‘Neden bağımlılık’ değil, hangi acı?

Anlaşılmamış, kabul görmemiş çocukların kişisel tepkileri çoğu zaman bağımlılıklar yoluyla dışa vurulur. Ailemizle olan ilişkimizde ‘var’ kabul edilmememiz, beynimizdeki duygusal acıyı hafifleten endorfin ve dopamin düzeylerinin bozulmasına yol açabilir. Yaşamamız için gelişmiş bir dopamin sistemine muhtacız. Ve gelin görün ki bu sistemin dengesizliği bizleri bir şekilde nikotin, kafein, sosyal medya, statü, başarı, iş vb. pek çok bağımlılığın havuzuna düşürmeye yetebiliyor. Bu maddeler ve süreçlerin bizlerde yarattığı dopamin yükselmesi kısa sürdüğünden aynı döngüyü, her seferinde dozajı arttırarak, tekrar edip duruyoruz. Stresi yönetmek için başka bir formül bulamadığımızda bağımlılıkların en güçlü yönü olan stresi anlık azaltma halini yaşamak için elimizden geleni yapıyoruz.

Bağımlılık nedir?

Bağımlılık herhangi bir sorunu çözmeye yönelik bir girişimdir diyebiliriz. Çoğu durumda bilinçaltında yatan derin bir rahatsızlığın da belirtisidir. Bağımlılık yapan maddeyi ya da davranışı arzulamak, acıdan geçici olarak kurtulmak için bağımlılık yapan maddeye ve davranışa başvurmak ve son olarak da o maddeden ya da davranıştan vazgeçemez hale gelmek, bağımlılığın ortaya çıktığı üç kritik süreçtir.

Gabor Mate, bağımlılıklar üzerine çalışmalar yapan önemli bir doktor ve Mate’nin bağımlılığa olan yaklaşımı bağımlılığı kabul ederek, hastayı yargılamadan onun yaşadığı travmaya odaklanmak ve iyileşme sürecinde bu duruma çözüm bulmaya çalışmak.

Gabor Mate çok önemli bir soru sorar; “neden bağımlılık” değil, “hangi acı?”. Bağımlılığı iyileştirmek için altta yatan derin yaralara bakılması gerektiğini söyler.

Gabor Mate, bağımlılıklara dair yazdıkları ile günümüze kadar süregelmiş olan sert bakış açılarına oldukça güçlü bir darbe vurur. Cezalandırma metodu yerine bağımlılığı tanıyan ve onu kabul eden bir bakış açısıyla kişinin yoksunluk duygusundan sıyrılıp nasıl şefkatli bir ayıklığa gidebileceğinin yollarını anlatır.

Mate’nin söylemlerinden hareketle, Kanada’da çocukluk döneminde sevgi diliyle uyumlanarak ilişki kurulmuş çocukların, iki nesil içinde bağımlılık yaratan davranışlarla olan bağlarının ortadan kaldırılabileceğine ilişkin çalışmalar yapılmaktadır.

Bağımlılıkta travmanın rolü

Tüm bağımlılıkların kökleri bir tür travmaya dayanır, ancak her travma bağımlılığa yol açmaz. Olumsuz çocukluk deneyimleri araştırması şimdiye kadar yapılmış en önemli çalışmalardan biridir. Olumsuz çocukluk deneyimleri (en önemlileri duygusal, fiziksel ve cinsel istismar; aile içi şiddet, evdeki madde bağımlılığı; evdeki akıl hastalıkları, ebeveynlerin ayrılması veya boşanması; duygusal veya fiziksel ihmal) ve bağımlılık arasında derin bir ilişki vardır. Bu ilişki öyle etkilidir ki kendimizle aynı düzeyde travma ve özgüvene sahip insanlarla ilişkiler kurma eğilimine bile gireriz.

Mate’nin de vurguladığı gibi travma başımıza gelenler değil, fizyolojik olarak içimizde olup bitenlerdir.

Bağımlılığın biyokimyası

Beynimizde, acıyla baş etmemize yardımcı olan opiat reseptörleri ve endojen opiatlar bulunur. Bu, sadece bir düşüncenin bile içimizdeki ağrı kesicilerin salınmasını tetikleyebileceği anlamına geliyor. Hayal kurma bağımlılığı da bu işlevi tam olarak görebilen bağımlılıklardandır. Ayrıca kafein vb. bağımlılık yapıcı maddeler bu reseptörlere mükemmel uyum sağlar. Bağımlısı olduğumuz madde veya davranış ne olursa olsun acının dinmesine ve neşeye ulaşmamıza yardımcı olur. Uyarıcı nörotransmiter dopamin beynimizi doldurdukça kendimizi daha da canlı hissederiz. Dışarıdan ne kadar çok dopamin alırsak, ona olan ihtiyacımız da her aşamada katlanarak artar.

Bağımlılar, madde veya davranışın kendisine değil, belirli bir madde veya davranışın salgıladığı iyi hissettiren kimyasallara bağımlıdırlar; bu nedenle Dr. Mate, kişinin sahip olduğu belirli madde veya davranışla ilgilenmez. Nedenlere odaklanır.

Bağımlılar genellikle beyin devrelerinin bebeklik döneminde düzgün gelişmemesi nedeniyle stres düzenlemesi ve dürtü kontrolünden yoksundurlar. Bu nedenle stres çoğu zaman bağımlığın nüksetmesine neden olur.

Bağımlılıkta sosyal koşulların rolü

Yalnızlık, izolasyon, maddi sıkıntılar, çocuklarla ebeveynler arasındaki zayıf ilişkiler yaşadığımız çağın en büyük sorunları. Böylesi bir çağda bağımlılıkların artmasına pek de şaşırmamak gerek. Sinir sistemimizin rahatlaması için koşulsuz kabule ve şefkatli bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Güçsüzlüğü kabul etmek paradoksal olarak bize gücümüzü geri verir. Ve güzel haber şu ki; her birimizde güçsüzlüğümüzü kabul edebilme gücü mevcut.

Bir bağımlıyı, bağımlılığını değiştirmeye veya bırakmaya zorlamak genellikle onu bağımlılığından vazgeçirmez. İyileşmek için değişim arzusunun bağımlının kendisinden gelmesi gerekir.

Mate’nin bir röportajında aktardığı şu sözler beni çok etkilemişti:

“Hayatımda iki büyük bağımlılığım vardı. Bunlardan biri çalışmaktı, bir diğeri de alışveriş yapmaktı, en çok da klasik müzik CD’leri almaktı. Bir gün kompakt disklere 8.000 dolar harcadım. Belirli bir bestecinin senfonilerinden kaç sete sahip olduğunuz önemli değil, bir sonrakini ve hatta bir sonrakini de almak zorundasınız. Bu alışveriş ateşinin pençesindeyken, bir keresinde bir hastamı desteksiz bırakmış ve CD almak için şehir merkezine gitmiştim. İşte bağımlılığım bu kadar etkiliydi. Şimdi bunun gülünç olduğunu düşünebilirsiniz: “Bağımlılığınızı eroin bağımlısı hastalarınızınkiyle nasıl karşılaştırabilirsiniz?” diye sorabilirsiniz. Ancak benim bağımlı hastalarım, onlara bağımlılıklarımdan bahsettiğimde gülmediler ve şöyle dediler: “Evet Doktor, anladık. Sen de geri kalanımız gibisin.” Mesele şu ki hepimiz tıpkı geri kalanımız gibiyiz. Bağımlılıkla ilgili en büyük efsanelerin ilki, bunun genetik olduğudur. Eğer ben bir alkoliksem ve çocuklarıma bağırıp çığlıklar atıyorsam ve onlar da kendilerini alkolle sakinleştirmeye başladılarsa, bunu onlara genetik olarak mı aktardım? Yoksa büyüdüğüm koşulları yeniden yarattığım için mi geliştirdikleri bir davranış bu? Şimdi genetik yatkınlıklar olabilir ama yatkınlık önceden belirlenmişlikle aynı şey değildir. Bağımlılıkla ilgili diğer efsane ise bunun insanların yaptığı bir seçim olduğudur. Ve tüm hukuk sistemi, insanların bağımlı olmayı seçtikleri fikrine dayanıyor ve başkalarını caydırmak için bağımlıları cezalandıralım deniyor. Bağımlılık kimsenin yaptığı bir seçim değil, duygusal acıya verilen bir tepkidir. Diğer bir efsane ise bağımlılığın madde kullanıcılarıyla veya toplumumuzdaki birkaç zavallıyla sınırlı olduğudur. Bağımlılık söz konusu olduğunda çoğu tedavi yönteminin tamamen başarısız olmasıyla birlikte uyanıp kendimize şu soruyu soracağımızı sanırsınız: “Bu durumu gerçekten anlıyor muyuz?” Ancak bu pek mümkün görünmüyor. Bunun gerçek doğasına, insanın çektiği acılara bir tepki olarak bakmıyoruz, çünkü insanların travmalarını çözmelerine yardımcı olmuyoruz. Bu yüzden sürekli “Senin sorunun ne?” diye soruyoruz. “Sana ne oldu?” diye sormak yerine…”

Kaynakça

İlginizi çekebilir: Labirentteki yaşam: İçsel yolculuklarımızın ve hayatın karışıklığının yansıması

Şerife Günaydın Karaköse Avukat & Yazar
Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve ... Devam