X

Geçmişte ya da gelecekte gezinen zihin mutsuzdur, asıl olan ‘an’dır

İnsanın farkındalık yolculuğu evrim sürecinde ben ve öteki ayrımına varmasıyla başladı. Varlık bilincindeki bu gelişim kendini ötekilerden ayıran insanın; duygularını, düşüncelerini, arzu ve isteklerini fark etmesine giden yolculuğun ilk adımıdır. Binlerce yıl sonra gelişen zihin, modern yaşam insanın sadece kendini birey olarak fark etmesini değil aynı zamanda eylemlerinin temelinde yatan davranış kalıplarının da fark etmesine yol açtı.

Bugün ‘mindfulness’ı bu kadar popüler yapan en önemli etkenlerden biri bunun zaten asli doğamızda varoluşudur. Modernleşen ve hızlanan insan yaşamı doğası gereği hareket halinde olan zihinle de kolayca uyumlandı. Bu uyum aynı anda birçok şeyi yapma yeteneği kazandırmış olsa da an’nın kalitesini düşürerek insanı tüketen bir yere götürüyor. Her şeye yetişme isteği, her şeyi kontrol etme isteğiyle birleşiyor. Oysa ki yaşamın içinde gerçekleşen olay ve durumlar her zaman öngörülemezlik ve belirsizlik özelliğiyle geçici ve sonlanan bir etkinliktir. Yaşanan olumsuz durum ve olayları kalıcı hale getiren zihnimizdir. İki eşit şey arasında olumsuz ya da daha kötü olanın dikkatimizi çekmesi tamamen zihnin yaşamda kalmak için olumsuzluk ön yargısıyla kendini güvene alması vardır. Örneğin; bizler; ormanda uzaktan gördüğü ağaç kabuğunu ağaç deyip geçmeyen acaba ayı olabilir mi diye kontrollü bir şekilde yürüyen ataların torunlarız. Ağacın ayı olma ihtimaline karşı taşıdığı olumsuzluk ön yargısı bizi hayatta tuttu ve zihnimizde böyle evrildi. Olumsuza yatkınlık, kocaman iyi şeyin içinde ufacık kötü bir şey bile olsa onu fark etme bilincinin gelişimesine neden oldu. Günümüzde çoğu insan an içinde olmayan bir problemle ilgili onun gelecekte gerçekleşme ihtimaline karşı endişe duyuyor. Gerçek olan an’ın içinde öyle bir problemin olmadığıdır. Ama olumsuzluk ön yargısıyla “ya ağaç değilse” der. Mindulness an içine yönlendirilen dikkatle bu zinciri kırar. Gerçek olan neyse onu olduğu gibi görebilme yeteneği kazandırır.

Dünyanın en ünlü akademik dergilerinde olan Science’ın 2010 yılında yayınladığı “A Wondering Mind Is an Unhappy Mind” başlıklı makalenin ilk paragrafı:

“Diğer hayvanların aksine insanlar şu anda gerçekleşmeyen, geçmişte yaşanmış olaylar, gelecekte olabilecekler ya da olmayacaklar hakkında düşünerek çok zaman geçirirler “gezinen zihin” ya da “uyarandan bağımsız düşünce” beynin varsayılan çalışma modudur. Bu, insanların öğrenmesi, sorgulaması ve planlama yapmasına izin veren ve evrimsel açıdan çok önemli bir beceri olsa da duygusal maliyeti vardır. Pek çok felsefi ve dini gelenek mutluluğun şu anda olduğu öğretmektedir. Bu geleneklere göre gezinen zihin mutsuzdur.” Haklılar mı?

Harvardlı araştırmacı Matt Killingsworth yazdığı makalede, mevcut anın gücünü vurgulayan eski geleneklerde hem fikirdir. Bununla ilgili zihni an’da tutmanın mutlulukla ilişkisini ortaya koymak için bir araştırma ekibi kuruyor ve iphone’da geliştirdikleri “Track Your Happiness” uygulamasıyla, kişilerin gün içinde mutluluk seviyesini puanlanması isteniyor. Çalışmanın sonuçları göstermiştir ki insan zihni zamanının yarısını geçmiş ya da gelecekte düşünerek geçiriyor. Bu gezinmeler sırasında akıldan geçen düşünceler olumsuz ya da nört düşüncelerdir ve bu durum insanların daha az mutlu olmasına neden olur. Geçmiş ve gelecekten bağımsız anbean zihinden geçenleri fark etmek bile başlı başına dönüştürücü bir eylemdir.

Bilinçli farkındalık Buddha’nın Dharma öğretisinde “Sati” kelimesine karşılık gelir. Günümüzde hem Doğu hem de Batı kültürünü çevreleyen bu kavram Antik dönemden beri gelişme gösterdi. Farkındalık her ne kadar Budizm kökenlerine dayanıyor olsa da uygulamaların Antik Yunan felsefesi, Varoluşçuluk akımı, Batı kültürünün Doğalcılığı, Amerikan kültürünün Hümanizmi gibi felsefelerle de ortak kavramlarının bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda farkındalığı bir inanç, dini bir sembol ya da bir ibadet biçimi olarak düşünememek gerekir. Buna göre farkındalık uygulamaları, dağılmış, parçalanmış olan insan zihninin dinginlik ve sükunete kavuşmasını hedeflemektedir. Batı dünyası tarafından bir kültür unsuru ve bir dini görevden ziyade, bireylerde var olan değerlerin birikimi olarak kabul edilerek seküler bir bir yol gösterici yorumu kazanmıştır.

An’da olma bireyin “şimdi ve burada” olma halidir. Anda olmakla anlatılmak istenen bireyin hem dış hem de iç dünya ile temas edebilmesidir. Bu şekilde işlevsiz davranış kalıplarının yerine koyabileceği sağlıklı davranışları geliştirebilir.

Psikolojide düşünen ve gözlemleyen benlik olarak ayrılan kavram, farkındalıkta yapma modu (doing) ve olma modu (being) olarak nitelendiriliyor. Yapma modu, benliğin inanç, hatıra, hayal ve plan gibi düşünce üzerine yoğunlaşan kısmıdır. Olma moduysa benliğin yaşam boyunca beden değişirken, düşünceler, duygular, hayattaki roller değişirken tüm bu değişimlere tanıklık eden, bu değişimleri izleyen ve kendisinde hiç değişmeyen benlik parçasıdır. Kişilerin içsel yaşantılarına, acı verici deneyimlerine ve kaygılarına rağmen bu benlik parçalarını fark etmeleri psikolojik esnekliklerini arttırarak değerlerini fark etmelerini kolaylaştırır. Değerler, kişilerin gündelik yaşamı içerisindeki rutinden uzaklaşarak kendilerine “Bu hayatı ne için yaşıyorum?” sorusuna verdikleri cevaplardır.

Yaşamının sorumluluğunu alacak ve onu anlamlı kılacak tek kişi kendimiziz. Kişi duygu ve düşüncelerini yargısızca ve özgür bir biçimde keşfedebilir. Farkındalık, düşünceleri rasyonel-irrasyonel, olumlu-olumsuz diye ayırmadan olduğu gibi kabul etme, geçip gitmelerine izin verme temellidir. Bunun için kişinin meditasyon aracılığıyla zihnini eğitmesi gerekir. Eğitilmemiş bir zihin daldan dala gezen ve geçtiği her dalı gerçek kabul etmemiz için bizi manipüle eden kötü bir arkadaşa benzer. Gündelik yaşamdaki uygulamaları ve meditasyonu pratik ettikçe, dikkatinin kalitesi ve kapasitesi artar. Bu durumda an ve an ortaya çıkan düşüncelerin ve duyguların farkına varmak daha da kolaylaşır. Bu bağlamda mindfulness uygulamalarının duygu töleransında etkili olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Farkındalığın amacı mutluluktan daha farklı öznel bir iyi oluş halidir. Burası mutluluğun bir üst aşamasıdır. Çünkü mutluluk belli noktada dış koşullara da bağlı. Sevdiğim birinin başına bir şey gelmesi kişiyi elinde olmayan sebeplerle mutsuz edebilir. Ama öznel iyi oluş hali, bireyin duygusal dengesi ile yaşamdaki olumlu ve olumsuz duygular arasındaki ilişkisidir. Bu hem mutluluk gibi olumlu duyguları kapsar, hem de bireyin içsel alanıyla bağ kurar.

Mutluluğu doğrudan bir amaç olarak görüp yaşayarak mutlu olunamayacağı düşüncesi on dokuzuncu yüzyılda yaşamış filozof John Stuart Mill tarafından savunuldu. Düşünüre göre, mutluluk bir yan üründür ve asıl önemli olan insanın bütün kalbiyle isteyerek yaptığı ve sonucunda kendisini mutluluğa eriştirecek şeylerin ne olduğunu keşfetmesidir ve bu keşif ancak öznel bir iyi oluş haliyle mümkün olabilir. Bunun içinde kişinin düşünen zihinden (doing) gözlemleyen zihne (being) geçiş yapması gerekir. Eğitilmemiş bir zihin yaşam boyu duygusal olarak zorlayıcı olacaktır. Kişi daldan dala geçen her düşünceye inanmamayı ve peşinden gitmemeyi öğrenmelidir. Bunun içinde yaşamda bedenimize iyi baktığımız gibi zihnimize de iyi bakmayı ve an’nın içinde olanlara dikkatimizi yönlendirerek zihnimizi eğitmek için çaba göstermeliyiz.

İlginizi çekebilir: Mindfulness nedir, nasıl alışkanlık haline getirilir?

Hazel Kurtuldu: Merhaba ben Hazel, 1988 İstanbul doğumluyum. Lisans ve Yüksek Lisans eğitimimi İstanbul Üniversitesi'nde tamamladım. Yogayla ilk tanışmam 2011 yılında oldu. Kişi tutkuyla sevdiği bir şeyde derinleşmeye başlarsa, oradan yaşamını dönüştürecek bir sihir çıktığına inanıyorum. Hem Türkiye'de hem de yurt dışında birçok eğitmenden aldığı eğitimlerle Hatha Yoga, Vinyasa, Yin ve Hamile yogası gibi ekollerde dersler vermekteyim. 2018 yılında tamamladığım Mindfulness Eğitmenliği ile, bu alanda düzenli eğitimler açıyor, hem özel gruplara hem de kurumsal firmalara seminerler veriyorum. Yaşamın hayatımı değiştirdiği yönüyle yeniden yüksek lisans yapmaya karar verdim ve şu anda özel bir üniversitede Felsefe yüksek lisans eğitimim devam ediyor. “Farkındalık Sanatı” ismiyle düzenli yayınlar yaptığım podcast kanalımda hem Doğu öğretileri hem de Batı felsefesini içeren içerikler hazırlıyorum. Burada olmaktan ve sizinle buluşmaktan dolayı çok mutluyum, yazılarımda buluşmak üzere...

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale