X

Röportaj: Hanne Arts anoreksiya nervozaya karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor

“Gerçek şu ki iyileşmek hiç kolay değil. Yine de, işler çıkmaza girdiğinde bile, bu kısır döngüden sabır ve umutla çıkabileceğimizi göstermek istedim.”

Birçoğumuz kendimizi daha sağlıklı ve zinde hissetmek için kilo verme ihtiyacı duyuyoruz. Bazılarımız dengeli ve yeterli beslenme ile ölçülü bir egzersiz programını takip ederek amacımıza ulaşıyoruz. Bazılarımız ise bedenlerimizin ihtiyaçlarına kulak kapama pahasına popüler diyetlere başvuruyor ve yediklerimizi tehlikeli boyutlara varacak şekilde kısıtlama yoluna gidebiliyoruz. Buna çoğunlukla aşırı spor yapma saplantısı da ekleniyor. Bir de özel hayatımızda çalkantılı bir dönemden geçiyor ya da kendimizi çeşitli nedenlerden dolayı boşlukta kalmış gibi hissediyorsak, kontrol edebildiğimizi “zannettiğimiz” tek şeye, yani bedenimize yükleniyoruz. Bu sağlıksız beslenme rutinine ve yaşama sarıldığımız takdirde kendimizi ruhsal rahatsızlıklar arasında ölüm oranlarının çok yüksek olduğu bilinen yeme bozukluklarıyla* mücadele ederken bulabiliyoruz.

Anoreksiya nervoza, bulimia nervoza, sağlıklı beslenme takıntısı, tıkanırcasına yeme sendromu gibi başlıklar altında toplansalar da yeme bozuklukları kolaylıkla tanı koyulabilen rahatsızlıklar değil. Yeme bozukluğu olan kişi birden fazla yeme bozukluğu tipiyle bağdaştırılan semptomlar gösterebiliyor. Haliyle iyileşme mücadelesi de oldukça zorlu ve uzun. Dahası birden fazla uzmanlık alanının katılımını gerektiren bir tedavi yaklaşımı benimsenmesi gerekiyor.

Yukarıdaki cümleleri beslenme bozuklukları konusunda uzmanlaşmış bir doktor sıfatıyla yazmadım. Aslında bundan 5 sene öncesine kadar yeme bozukluklarını duymuş olduğumdan bile şüpheliyim. Ama yeme bozukluğunuz varsa ve artık hayatınızın kontrolü tamamen onun eline geçmişse, onu alt etmek ve sağlığınıza kavuşmak için kendinizi deli gibi çabalarken bulursunuz. Tabii yeme bozukluğunuzun altında yiten öz sesinizi özlüyor, ona yeniden kavuşmak istiyor ve bu yüzden mücadele ediyorsanız. Buna karar vermişseniz… Okursunuz, araştırırsınız, yeme bozukluklarından kurtulmuş insanların öykülerini ve paylaşımlarını takip edersiniz. Kısacası ilham ararsınız. Motivasyonun kaynağını keşfetmeye çalışırsınız.

Anoreksi hastası olduğumu kabul edeli bir sene oluyor. Evet, 5 senedir onunla yaşamama rağmen bir sene öncesine kadar yadsıyormuşum. Kabul ettikten sonra iyileşmek istiyorum, değişmek istiyorum aşaması geldi. Fakat dediğim gibi bu zor bir mücadele ve sürekli tökezliyorsunuz…

Her şeyden önce yeme bozuklukları ciddi bir ruhsal rahatsızlıktan öte bir tercihmiş gibi algılandığından, kendinizi yalnız, utanmış ve dışlanmış hissediyorsunuz. Ve bir topluluğa dâhil olmak, sizin gibi hisseden insanlarla iletişim kurmak ve nihayet rahatsızlığınızın utanılacak bir şey olmadığına inanıp siz de sesinizi çıkarmak istiyorsunuz. Paylaşmayı ve buluşmayı arzuluyorsunuz.

Aşağıda röportaj yaptığım Hanne Arts’ın youtube kanalını ve kitaplarını da bu arayışlarım sırasında keşfettim. İzlediğim kişilere oldukça temkinli yaklaşıyorum. Paylaşımlarından kötü etkilendiğimi düşündüğüm an takip etmeyi bırakıyorum. Fakat Hanne, paylaşımlarında rakamsal (kaç kilo olduğu, günde kaç kalori aldığı gibi) bilgileri açıklamadığı, ele aldığı konuları araştırmaları ve kendi deneyimleriyle harmanlayarak tartıştığı ve takipçilerine iyileşmenin mümkün olduğu fikrini hissettirdiği için diğer birçok youtuber ve blogger’dan farklı.

Yeme bozukluklarıyla ilgili iki kitap yazmış. Kitapları İngilizce ve en azından şu an için Türkçeye çevrilmiş değiller. Yine de kitaplar hakkında genel bir fikir için bu kısa yazıya bakabilirsiniz.

