X

Maviye yolculuk: Ceren Türkmenoğlu ile albümü Mâî üzerine bir sohbet

Geçtiğimiz günlerde beni etkileyen bir albüm dinledim. Piyasanın kalabalığı içinde bazen duyulamayabiliyor nadide ve iyi müzisyenlerin işleri. Bu sebeple Ceren Türkmenoğlu’ndan bir randevu alıp ufak bir söyleşi gerçekleştirdim. Onu daha yakından tanımak ve gelecek işlerini öğrenmek için bu söyleşiyi okuyabilirsiniz. Albümü almayı da atlamayın tabii. Keyifli dinlemeler!

Müzik hayatınız nasıl başladı?

C.T.: Müziğe çocukken başladım, ufak bir org üzerinde renkler yardımıyla notaları öğrenerek. Bunu piyano dersleri takip etti ve daha sonra bir kemancı olan halam sayesinde keman ile tanıştım. Bana bir gün ufak bir keman hediye etti, sonrasında da çalmayı hiç bırakmadım. Böylece on bir yaşında Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’na girerek burada keman eğitimine başlamış oldum.

Albümün ismi nereden geliyor?

C.T.: Temmuz ayında yayınlanan ilk albümüm, ismini geçen sene bestelediğim Mâî isimli parçadan alıyor. O sıralarda bir albüm çıkarma fikri henüz ortada yoktu ancak bunu birkaç parça daha takip edince, Hakan Kurşun’un da yönlendirmesiyle bu fikir ortaya çıktı. Mâî de bu fikre giden yoldaki ilk parça olduğu için albüme ismini vermiş oldu. Mâî’nin anlamına gelince; bu, Arapça kökenli eski bir sözcük. Suyla ilgili anlamına geliyor ve suya ait şeyleri temsil ediyor. Suyun mavi rengine adını vermesi dışında suyun akıcılığını, suda yaşayanları ve sudan gelen şeyleri de betimliyor. Su, felsefede her şeyin kökeni olarak görülür. Diğer bir deyişle, her şey sudan ortaya çıkar ve yine her şey suya geri döner. Su, hayatın başladığı ve ruhun özlemini duyduğu şeydir. Bununla birlikte su, sonsuzluğu, bütünlüğü ve huzuru simgeler. Bu parça, pandemi sebebiyle kaybettiklerimiz için yazıldı. Aramızdan ayrılarak sonsuzluk denizine kavuşan hayatları kutlama gayesiyle.

Albümün dünyanın uzak köşeleri ve birçok etkileşim sonucunda ortaya çıktığını söylemişsiniz? Biraz anlatır mısınız?

C.T.: Pandemiden önceki Dünya düzeni gezgin ruhumun dolaşmasına müsade ediyordu, ben de yerimde durmuyordum açıkçası. Albümdeki parçaların tohumları farklı farklı yerlerden toplandı o yüzden ve en son Ankara’da, stüdyo haline dönüştürdüğüm müzik odamda bir araya geldi. Parçalar hakkında biraz konuşmak gerekirse, başlıca şu üç yerden ilham alıyorlar: Boston, denizaşırı bir ülkedeki yaşamım. Ankara, ev. Orta Asya, hayallerin ve hikayelerin ruhumu sürüklediği uzak diyar.

Örneğin, Aspen con sordino isimli bestem, Amerika’da yaşadığım yıllarda, karlı Aspen Dağı’na olan bir seyahatim sonrası ortaya çıkmıştı. Terracotta’da ise hayalimde antik bir kutlama canlandırıyorum ve Orta Asya’da bulunan Tuva Cumhuriyeti’nden getirdiğim bir ağız kopuzu çalıyorum. Biometrics ve Gibraltar, Hakan Kurşun ile Boston-İstanbul arası uzaktan bestelediğimiz parçalar oldu. Kemanlar Boston’da, gitar ve vurmalı çalgılar ise Hakan Kurşun tarafından İstanbul’da kaydedildi. Pandemiyle birlikte uzaktan beste ve kayıt yapmanın sıradan bir durum haline geleceğini o zamanlar henüz bilmiyorduk.

Dimitri Kantemir’e ait Buselik ve Neva makamlarındaki eserlerin ise daha da dolambaçlı bir hikayesi var. Arp sanatçısı, sevgili Meriç Dönük ile İstanbul’da yaptığımız kayıtları Boston’a götürerek orada yaylı tanbur icracısı, Amerikalı müzisyen dostum Michael Harrist’e dinlettim. Burada Michael ile Meriç’in arpının üstüne yaylı tanbur, bendir ve keman kaydettik. Daha sonra Ankara’ya geldiğimde bu kayıtların üstüne bir kez daha keman ve vurmalı çalgılar ekledim ve son hallerine ulaşmış oldular. An ve Sabah, diğer üç bestem gibi tüm enstrümanları kendim çalarak evimde kayıt ettiğim parçalar. Bunlarda keman, viyola, bendir, vokal, gitar ve perküsyon kullanıyorum. Sabah, çok erken kaybettiğimiz sevgili hocam, Lübnan asıllı müzisyen Bassam Saba’ya ithafen yazıldı. Albümün açılış parçası An ise ilhamını Mevlânâ’nın “Zamanın çemberinden çık, sevginin çemberine gir” dizelerinden alıyor. Bu parçayı geçen sene üzücü bir şekilde hayattan koparılan bir genç kadın için yazmıştım. Onun, insan icadı zamanın ve buna dair acımasızlıkların çemberinden kurtulup sevginin ve bütünlüğün çemberine girmiş huzurlu bir ruh olduğunu düşleyerek.

Hakan Kurşun’un da katkıları ve destekleriyle bir araya gelen bu parçaların miksi ikimizce, mastering’i ise Hakan Bey tarafından yapıldı. Temmuz ayı itibarıyla da Pb Müzik etiketiyle tüm dijital müzik platformlarında yerini aldı.

Meriç Dönük’le yolunuz nasıl kesişti?

C.T.: Meriç Dönük, başka bir müzisyen arkadaşımın vasıtasıyla tanıdığım, çalışmalarıyla ve çok yönlülüğüyle gıpta ettiğim değerli bir müzisyen. Başarılı bir arp sanatçısı olan Meriç, önemli ödüllere ve güzel albüm çalışmalarına sahip. Dünya’nın dört bir yanında vermiş olduğu konserlerin yanı sıra çok sayıda kültürel etkinlikler düzenleyen Arp Sanatı Derneği’nin de kurucu üyelerinden. Sanırım Meriç ile ortak noktamız onun deyimiyle “melez” müziğe olan ilgimiz. Çalışmalarını klasik müzik ile sınırlı tutmayan Meriç, Türk müziği, Dünya müziği ve caz müzik alanında da çalışmalar yapıyor. Benim merakımı uyandıran ise onun Türk müziği ile ilgili çalışmalarıydı. İki sene önce onunla Osmanlı dönemi bestecisi Dimitri Kantemir’e ait iki eseri birlikte kaydetmiştik. İstanbul’da yaptığımız bu kayıtları Boston’a götürdüm ve burada Amerikalı müzisyen dostum Michael Harrist, Meriç’in arpının üzerine yaylı tanbur ve bendir çaldı, ben de keman ve perküsyon. Bu parçalar daha sonra albümüm Mâî’nin içinde yayınlanmış oldu.

Enstrümanlarınızdan ve genel kullanımlarından biraz bahseder misiniz?

C.T.: Asıl enstrümanım keman. On yaşımdan beri keman çalıyorum. Yine çocukken öğrenmeye başladığım ancak sonrasında üzerine çok eğilmediğim piyano da çaldığım enstrümanlar arasında. Viyola, çalım konusunda kemanla olan benzerliğiyle birlikte uzun süredir çaldığım başka bir enstrümanım. Bunların yanı sıra birkaç geleneksel çalgı da çalıyorum. Bendir bunlardan biri. Çoğunlukla melodik çalgılar çaldıktan sonra vurmalı bir çalgı çalmak ve notaları düşünmeden sadece ritim üzerine yoğunlaşmak farklı bir alan açıyor zihnimde. Geleneksel yaylı çalgılarımızdan olan rebab da uzunca bir süredir çalıştığım, kendine özgü tınısıyla beni çok etkileyen bir enstrüman. Bunların dışında evimde seyahatlerimden getirdiğim birkaç çalgı daha var: Orta Asya’dan bir ağız kopuzu ve yaylı bir çalgı olan igil, Çin’den ise seramikten yapılmış hun isimli ufak bir üflemeli çalgı. Ayrıca evde ara sıra tıngırdattığım bir de gitarım var. Evde yaptığım kayıtlarda farklı tınılar yakalamak amacıyla bu çalgıları çeşitli şekillerde kullanıyorum.

Çocukluktan beri keman çalıyorsunuz. Ama rebabı bu proje için öğrendiniz. Kemandan sonra bu enstrümanı öğrenme süreciniz nasıl oldu? Benzerlikler var mı?

C.T.: Rebab karşıma beş sene önce çıktı. Amerika’da yaşadığım sırada, Türk klasik müziğine olan ilgimin artmasıyla bu konuda kendimi geliştirmeye başladım. Bu esnada bir hocam bu müziği bir geleneksel enstrüman üzerinde öğrenmemi tavsiye ederek beni rebab ile tanıştırdı. Rebabı gördüğüm an çok sevdim; hindistan cevizinden gövdesi, at kılından telleriyle kendine has bir tınısı olan, çok özel bir çalgı. Aynı zamanda oldukça eski bir tarihe sahip. Rebab, Mevlevilik’te özel yeri olan bir çalgı. Mevlânâ’nın rebab çaldığı rivayet edilir ve nasıl ki Mevlânâ’nın Mesnevî’si ney ile başlıyorsa, oğlu Sultan Veled’in eseri Rebabnâme de rebabı anlatıyor. Buna göre Mevlevilikte ney ve rebab iki yoldaş gibi görünüyor. Ancak rebabın hikayesi bununla sınırlı değil. Rebabın aynı zamanda Orta Asya’ya ve yüzyıllar öncesine dayanan kökleri var. Bazı müzikologlara göre rebab bilinen ilk yaylı çalgılardan ve tarihi 9. yüzyıla kadar uzanıyor. Tarihsel bulgulara dayanarak Orta Asya’dan çıktığı düşünülen bu ilk yaylı çalgı, bugün çaldığımız pek çok yaylı çalgının atası.

Rebabı teknik anlamda öğrenme sürecim kemandan dolayı nispeten kolay oldu. Çalgının tutuş ve çalış tekniği tamamen farklı da olsa yaylı bir çalgı olmasından dolayı keman ile benzerlikleri mevcut. Ancak rebabla birlikte makam müziğini de öğreniyor olmak, uzun yıllar sürecek bir çalışma gerektiriyor. Perdeli bir çalgı olmadığı için geleneksel müziğimizde bulunan ara sesleri, yani komaları doğru olarak çalmak için de titiz bir dinleme ve keskinliğe ihtiyaç var.

Tuva Cumhuriyeti’nden bir burs almışsınız. Oranın müziğini incelerken sizi en çok ne etkiledi?

C.T.: Orta Asya’da bulunan ve Rusya’ya bağlı özerk bir Türki cumhuriyet olan Tuva Cumhuriyeti’ne 2018 yılında bir araştırma gezisi düzenledim. Bu geziyi Boston’da yaşadığım sırada oradaki bir kuruluştan aldığım araştırma bursuyla gerçekleştirdim. Tuva’ya olan seyahatim de rebaba bağlı olarak gelişti. Rebabın Orta Asya’ya uzanan köklerini araştırırken onunla benzerlikler taşıyan çalgıları araştırmaya koyuldum. Bu esnada karşıma igil çıktı. Tuva’ya ait geleneksel bir çalgı olan igil de rebab ile benzer bir forma sahip ve rebab gibi at kılından telleri var. İgili keşfetmekle beraber Tuva müziğiyle de tanışmış oldum ve bu benzersiz müzik tarzının yanısıra Tuva’nın hem kültüründen, hem tarihinden, hem de Türki bir toplum olmalarıyla onlarla ortak kökler paylaşıyor olmamızdan çok etkilendim. Tuva’ya er ya da geç bir gün gitmeyi kafama koymuştum ki bahsettiğim bu araştırma bursuna denk geldim ve iki aşamalı elemeyi geçerek bursu kazananlardan biri oldum.

Oranın müziğini incelerken beni en çok etkileyen şey müziğin doğa ile ne kadar bağlantıda olduğuydu. Tuva müziğinin ilham kaynağı doğa; doğadaki sesler, yerler, olaylar ve hayvanlar. Tuvalılar doğanın her bir sesini can kulağı ile dinliyor, ne anlama geldiğini biliyor, ve aynı zamanda bu sesleri yeniden üreterek müziklerine katıyor. Bunun yanısıra, Tuva müziği doğadan ilham aldığı gibi aynı zamanda doğa için de yapılıyor. Şamanizm inancının yaygın olduğu Tuva’da insanlar doğaya şükranlarını müzik ile ifade ediyorlar. Doğadaki yerleri, örneğin bir ırmağı, ormanı, dağı, sarp bir geçidi veya bir temiz su kaynağını koruyan ruhlara teşekkürlerini onlar için müzik yaparak dile getiriyorlar. Burası, doğaya ve doğadaki her şeye büyük bir saygının olduğu bir yer ve müzikleri de doğayı adeta sesler ile resmediyor.

Halk müziğinin daha duyulur ve uluslararası düzeyde kolektif hale gelmesi için neler yapılabilir?

C.T.: Bu soruya genel bir cevap vermek sanırım zor, ancak kendi deneyimlerinden yola çıkarak nelerin farklı olabileceğine dair düşüncelerimi söyleyebilirim. Öğrenciliğimde tamamen batı klasik müziği odaklı bir eğitimden geçtim, okulumda Türk müziği ile ilgili bir bölüm olmadığı için de bu müzikle teorik anlamda tanışmam çok sonralara kaldı. Öyle düşünüyorum ki konservatuvarlarda öğrencinin eğildiği müzik türü ne olursa olsun, başta kendi müziğimizi öğrenmek, temel düzeyde makam bilgisine sahip olmak ve yer etmiş bestekarlarımızı tanımak, yetişmekte olan sanatçı adaylarına büyük zenginlik katacaktır.

Bu çeşit bir eğitim süreci bu alanda, klasik Türk müziği olsun, halk müziği olsun, geleneksel enstrümanların icrası olsun, daha fazla çalışma yapılmasının önünü de açacaktır. Böylece kültürümüzün müziğinin dünyada tanınırlığı artacak ve daha çok rağbet görecektir. Bu tarz bir yaklaşım belki de yetişmekte olan müzisyenlerin, yoğunlaştıkları disiplin ne olursa olsun, köklerine daha bağlı bir sanatçı kimliği geliştirmelerini sağlayacak ve ürettikleri eserleri daha özgün bir çizgiye oturacaktır. Bu söylediklerim tabii ki sadece müzik için değil, edebiyat olsun, resim olsun, mimari olsun, sanatın her dalı için geçerli.

Geri dönüşler nasıl?

C.T.: Çok olumlu geri dönüşler alıyoruz ve çok mutlu oluyoruz. Dijital platformlarda güzel bir dinlenme sayısına ulaştık. Bazı kültür-sanat yazarlarının ve gazetelerin yazılarında ve röportajlarında albümüme yer vermesi bizi gururlandırdığı gibi daha fazla insana da ulaşmamıza fırsat verdi. Bana ulaşan bir dinleyici bu albümü kültürlerin zenginliğini ve müziğin evrenselliğini hissettiren bir albüm olarak yorumladı, ki bu beni çok sevindirdi.

Müziğin dijital alandaki dönüşümünü nasıl buluyorsunuz?

C.T.: Son zamanlarda pandeminin de etkisiyle dijital ortam, hayatımızı iyice sarmış oldu. Bu hem avantajlar hem de dezavantajlar getiren bir durum. Konserlerin durakladığı, insanların bir araya gelmediği kısıtlama dönemlerinde dijital ortamlar vasıtasıyla müziğe ulaşabilmek ve kendi müziğimizi insanlara ulaştırabilmek büyük bir ayrıcalık oldu. Bu mümkün olmasaydı sanırım hem müzisyenler için hem müzikseverler için daha zor geçecekti soyutlandığımız dönemler. Aynı zamanda dijital platformlar sayesinde uzaktaki, dünyanın öbür ucundaki insanlara ulaşabilmeyi çok değerli buluyorum. Sadece dinleyici değil diğer müzisyenlerle ortak çalışmalar için de geçerli bu. Artık aynı odada, aynı ülkede olmaya gerek yok birlikte bir şeyler üretebilmek için ve dinleyecek kulaklara ulaştırabilmek için.

Ancak bunlar elbette ki canlı konserlerin yerini tutmuyor. Seyircilerle göz teması kurabilmek, sahnede olmak ve diğer müzisyenlerle aynı heyecanı yaşayarak birlikte müzik yapmak çok özlediğim şeylerden. Pandemi hafiflediğinde canlı müzik kültürünü yeniden canlandırmak için girişimler yapılacağını ümit ediyorum.

Yakın gelecekte başka projeleriniz var mı?

C.T.: Yakın gelecekte çeşitli konser projelerim var. Pandemi koşulları elverdiği ölçüde Ankara’da müzisyen arkadaşlarımla gerçekleştirmek istediğimiz oda müziği konserleri var. Bir yandan da Ankara Opera ve Bale orkestrasındaki görevime devam edeceğim. Bunun yanı sıra yeni besteler üzerinde çalışmaya devam ediyorum. Bu parçaları bir süre sonra yeni bir albüm içinde toplamayı hedefliyorum.

İlginizi çekebilir: O bir maestro: Masis Aram Gözbek ile koro müziği üzerine bir sohbet

Günsu Özkarar: 1987 Ankara doğumluyum. 2008 yılında Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Viyola Ana Sanat Dalı’ndan mezun oldum. Ardından İsviçre’de Hocshule der Künste Bern’de yüksek lisansımı tamamladım. Yüksek lisansım sırasında Orchester der HKB, Schweizer Jugend Sinfonie Orchestra, The Women Orchestra of Switzerland’da çalarak, Christopher Warren­Green, Bruno Weil, Daniel Klajner, Jos van Immerseel, Kai Baumann gibi orkestra şefleriyle Avrupa’nın farklı şehirlerinde konserler verme deneyimi edindim. Tatjana Masurenko, Michael Kugel, Ruşen Güneş, Çetin Aydar, Danel Quartet, Marco Misciagna, Michel Michalakakos, Apple Hill Quartet, Siegfried Führlinger gibi hocaların ustalık sınıflarına katıldım. The World Youth Orchestra, The World Orchestra, Greek Turkish Youth Orchestra, Bilkent Youth Symphony Orchestra, Bilkent Youth Virtuosos, Jungenc Philharmonic Orchestra, AIMA Festival Orkestrası gibi ensemble/ orkestralarda ve Young Euro Classic, Schloss/Beuggen International Music Fest, Schlern International Music Fest, Bayreuth Youth Talented Artists ́s Music Fest, The Turco-British Association Bach Günleri, Datça Uluslararası Müzik Akademisi, T.R.N.C. Malta Dostluk Günleri, Klasik Keyifler Oda Müziği Festivali, Uluslararası Istanbul Müzik Festivali, Uluslararası D - Marin Klasik Müzik Festivali, AIMA Ayvalık Müzik Festivali ve Cervo International Music Fest gibi etkinlik ve festival konserlerinde yer aldım. İstanbul’a taşındıktan sonra CRR, AIMA Orkestrası, Orkestra Sion’da çalıştım. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Doçent Beste Tıknaz Modiri ile Sanatta Yeterlilik çalışmalarımı tamamlayarak, Okan Üniversitesi’nde öğretim görevliliğine başladım. Bitirme tezim “Tarihsel Süreçte Gelişen Viyola Ekolleri” kitap olarak yayınlandı. Trio Pax, Trio Tını gruplarının yanı sıra Okan Üniversitesi Orkestrası’nda üç yıl öğretim görevlisi olarak çalıştım. Psikoloji ve edebiyat her zaman ilgi alanım oldu. Çeşitli yaratıcı yazarlık kursları ile birlikte psikanaliz de gördüm ve bu sürecin ardından farklı dergilerde yazılarım yayınladı. Şimdi Milliyet Sanat, SanatAtak dergilerinde düzenli yazmaktayım ve Mayıs'ta İkinci Adam Yayınları’ndan çıkacak Küflü Virgül isimli ilk öykü kitabımı beklemekteyim.

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.



Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?



Güne lezzetli bir başlangıç için kahvaltılık tarifler

Ne demiş şair; kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sizce de öyle değil mi? Günün ilk öğününün, bize gün boyu yetecek kadar neşe ve enerji kaynağı olması gerekmiyor mu? İster sabahın çok erken saatlerinde ister öğlene yakın olsun, fark etmez; günün ilk öğünü her zaman çok önemli. Çünkü günün geri kalanını etkileyen, o günün ne kadar kaliteli bir gün olduğunu belirleyen en önemli faktörlerden biri; güne neler yiyerek başladığımız…



Ancak hepimiz biliyoruz ki, klasik kahvaltı tarifleri zamanla sıkıcı hale gelebiliyor. Yumurta, peynir, zeytin güzel bir başlangıç olsa da her gün aynı şeyleri yemek hayatlarımızda monotonluk yaratabiliyor. Dolayısıyla biraz daha yaratıcı alternatiflere ihtiyacımız var. Ama bir yandan da yoğun tempomuza ayak uydurabilmek için pratik ve besleyici olmalı. Tabii lezzetten de ödün vermek olmaz. İşte tam da bu noktada lezzeti ile, pratikliği ile, besleyiciliği ile kahvaltıların yıldızı müsli karşımıza çıkıyor. İşte müsli kullanarak hazırlayabileceğiniz lezzetli ve sağlıklı kahvaltılık tarifler:

Müslili Ekmek

Eğer kahvaltıda değişiklik yapmak ve lezzet ile besleyici değeri bir arada sunan bir alternatif arıyorsanız, müslili ekmek tam size göre. Klasik ekmek tariflerine göre çok daha zengin ve doyurucu bir seçenek sunan bu kahvaltılık tarifi, aynı zamanda çok daha lezzetli, çok daha eğlenceli. Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli’nin içeriğindeki kızılcık, kuru üzüm, elma ve marakuyalı özel karışım sayesinde enerjik bir sabaha doyurucu dilimlerle merhaba diyebilirsiniz.

Malzemeler:

Hamuru için:

  • 1 su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 2-3 tatlı kaşığı Dr. Oetker Aktif Maya
  • 0,5 çay bardağı süt
  • 4-4,5 su bardağı un
  • 0,5 çay bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1 yumurta
  • 100 gram yumuşak margarin

Üzeri için:

  • 2-3 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 yemek kaşığı su

Hazırlanışı:

  • Mayayı bir kaseye alın ve üzerine yarım çay bardağı ılık sütü ilave edin. Kaşık ile birkaç kez karıştırıp 10-15 dakika bekletin.
  • Unu derin bir kaba eleyin ve üzerine beklettiğiniz mayayı ilave edin. Toz şeker, süt, yumurta ve margarini ilave edip iyice yoğurun. Üzerini kapatıp ılık ortamda 40-45 dakika bekletin.
  • Süre sonunda mayalanan hamura 1 su bardağı meyveli müsliyi ekleyin ve yoğurun. Hamuru yuvarlayıp pişirme kağıdı serilmiş fırın tepsisine alın. Üzerine su sürüp meyveli müsli serpin ve 20 dakika bekletin.
  • Fırını belirtilen dereceye ayarlayıp ısınması için önceden açın. (Alt-üst pişirme: 170 °C, Turbo pişirme: 160 °C)
  • Hamurun üzerini keskin bıçak ile 3-4 yerinden 1 cm derinliğinde kesin ve 25-30 dakika pişirin.
  • Fırından çıkarıp soğutun. Dilimleyerek servis yapın.

Çikolatalı Çıtır Smoothie Bowl

Kahvaltıda kendinizi şımartmak ve güne ‘bomba’ gibi başlamak istiyorsanız, tatlı bir kahvaltılık tarifi tam size göre olabilir. Çıtır tahıl ve çikolata parçacıkları içeren Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli ile çok pratik ve çok lezzetli bir kahvaltılık bowl hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • 2 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli
  • 1 adet olgun muz
  • ½ avokado
  • 1 yemek kaşığı kakao tozu
  • 1 su bardağı badem sütü

Hazırlanışı:

  • Olgun muzu, avokadoyu, kakao tozunu ve badem sütünü blender’a alın. Pürüzsüz bir kıvam alana kadar yüksek hızda karıştırın.
  • Elde ettiğiniz smoothie karışımını bir kaseye aktarın ve kahvaltılık bowl için tabanı hazırlayın.
  • Smoothie tabanın üzerine çıtır çıtır Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli’yi ekleyin. Ve harika kahvaltı kaseniz hazır.

Portakallı Muzlu Müslili İçecek

Kahvaltılarınızı bir sonraki seviyeye taşımaya hazırsanız, Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli ile tanışın. Bu benzersiz müsli, sadece lezzetiyle değil, aynı zamanda sağlık açısından sunduğu faydalarla da kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olmaya aday. Hem lif hem de Vitamin B1, demir ve magnezyum gibi önemli besin öğeleri açısından zengin olan bu müsli ile harika bir kahvaltılık içecek hazırlayabilir, güne başlarken ihtiyacınız olan enerjiyi ve besinleri alabilirsiniz:



Malzemeler:

  • 50 g Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli
  • 1 poşet Dr. Oetker Şekerli Vanilin
  • 2 adet muz
  • 2-3 dilim ayıklanmış ve zarları çıkarılmış portakal dilimleri
  • 2 su bardağı buzdolabında soğutulmuş süt
  • 2 yemek kaşığı bal

Hazırlanışı:

  • Muzları soyup iri parçalara kesin ve mutfak robotuna alın.
  • Üzerine portakal dilimleri, süt, bal ve şekerli vanilini ilave edip meyveler ezilinceye kadar karıştırın.
  • Hazırladığınız içeceği bardaklara alın. Üzerlerine çıtır müsliyi ekleyip kaşık ile karıştırın.
  • Buzdolabında 30 dakika bekletip servis yapın.

Meyveli Mini Kahvaltılık Muffin

Güne başlarken modunuzu yükseltecek, enerjinizi yerine getirecek ve ihtiyacınız olan besin öğelerini almanızı sağlayacak ve tüm bunları yaparken de eğlenceli bir hale çevirecek muffinlere kim hayır diyebilir ki… Siz de demezseniz, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ile harika bir kahvaltılık hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • ½ su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 paket Dr. Oetker Hamur Kabartma Tozu
  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 2 yemek kaşığı bal
  • ½ su bardağı süt
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 adet yumurta
  • 1 adet mini muffin tepsisi

Hazırlanışı:

  • Fırını 180 derecede önceden ısıtın ve mini muffin tepsisini yağlayın.
  • Bir kasede tam buğday unu, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ve kabartma tozunu karıştırın.
  • Başka bir kapta süt, eritilmiş tereyağı ve yumurtayı çırpın. Islak malzemeleri kuru malzemelerin üzerine dökün ve karıştırın.
  • Hazırladığınız kek harcını mini muffin kalıplarına eşit miktarda bölün. Her bir kalıbı üçte iki oranında doldurmanız yeterli olacaktır, böylece kabardığı zaman da yeteri kadar alan kalacaktır.
  • Yaklaşık 20 dakika kadar pişirdikten sonra fırından çıkarın, birkaç dakika beklettikten sonra servis edebilirsiniz.

Bonus: Çabasız ve lezzetli kahvaltılar

Eğer daha hızlı bir şekilde lezzetli, pratik ve doyurucu kahvaltılık tarifler hazırlamak istiyorsanız, fazla çaba harcamadan da eğlenceli kahvaltılar yapabilirsiniz. Müslinizi ister sütle ister yoğurtla karıştırın; üzerine meyve, bal, biraz da kuruyemiş ekleyin ve voila! Enfes kahvaltınız hazır… Ama bir dakika; zaten eklenmişi var 🙂 Dr. Oetker Vitalis’in lezzetli, doyurucu ve sağlıklı dünyası ile klasik kahvaltılar yerine daha enerjik tariflerle güne başlayabilirsiniz.

Sağlıklı ve dengeli beslenmeyi, ‘sıkıcı’ kalıplardan çıkarmak ve her güne büyük bir neşe ile başlamak istiyorsanız Dr. Oetker Vitalis, kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olacak. Üstelik sadece kahvaltılarınızın da değil; ara öğünlerinizde de lezzetli atıştırmalıklar olarak tüketebilirsiniz. Bu çıtır lezzetler, gününüzün her saatine enerji ve neşe katacak!

Siz de Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’in Multi Meyveli Çıtır Müsli, Bal Bademli Çıtır Müsli ve Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli çeşitlerinden dilediğinizi seçebilir, güne en sevdiğiniz lezzetle harika bir başlangıç yapabilirsiniz.

*Bu yazı Dr. Oetker katkılarıyla hazırlanmıştır.



İlgili Makale