X

Necla Örnek anlatıyor: Sinsi sağlık hırsızı ‘küf’ hakkında tüm merak edilenler

Küf bazen gıdalarda, bazense evlerimizdeki zeminlerde, eşyalarda kendine yer bulan ve hızla çoğalan, olağan bir durum gibi algılanan, ancak bütüncül sağlık üzerinde çok ciddi olumsuz etkilere sahip olan sinsi bir tehlike. Nemli ve sıcak alanlarda kolaylıkla çoğalan bu organizmalar, evlerimizi istila ederek alerjik reaksiyonlara, solunum yolu hastalıklarına ve çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir. Biz de kendi deneyimlerinden sonra küf konusuna ilgi göstermeye başlayan ve bu konuda farkındalık yaratmak adına Instagram hesabından önemli bilgiler paylaşan Necla Örnek’e küfe dair tüm merak edilenleri sorduk. İşte bilmediğimiz tüm yönleriyle küf:

Uplifers okuyucuları için kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba ben Necla Örnek, Sağlık Bilimleri Fakültesi hemşirelik bölümü mezunuyum, bir eğitim ve araştırma hastanesinde yoğun bakım hemşiresi ve enfeksiyon kontrol hemşiresi olarak çalıştım, gayet sağlıklı bir kadınken 40 yaşında bir gün hasta oldum ve hayatım değişti desem yerinde olur.

Uzunca bir süre boyunca bana ne olduğunu anlamaya çalıştım. Çünkü ben çok hastaydım, kendimi iyi hissetmiyordum ama yapılan testlere göre ve doktor muayenelerine hiçbir şeyim yoktu iyi görünüyordum; turp gibiydim… Oysa ben fiziksel ve ruhsal olarak kendimi bitmiş hissediyordum. Bana söylenen hobi edinmem, gezmem ve her şeyin benim kafamda olduğuydu.

Kendimi bu kadar çok dinlememeliydim ve vücudumun bana vermeye çalıştığı mesajları duymazdan gelmeliydim. Ama öyle olmadı tabi ki… Şikayetlerim artarak devam etti, düzelen semptomdan sonra belirtiler başka şekilde geri geliyordu. Kaç doktora muayene oldum kaç tane tıbbi işlem yaptırdım ve kaç kere acile gittim artık hatırlamıyorum. ‘Her şey senin kafanın içinde’ beni harekete geçiren bu cümle oldu, her şey benim kafamın içinde değildi, bedenimdeydi bunu biliyordum ve sağlığımı geri kazanma konusunda ısrarcıydım.

Küf ile ilgili çalışmalara ne zaman ilgi duymaya başladınız, ilk küf ile karşılaşma deneyiminiz neydi ve sizi bu alanda uzmanlaşmaya neler yönlendirdi?

Yaşadığım sağlık sorunlarına çözüm bulabilmek amacıyla sürekli hastaneye ve doktora gitmek zorunda kaldım, yoğun bakım hemşiresi olduğum ve her türlü zehirlenmeye maruz kalmış insan gördüğüm için bendeki belirtiler de zehirlenme belirtilerine benziyordu, bunu gittiğim doktorlara söyleyince onlara komik geliyordu ama ben zehirlendiğimin farkındaydım, kendimce önlemler aldım ama bu durumun üstesinden gelemedim. En son gittiğim bir fonksiyonel tıp doktoru yaşadığım ortamda küf olup olmadığını sordu evimde yoktu ama çalıştığım eğitim araştırma hastanesi çok eski bir binaydı ve gözle görünen küfler vardı.

Küfe özel testlerimi yaptırdım ve bende küfün ürettiği mikotoksin oldukça fazla miktarda mevcuttu; ben haklıydım zehirleniyordum. Bu durumu öğrendikten sonra hemen araştırmaya başladım, Türkçe nerdeyse hiç kaynak yoktu, yabancı kaynakları araştırmaya başladım, eğitim aldım, yurt dışında benim durumumda olan kişilerle tanıştım.

Mikotoksin tanısı nasıl konulur?

Kesin tanı ve tiplendirme idrarda yapılan mikotoksin testi ile yapılıyor. Bu test Türkiye’de yok, sadece Amerika’da yapılıyor, ben de testimi Amerika’daki laboratuvara göndererek yaptırdım.

Küf ve mikotoksin, insanları nasıl etkiler, hasta etme mekanizması nedir?

En çok karıştırılan küf alerjisi benim bahsettiğim küf toksisitesi, yani mikotoksin. Küf alerjisi ve küf toksisitesi birbirinden farklıdır. Küf alerjisi, bağışıklık sistemimizin nefes aldığımızda küf sporlarına verdiği tepkidir; küf alerjisinin belirtileri genellikle solunum yolunda belirti verir: hapşırma, öksürme, burun akıntısı, boğaz tahrişi gibi. Küf toksisitesi ise, yani zehirlenmesi, enflamatuar yanıttır; etken mikotoksindir. Küf maruziyeti genellikle sudan hasar görmüş binalarda oluşur. Zehirli küflerin ürettiği mikotoksinlerin solunmasından kaynaklanır; mikotoksin bir gazdır, gözle görülmez ve kokusu yoktur. Her küf zehirli değildir, her küf mikotoksin üretmez. Mikotoksinler insanlarda birçok semptom ve sorunlara neden olabilir, mikotoksinler bir hastalık olduğu kadar diğer hastalıkları da tetikleyicidir, bağışıklığı çökertir. Küf çok sinsi bir sağlık hırsızıdır. Sizi yavaş yavaş etkiler, geri dönüşü imkansız durumlara ve hastalıklara yol açabilir, iyileşmemizi engelleyebilir. Hatta, devam eden küf maruziyeti ile bağışıklık sistemimiz tamamen çökebilir.

Kimler küf ve mikotoksinden etkilenir, küf, bütüncül sağlığı nasıl tehdit ediyor?

Bazı kişiler küfe genetik olarak hassastır, yani bağışıklık sistemleri mikotoksini yabancı olarak algılamıyor ve ona karşı saldırmıyor, demektir. Mikotoksini tanıyacak ve yok edecek sistem yok, demek yanı bağışıklık sistemimizde donanım var, bu yazılım yok. Bu durum enflamatuar bir süreçtir ve toplumun %25’i için geçerlidir, yani her 4 kişiden 1’i mikotoksinleri doğal yollarla vücuttan atamaz. Bu 4 kişiden 1’i de benim. Mikotoksinleri atamadığım için zamanla birikiyor ve sonrasında kronik sağlık sorunları başlıyor, ne yazık ki… Bu durumda vücutta serbest dolaşan mikotoksinler kronik ve sistemik hastalıklara yol açabilir. Küf çocukları, yaşlıları daha çok etkileyebilir; kadınlar, erkeklere göre küfe karşı daha hassas; küf, evdeki evcil hayvanları da olumsuz etkiler.

Küf, mikotoksin, oksalat, kara küf, pembe küf vb. çok fazla kavram var. Küfün ne olduğundan ve çeşitlerinden bahsedebilir misiniz?

Küf mantar ailesinin bir üyesidir, ortam sıcaklığı ve nem miktarı uygunsa 24-48 saat içinde kolaylıkla oluşabilir ve ortama hemen sporlarını (üreme hücreleri) bırakır. Doğada tanımlanmış binlerce, henüz tanımlanmamış belki milyonlarca mantar çeşidi olduğu tahmin ediliyor. Mantarlar, hem bitkilere benzer hem hayvanlara benzer hatta bazı yönleri ile insanlara benzer, kendini koruma içgüdüsü ve yetenekleri gelişmiştir. Mikotoksin ve oksalat küfün en güçlü savunma silahlarıdır, sporları da insanlar için zararlıdır.

Küf aslında doğanın bir parçası, küfün olmadığı bir doğa düşünemeyiz, çünkü küf doğada geri dönüşüm işçisi gibi çalışır. Doğada işi biten ölen canlı cansız her varlık küf tarafından tekrar doğaya toprağa kazandırılır. Yaptığı iş çok değerlidir, doğada hayatta kalması gerekir, bu yüzden doğa ona kendisini dış etmenlerden koruması için harika silahlar vermiştir, sorun olan bu silahlar, insanlar ve diğer canlılar için çok tehlikeli hatta bazen ölümcüldür. Küf çok değerli ama söz konusu yaşam alanı evlerimiz ve vücudumuz olunca iş değişiyor.

Her küf türü, toksik etkiye sahip mi?

Her küf toksik değil, her küf mikotoksin üretmiyor. Özellikle günlük hayatta gıdalarda ve yaşadığımız binalarda gördüğümüz kara küf dediğimiz küf, mavi-yeşil küf mikotoksin üretiyor. Tüm canlılar için zararlı olan özellikle bu iki tür. Küf/mikotoksin özellikle küfe genetik olarak hassas olanları daha fazla etkiliyor.

Gıdalarda oluşan ve eşyalarda, zeminlerde oluşan küf aynı tür mü, nasıl farklılaşır?

Aynı/farklı küf demek için mikrobiyolojik inceleme yapmak gerekir.

Dilerseniz önce gıdalardan bahsedelim… Her gıda küflenir mi, gıdaların küflenmesine neden olan faktörler nelerdir veya küflenme sürecini hızlandıran?

Uygun sıcaklık ve nem varsa tüm gıdalar küflenir. Gıdaların küflenmesi için illa çok yüksek derecede sıcaklık olmasına gerek yok, daha düşük sıcaklıklarda bile gıdalar küflenebilir. Hatta buzdolabındaki gıdalar da küflenir. Gıdalar açıkta bırakıldığında, nemli ortamlarda, hava alacak şekilde bırakıldığında hemen küflenmeye başlar. Gıdalardaki küflenmelerde özellikle aflatoksin ve okratoksin adlı mikotoksinler tespit edilir. Bu mikotoksinler özellikle Antep fıstığı, yer fıstığı, badem, fındık gibi sert kabuklu kuruyemişlerde, incir, kayısı gibi kuru meyvelerde ve buğday, arpa, mısır, pirinç gibi tahıllarda kırmızı pul biber gibi baharatlarda ve kahvede bulunur.

Bazen haberlerde duyarız kuru incir, Antep fıstığı, Avrupa sınır kapısından döndü diye işte bunun sebebi gözle görünmeyen mikotoksinlerdir. Üstelik Avrupa’ya bildiğiniz gibi ülkemizin en kaliteli, en güzel ürünleri gönderilir ama uygun saklama koşullarına dikkat edilmezse küf, mikotoksin kaçınılmaz olur. Avrupa ve Amerika küf mikotoksinler konusunda hayli duyarlı ve iyi çalışıyor ama Türkiye’de henüz bu hassasiyet gelişmedi gibi görünüyor.

Gıdaların küflenmiş kısmı kesilip, kalan kısmı tüketilebilir mi? Gıdaların küflenmesini önlemek için evde neler yapılabilir, gıdaları küf oluşumundan korumak için yaygın olarak önerilen ve yapılan ancak etkisiz veya yanlış olan uygulamalar var mı?

Gıdaların küflenmiş kısımlarını kesip tüketmek konusunda farklı görüşler var, burada önemli olan gıdanın üzerindeki küfün mikotoksin üretip üretmediğini bilmek bunu da sadece bakarak anlayamayız. Bazı insanlar küfü genetik olarak vücutlarından atamazlar. Bu testi bende yaptırdım. Teste göre ben küfün ürettiği mikotoksinleri genetik olarak vücudumdan atamıyorum. Bu durumda ben üzerinde küf olan hiçbir gıdayı tüketmem. İnsanlara bu konuda önerim sizde bunu bilmiyorsanız hiçbir şekilde küflü gıdayı tüketmeyin.

Küfün faturası ağır olur. Küflenmiş gıdalar sağlık açısından oldukça zararlıdır ve bazı türleri kansere neden olabilmektedir. Bazı kaynaklarda küflü kısımlar atıldıktan sonra o gıdanın tüketilebileceği yazılsa da ben asla öyle bir şey yapmam ve kimseye de önermem. Sağlığınız her şeyden değerli, kaybedilen sağlığı tekrar kazanmak ise çok zor. Bütün gıdalar uygun koşullarda saklanmazsa küflenir. Gıdaların küflenmesini önlemek için benim yaptığım ihtiyacım kadar alışveriş yapmak, evde gıda depolamamak, haftalık yemek planı yapmak bu plana göre alışveriş yapmak, aldığım gıdaları bekletmeden tüketmek böylece hiçbir gıda küflenmiyor ve acaba küflü yeri kesip yesem mi diye düşünmem gerekmiyor. Taze meyve, sebzeler poşette ağzı kapalı kalırsa terleme ve nemlenme ile küflenme başlar, mutfak ve buzdolabınızın sıcaklık ve nemini belirli bir oranda tutun.

Yaşam alanlarımızda zaman zaman küflerin varlığından haberdar olamayabiliyoruz, özellikle küfler gözümüzden kaçan veya duvar kağıdı, boruların içi gibi açıkta olmayan yerlerde oluştuğunda. Gıdalarda, gözle görülmeyen küf oluşumu mümkün mü? Yalnızca koku ile veya farklı şekillerde belli olabilen?

Küf çok iyi gizlenir çoğu zaman onu görmeyiz bazen sadece kokusunu alırız, bazen de apaçık meydandadır. Onu görmememiz onun olmadığı anlamına gelmez, özellikle duvar kağıtlarının arkası, buharın nemin yüksek olduğu banyo ve mutfak ortamı, bodrum ve çatı katları, dolap arkaları, banyo ve mutfak lavabo altları, giderler, havalandırma delikleri, parke altları ve süpürgelikler, küf için iyi gizlenme alanlarından bazıları. Gıdalarda küfler çoğu zaman gözle görülmez, dıştan bakılınca sağlam görünen bir fındığın içi küflü olabilir. Özellikle sağlam görünen kuru yemiş ve kuru gıdalarda küf görünmese bile mikotoksin tespit edilebilir. Bu durumdan dolayı sınır kapısından dönen incir, kayısı, Antep fıstığı haberlerini sürekli duyuyoruz. Bu mikotoksinler sadece özel laboratuvarlarda özel araçlarla tespit edilebilir.

Yaşam alanlarımızdaki küf ve mikotoksin hakkında önemli bilgileri kaçırmamak için takipte kalın. Röportajımızın devamını önümüzdeki hafta okuyabilirsiniz…

İlginizi çekebilir: Yaşam alanlarımızın gizli tehdidi: Küf oluşuma dair tüm merak edilenler

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale