X

Kapsayıcı bir şehir inşa etmek mümkün mü?

Yaşadığımız şehirlere şöyle alıcı bir gözle baksak, toplumsal algının ve güç ilişkilerinin onları nasıl şekillendirdiğini görebilir, bir yandan da kendimize şu soruları sorabiliriz:

  • Bu şehirler kimlerin hayatlarını yansıtmak için inşa edildi?
  • Şehirlerin inşasına kimler dahil edildi ve kimler buralardan hariç tutuldu?
  • Ve şehir planlamaları farklı insan gruplarının hayatlarını etkilemeye ne şekilde devam ediyor?

Derinlere daldığımızda iş ve ev organizasyonlarının nasıl ayrıştığını ve toplumsal geçerliliği olan algıya uygun yaşayan erkeklerin yolculuklarını kolaylaştırmak için nasıl düzenlendiğini gözlemleriz. Yaşadığımız şehirler, kadınların ücretsiz ev içi emeklerinin yanı sıra ücretli işlerinin biçimlerini de hiçbir şekilde yansıtmaz. Bu da onların gündelik yaşamlarını ve şehirde hareket etme yollarını çok daha karmaşık hale getirir.

Kadınlar, engelliler ve azınlık etiketi yapıştırılanlar sürekli olarak karar verme ve politika oluşturma süreçlerinden dışlanmaktadır. Halihazırdaki şehirler, bu grupların kamusal ve özel yaşamı deneyimleme biçimlerini şekillendiren başlıca eşitsizlik ve baskı alanlarıdır. Çoğu ideoloji, modernitenin şehirlerde yaşanan son halini daha temiz ve daha güvenli bir yaşam olarak anlatsa da her zaman “Hangi insanlar için?” diye sormamız gerekiyor. Herhangi bir çocuğun, bebek arabası ile yürüyen birinin, kendisini toplumsal kabulün ötesinde tanımlayan birinin veya bastonla yürüyen birinin gözünden şehir planlamacılığını uygulamak geleceği oldukça farklı bir noktaya götürecektir.

Bütünleyici ve kapsayıcı olan bir şehir; cinsiyet, ırk, sınıf, fiziksel yetenek, cinsellik gibi konulardan bağımsız olarak şehrin fırsatlarına ve kaynaklarına herkesin erişmesini sağlayabilecek olan temel bir özgürlük alanıdır. Çünkü şehir bir fırsat ve özgürleşme yeri olabilse çeşitli istihdam türlerine, çeşitli kültürel deneyimlere ve eğitime ulaşabilmek herkes için daha da kolaylaşabilecektir. Bu konuyu sadece felsefi olarak değil de fiziksel altyapı tasarımı ve kamu politikası açısından da yorumlayabilmek birçok sorunun çözümünü de sağlayacaktır.

Bugün toplumların temelini oluşturan ekonomik mantık, bir şehrin (veya toplumun) “başarısını” yalnızca nicel göstergelerle ölçebileceğimiz, ekonomik büyümeyi ve ataerkil idealleri insanların ve gezegenin refahının üzerine yerleştirebileceğimiz fikrine dayanan ilkel bir mantıktır. Bu yönergelerle işleyen ataerkil ekonomik mantık; “rasyonel”, bilginin deneyimsel bilgiden daha meşru ve kazanmanın önemsemekten daha önemli olduğu fikrine dayanır.

Elbette rasyonal bilgi ve kazanmak temelde kökünden kötü şeyler değildir ancak toplumsal deneyim temelli bilginin, günlük bakım ve işbirliği uygulamalarına daha fazla değer vermenin de zamanı artık gelmiştir. Çünkü şehirde yaşayan toplulukların deneyimsel bilgilerini ihmal etmek, olumsuz sonuçlara yol açar. Bu sonuçlar ise erkekler de dahil herkesi negatif bir şekilde etkiler. Ama en başta şehrin en savunmasız demografisi en kötü şekilde muzdarip olacak olan kesimdir. Hesaba katılmayan insan topluluklarının yaşamlarının nasıl zorlaştırıldığına örnek olarak şehirlerin soylulaştırılması politikalarını verebiliriz.

Soylulaştırma kavramı ilk olarak 19. yüzyılın sonunda İngiliz kırsal aristokrasisinin “taşrayı sahiplenmesi” hareketine atıfta bulunan Ruth Glass tarafından kullanılmıştır. Daha sonra, 1960’larda Londra’nın merkezi işçi semtlerinin orta sınıflar tarafından işgal edilmesi sürecini tarif etmek amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Bu anlamda, İngilizce tabiriyle “urban gentrification” dar gelirlilerin, değeri gittikçe yükselen tarihi mekânlardan kovulması ve dışlanması olarak tanımlanmıştır. Şehirlerin merkezlerinde yoksulların oturduğu, standardın altında olan eski evlerin modernize edilmesi ve buralara orta-sınıf ve varlıklı ailelerin yerleştirilmesi soylulaştırma politikalarının uygulamalarındandır. Güç sahipleri önce bir şehri inceler ve onun çeşitli sıfatlar altında restore edilmesini kararlaştırarak başka bir kesimin lehine yenilenmesini sağlarlar. Bunun adına yeşillendirme, güzelleştirme, yaşanabilir çevre vs. dense de aslında gerçekte yaşanan orada eskiden yaşamakta olan nüfusun, daha yüksek gelirli nüfusla yer değiştirmesidir.

Dışlayıcı, ataerkil ve ekonomik büyüme odaklı bir toplumsal algının diğer sonuçları; şehirlerin otomobillerin egemenliğine girmesi, kamusal ve toplumsal alanlarının sürekli olarak özelleştirilmesi ve ev fiyatlarının hiç durmadan artış göstermesidir. Böyle bir yapıda ise farklı dinamikleri olan yaşam tarzları nefes alacak alanı bulamaz hale gelir.

Şehir planlaması yaparken; herkesi merkezileştiren ve yerel toplulukları belediye işleyişine katılmaları ve mahallelerini etkileyen kararlar almaları için yetkilendiren siyasi süreçleri güçlendirmek önemli bir adım olabilir. Bu süreç Hindistan’da uygulanan temsili komiteler benzeri kurumsal süreçler aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu tür komitelere bağımsız olarak çalışabilmeleri için gerekli mali ve işlevsel yetkiler verilebilir ve özellikle marjinalleştirilmiş gruplardan olan kişilerin komitelerdeki zorunlu temsili sağlanabilir.

Tüm grupların merkezileştirildiği alanda güvenlik denetimleri, keşif yürüyüşleri, katılımcıları haritalama gibi araçların kullanımını ve mahallelerindeki ihtiyaçların ve hizmetlerin sağlanması önem taşır. Bunun yanı sıra insanların kendi mahallelerinde müdahale ve kalkınma öncelikleri olan alanlarını belirlemek için kadınları ve diğer marjinalleştirilmiş grupları da içeren yaklaşımlar tercih edilebilir. Örneğin, kentsel planlama süreçlerinde cinsiyete göre ayrıştırılmış verilerin doğru bir şekilde toplanması ve belediye planlamasına dahil olan tüm ilgili paydaşlar için feminist yöntemlerle eğitim ve duyarlılaştırma programlarının yürütülmesi gibi yöntemler bu yaklaşımlara dahil edilebilir.

Barselona merkezli, feminist şehir bakış açısına sahip bir hareket olan Collectiu-Punt 6, “insanların deneyimlerinin çeşitliliğini şehir planlamasına dahil etmek” için insanların hayatlarını kentsel kararların merkezine koymayı önermektedir ki aynı yöntem tüm toplumun deneyimlerini ortaklaştırmak için de geçerlidir. Ekonomik ve toplumsal paradigmayı değiştirmek oldukça büyük bir zorluktur, bu nedenle Collectiu-Punt 6’nın vurguladığı gibi, günlük yaşamın ihtiyaçlarını dikkate alan, kendine ve başkalarına özen gösterilmesine izin veren kentsel alanlar yaratmakla işe başlanması akıllıca olabilir. “Dikkatli ve özenli” kentsel alanlar ve girişimler yaratmak, çocuklar için daha fazla rekreasyon alanı oluşturmak , sokak aydınlatmalarını iyileştirmek, güvenliği arttırılmış ulaşım taşıtları tasarlamak vb. projelerle şehirleri tüm insanların günlük yaşamlarına ve ihtiyaçlarına daha uygun hale getirmeye çalışan küçük girişimler büyük değişimler yaratabilir. Topluluk oluşturma, paylaşma, işbirliği yapma ve kollektifleştirme benzeri pratiklerinin çoğaldığı daha “özenli” kentsel alanlar yaratma çabası bile dünyanın geleceğini etkileyebilir.