Hanne hakkındaki şu bilgilerin röportajı okurken kolaylık sağlayacağını düşünüyorum: Hanne ve ailesi, çocukluğunda babasının işi dolayısıyla sık sık ülke değiştiriyorlar. Belçika-Hollanda-Slovakya arasında uzun yıllar mekik dokuyorlar neredeyse. Macaristan’a döndükten sonra birkaç arkadaşının diyet yaptığını görüyor ve ilk defa bedeni ve beslenme şekli üzerine düşünmeye başlıyor. Yavaş yavaş sağlıklı beslenme takıntısı oluşuyor. Uzun bir zaman yeme bozukluğu ve sonrasında iyileşme mücadelesiyle geçiyor. Bu süreçte kendisini en güçlü hissettiren şeyin yazmak olduğunu söylüyor. Just Perfect üzerine iki sene çalıştıktan sonra on sekiz yaşındayken yayımlatmayı başarıyor. Just Perfect’in ardından bir devam kitabı niteliğinde Red Ribbons geliyor. Şu an İngiltere’de akademik çalışmalarına devam ediyor.

Hanne Arts ile röportajımız:

Yazmaya yedi yaşlarında başladığını biliyorum. İlk öykülerin daha çok ne üzerineydi? Bu öykülerde de sık sık seyahat etmenin ve okul değiştirmenin sende yarattığı olumsuz hisler yer alıyor muydu?

İlk yazdıklarım biraz çocukça şeylerdi ve profesyonel bir üsluptan oldukça uzaktı ama yine de mutlaka hayatın içinden konularla ilgiliydi. Herkesin başına gelebilecek türden hikâyelerdi! İlk hikâyelerimden birinin küçük bir oğlan ve onun minik tavşanı hakkında olduğunu hatırlıyorum. Birlikte inanılmaz serüvenler yaşıyorlardı! Yazmaya başladığımda yedi yaşındaydım ve bu dönemde babamın işi dolayısıyla sık sık taşınmaya henüz başlamamıştık (yalnızca Hollanda ve Belçika arasında gidip geliyorduk ama bu iki ülke de birbirine oldukça yakınlar zaten). Macaristan’a gittiğimde ise evimden ilk defa bu kadar uzaklaşmıştım ve önemli bir değişiklikti. Gerçi bu dönemde kısa öykü yazmaya da ara vermiştim ve daha çok şiirle ilgileniyordum çünkü duygularımı şiirle daha iyi ifade edebildiğimi hissediyordum.

Özellikle kısıtlayıcı tipteki anoreksiya nervozada kişinin bedenini algılama şekli bozulmuş oluyor ve hayatında zor bir dönemden de geçiyorsa yetersiz beslenmeye ve popüler diyetleri uygulamaya başlayabiliyor. Yeme bozukluğu sende nasıl gelişti? Kaç yaşlarındaydın? Başta sen de birçokları gibi masumca birkaç kilo verme isteğiyle mi başladın?

Yeme bozuklukları çoğunlukla kontrol ihtiyacından doğarlar. Çok sık ülke değiştiriyordum, çocukken inanılmaz zorbalıklara maruz kalmıştım ve dilini bile bilmediğim bir ülkede yaşamak zorundaydım –sonuçta hayatım üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak istediğimi hissettim! Benim durumum, yani anoreksiya nervozaya yakalanmam diyet yapmakla ya da yemek yememekle ilgili değildi (ki bunun diğerleri için de çoğunlukla aynı şekilde olduğuna inanıyorum). Yani, “birkaç kilo vereyim” gibi bir düşüncem yoktu; sahip olduğum gücü ve kontrolü sınamak için vücuduma aldığım yiyecekleri son raddeye kadar kısıyordum. Kilo kaybı bunun bir etkisi oldu.

İyileşme sürecinden de bahseder misin? Yeme bozukluklarının tedavisinin uzun zaman aldığını ve disiplinler arası bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini biliyorum. Sana bu zorlu yola girmen için ne cesaret verdi?

İyileşmeyi seçmem kolay olmadı. Ailem, doktorlarım, arkadaşlarım iyileşmem için beni çok ikna etmeye çalıştılar ama reddettim, hatta bir sorunum olduğunu bile kabul etmiyordum. Ama bir süre sonra onları ne kadar incittiğimin farkına vardım ve bu gidişatı değiştirmek istedim. İyileşmekle başarabileceklerimi ve sağlıklı olmanın ne kadar iyi hissettireceğini düşündükçe yeniden mutlu olmak için gerekli motivasyonu hissettim ve bunu asla kaybetmedim.

4) Red Ribbons, ilk kitabın Just Perfect’in devamı niteliğinde ve açıkçası bu fikri çok parlak buldum. Yeme bozukluklarından iyileşme sürecinin her zaman ileri gitmediğini, dahası hastalığın tekrar etme oranlarının yüksek olduğunu biliyoruz. Kitaplarının kahramanı Christina iyileşmeye adım adım ilerlerken birden kendini yine hastalıklı düşüncelerle buluyor. Devam kitabı yazmanda yeme bozukluklarının nüksetme tehlikesini vurgulamak istedin sanırım?

Tedavim sırasında anoreksiyaya yeniden yenik düştüğüm bir dönem oldu ve ne yazık ki rahatsızlığın nüksetmesi neredeyse herkeste görülüyor, yani istisnai bir durum olmaktan çok uzakta. Christina’nın hikâyesinde her şeyin mükemmel gittiği ve hiçbir sorun olmadığı şeklinde ideal bir izlenim yaratmak istemedim. Birçoğumuz gerçek hayatta bunun tam tersini yaşarken böyle bir hikâye yazmak hiç doğru olmazdı! Genç bir kızın iyileşme mücadelesinde yaşadığı zorlukları, geri gidişlerini ve bundan daha güçlü çıkmak için nasıl çabaladığını dürüstçe resmetmek istedim. Gerçek şu ki iyileşmek hiç kolay değil. Yine de, işler çıkmaza girdiğinde bile, bu kısır döngüden sabır ve umutla çıkabileceğimizi göstermek istedim.

5) Anoreksi hastalarının yemekten kaçtıkları, “iyi”, “kötü” veya “sağlıklı”, “sağlıksız” olarak etiketledikleri birçok yiyecek vardır. Zamanla kafalarında oluşan bu liste o kadar daralır ki yağlı, şekerli veya yüksek kalorili olduklarını bildikleri hemen her yiyecekten korkarlar. Bunlara zeytinyağı, avokado, kuruyemiş gibi yüksek kalorili ama sağlıklı olduğunu bildiğimiz yiyecekler de dâhil. Sen de bu tür korkular yaşıyor muydun ve nasıl üstesinden geldin? İşlenmiş, paketli gıdalar hakkında ne düşünüyorsun?

Yeme bozukluğu yaşarken “korkulu yiyecekler” listem öyle kabarıktı ki! Açıkçası, yiyecekleri “kötü” olarak bile etiketlemiyordum – hemen hepsi (ama özellikle bisküvi ve çikolata gibi paketli yiyecekler) gözümde “asla asla” yiyemeyeceğim şeylerdi. Tersi bir yaklaşım benimseyerek bu korkunun üzerine gittim. Günlük beslenmeme bisküvi ve dondurma gibi şeyleri ekledim. Bir süre sonra benim için korkutucu olmaktan çıktılar! Korkularımızı (bu isterse yiyecekler, belli başlı yemekler ya da çevrelerle ilgili olsun) yenmenin anahtarı bence bu. Zamanla onlardan daha az korkmaya başlıyorsunuz ve an geliyor artık size hükmedemiyorlar. Hem de hiçbir şekilde. Açıkçası, “kötü” bilinen yiyecekler o kadar da kötü değiller. Bedenimiz aldığı her enerjiye ihtiyaç duyuyor, bu yüzden korkulu yiyeceklerden yemeyi suçlulukla bağdaştırmamalıyız.

6) İyileşmeye çalıştığın dönemde tahmin ediyorum ki çevrendeki insanlardan daha fazla yiyor, daha zengin besleniyordun. Bunun ne gibi zorlukları oldu. Kişisel olarak konuşacak olursam, maalesef yemek yemeyi utanma, başarısızlık, pişmanlık gibi hislerle ilişkilendiriyorum ve bu da her öğünü işkence haline getiriyor. Ayrıca, çoğu zaman kendimi masadaki herkesten daha az yemek isterken yakalıyorum. Senin de benzer hislerin olduysa bizimle paylaşır mısın bu süreci?

Birebir aynı duyguları yaşadım! Hiç susmuyorlardı! Yemek vakitleri işkenceydi ama yemem gerektiğini biliyordum. Kendimi özellikle ailemdekilerle ve arkadaşlarımla karşılaştırırdım. Bir ikizim olduğunu düşününce bu durumun onun açısından ne kadar berbat olabileceğini tahmin edersiniz! Terapilerimde hep diğerlerinden daha fazla yemem gerektiği söylendi. Vücudumu o kadar uzun zamandır aç bırakmıştım ki bu sürede oluşan enerji ihtiyacını ancak daha fazla yiyerek giderebilirdim. İyileşme sürecimde kendime sürekli şu önemli şeyi hatırlattım: Bedenimde inanılmaz boyutta bir enerji açlığı var ve bu yüzden benim için “bu miktarda yemek çok fazla” gibi bir durum yok. Buna gerçekten inandığımda, diğerlerinden daha fazla yediğim için gurur duymaya bile başladım! Vücudumun ihtiyacı vardı ve ancak büyük porsiyonlarda yediğimde iyileşebilecek, böylece yeme bozukluğundan kurtulmuş olarak gelecekle ilgili hayal ettiğim bir sürü harika şeyi gerçekleştirmek için sağlıklı bir insan olabilecektim.

*Bu bilgi için ABD merkezli bir sivil toplum örgütü olan National Eating Disorder Association’ın (Yeme Bozuklukları Ulusal Birliği) verilerinden yararlanılmıştır. Yeme bozukluklarıyla ilgili benzer istatistiki bilgiler için Yeme Bozuklukları Üzerine İstatistikler adlı yazıya başvurabilirsiniz.

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale