X

Kaçımız ‘an’dayız, kaçımız ‘yan’dayız?

Size olur mu bilmem? Bazı geceler yatağa yattığımda düşüncelerimden yorgun düştüğümü hissederim. Sanki o kadar zorlamış olurum ki kendimi; beynim ısınmış, neredeyse onu yakacakmışım da fark edememişim “yazık” derim kendime. Uyku Hızır gibi yetişir böyle anlarda. Uyuyup uyanınca kendimi şarj etmiş, yenilenmiş ve tekrardan canlanmış bulurum.

Gün içerisinde, hayat koşuşturmacasında bizi yıpratan, kafamızı allak bullak eden birçok durum oluyor. Adı üstünde koşuşturmaca, kolay olmayacak diyip umursamamaya çalışıyoruz genelde. Uyuyup uyansak, bunlar kötü bir rüya desek ve geçse diye diliyoruz içimizden. Peki sahiden ne yapıyor zihnimiz böyle durumlarla karşılaşınca?

Geçmişte bize yapılanları hatırlarız bol bol; hele öfkelenmelerimiz, sinirlenmelerimiz hemen eski anılarımızla tetiklenir. Ya da o günümüzden memnun değilsek, gelecek zaten böyle olmayacak deriz. Bazen büyük, süslü hayallerimize dalarız; bazen onu da alırım, bunu da yaparım planlarımızda kayboluruz. Zihnimiz bizi bir geçmişe, bir geleceğe çekiştirirken; bir bakmışız aslında bu “an”ımız, bugünümüz elimizden kaçmış ve gitmiş…

Biz günlerimizi böyle savururken, bambaşka bir trend yükselir Batı’dan. “An”ı yaşa! Biraz fazlaca da pazarlanır, hep iyi taraflarına odaklanılır. Bolca “Keyfini çıkart, bir daha mı geleceksin dünyaya?” diyerek başka hazlara doğru yönlendiriliriz. “An”ı yaşamak; iyi, güzel, şahane. Ama çoğumuzun fark etmediği ise “an”ın içerisinde; bazen hoşlandığımız, bazen beğenmediğimiz sürprizleri barındırıyor olması. Biz gözümüzü kötü olanlara kapayınca, iyi olana da kapatmış ve iyi olanın da gitmesine izin vermiş olmuyor muyuz?

Çoğumuzun fark etmediği ise “an”ın içerisinde; bazen hoşlandığımız, bazen beğenmediğimiz sürprizleri barındırıyor olması.

İşte benim için de tam olarak bir değerlendirme dönemiydi; geçmiş sorgulamaları, gelecek rüyaları; bir yandansa gözümü kötü olana kapatma ve onu görmezden gelme isteğinin yoğunluğu… Bir şeyler yolunda değilmiş gibi hissediyordum. Hatta biraz da gereğinden fazla “Neden böyle oldu, oluyor?” cevaplarının peşindeydim. Deneyimlediğim Vipassana “Olanı, olduğu gibi kabul et. Bu da gelir, bu da geçer.” dese de; benim yeniden hatırlamam sanki ihtiyacım olandı.

Vipassana ile Doğu’dan çıkmıştım yola, yürünecek yollarım varmış demek ki daha. Yollar beni başka öğretilere götürmüş, bu sefer kendimi bulmuştum Batı’da. Peki ya dünya yuvarlaksa?

Tekerleme gibi olsa da; binlerce yıllık Doğu öğretilerini, daha Batı diliyle ve uygulamalarıyla yaşatan bir eğitim çıktı karşıma. Günümüzde gittikçe popularitesi artan “Mindfulness” ya da Türkçesi ile “Bilinçli Farkındalık”. İnsanlığın yüzyıllar boyunca aynı problemlerden muzdarip, Doğu- Batı demeden benzer arzulara sahip olduğunun ve kendine çareler yaratmak isterken nasıl da benzer yöntemlerden yararlanabildiğinin kanıtıydı benim için.

Bilinçli farkındalığın babası Jon Kabat Zinn, 1979 yılında tanımlarken bazı noktalara vurgu yapıyordu. “Dikkati şimdiki ana bilinçli bir şekilde, herhangi bir yargılama olmadan yönlendirebilmek” diyordu. Zinn, 8 Haftalık Bilinçli Farkındalık Temelli Stres Azaltma (MBSR) Programı’nı oluşturdu. Programın etkilerinin çok kısa sürede gözlemlenebildiğinden bahsediliyordu ve MBSR tüm dünyada öğretilmeye başlanmıştı.

Bense kendimi bu sefer, Doç. Dr. Zümra Atalay’ın “8 Haftalık Bilinçli Farkındalık Temelli Stres Azaltma Eğitimi”nde (MBSR) bulmuştum. İnternette eğitim hakkında bolca bilgiye ulaşmak mümkün. Burada kuru bilgi vermek yerine eğitimin dikkatimi çeken kısımlarından ve kendi fark edişlerimden bahsetmeyi daha çok istiyorum ve paylaşmaya başlıyorum!

Jon Kabat Zinn’e göre bilinçli farkındalık: “Dikkati şimdiki ana bilinçli bir şekilde, herhangi bir yargılama olmadan yönlendirebilmek”

Zihnimiz çok hızlı kararlar alıyor. Bazı rutinleri bir kez öğrendik mi, sonrasında tekrar tekrar öğrenmek zorunda kalmıyoruz. Mesela tehlike anında yukarıdan bir şey düşüyorsa, hemen kaçarak korumaya alıyoruz kendimizi. Araba kullanmayı çözdüysek bir kez, her yeni gün güzel güzel yollara koyulabiliyoruz. Bu yüzden hakkı ödenmez kendisinin, bunlar olmasa hayat bizim için çok daha zor olurdu illaki!

Zihnimizin bir de iyiyi ve kötüyü bolca çarpma huyu var ama. Daha gerçekleşmemiş bir olayı bile kafada deve yapma. Bir olay hakkında çok hızlı karar alma, tepkisini gösterme ve otomatik pilottan bol bol cevap verme. Bütün bunlar da ne yaptığımızın farkına bile varmadan yaşamamıza neden olabilen bir yönü maalesef.

Ben özellikle son yıllarda farkında olmaya ve yaşamaya çok önem veriyorum, ne de iyi yapıyorum diyorum. Sonra eğitimde “Farkında olmak her zaman iyi midir?” sorusuyla irkiliyorum. “Farkında olduklarınla nasıl başa çıkacaksın peki?” diye devam ediyor. Sonrasında bir benzetme bende çok kalıcı yer ediyor. “Farkındalık çatısı açık bir ev gibi, uçsuz bucaksız. Ama o eve yağan yağmurlardan nasıl koruyacaksın kendini?”

Farkında olup, aksiyona geçmediğimiz her an; kaosu körüklüyoruz aslında. Bir de ağzımızda sürekli “Neden? Neden? Neden?”. Hayatta bazı şeylerin nedeni olmayabilir belki de. Ya da bazen “Neden?” sorusunu “Nedir?” ile değiştirmek, bizi daha yargısız bakmaya götürebilir mi? Bir nevi kendimize ve olaylara daha yukarıdan ve dışarıdan bir gözle bakmaya.

“Farkında olmak her zaman iyi midir?”

Şimdi biraz kendimize dürüst olma zamanı! Kaçımız gerçekten “an”dayız ve “an”ı yaşıyoruz? Kaçımız her akşam birlikte yemek yediğimiz masada ne yediğimizin farkındayız? Kaçımız evimize giderken yürüdüğümüz yoldaki çiçeklerin farkındayız? Kaçımız şahane bir gün batımı izlerken; şunun fotoğrafını nasıl çeksem, nerede paylaşsam diye düşünüyoruz? Kaçımız sevdiğimize sarılırken, tüm bedenimizle, ruhumuzla oradayız? Kaçımız çocuğumuz heyecanla bize hikayeler anlatırken, onu tüm kalbimizle dinliyoruz?

Çocukken yaşadığımız heyecanlar, büyüyünce neden sönüyor peki? Çocukken daha çok duyumlarımızla yaşıyoruz; elliyoruz, bozuyoruz, tadıyoruz, düşüyoruz, kalkıyoruz. “Onlar ne düşünür?” demeden yaşıyoruz da ondan. Ne zaman ki büyümeye başlıyoruz, düşünceler sarmaya başlıyor bizi. Etraf ne derler, ben onu yapamamlar, artık çok geçler, başkasının çimenleri neden böyle yeşiller…” Peki düşüncelerimiz gerçekliğimiz mi, yoksa yanılsamalarımız mı?

“Bilinçli Farkındalık” ise yeniden bedenimize ve duyumlarımıza odaklanarak, “an”ın ve kendimizin daha çok farkında olmamız için elimizden tutuyor bizim. Duygularımızı bastırmak ya da düşüncelerimizden kaçmak yerine, onları daha yargısız bir şekilde gözlemleyebilmemiz için nefesten başlıyor. Her nefes yeni bir an! Nefesimizi bir çapa gibi “an”a odaklamak için kullanmamıza yardımcı oluyor. Eğitim beden taraması, farklı meditasyon pratikleri, yoga hareketleri ile devam ediyor.

Eğitimin her gün uygulanması önerilen egzersizlerinin yanı sıra, günlük hayatımızda “bilinçli farkında an”lar yaratma kısmı beni çekiyor. Yemek yerken, yürürken, gezerken, dinlerken dikkatimi tamamıyla o “an”a vermeye çalışıyorum. Beni en çok etkileyen fark edişlerim ise bununla birlikte başlıyor.

Hep çok hızlı yemek yediğimden şikayetçi olan ben, sebebinin çatalı elimden bırakmadan yemek olduğunu gözlemliyorum. Çok basit bir değişikle, çatalımı her lokmamdan sonra masaya koyarsam; yeme hızımın yavaşladığını fark ediyorum. Bulunduğumuz ortamda odağımızı nereye kaydırırsak, tam da orada mercek etkisi yaratmasına şaşırıyorum. Sahildeki rengarenk gün batımına bilinçli bir şekilde tamamıyla kendimi verebilince, sahilde yüksek sesle çalan korkunç müziği çok geri planda tutabildiğime hayret ediyorum.

Hep çok hızlı yemek yediğimden şikayetçi olan ben, sebebinin çatalı elimden bırakmadan yemek olduğunu gözlemliyorum.

Tatildeyken sürekli online olma sevdamdan vazgeçiyorum artık. Telefonumu uçuş moduna alıp, tatilimin her anını dolu dolu ve hakkıyla yaşamaya başlıyorum. “Instagram’a ne koysam, acaba hangi filtreyi kullansam, bu paylaşım kaç like alır, o ne post etmiş, bak sen o da bunu mu yapmış” sorularıyla; elimdeki “an”ı kaçırmaktan kendimi kurtarıyorum! Çok şükür “an”da olmayı tercih ediyorum, “yan”da kalmaktansa.

“Bilinçli farkındalık” sayesinde bedenime ve duyumlarıma daha çok kulak vermeye çalışıyorum. Duşa girdiğimde vücuduma değen sıcak suyu, adaya gittiğimde mis gibi yasemin kokan sokakları, sahilde yürüyüş yaparken tenimde hissettiğim rüzgarı yeniden fark etmeye başladığıma seviniyorum. Vücudumdaki gerginlikleri fark edince, kendime, hislerime dönmeye gayret ediyorum; onu dinlemeye özen gösteriyorum. Sonbaharda yaşanan renk şöleninin bizi siyah-beyazı bol bir kışa hazırlamasına şükrediyorum. Soğuk günlerde söylenmek yerine, mevsimlerin bir bir geçtiğini fısıldıyorum kendime.

Sahildeki rengarenk gün batımına bilinçli bir şekilde tamamıyla kendimi verebilince, sahilde yüksek sesle çalan korkunç müziği çok geri planda tutabildiğime hayret ediyorum.

Hala yolun çok başındayım. Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya bu dünyada fark edişlerimle, şuursuzluklarımla birlikte büyüyorum. Ama artık özel anların peşinde koşturmamaya dikkat ediyorum. Çünkü gelecek güzel günlerdense, her “an”ımızın birleşip hayatımızı oluşturduğunun farkına varmaya başlıyorum. İşte “el çırpmak” kadar kısacık ve biricik bu “an”ların, kanat çırpmamızı sağlayabileceğine şahit oluyorum. Sizin saatiniz kaçı gösteriyor bilmiyorum, ama benimkinin “şimdi” olduğunu unutmamak için ben elimden geleni yapıyorum.

Not: Doğanın güzelliğinden gözlerimi alamadığım, 20’li yaşlarımı 30’lularla değiştirmeye başladığım, farkındalıklarıma bol bol şükür ettiğim; “an”da olabildiğim Hallstat seyahatimden fotolar. (Avusturya 2016)

 

İlginizi çekebilir: Sen hiç 10 gün susup sadece kendinle baş başa kaldın mı?

Sinem Kocacan: Bir eylül sabahı Denizli'de gözlerimi açmışım dünyaya. Benim hayat yolculuğum küçük bir şehirden üniversite ile İstanbul'a taşınmış. Boğaziçi Uluslararası Ticaret'i tercih etmişim, yurtdışına açılan kapım olsun diye. Gerçekten okul benim bambaşka diyarlarla tanışmama vesile olmuş; gönüllü çalışma kampları, work&travel, değişim öğrenciliği... Hepsi beni insanların hikayelerine yoldaş yapmış. Sino derler bana, heyecan verenlerin peşinden koşarım hep; bol bol samimiyet ve gözlerinin içi gülen insanlar ise en sevdiklerim olur. Kendi dünyamı yaratmak, -meli -malı'lardan kurtulmak için bolca çabalarım. Yeni ve rengarenk olan beni kendine çeker; düşe kalka büyüyen, içindeki küçük kız çocuğunu yaşatmak isteyen biriyim ben. Kurumsal hayatta pazarlama yaparken, bir gün kendime başka yollar yaratma kararı aldım. Sırtçantamla Güney Amerika'nın altını üstüne getirirken, 30'unda Interrail yaparken buldum kendimi. Fark ettim ki yolda attığım her adım kendi özüme yaklaştırıyor beni. Hayat bana göre bir yolculuk; onu dolu dolu yaşamak içinse ihtiyacımız, o ilk adımı atmak ve fark etmeye başlamak. Yolculuklarımızla hep beraber büyümek ve hikayelerimizi birlikte paylaşmak dileğiyle.. Her şey gönlümüzce olsun.

Yeni yıl hediyelerinin vazgeçilmezi Sosyopix ile anılarınızı ölümsüzleştirin

Sevdikleriniz için hediye seçmek bazen uzun uzun düşünmeyi gerektirir. Çünkü aslında aradığımız şey, sadece bir eşya değildir; bir duyguyu, bir anıyı, bir hatırlamayı karşı tarafa hissettirmektir. Tam da bu yüzden fotoğrafla kişiselleştirilmiş hediyeler, her zaman daha çok dokunur. Tek bir kare, bir gülüşün ardındaki hikayeyi yeniden canlandırır; yıllar önce çekilmiş bir fotoğraf bile açıldığında ilk günkü kadar sıcak hisseder. Sosyopix işte tam da bu noktada, o paha biçilmez anılarınızı estetik ve yaratıcı dokunuşlarla unutulmaz kılıyor.



Kişiselleştirilmiş takvimlerle zamanı anlamlandırmak

Yeni yıl, hayatımızda yeni sayfalar açmak demektir. Bu nedenle kişiselleştirilmiş takvimler, sadece günleri takip ettiğiniz bir araç olmaktan öteye geçer; umut ve güzellikle dolu bir yılın sembolü haline gelir. En güzel fotoğraflarınızla hazırlanan masa veya duvar takvimleri, sevdiklerinizin her gününe anlam katar. Her sayfa, sadece bir tarih değil, hatırlanan ve paylaşılan özel bir anı olarak kalır. Takvimi her çevirdiğinizde, geçmişin güzel anılarını hatırlamak ve geleceğe dair küçük bir mutluluk hissi yaşamak mümkündür. Bu küçük ama etkili detay, hediyenizi hem estetik hem de duygusal olarak unutulmaz kılar.



Anıların dokunulabilir hali: Fotoğraf baskıları



Bir zamanlar telefon ekranına sığdırdığınız, galeri arşivlerinizde kalan en mutlu kareleri bu yılbaşı yeniden keşfetmenin tam zamanı. Sosyopix fotoğraf baskıları, en özel anlarınızı sıcaklığını ve kalitesini koruyarak dilediğiniz formda hayat bulduruyor. İster yaz tatilinde o hiç bitmesin dediğiniz gün batımı karesini, ister kış tatilinde çekilmiş kar manzarasını seçin; retro tarzda ya da şık bir çerçeveyle hazırlatabilirsiniz.Çalışma masasında duran küçük bir fotoğraf, sizi kış tatilinin huzuruna veya yılın en güzel anılarına götürebilir. Bu yıl sevdiklerinize sadece bir hediye değil, birlikte paylaşılan özel anıları ve mutluluğu hediye edin.

Anıların estetik hali: Fotoğraf albümleri

Fotoğraf albümleri, her dönem popülerliğini koruyan ve hiçbir zaman değerini kaybetmeyen hediye seçeneklerinden biridir. Çünkü bir albüm, yalnızca fotoğrafları bir araya getirmez; aynı zamanda belirli bir dönemin, bir ilişkinin ya da bir yolculuğun hikayesini saklar. Sayfaları çevirdikçe hatırlanan detaylar, yeniden yaşanan duygular ve geçmişten gelen sıcaklık, bu hediyeyi zamansız bir klasik haline getirir.

Kişiye özel tasarlanan fotoğraf albümleri, hem estetik hem de duygusal yönüyle güçlü bir hediye seçeneği sunar. Kapak dokusundan sayfa düzenine, renk seçiminden yerleştirdiğiniz küçük notlara kadar tamamen size ait bir anlatım oluşturma fırsatı verir. Bu, sadece bir hediye değil; kendi elinizle hazırladığınız bir zaman kapsülüdür.



Anıları duvarlara taşıyan çerçeveler

Mutlu anıları saklamanın tek yolu albümlerde biriken fotoğraflar veya fotoğraf baskıları değildir; bazen evin en görünür köşesine yerleştirilen bir çerçeve de aynı etkiyi yaratır. Ölümsüzleştirilen anları çerçeveleyerek yaşam alanlarınıza sıcaklık ve derinlik katarken sevdiklerinizin her baktığında o ana yeniden dönmesini sağlar. Farklı boyut seçenekleri sayesinde ister küçük bir köşeyi canlandırabilir ister salonunuzun atmosferini değiştirebilirsiniz.  Duvarlara zarar vermeyen yapışkanlı çerçeveler ise kolay kullanımıyla, yalnızca bir dekor değil; her gün gülümseten bir anı sunar. 

Bi’kutu anı: Özel hediye kutularıyla yeni yıl coşkusu

Yeni yıl ruhunu tek bir kutuda toplamak istiyorsanız, özenle hazırlanmış hediye kutuları bunun için ideal bir çözüm sunar. İçerisinde not defterleri, yılbaşı ruhunu yansıtan kupalar, kokulu mumlar ve daha pek çok özel hediye, kutuyu açan kişinin yüzünde sıcak bir tebessüm bırakır. Böylece hediyeniz yalnızca bir kutu değil, birlikte paylaştığınız anıların sıcacık bir yansıması olur.

Siz de bu yıl, sıradanlığın dışına çıkarak sevdiklerinizin yüzünde unutulmaz bir gülümseme oluşturmak istiyorsanız, Sosyopix’in sunduğu bu kişiselleştirilmiş dünya tam size göre. Hatıralarınızı canlandırın ve onlara, her baktıklarında sizi hatırlatacak, zamana anlam katan dokunuşlar hediyeler sunmak isterseniz aradığınız her şey Sosyopix’te!





İlgili Makale