Bugün dünyanın bazı şehirlerinde, belirli demografik özelliklerle, özellikle de kadınların kentsel planlama ve tasarımdan temelden dışlanmasıyla aktif olarak mücadele ediliyor. Barselona’da çalışan feminist belediye başkanı Ada Colau, yalnızca kadınların değil, diğer marjinalleştirilmiş grupların kentsel deneyimlerini iyileştirmek için de gerekli yasaları geçirerek ve ilerici kentsel tasarım girişimlerini uygulayarak aslında “siyasetin kadınlaştırılması” politikasını hayata geçiriyor. Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo ile birlikte Colau, Habitat III konferansında herkesin ihtiyaçlarının şehir planlamasına dahil edilmesini sağlamak için mücadele ediyor.

Ayrıca Viyana’da da toplumsal cinsiyet eşitliği uygulamaları, şehri daha feminist hale getirmek için son yirmi yıldır kullanılıyor. Sonuç: Viyana, dünyada yaşanacak en iyi şehirler listesinde sürekli olarak üst sıralarda yer alıyor.

İsveç’te de cinsiyete dayalı bütçeleme uygulaması ile bu yönde adımlar atılıyor, diğer yandan da otobüsler için “gece durakları” projesi hayata geçirilerek yolcuların karanlıkta yürümek zorunda olmadan kendilerine uygun duraklar arasında inmeyi talep etme hakkı sağlanmış oluyor. Keşke böyle bir projeye gerek olmasaydı diye düşünülebilir ancak ataerkil mantık, bütünsel mantık ile yer değiştirmediği müddetçe ancak böyle metodlarla güvenlik alanları sağlanmaya devam edilecektir.

Bu tür çalışmalar sayesinde sadece kadınların değil, geleneksel olarak kentsel haklardan mahrum bırakılan herkesin hakları için savaşmak mümkün olabilir. Biriken deneyimler ise ana akım görüşlerin içine girdikçe toplumun bakış açısı da değişmeye başlayacaktır.

Virginia Woolf’un yazdığı gibi, özgür ve bağımsız hayatlar yaşayabilmek için sadece “kendimize ait bir odaya” ihtiyaç duymuyoruz. “Kendimize ait bir şehre” de ihtiyacımız var. Böylesi bir şehir yaşamı; insanların ve gezegenin refahının ekonomik büyümenin üzerinde tutulduğu bir alan açar. Aynı zamanda bu yaşam aslında dikkatli ve şefkatli topluluk ekonomilerini yaratmak için de gerekli olan özgürlüğü hepimiz için ulaşılabilir kılar. Başka türlü bir yaşam her zaman mümkün…

Kaynak

Lily Maxwell/ How to create more feminist cities?
Finbarr Toesland / What makes a city feminist?
Britta Shoot/ Unsurprisingly, a Feminist City is Actually a Better City for All
Leslie Kern/ Feminist City
Mehmet MEDER, Selda Bal/ SOYLULAŞTIRMA VE ANKARA DİKMEN VADİSİ ÖRNEĞİ

İlginizi çekebilir: Hangi Medusa: Bir kadının hikayesi nasıl kadın merkezli olur?

Şerife Günaydın Karaköse: Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve avukatlık mesleğine de halen devam ediyor. "Three", "The Shadow House","Happiest Hour","Uzaya Kaçan Küpe" ve "Keyfi Yanılsamalar" isimli kitapları hem Amazon hem de Barnes and Noble da online olarak yayımlandı. Yazarın denemelerini aktardığı www.allbyourselves.blogspot.com adlı bir blogu mevcut; aynı zamanda @mind_index Instagram profilinde de sanattan bilime, felsefeden psikolojiye kadar pek çok konu hakkında da içerik üretiyor.

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale