlu muyum, gerçekten yapmak istediğim şey bu mu?” soruları defalarca kapıları çalıyor… Zamanla -biraz araştırarak, biraz da deneye yanıla- su akıyor yolunu buluyor. Buluyor bulmasına ama “Bu süreç biraz daha hızlandırılabilir mi acaba?” diye merak ediyor insan, haliyle. Hayat dediğin de sınırlı sonuçta.

Kendimizi tanıma yolculuğunun en temel kuralı, sınırlarımızı kabul etmek. Hepimizin hem güçlü yönleri, hem de zorlandığı özellikleri var. Bize hız kazandıracak ve daha emin adımlar atmamızı sağlayacak şey ise bu özelliklerimizin farkına varmak. Enneagram bu noktada pratik bir rehber olarak kullanabileceğimiz bir sistem.

Bu yazı dizisinde ise, söz konusu süreçleri yaşamış, kendi yolunu kendini tanıyarak çizmeye çalışan kişilerin hikayelerini bulacaksınız. Her röportajda, ilham alabileceğiniz farklı bir Enneagram mizacının hikayesini buraya taşımayı ümit ediyorum.

Peki enneagram nedir? diyorsanız kendinizi daha yakından tanımanız için sizi önce şuraya alalım.

Bu röportajın konuğu Pelin Dilara Çolak, YouTube kanalı ismi ile Dilozof… Felsefe ve sanat tarihi eğitimi almış Dilara. Kendini “ömür boyu öğrenci” olarak görenlerden… YouTube kanalında felsefe, sanat ve bilim üzerine içerikler paylaşıyor. Ben ilgi ile izliyorum videolarını. Fakat bu röportajı yapma isteğimin tek sebebi kişisel beğenim değil.

YouTube bana keyifli ama derinlikli bilgiye ulaşmanın zor olduğu bir mecra olarak geldi hep. Fakat “Dilozof” bunun böyle olmak zorunda olmadığını idrak etmeme vesile oldu. Sohbetimiz zihnimde pek çok kapı açtı. Bu röportajı, sizde de kapılar açmasını ümit ederek paylaşıyorum

Önce Dilara’nın mizacını, hayata karşı motivasyonunu Enneagram aracılığı ile anlamaya çalışıp sonra o gözle röportajını okuyalım öyleyse!

Tip 4- Özgün

Derin duygular, yaratıcılık ve kendini özgün bir şekilde ifade edebilmek 4’leri tanımlayan anahtar kelimeler. Yaptıkları her şeyde anlam ve derinlik ararlar. Popüler olandan uzak dururlar. Giydikleri kıyafetten yaptıkları işe kadar her şeyin kendilerini temsil ettiğini inandıklarından “herkes” gibi olmaktan korkarlar. Duygularını yoğun ve içlerinde yaşarlar. Çevrelerinde “melankolik” olarak tanınırlar. Melankoli, onların yaratıcılığını besleyen en temel kaynaktır.

Tip 4’ler sıradan bir şeyi farklılaştırma, estetik bir detay katma konusunda oldukça iyilerdir. Bir iş raporunu bile “sıradan” bir formatta hazırlamaya gönülleri el vermez. Standart prosedürlerle hareket etmeleri gerektiğinde zorlanırlar. Farklılıklarını hissedemedikleri ortamlarda bulunmak 4’ler için eziyete dönüşebilir.

Hayatta kendini gördüğün yer neresi? Yapmak istediğin şeyleri, olmak istediğin yeri bulduğunu düşünüyor musun?

Olmak istediğim yere ilişkin düşüncem günden güne değişiyor. Ama asıl amacım tüm bu süreç boyunca hep aynı: 60’lı yaşlarıma geldiğimde geriye dönüp bakıp “Evet, anlamlı bir hayat sürdüm” diyebilmek. Bu, her ne şekilde olursa olsun, benden geriye “yaşanmamış bir hayat” kalmasın yeter.

Lisanstan mezun olduğumda “Eh o halde şimdi de yüksek lisans yapayım” gibi çok da temellendirilmemiş bir düşünceyle okula devam etmiştim. Yüksek lisanstan mezun olduktan sonra sorgulamaya başladım. “Acaba Dilara’nın yapabileceği en iyi iş bir akademisyen olmak mı, kendimi en iyi bu şekilde mi gerçekleştirebilirim?” şeklinde türlü soru ortaya çıktı ve içlerinde kayboldum.

Bu şüpheyle akademiye ara verdim ve pek çok farklı iş/uğraş, hatta farklı bir ülkede yaşamayı denedim. Gittiğim tüm yollarda başarısız oldum. Bu yeni yollar bana neyi istediğimi de doğrudan göstermedi. Ama neyi istemediğimi gösterdi. Belki yeni bir yere ulaşamadım ama neden geri dönmem gerektiğini anladım. Tutkuyla ilgilendiğim konular üzerinde araştırma yapmak ve öğrendiklerimi de merak eden diğer insanlarla paylaşmaktan başka hiçbir şey yapmak istemediğimi fark ettim. Bilginin paylaşımı ve sürdürülebilirliğine katkı sağlamak, varoluşsal görevimmiş gibi geliyor. Bu amacımı en iyi biçimde gerçekleştirebilmeme olanak sağladığı için de akademisyen olmak istiyorum.

YouTube kanalı açmaya nasıl karar verdin? Bu kanalı açma motivasyonunu merak ediyorum.

Ben başlangıçta bir blog açarak insanlarla bilgi paylaşımında bulunmayı düşünmüştüm. Fakat video metnin yerine geçti, medyadaki bu dönüşüme ayak uydurmak istedim. Çünkü en temelde amaç, bilgi paylaşmak ve insanlarla etkileşimde olmaksa sosyal medyanın veya YouTube’un yeterince derin olmadığını düşünerek dijital platformları hor görmenin hiçbir anlamı yok.

Oyun, eğlence, güzellik kategorileri dışında bilgi paylaşımına dayalı kanalların sayısı Türkiye’de oldukça az. Bu alanda içerik üreten kadınların sayısı daha da az. Bu toplumdaki pek çok şeyin analizini gözler önüne seriyor. Ben dijital platformları sıklıkla kullanan bir kadın olarak insanlara faydasının dokunacağını düşündüğüm içerikler üretme konusunda kendimi sorumlu hissettim.

Felsefe üzerine bir kanal açmak seni izlenme sayısı konusunda endişelendirmedi mi?

Birkaç ay öncesine kadar özel bir televizyon kanalında içerik editörlüğü yapıyordum ve orada kanalın YouTube departmanında çalışma fırsatım oldu. En çok tüketilen içerik türünü, kitlenin büyük çoğunluğunun neyi izlediğini gördüm. Orada çalışırken kendi kanalım hakkında bir ara şüpheye düşmüştüm. Milyonlarca abonesi olan bir kanal olmamın çok zor olduğunu farkettim. Evet, belki de benim bir videom hiçbir zaman YouTube trendler listesinde bir numara olamayacak. Ama zaten benim asıl amacım da fenomen olmak değil. Şüpheye düştüğümde “bir kanal açmayı neden istediğimi” kendime hatırlatmam gerekti. Bu sebeple kanaldaki izlenme verilerini de nicelik bakımından değil, nitelik bakımından ele almaya çalışıyorum.

Sen kendini nasıl tanımlıyorsun? Hangi özelliklerin seni sen yapıyor? YouTube kanalı açarken kendi mizacınla çatıştığın yerler oldu mu?

Kendimi tam olarak tanımlamak güç, ben de hala kendimi tanımaya çalışıyorum. Ama kesin olarak bildiğim bir şey var: Hayalperestim. Kafamın içinde her şeyin mümkün olduğu, fantastik bir dünyada yaşıyorum. Kendimi bildim bileli, her şeyin (bu, en basit bir buluşma bile olabilir) en büyüleyici halini tüm ayrıntılarıyla hayal ediyorum. Önce onu kafamda yaşıyorum. Sonra ise gerçekliğe döndüğümde içinde bulunduğum nesnel dünya bana yeterli gelmediği için tatminsizlik başlıyor. Bu durum beni daha melankolik ve isyankar yapıyor. Örneğin kalıplaşmış şeyleri kabul etmekte veya normlara adapte olmakta güçlük çekiyorum. Geriye dönüp baktığımda fikirlerim, seçimlerim, edimlerim hep toplum tarafından marjinal olarak adlandırılabilecek şeylerdi. Sanki mevcut olan her şeyle aramda bir kavga varmış gibi, kendim de dahil.

Bu sebeple farkında olmadan, kendime heyecan verici bir dünya kurabilmek için yaşadığım her şeyi abartmayı seçtim sanırım. Her şeye anlam atfederim; bir kaleme, giysiye, şehirlere, olaylara, tesadüflere, her şeye… Küçücük bir olay benim için inanılmaz bir hikayeye dönüşebiliyor. Şeyleri olduklarından daha fazla görüyormuşum. Arkadaşlarım öyle söylüyor.

Mizacım, YouTube kanalımı açarken çok sorun olmadı ama açtıktan sonra oldu. Aslında kanalın, toplumsal sorumluluk projesi olmasının dışında, görünür olma ve anlaşılma arzumun bir ürünü olabileceğini yeni yeni fark ediyorum. Bu açıdan da tatmin edici. Ama mükemmeliyetçi, sabırsız ve tahammülsüz bir insanım. Video kurgusu yaparken aşırı sinirli oluyorum veya insanların içerikleri keşfetmesini beklerken büyük umutsuzluğa kapılıyorum. Ama iyi bir yorum gelince çığlık atıp dans edebiliyorum. Duygulardan duygulara sürükleniyorum özetle, video hazırlığının verdiği yorgunluk ikiye katlanıyor.

Hayallerinin peşinden gitmek hepimiz için çok çekici bir fikir. Ve hepimiz bunun çok kolay bir süreç olmadığını biliyoruz. Filmlerin etkisinden midir nedir, hayalinin peşinden giden insanların o yolda çektiği acılar bile çok çekici geliyor dinlerken/izlerken. Ama konu kendi hayatımıza geldiğinde hiç de bir film sahnesinin içindeymişiz gibi hissetmiyoruz. Sen hayallerinin peşinden gitme durumunu kendi hayatında nasıl deneyimliyorsun?

Şu an şaşırdım çünkü ben diğer insanlar da bir film içindeymiş gibi hissediyordur herhalde, diye düşünüyordum. Çünkü ben kendi hayatımı bir film gibi görüyorum. Kendi hayatımın filminde başrol oyuncusuymuşum gibi. Bu yüzden otobüse bindiğim ve dışarıyı seyrettiğim bir an bile filmden bir sahneymiş gibi geliyor. Her şeyi senaryolaştırırım. Böyle yaptığımda daha anlamlı ve özel oluyorlar. Hatta bazen kişilerin önemi bile olmaz yaşadıklarımda, önemli olan o hikayedir. Bu yüzden sadece hikayenin kendisine odaklanarak ona göre davrandığım, sonunu düşünmeden o ana kapıldığım olur.

Genelde mantığımla hareket etmiyorum. Şimdi düşündüm de, mantığımı çok az dinlemiş bile olabilirim. Felsefe bölümü yazarken “Eyvah işsiz kalırım” diye hiç düşünmedim mesela. Ya da başka bir ülkede onca yasaya ve ekonomik probleme rağmen şehir şehir taşınarak, sürünürken de düşünmedim. Veya istifa ederken… Hepsinin çetrefilli yollar olacağı açıktı. Ama ben sadece yapmak istedim ve yaptım. Ne olursa olsun bir şekilde üstesinden geleceğime inancım tamdı. Çünkü bu benim hikayem ve özel bir hikaye olmak zorunda.

Bu iyi bir yöntem demiyorum, tavsiye de edemem. Çünkü bunu bilinçli yapmıyorum. Tutkularıma göre yaşamaya çalışıyorum. “Ben buyum, bunu istiyorum ve böyle yapacağım” şeklinde kendiliğinden gelişiyor. İnsanların ne yaptığı, çoğunluğun neyi tercih ettiği veya onayladığı umrumda değil. Hatta dürüst olmak gerekirse, bazen sırf toplum tarafından onaylandığı için bile aksini yaptığım şeyler oluyordu eskiden. İnsanlarla uyum içinde yaşamak gibi bir derdim olmadı hiç. Kalabalığın arasında değil, farklılıklarımla kalabalığın karşısında olmak istiyorum sanırım. Bu yüzden gerektiğinde bir sürü sorun yaratacağını bile bile hayallerimin peşinden gidiyorum. Çünkü kendim olarak var olabilmemin tek yolu bu.

Videolarının oluşum sürecini anlatabilir misin? Teknik detayları değil tabii. Senin tarafından bakıldığında nasıl duygular, düşünceler uçuşuyor havada? Nelere kaygılanıyorsun, neler seni harekete geçiriyor, neler motivasyonunu düşürüyor? Ve en merak ettiğim ise her hafta aynı güne içerik hazırlama fikri ve çabası yaratıcılığına etki ediyor mu sence?

Bir video hazırlamıştım ama bağlantıların yeterince anlaşılmayacağını düşünerek yayınlamadım. İlkel insanlar hakkında izlediğim bir belgeselden yola çıkmıştım. O video bir belgesel videosu olmaktan çıktı, tanrıya, tasavvufa, sanata, psikiyatrik hastalıklara, hatta şiirde sembolizme kadar gitti. Zihnimin içinde, bilmece çözer gibi, oradan oraya yol alarak “bildiğim şeylerle öğrendiğim yeni şeyleri birleştirip” başka bir ürün yaratmaya çalışıyorum. Ve bu tarz bir ilişki kurduğumda sanki dünyadaki bir gizemi aydınlatmışım gibi hissediyorum. Bu fikir motivasyonumu artırıyor tabii. Motivasyonumu düşüren ise, benim o gördüğüm ayrıntıyı göremeyenler veya yeterince heyecanlanmayanlar. “Yine kimse anlamadı” deyip kabuğuma çekiliyorum.

Her hafta video yayınlamak ise yaratıcılığıma olumsuz yönde etki edebilir, bunun farkındayım. Çünkü bunu bir iş gibi zorunlu görürsem benim için YouTube biter. Bunu her zaman kendim için bir oyunmuşçasına yapmalıyım. Bu yüzden video hazırlama aşamasında bunaldığımda ya da istemediğimde kendimi zorlamıyorum.

Bir de kişisel hayatına dair bir sorum var. Kendini, kendi deneyimini, duygularını merkeze koymaya meyilli oluyor Tip 4’ler. Biz bu şekilde söylerken sadece bir tanımlama olarak geliyor kulağa. Hatta bazen bencillik olarak yorumlayabiliyoruz. Senin dünyanda nasıl bir karşılığı var bu kendini merkeze koymanın?

Kendi kendimin en büyük meselesiyim sanırım; bu yönden geleneksel anlamıyla bakıldığında, evet, bencilim. Ama ben bencilliğin yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Bize bencil olmak kötü bir şeymiş gibi öğretildi. Oysa bence bencillik faydalıdır. Çünkü toplum da aslında tek tek bireylerden oluşur. Başta kendini sorunsallaştırıp, kendi üzerine düşünmeyen bireyler bir araya gelerek iyi bir toplum oluşturamazlar. Bu konuda varoluşçu düşünür Jean Paul Sartre’ın fikirlerine katılıyorum: “Toplumsalı kurmak için bireysellikten hareket etmek.” Benim için de dünyanın merkezinde ben varım. Dünyanın merkezine bir başkasını koymak, iki yüzlü etik bir söylem gibi geliyor. Bence pek mümkün değil.

Bu da son sorum. Enneagramdan bahsettiğimde en sert tepkiyi veren kişiler genellikle Özgün Tip oluyor. Kendini bir kategori altında tanımlama düşüncesine çok sıcak bakmıyorlar. Ayrıca başka biriyle aynı mizaca sahip olma düşüncesinden de rahatsız olduklarını söyleyenler oluyor. Sana ne hissettirdi Tip 4 olmak?

Belki birkaç sene önce konuşmuş olsaydık, ben de bu kategorizasyona şüpheyle bakardım ve sürekli değiştiğim için, böyle bir tipoloji içerisinde konumlanmamın mümkün olmadığını söylerdim. Ama ilginçtir ki, şu sıralar kendi tuhaflıklarımdan bunaldığım bir dönemdeyken bunun aslında mizacımla alakalı olduğu fikri beni bayağı rahatlattı. Çünkü eğer bizim veya çevremizden bağımsız olarak doğuştan gelen bir mizacımız varsa, bu tüm hayatımızın sorumluluğunu bilincimize yüklemememiz gerektiği anlamına gelir. “Evet bu sorunlarımın sebebi, mizacımmış. Eh o zaman onu olduğu haliyle kabul etmem gerekir” fikri bana kendimle barışma imkanı verdi diyebilirim. Bu aşamada kişisel mutluluğum için rahatlamış hissetmek, farklı hissetmekten daha önemli. Çünkü sürekli kendi üzerine düşünmenin zorunlu bir sonucu olarak bazı şeyler için kendini suçlayamaya da başlıyorsun. Ve bu, pek hoş bir deneyim değil.

Pelin Dilara Çolak’ın videoları ve yazıları için YouTube kanalına ve bloguna göz atabilirsiniz.

İlginizi çekebilir: Enneagram ile kendini tanı ve potansiyelinin farkına var

Psikolog Zeynep Ozgen: Gözlemlemek mesleğimin, deneyimlemek mizacımın yapı taşı. Hazır zihnim çalışır, dilim iki kelimeyi bir araya getirir, ellerim yazarken, öğrenebildiğim kadar öğrenmek; anlatabildiğim kadar anlatmak istiyorum.

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale