X

Düşünmenin ve hissetmenin dansı

Haddinden fazla entelektüelleşmenin, insanın kendi tutkularına karşı aşırı derecede yabancılaşmasının adına ataraksiya desek, sınırları zorlamış olur muyuz? Belki de oluruz çünkü bu kavram Stoacılar tarafından tedirginlikten uzak bir durumdayken kişide oluşan zihnin dinginliği olarak kullanılırdı. Kalıpların dışına doğru bir adım atıp, bu kavramı Stoacılar’dan farklı olarak, daha olumsuz bir şekilde; aşırı nesnellik, boyun eğmez bir kopukluk ve derin bir duyarlılık eksikliğinden oluşan, soyutlanmış bir zihinsel hastalığın adı olarak yorumlamak istiyorum. Belirtilerini kendimde sık sık yaşadığımdan onları basitçe özetleyebilirim;

  • zihnin sakinleşmesi
  • olaylardan nihilist bir şekilde etkilenmemek
  • bildiğini sanmanın durgunluğu içinde kaybolmak

Hastalık olarak da görebileceğimiz bu durumun doğasını anlamak için zeka (düşünme) ve duygu (hissetme) arasındaki ilişkiye ve bunların her birinin bilgiye ve iyiye nasıl katkıda bulunduğuna da bakmak gerekebilir.

Bilinçli, yavaş, metodik, indirgemeci, soyut ve kişinin gelecek üzerinde kontrol sahibi olmasını sağlayacak olan nesnel bilgiyi üretmek için tasarlanmış olan beyinlerimiz, kasıtlı olarak yürütülen bir zihinsel süreç oluşturur; başka bir deyişle sürekli olarak planlama yapar. Bu sürece genellikle ‘düşünme’ denir. Bir de kasıtsız bir şekilde, bilinçdışında kendiliğinden, hızlı, ilişkisel ve sezgisel olarak bilgi üretmek için tasarlanmış, içgüdüsel olarak yürütülen başka bir zihinsel süreç daha vardır. Bu sürece de genel olarak ‘hissetme’ denir. Düşünme, hissetmeyi genelde bir lanet olarak kabul eder. Zekanın (düşünme) kasıtlı kontrolünün merkezliği göz önüne alındığında, bu, duyguların sürekli olarak bastırıldığı sonucunu ortaya çıkarır -ki bu duruma bir tür hiperentelektüelleşme de diyebiliriz.-

Felsefede hiperentelektüelleşme örnekleri çoktur, örneğin madde teorileri nedeniyle ‘modern bilimin babası’ olarak adlandırılan Sokrates öncesi filozof Demokritos, duyusal deneyim yoluyla elde edilen bilgiyi doğası gereği hatalı bilgi olarak kabul ederek sadece saf aklı ‘meşru’ görür. Stoacılığın kurucusu sayılan Zenon da duygusuz zihni şöyle yüceltmiştir: “Kötü bir duygu, aklın akla ve doğaya aykırı bir çalkantısıdır.” Çok daha sonra, René Descartes’ın bilgiyle mücadelesi ufuk açıcı bir cümleyle hayatlarımıza girer; “Düşünüyorum öyleyse varım”-bu, “hissetmeyi” (“Hissediyorum öyleyse varım” örneğinde olduğu gibi) apaçık gerçekler alanından bariz bir şekilde dışlayan bir sonuçtur.- Spinoza’ya gelecek olursak sanırım bu konuyla ilgili en sert açıklamayı o yapmıştır. 1677 tarihli Etik kitabında şöyle yazar:

“Zeka olmadan rasyonel yaşam olmaz ve her şey, insanın zeka tarafından tanımlanan entelektüel hayattan keyif almasına yardımcı olduğu sürece iyidir. Tam tersine, insanın aklını mükemmelleştirmesini ve rasyonel hayattan zevk alma yeteneğini engelleyen her şey, yalnızca kötü olarak adlandırılır.’’

Modern felsefenin de duygulara şefkatle yaklaştığını söyleyemeyiz. Friedrich Nietzsche, ahlakın ‘yalnızca duygulanımların işaret dili’ olduğunu söyler ve ahlakın ve duygunun inkarını savunur.

Elbette bu tür hiperentelektüelleşmeye karşı felsefi tepkiler de olmuştur. 1700’lerin sonlarındaki Alman ‘Sturm und Drang’ (fırtına ve tahrik) hareketi, duyguların özgür ifadesini benimseyerek ‘Aydınlanma’nın rasyonel kısıtlamalarına karşı isyan etmiştir. Bu hareket, 1800’lerin başındaki Alman Karşı Aydınlanması’nı ve Romantizmi’ni doğurmuş; doğanın indirgemeci bilimsel rasyonalizasyonuna ve onun mekanik ürünü olan Sanayi Devrimi’ne karşı güçlü bir cevap olmuştur. Böylece Ralph Waldo Emerson, Henry David Thoreau ve Walt Whitman tarafından desteklenen aşkıncılık (insan doğasının iyiliğine ve insan sezgisinin güvenilirliğine olan inancı temel alan akım) felsefi düşünceler ortaya çıkmaya başlar.

İnsan zihninin bu tür karşı formülasyonları, zihinsel dengeye yönelik tarihsel dürtüler olarak da görülebilir. Ancak çok da fazla yaygınlaştıklarını söyleyemeyiz.

İnsanlık hala zekasıyla derinden özdeşleşmek istiyor belki de sırf bu yüzden nörobilim çok popülerdir ve neredeyse tüm modern soruları yanıtlamak için görevlendirilmiştir. Zeka çağında yaşıyoruz ve onun teknolojik yan ürünlerine dalmış durumdayız. Bugün milyarlarca kişi teknolojik olarak yönetilen yiyeceklerle besleniyor, bilgisayarlı yaşam alanlarında yaşıyor, karmaşık makinelerle uzun mesafeler kat ediyor ve çevremiz ileri teknoloji ile donatılıyor.  İnsan teknolojisi, geceyi aydınlatarak, atmosferi değiştirerek ve ekim, madencilik, barajlar ve şehirler aracılığıyla toprağı yaşanabilir hale getirerek gezegeni derinden etkiliyor ve buna tabii ki devam da edilmeli. Sadece terazinin hep bu yanı ağır olduğundan insan bazen dengenin nasıl bulunacağı üzerine de yorum yapabilmeli. Baktığımızda insanlığın geleceğine dair olan analizlerin de büyük ölçüde entelektüel açıdan tasavvur edildiğini görüyoruz. Günümüzde kültürde popüler olan yapay zekayı düşünün, ancak yapay sezgiye dair pek de bir yoruma rast gelemiyoruz. Teknoloji girişimcisi olan Byron Reese, Infinite Progress (2013) adlı kitabında, zekanın insan yaşamının karşı karşıya olduğu nihai sorunu çözme yeteneğiyle ilgili olarak şöyle yazar:

“Teknoloji doğrusal bir şekilde değil, katlanarak büyüdüğü için, sadece birkaç yıl içinde yaşam tarzımızda dramatik gelişmeler göreceğiz… Ölümlülük sadece çözdüğümüz teknik bir sorun olabileceğinden, asla ölmeme ihtimaliniz gerçekten var.”

Bu fikirler insan zekasının sadece bedenlerimizden değil doğamızdan da kaçma kapasitesi olduğunu da ortaya çıkarıyor.

Zekanın gücü gerçekten de tüm bu başarılarla sergileniyor olsa da hiperentelektüelleşmemizin yarattığı hastalıkları bulmak için çok uzağa bakmaya gerek yok:

  • Kendimizi kavramsallaştırırken önyargımızı takip ederek insan doğasını biyolojik makinelere indirgedik. Bunu yaparak insanlığımızın değerini yok etmiş oluyoruz.
  • İnsan genomunu keyfi genetik ideallerin hizmetinde manipüle ediyoruz ve bu doğal olarak vahşi doğamızı unutmamızı ve çeşitliliğimiz olan zengin kaynağı sınırlamamızı da beraberinde getiriyor.
  • Teknoloji bizi içinde bulunduğumuz durumdan soyutlanmış bir gerçekliğe sürükledi. Dünyayla bağlantı kurmak adına, ironik bir şekilde hem ilişkilerimizden kopmamıza hem de mevcut durumumuzdan habersiz olmamıza neden olan minik, parlak ekranlar karşısında büyülenmiş bir şekilde dolaşıyoruz. Böyle bir soyutlamanın insan zihnini rahatsız ettiği açıktır.
  • Finansal kararları, insani sonuçlarından soyutladık. Yatırımlarımızın hem başkaları hem de dünyamız üzerindeki etkileri konusunda umursamazlaştık ve ekonomik kalkınmayı tehdit eden zehirli bir mali karışım yarattık.

Bunlardan daha fazlasını da yapıyoruz ve bu belki de zihnin çok fazla kontrol edilmesinden kaynaklanan bir delilik hali. İçinizde yoksa bile çevreniz bu delilik ile örülü…

Ataraksiyadan ve hiperentelektüelleşmeden özgürleşebilmek için zihnin vahşi yönlerini de kabul etmeliyiz. Dolayısıyla felsefenin zihnin vahşi alanlarıyla barışması ve ne çok içgüdüsel ne de çok rasyonel olan bir zihinsel denge bulmak için bu alanlarla akıl arasındaki çatışmayı basiretli bir şekilde yönetmesi gerekiyor. Belki de bilgelik böyle bir dengede bulunur. Ancak bunu yapmak için, felsefenin ilk önce insan farkındalığının evcilleştirilmemiş bölgelerine gitmesi, kadim, zamansız bir epistemolojiyi yeniden keşfetmesi gerekiyor. Yani felsefenin artık biraz daha duygusallaşması lazım…

Bizler de benliklerimizin vahşi doğasında daha cesurca gezinebilmeliyiz. Huzur dolu ve güvenli bulduğumuz maskelerimizin gerisindeki korkutucu, çelişkili, kirli ve acı dolu pek çok halimiz var ve hepsi de bize bizi anlatıyor. Aşırı rasyonelleştirici doğamız bizi bugüne kadar getirdi ama sizce bu yaklaşımımız bundan ötesine insanlığı daha ne kadar taşıyabilir? Hayatta kalabilmek ve gelişebilmek için bu soruya cevap bulmak dileğiyle…

Kaynaklar: John Clark/ The Healing of Philosophy, Wikipedia, Massimo/ Apatheia vs. Ataraxia

İlginizi çekebilir: ‘Neden bağımlılık’ değil, hangi acı?

Şerife Günaydın Karaköse: Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve avukatlık mesleğine de halen devam ediyor. "Three", "The Shadow House","Happiest Hour","Uzaya Kaçan Küpe" ve "Keyfi Yanılsamalar" isimli kitapları hem Amazon hem de Barnes and Noble da online olarak yayımlandı. Yazarın denemelerini aktardığı www.allbyourselves.blogspot.com adlı bir blogu mevcut; aynı zamanda @mind_index Instagram profilinde de sanattan bilime, felsefeden psikolojiye kadar pek çok konu hakkında da içerik üretiyor.

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale