X

Dünya kayak şampiyonu Arianna Tricomi özel röportajı: “Başarımın sırrı her şeyden önce iyi hissetmek”

Muhteşem doğa manzaralı Dolomites’in kalbi olan İtalya’nın Corvara kentinde Ağustos 1992’de dünyaya gelen Arianna Tricomi, üç yaşından beri kayak yapıyor. 16 yaşındayken kayak tarzını değiştirerek Slopestyle’ı denedikten sonra, gerçek tutkusunun kayak pistlerinin dışında olduğunu fark ederek 2012’ye kadar serbest yarışlarda yarıştı. 2016 yılında girdiği ilk büyük yarış olan Freeride Dünya Turu’nda üçüncülük elde eden Tricomi, 2018 ve 2019 yıllarında aynı yarışmada arka arkaya iki şampiyonluk kazandı. Ard arda gelen başarılarının ardından 2018 yılında Avrupa’da yılın kayakçısı seçildi.

Kayağın yanı sıra sörfle de ilgilenen ve fizyoterapi eğitimi almış olan Tricomi; İtalyanca, Almanca, İngilizce, Fransızca ve İspanyolca olmak üzere tam 5 dil biliyor. Arianna Tricomi, birçok isim gibi The North Face’in uzun yıllardır destek ve sponsor olduğu sporculardan biri. Biz de Uplifers olarak başarılı kayak sporcusu Arianna Tricomi ile kayak sporuna olan tutkusu ve karantina dönemini nasıl geçirdiğiyle ilgili keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. 

Arianna, öncelikle seni biraz tanımak isteriz. Bize biraz kendinden, biraz da kayağa olan tutkunun nasıl başladığından bahsedebilir misin?

Tabii ki. Ben Arianna Tricomi, İtalya’nın kuzeyindeki Alta Badia Bölgesi’nde yer alan Dolomites’te büyüdüm. Annem 1998 yılında Placid Gölü’nde yapılan dünya kayak olimpiyatları şampiyonasında da yarışmış eski bir kayakçı. Babam da emekli jet pilotu. 3 yaşında başladığım kayak sporuyla büyüdüm diyebilirim. Kaymaya Telemark stili kayak yaparak başladım ve 10 yıl boyunca Alpler’de bu teknikle yarışılan müsabakalara katıldım. Telemark’ın kayak konusundaki başarım üzerinde önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. 6 yaşından 16 yaşına kadar bu teknikle kaydım ve oldukça başarılı sonuçlar elde ettim. Ancak sonrasında bu tekniğin kurallarının benim için çok katı ve karmaşık olduğuna karar vererek Telemark’ı bıraktım.

Sonrasındaki 4 sene boyunca Slopestyle tekniğiyle kaymaya ve kendimi bu teknikte geliştirmeye devam ettim. İlk senemde Dünya Kupası yapılmıştı, ancak Olimpiyatlar’da yarışınca serbest kayaktan aldığım zevki alamadığımı, serbest kaymanın ruhunu özlediğimi fark ettim ve yarışmayı bıraktım. Bir sezon kayak eğitmeni olarak çalıştım ve sonrasında Innsbruck’ta fizyoterapi eğitimi almaya karar verdim. Eğitimim devam ederken bir taraftan serbest stil kayak yapabilmenin yollarını araştırdım ve pist dışındaki doğal alanlarda serbest kayak yapabilmek için 2 yıl boyunca özel bir eğitim aldım. Bu konuda yeterliliğimi aldıktan sonra yalnızca 5 yıl içinde 3 kez dünya şampiyonu olmuş olmanın gururunu taşıyorum. Bu muhteşem bir şey, çok mutluyum! Kayağa olan sevgim hala ilk günkü gibi, hatta belki daha bile fazla.

3 kez dünya şampiyonu olmanın yanı sıra 2018 yılında Avrupa’da yılın kayak sporcusu seçildin. Çok uzun bir süredir kayak yapıyor olduğun ve kayağı bu kadar çok sevdiğin için bu sporda bu kadar başarılı olman aslında sürpriz değil. Ancak yine de bu kadar genç bir yaşta elde ettiklerin bir sporcunun hayallerinin de ötesinde. Sen bu başarıyı neye borçlu olduğunu düşünüyorsun?

Benim için ne yaparsam yapayım yaptığım şeyden zevk alabilmek her şeyden önce gelir. Bu nedenle eğlenmediğim sürece kayak yapmak benim için hiçbir anlam ifade etmiyor. Elde ettiğim başarının en önemli anahtarı bu diye düşünüyorum. Ayrıca kayağa olan sevgimi ve tutkumu bu zamana kadar hiç kaybetmedim. Kayak takımını bağladığım her an aynı hissi yaşıyorum. Bu işte profesyonel olsam da, heyecanım aynı olduğu için kayağı bir iş ya da görev gibi göremiyorum. Kayak hayattaki en büyük tutkum. Bir de tabi kaymak istediğim her an kayabilecek imkana sahiptim. Bu nedenle de katıldığım yarışmalar benim için kayakla ilgili normalde yaptığımdan farklı ve eğlenceli bir şeyler yapma fırsatıydı. Zirveye tırmanıp yarışmanın başlamasını beklerken gülümsüyorum ve start verildiğinde anın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Sonuç olarak başarımın sırrı bence zorunda olduğum için değil zevk aldığım için yaptığım bir şeyi kariyer olarak benimsemem, kayağı eğlenceyle bir araya getirmem.

Biraz da bu süreçte evde nasıl zaman geçirdiğinden bahsedelim. Bize karantina sürecinde evde geçen bir gününü anlatır mısın? Evde zaman geçirmek günlük rutinini ve alışkanlıklarını nasıl değiştirdi? Örneğin bu süreçte antrenmanlarına nasıl devam ediyorsun? Evde antrenman yapmak sana nasıl hissettiriyor?

Bu sorunun cevabı benim için biraz ilginç. Karantina başlamadan hemen önce Freeride Dünya Turu’na katılmak üzere İsviçre Verbier’e gelmiştim. Tabii ki tur iptal edildi. Ancak ben apar topar İtalya’ya dönmek yerine bir süre burada kalarak Avrupa’da neler olacağını görmek istedim. Zaten tüm sporcular olarak haftalar öncesinden İsviçre’ye geldiğimiz için iyice kaynaşmıştık. Ben de burada kalmak istedim ve hala hepimiz Verbier’deyiz. Doğru bir karar almışım ve kendimi bu konuda gerçekten çok şanslı hissediyorum. Diğer ülkelere göre daha güvenli ve dışarı çıkma fırsatı bulabildiğim bir yerdeyim. Dışarı çıkabilmek benim için çok önemli. Özellikle ilk haftalarda boş boş sokaklarda yürüyor, bir yerlerde oturup karşıdaki dağları ve doğayı izliyordum. Kendi kendime nefes egzersizleri yaparak rahatlamaya ve yavaşlamaya çalıştım. Yani pek bir şey yapmadım diyebilirim.

Karantina süreci boyunca hiç antrenman yapmadım, açıkçası böyle bir isteğim ya da planım da yok. Tüm zamanımı yavaşlamaya çalışarak geçiriyorum. Çevremi izliyorum, düşünüyorum, telefonumdan uzakta zaman geçirmeye çalışıyorum. Herhangi bir sebeple antrenman yapmalıyım, fit kalmalıyım gibi bir endişem yok. Zaten önümüzdeki kış sezonunun gelmesine aylar var. Bu yüzden de formdan düşeceğim, fit kalmalıyım gibi düşüncelerle kendimi strese sokmak istemiyorum. Bence bu süreçte en önemli şey insanın zihninin rahat olması ve iyi hissetmek. Kendinizi iyi hissettiğiniz sürece beden zaten bu iyiliğe uyum sağlıyor. Bu nedenle şimdiye kadar karantina sürecini oldukça iyi geçirdiğimi söyleyebilirim. Harika insanlarla birlikteyim ve onların varlığı benim için bu süreci kolaylaştıran en önemli şey.

Peki karantina sürecinin uzaması durumunda antrenman rutininde ne gibi düzenlemeler ve değişiklikler yapmayı planlıyorsun?

Benim hiçbir zaman önceden planlanmış bir antrenman rutinim olmadı. Zaten sürekli kayarak büyüdüm, kayak hayatımın bir parçası. Bu süreci de İsviçre’de geçirdiğim için çok şanslıyım çünkü burada kaymaya devam ediyorum. Bazı kayak turlarına katıldım, sürekli dışarıdayım ve kayıyorum. Eğer adına antrenman diyeceksek, benim için antrenmanın en önemli koşulu güçlü bir zihin ve iyi hissetmek. Yıllardır bu sporu bir gün bile sıkılmadan yaptığım için başarılı olduğumu düşünüyorum. Kendimi asla zorlamadım, içimden gelmeden kaydığım tek bir gün bile olmadı. Ancak tabii ki bu benim düşüncem, başkaları farklı düşünüyor olabilir. Kendimi iyi hissediyorsam ve mutluysam çok fazla antrenman yapmamış olsam da çok iyi kayabileceğime eminim.  

Röportajımızı sonlandırmadan önce, kısaca okuyucularımıza karantina süreci boyunca nasıl aktif ve enerjik kalabileceklerine dair önerilerinden de bahsedebilir misin?

Böyle bir durumun içindeyken bu konuyla ilgili öneri vermek benim için gerçekten oldukça zor. Ben hala dışarı çıkma özgürlüğü olan şanslı azınlıktan biriyim. Tüm bu süre boyunca evlerinde kalmak zorunda olan, aylardır dışarı çıkamamış insanlara ne söylenir bilemiyorum. Kendi deneyimlerim doğrultusunda, bu süreçle başa çıkmamda nefes egzersizlerinin çok faydasını gördüğümü söyleyebilirim. Farkındalıkla nefes almak gerçekten çok rahatlatıcı. Yakın zamanda bir de ukulele almıştım. Bence müzikle ilgilenmek, müzik dinlemek, şarkı söylemek ya da bir alet çalmak da çok güzel. Bu süreçte daha fazla kitap okuyorum ve günlük yazıyorum. Her ne kadar zor olsa da bu sürecin yavaşlamak ve her zaman düşünmediğimiz şeyler üstüne düşünmek için harika bir fırsat olduğunu düşünüyorum.

Arianna Tricomi’yi Instagram hesabından takip edebilirsiniz. 

The North Face, evde kaldığımız karantina döneminde de keşfetmeye ve spora devam etmek isteyenler için ‘Keşif Evi’ni oluşturdu. The North Face’in arşiv videolarından antrenman derslerine, evde kalma tüyolarına, ev antrenman ürünlerinden Covid-19 ile ilgili bilgilere kadar birçok içeriğe yer verilen Keşif Evi’nde The North Face sporcularının keyifli ve ilham veren başarı hikayelerinin yer aldığı videolara da ulaşabilirsiniz.  ‘Keşif Evi’nde yer alan ‘Sporcularımızla Birlikte Evde Kal’ bölümünde şimdi ve gelecek için motivasyon, tüyo ve ilham verici paylaşımlar yer alıyor. 

The North Face ‘evde antrenman’ koleksiyonunun da yer aldığı ‘Keşif Evi’ni buraya tıklayarak ziyaret edebilirsiniz.

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale