X

“Sonsuza dek ücretsiz ve ilaçsız bir araç”: Dünyanın En İyi Ruhsal Terapisti Paul Emery, QEPR Terapi’yi anlatıyor

Modern yaşamın getirdiği stres ve zorluklar karşısında, daha iyi hissetmek ve iç huzurumuzu bulmak için sürekli bir arayış içerisindeyiz. Bu arayışa cevap veren etkili yaklaşımlardan biri de Paul Emery’in yaratıcısı olduğu QEPR (Quantum Emotional and Physical Release) Terapisi. QEPR, kuantum terapi prensiplerine dayanan ve bireylerin hem duygusal hem de fiziksel sıkıntılarından hızlı bir şekilde kurtulmalarını hedefleyen benzersiz bir yaklaşım ve iyi oluşu destekleyen güçlü araçlardan bir tanesi.

Biz de bu konuda merak ettiklerimizi Paul Emery’e sorduk ve hem Paul Emery’nin kişisel ve profesyonel yolculuğunu hem de QEPR terapisinin benzersiz yönlerini sizler için bir araya getirdik. Keyifli okumalar…

Sizi henüz tanıma fırsatı bulamamış okuyucularımız için kendinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

Merhaba! İsmim Paul Emery. Bristol, İngiltere’de 30 yılı aşkın süredir terapist olarak çalışıyorum. 2010 yılında yaptığım çalışma ‘Yılın Holistik Tedavisi’ seçildi. Jack Canfield ve Brian Tracy ile birlikte 2 adet Amazon Çok Satanlar Kitabı’nın ortak yazarıyım. CNN Türk, Fox, Sky, Forbes, Vogue, Elle, Hürriyet, Milliyet, Sabah ve Posta gibi önde gelen medya kuruluşlarında yer aldım. Türkçe’ye tam olarak hakim değilim ancak 80 dakikalık yüz yüze seanslarımda isterlerse hastalarım iletişimin açık olması için ücretsiz tercüman talep edebilirler.

QEPR terapisini geliştirmeye sizi neler yönlendirdi ve bu süreçte kişisel deneyimleriniz, gözlemleriniz nasıl bir rol oynadı?

Ergenlik çağımdan beri 35 yıl boyunca korkunç bir sosyal fobiden, çoklu diğer fobilerden ve yaygın kaygı bozukluğundan muzdarip oldum. Geleneksel tedavi yöntemleri hiçbir ilerleme sağlayamadı bende. Sevdiklerimle konuşunca, birçok kişinin benzer sıkıntılar yaşadığını fark ettim. Böylece korkularımı ve kaygılarımı alternatif holistik yöntemlerle yenmek ve ayrıca başkalarına da yardımcı olacak şekilde bir çözüm bulmak üzere bir yolculuğa çıktım. Sonunda, yıllarca araştırma, kişisel deneyimler ve çeşitli terapilerle deney yapmanın ardından 2006’da etkili ve hızlı bir çözüm keşfettim ve bunu QEPR adı altında bir araya getirdim.

QEPR terapisinin temel prensipleri nelerdir, bu yöntemi diğer terapi yöntemlerinden ayıran en belirgin nokta nedir?

QEPR ağırlıklı olarak eski ve modern denenmiş prensip ve tekniklere dayanır. Temel tekniklerinden biri, Çin meridyenlerindeki spesifik akupresür noktalarına “vurma” hareketidir. Birçok çalışma, bunun Amigdala’yı (beynin duygu merkezini) sakinleştirdiğini, kortizol seviyesini düşürdüğünü ve istenmeyen duygusal ve davranışsal tepkileri kalıcı olarak ortadan kaldırdığını göstermektedir. Fiziksel ağrı gidermede de son derece etkilidir.

Ayrıca QEPR, kolaylaştırılmış veya kişinin kendisine uyguladığı dokunma ve hoş dağıtma tekniklerini içeren, son teknoloji Havening Tekniklerini de (The cutting-edge Havening Techniques, involving faciltated or self-applied touch and pleasant distraction techniques) kullanır. Bu yöntem, travma, fobi, kaygı ve öfke gibi sorunları hızla ve kalıcı olarak çözerken aynı zamanda duygusal dayanıklılığı da artırır ve olumlu duygusal kaynaklar oluşturur.

Bazen uykusuzluk, aşırı düşünme, endişe, sigara bırakma veya kilo verme gibi sorunların altında yatan zihinsel ve fiziksel süreçleri belirlemek ve değiştirmek için NLP (Neuro-Linguistik Programlama) unsurları da dahil edilir.

Aşırı analizden ziyade QEPR, hastanın sorununun detaylarından çok hissettikleri duygulara odaklanır ve bu sayede süreç, nazik ve travmayı tekrarlamayacak şekilde ilerler. Çoğu zaman hastaların sorunlarını, tüm detaylarını bilmeme gerek duymadan etkin bir şekilde çözebiliyorum.

Bir kez duygular çözüldüğünde, düşünce kendiliğinden önemini yitirir ve akla bile gelmez. Örneğin hasta geçmiş bir travmayı, eski sevgilisini ya da bir sigara düşünebilir ancak bu artık onu rahatsız etmez, çünkü sorunlarıyla bağlantılı duygular ortadan kalkmıştır.

Temel farklarından biri QEPR’ın etkinliğidir -çoğu sorun sadece 1-2 seans gerektirir- yöntemin pratikliği ve hızı sayesinde. İlk başta yönlendirme alırlar, ancak hastalar terapiste sürekli bağımlı olmadan yaşamları boyunca duygusal öz-düzenleme teknikleri öğrenirler. Ayrıca, ciddi olmayan sorunlarda bu teknikler güvenle aile ve arkadaşlara da aktarılabilir. Sonsuza dek ücretsiz ve ilaçsız bir araçtır bu!

Ayrıca, tipik konuşma terapilerinin aksine QEPR, bütün vücuda fayda sağlar, çünkü spesifik üst vücut akupresür noktalarına vurma hareketi, kortizol seviyesini düşürerek otonom sinir sistemini, organları, kan basıncını ve enerji seviyelerini olumlu etkiler.

QEPR ile stres, anksiyete, bağımlılık, yas ve benzeri konularda çalıştığınızı belirtmiştiniz. Danışanlarınız yoğun olarak hangi duygu veya durum için size başvuruyor?

Hastalar genellikle geçmiş olaylar, ilişkiler veya gelecek endişelerine bağlı olarak stres, travma, korku, fobi, öfke, kaygı ya da endişe ile ilgili yardım almak için başvururlar. Bunun dışında uyku sorunları, sigara bırakma veya kilo verme konularında da bana danışırlar.

Bir danışanla/hastayla ilk kez tanıştığınızda, QEPR terapisine başlamadan önce hangi değerlendirmeleri yapıyorsunuz?

İlk olarak, hastanın tıbbi gözetim gerektiren tanılı bir tıbbi/zihinsel sağlık sorunu olup olmadığını kontrol ederim. Eğer intihar düşüncesi veya şizofreni gibi ciddi bir rahatsızlıkları yoksa, kısaca sorunlarını dinlerim. Bu süre boyunca düşünce kalıplarını ve duygusal deneyimlerini değerlendirerek sorunlarını çözmeleri için en etkili ve nazik QEPR tekniklerini belirlerim. 

Danışanlarınız terapi seansına gelmeden önce belirli bir hazırlık yapmalarını öneriyor musunuz?

Kendi özel sorunlarını ve arzu ettikleri sonuçları göz önünde bulundurarak hazırlıklı gelmelerini öneririm. Seanstan önce güçlü kokulardan ve aşırı kafein alımından kaçınmak da tercih edilebilir!

QEPR tekniğini öğrenen danışanlarınız, bu yöntemi bağımsız olarak uygulayabilir mi?

Kesinlikle! Temel teknikleri öğretmek seanslarımın tutkuyla üzerinde durduğum bir parçasıdır. Böylece hastalara yaşamları boyunca kullanabilecekleri güçlü öz-düzenleme araçları sağlarım. Bu teknikleri YouTube ve Instagram kanallarımda da gösteriyorum ve herkesi izleyip faydalanmaya teşvik ediyorum.

Richmond Nua’Richmond Nua’nın davetlisi olarak yıllardır Türkiye’ye geliyorsunuz. Aynı danışanlarla her yıl aynı ya da farklı sorunlar üzerinde çalıştığınız oluyor mu?

Türkiye’de her yıl gördüğüm hastaların çoğu yenidir. 1-2 QEPR seansı genellikle o andaki sorunlarını çözmek için yeterli olduğundan, dönerlerse farklı konular üzerinde çalışırız.

QEPR’in gelecekte ruh sağlığı ve terapi dünyasında nasıl bir rol oynamasını umuyorsunuz? Daha geniş kitlelere ulaşmak için geleceğe yönelik planlarınız var mı?

QEPR’ın bilimsel olarak kanıtlanmış etkinliği, hızı, güvenliği ve hastaların/danışanların hızlıca öğrenip kendi başlarına uygulayabilecekleri bir yöntem olması sayesinde tıp ve zihin sağlığı uzmanları tarafından yaygın şekilde tanınmasını ümit ediyorum.

Dünya çapındaki zihin sağlığı sorunlarına hızlı, ilaçsız ve düşük maliyetli bir çözüm sunması da hükümetlerin ilgisini çekmeli değil mi?

Ne yazık ki geleneksel sağlık sistemleri, konuşma terapileri ve ilaç tedavileri dışında alternatif ama kanıtlanmış yöntemleri benimsemekte çoğunlukla isteksiz davranıyorlar. QEPR teknikleri, ana akım hizmetlere güçlü bir destek unsuru. İkame olarak kabul edilip entegre edilmesini isterdim. Okullara ve üniversitelere de ulaşırsak gelecek nesillere hayat boyu kullanabilecekleri bu değerli becerileri kazandırabiliriz.

Şu anda dünya genelinde bireysel ve grup tedavileri verirken çok daha geniş kitlelere ulaşmayı hedefliyorum. Daha fazla kitap ve uygulayıcı eğitimi kurslarının yanı sıra, gerçek zamanlı QEPR seanslarını gösteren bir TV programı için de görüşmelerim sürüyor.

Bu terapiye erişmekte zorluk yaşayan kişilere ne gibi tavsiyeler verirsiniz?

Çalışmalarıma erişim oldukça kolaydır. Yüz yüze görüşemeyenler için uygun fiyatlı çevrimiçi bireysel seanslar ve grup dersleri sunuyorum. Sayısız önceki hastam gibi QEPR sürecinde onları yönlendiriyorum.

YouTube’YouTube’da ve Instagram’Instagram’da stres ve kaygı giderme, daha iyi uyuma ya da sigara bırakma konularında örnekler paylaşıyorum -hatta bir kısmı Türkçe.- Çeşitli konularda ücretsiz ve ücretli kitap/video kursları da geliştirme aşamasındayım. Bu yardıma erişim, hiçbir zaman finansal engele bağlı kılmak istemem.

www.paulemery.net web sitem ve Instagram hesabım aracılığıyla da insanlar bana diledikleri soruları yöneltebilirler. Asıl amaç, bu etkili zihin-beden yaklaşımının ihtiyacı olan herkese ulaşmasını sağlamaktır.

İlginizi çekebilir: Bir yenilenme deneyimi: Paul Emery ile QEPR Terapisi

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Alin’in seçtikleri: Geçmişten günümüze teknoloji ütopya/distopya dizileri ve filmleri

Teknolojinin sonsuz olanaklar ve sınırsız hayal gücü ile dolu dünyasından yeniden merhaba! Daha önce sizlere Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler ve Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor? yazılarımda bu dünyanın kapılarını aralamıştım, şimdi ise teknoloji dünyasının başka bir boyutunu birlikte ele alacağız; teknoloji ütopya/distopya dizileri ve filmleri.



Teknoloji, hayatımızın her köşesine sızmışken, yaratıcı zihinler bu ilerlemeleri hem umut verici hem de uyarıcı birer hikayeye dönüştürme konusunda oldukça başarılılar. Etkileyici ve sürükleyici bu yapımlar, bizlere ‘olası’ gelecekler sunarken, aynı zamanda bugün üzerinde düşünmemiz gereken pek çok konuyu da beraberinde getiriyor. Ama şunu kesinlikle söylemeliyim ki en büyük ilgi alanlarımdan biri olan teknolojiyi konu alan ütopya ve distopya yapımları benim favorilerim. Gelin, birlikte bu sıra dışı ve teknolojinin sınırlarını zorlayan hikayeleri yakından keşfedelim:

Star Trek: The Next Generation (1987–1994)

Biraz gerilere gidip 90’lı yıllara doğru uzanacak olursak; 1987’de yayınlanmaya başlayan Star Trek: The Next Generation serisini listemizin başına alabiliriz. Dizi, diplomatik misyonlarını yerine getirirken yeni keşifler yapan bir uzay gemisi mürettebatının maceralarını anlatıyor. Ayrıca, teknolojinin insanlığın sosyal ve etik sınırlarını nasıl genişletebileceğini ve farklı ırkların, farklı kültür ve toplumların bir arada nasıl uyumlu bir şekilde ilerleyebileceğini de gösteren bu dizi, döneminin en popüler yapımlarından biri.

Truman Show (1998)

Eğer siz de benim gibi başarılı oyuncu Jim Carrey’in filmlerini çok seviyorsanız ve Truman Show’u henüz izlemediyseniz, yine kendi dönemine damgasını vuran yapımlardan biri olan bu film, mutlaka listenizde yer almalı. Jim Carrey’in canlandırdığı baş karakter Truman, tüm dünya tarafından izlenen bir televizyon şovunun yıldızı ama bunun farkında değil. Film, teknolojinin ve medyanın, insan yaşantısı üzerindeki etkilerini eleştirel bir şekilde ele alırken gerçeklik ve kurgu arasındaki algı üzerinde gidip geliyor. Filmin teknolojinin kontrol edilebilir bir ütopya yaratma potansiyeline karşı en çarpıcı örneklerden biri olduğunu da söylemek mümkün.

Matrix (1999)

Elbette ki teknoloji ve distopya kelimelerinin geçtiği bir yerde adını anmazsak olmaz bir yapım: Matrix. Geçmişten günümüze etkisini, seyircisini kaybetmeden gelen ve gelecekte de daha çok konuşulması beklenen bu başarılı yapım, 1999’da serinin ilk filmi ile kalbimizde, zihnimizde derin bir yer edinmeyi başardı. Matrix, yapay zekanın yönettiği bir düzende kurulu, gerçekliğin hemen hemen her an sorgulandığı, özgürlük arayışının ise asla bitmediği bambaşka bir dünya. Her şey bir simülasyondan mı ibaret yoksa ‘gerçek’ bir dünya var mı, varsa ona açılan kapı nerede, hala Matrix dünyasında cevaplanmayı bekleyen sorular arasında. Üstelik, sinema sektöründen yükselen sesler, serinin yeni ve hiç beklenmedik gelişmelerle dolu bir filminin daha yolda olduğu yönünde…

Black Mirror (2011-)

Aklınızın size oynayacağı oyunlara ne kadar hazırsınız? Teknoloji, daha ne kadar ileriye gidebilir? Her şey daha iyiye mi yoksa daha kötüye doğru mu yol almakta? Her bölümünde bambaşka hikayelerle, teknolojinin bambaşka yönleriyle karşımıza çıkan Black Mirror, modern dünyanın potansiyel tehlikelerini en çarpıcı şekilde ele alan distopya serilerinden biri. Bir an bile olsun düşünmeyi bırakamayacağınız ve etkisinden uzun süre çıkamayacağınız bir dizi arayışındaysanız, Black Mirror’ı kesinlikle tavsiye ediyorum.

In Time (2011)

Sizce para mı daha değerli, yoksa zaman mı? Ya da sorumu şöyle değiştireyim; ya zaman da para gibi harcanan bir şey olsaydı, dünyada neler olurdu? İşte In Time, tam da bunu anlatıyor. Öyle bir dünya düşünün ki, yaşamak için ne kadar zamanınızın kaldığı, bileğinizde yazıyor ve zamanınız tükendiğinde dünyada size ayrılan sürenin de sonuna gelmiş oluyorsunuz. Ama bir önemli detay daha var; yaşam süresi satın alabiliyor, kendi ömrünüzden başkalarına verebiliyorsunuz. Teknolojinin ve gücün, sosyal adaletsizlikleri nasıl pekiştirebileceğine ve zaman kavramının bir toplumsal baskı aracı olarak nasıl kullanabileceğine çok şaşıracaksınız.



Tomorrowland (2015)

Teknolojinin gücü ve yetenekli insanların bir araya gelmesi, daha iyi bir dünya yaratabilir mi? Usta oyuncu George Clooney’in başrolünde yer aldığı Tomorrowland, bizi geleceğe doğru sürükleyici bir yolculuğa çıkarıyor. Geleceği iyimser bir bakış açısıyla ele alan film, seçilmiş kişilerin daha iyi bir dünya yaratma potansiyeli taşıyan gizemli bir yere yaptıkları yolculuğu konu alıyor.

Westworld (2016-2022)

Yine yapay zekanın başrolde olduğu, geleceğe dair pek çok düşünceyi ve endişeyi de beraberinde getiren distopik bir dünyanın kapısını aralayan sürükleyici bir yapım: Westworld. Oldukça gelişmiş Androidlerle dolu bir tema parkında, insanların fantezilerini yaşayabildikleri, sınırların ortadan kalktığı yapay bir dünya, sözde eğlence dolu androidlerin bilinç kazanmaya başlamasıyla alt üst oluyor. Yapay zeka ile yaratılan androidler, kendilerine biçilen rollerin ötesine geçiyor ve kendi kimliklerini sorgularken gerçek insanlarla da akıl almaz etkileşimler kurmaya başlıyorlar. Etkisinden uzun süre çıkamayacağınız bir dizi arayışınız varsa, Westworld’ü kaçırmayın derim.

Blade Runner 2049 (2017)

Tıpkı Westworld dünyasında olduğu gibi, yüksek teknolojik özelliklerle geliştirilmiş androidler ve gerçek insanlar arasındaki ilişkilere dikkat çeken bir başka yapım; Blade Runner. Film, teknolojinin önlenemez gelişimine ve bunun doğurduğu etik sorunlara odaklanırken, yapay zeka taşıyan varlıkların ‘insansı’ yönlerinin ne tür endişelere yol açabileceğine de dikkat çekiyor. Sürükleyici bir bilim kurgu distopyası arıyorsanız, bu film tam size göre.

Upgrade (2018)

Teknolojinin, insan bedeniyle entegre olması, nasıl bir dünya yaratabilir hiç merak ettiniz mi? Otonom özelliklerle donatılmış arabasının ihanetine uğrayan ve hayatını kaybeden bir kadının eşi, bu dünyadan intikamını almaya kararlıdır, ancak geçirdikleri feci kaza sonrasında pek çok yetisini kaybetmiştir. Yapay zeka ve teknolojiyi harmanlayan küçük bir çip ise ona yardımcı olacaktır, ancak hiç hesapta olmayan bir şey daha vardır; o da STEM adındaki o küçük çipin kendi bilincinin de olması. Upgrade, her sahnesi ile sizi ekrana kilitleyecek ve hayal gücünüzün sınırlarını zorlayacak bir yapım.

Upload (2020- )

‘Dijital bir cennet’ kulağa nasıl geliyor sizce? Güldüren, şaşırtan ama en çok da düşündüren popüler yapımlardan biri; Upload. Dizi, insanların bilinçlerini öldükten sonra dijital bir ‘öteki dünya’ya yükleyebildikleri dönemi anlatıyor. Bir nevi dijital ölümsüzlüğü konu aldığını da söyleyebiliriz. Bu yeni varoluş biçimine adapte olmaya çalışan, dizinin başrol karakteri Nathan’ın ise günden güne kafası daha çok karışıyor, tıpkı izlerken benim de kafamın sık sık karıştığı gibi 🙂 Ama yine de her sahnesi ile Upload, içine çekmeyi başarıyor. Teknolojinin önlenemez gelişiminin yaratabileceği potansiyel bir ütopya ile olası bir distopyanın arasındaki ince çizgi, bu dizi ile daha da belirgin bir hal alıyor.

Eğer ütopik ve distopik dünyalar ilginizi çekiyorsa ya da teknolojinin bu hızlı ilerleyişinin gelecekte ne gibi olası etkiler doğurabileceğine dair merak duyuyorsanız, bu yapımları mutlaka izlenecekler listenize ekleyebilirsiniz. Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlgili Makale