X

“Çapulcu musun vay vay”: Boğaziçi Caz Korosu söyleşisi

Boğaziçi Caz Korosu söyleşisi

Boğaziçi Caz Korosu, yakın dönemde kazandığı başarılar ve aldığı ödüllerle tanınırlığını arttırırken; Gezi Parkı direnişine destek için türküleri yeniden düzenleyerek söyledikleri “Çapulcu musun vay vay” ve “Gaz maskesi ala benziyor” şarkılarıyla da adlarından sıkça söz ettirdiler. Direnişin marşı haline gelen bu şarkılar, sosyal medyada paylaşım rekorları kırdı.

Uplifers olarak Boğaziçi Caz Korosu’nun şefi olan Masis Aram Gözbek’le, koro, direniş ve direnişin marşları haline gelen şarkıları hakkında konuştuk. Röportaj sırasında Uplifers için yeniden söyledikleri şarkıların videolarını da izleyebilirsiniz.

Boğaziçi Caz Korosu nasıl kuruldu?

Koronun kuruluş aşaması aslında biraz karışık. Caz korosunun geçmişi 1994 yılında Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü bünyesinde kurulan üç korodan birine dayanıyor. 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi Matematik bölümünü kazanıyorum ve caz korosuyla tanışarak şarkı söylemeye başlıyorum.

2005’ten 2007’ye kadar koroda şarkı söyledikten sonra, 2007’de benden önceki koro şefi Cihan’ın eğitimine devam etmek için Amerika’ya gitmesiyle koronun şefliğini yapmaya başlıyorum.

2007-2011 arasında da üniversitenin müzik kulübü çatısı altında çalışmalarımızı devam ettirdik. 4 sene içerisinde çok farklı kadrolarla, 5 kişi başladığımız kadroyu farklı farklı insanlarla ve caz, çoksesli türküler, çağdaş Türkçe eserler ve dünya literatürlerinden eserler gibi çok farklı stillerle geliştirdik.

2011 yılında da üniversite ile yollarımızı ayırdık ve 2011’den itibaren Boğaziçi Caz Korosu adıyla, bağımsız bir şekilde yolumuza devam ediyoruz.

Boğaziçi Caz Korosu’nun kazandığı başarılardan da biraz bahsedebilir misin?

Birçok uluslararası festivalden güzel ödüllerle döndük. 2008 yılında dünyanın en prestijli a cappella yarışmalarından biri olan Vocal Total’de, hem pop hem caz kategorisinde gümüş diploma aldık. Vocal Total bizim ilk yurt dışı tecrübemiz oldu.

2012’da Çin’de düzenlenen Dünya Koro Olimpiyatları’na katıldık, ki bu yaklaşık 90 ülkeden 400 koro ve 30 binin üzerinde katılımcıyla gerçekleşen dünyanın en büyük oral müzik etkinliği olarak gösterilen bir organizasyon. Karma oda koroları, caz ve çağdaş müzik olmak üzere 3 kategoride yarıştık. Çağdaş müzik ve karma oda koroların kategorilerinde iki tane dünya ikinciliğimiz, caz kategorisinde de dünya üçüncülüğümüz var.

Boğaziçi Caz Korosu söyleşisi

Çin, bizim için çok büyük bir deneyim oldu çünkü katıldığımız organizasyon dünyanın dört bir yanından insanlarla tanışmamızı sağladı. Bizim gibi, bizden çok çok daha ileride ve çok çok farklı kültürlere sahip ülkelerden korolar dinleme şansına sahip olduk. Oradan birçok tecrübe ve arkadaş edindik. Şu an ben biliyorum ki, dünyanın neresine gidersem gideyim mutlaka kalacak bir yerim var.

2011’de büyüyerek 30-35 kişiye ulaşan koromuzla, Avusturya’nın Graz şehrinde düzenlenen Dünya Koro Şampiyonası’na gittik. Orada çağdaş müzik ve folklor kategorisinde iki dünya şampiyonluğu aldık. Oda koroları kategorisinde de dünya ikinciliğimiz var.

Geçen sene üç tane festivale katıldık. Amerika’da düzenlenen Koro Olimpiyatları, özel olarak davet edildiğimiz İtalya’da düzenlenen bir festival ve Macaristan’da düzenlenen bir koro festivali. Amerika’da ve Macaristan’da toplam 4 adet altın madalya aldık. Ama o dönemin bizim için en önemli noktası, sponsor desteği bulamamamız ve devletten gelecek desteğin son anda iptal olmasıyla büyük bir borca girmiş olmamız. Şu an eşimize, dostumuza ve organizasyona borcumuz var. Yaptığımız konserlerden ne kadar biriktirebilirsek, hepsini borç ödemek için kullanıyoruz.

Onun dışında koro, birçok üniversiteden davet alarak Türkiye’yi geziyor. İstanbul’da “Bu Kampüste Çok Ses Var” isminde çok özel bir proje yaptık. Bir ayda yaklaşık 20 okula gidip, hiçbir şey beklemeden gündüzleri söyleşi ve atölye çalışması, akşamları konser yaptık. Farklı üniversitelerden 20 bine yakın insanla buluştuk.

httpv://www.youtube.com/HotDuppnans

Gezi Parkı direnişine destek olmak için şarkı söylemeye nasıl karar verdiniz?

Buradaki olaylar başladığında 5 farklı konser vermek için 10 günlüğüne Paris’teydik. Turnein bitmesine 2 konser kala, bir akşam kaldığımız yerde bir araya geldiğimizde arkadaşlarımızdan biri “İlginç bir şeyler oluyor Türkiye’de baksanıza, bu nedir?” dedi. Facebook ve Twitter’dan sürekli bir şeyler paylaşılıyordu. Biz gördüklerimize ve okuduklarımıza inanamadık. Burada olmayı çok istedik ve olamadığımız için de içimiz içimizi yiyordu.

Koronun bir kısmı İstanbul’daydı aslında, biz ufak bir kısmıyla Paris’e gitmiştik. İstanbul’da kalan kısmımız zaten farklı yerlerde direnişe destek veriyordu. İşin ilginci şunun da haberini alıyorduk; Türk medyası hiçbir şeyi göstermiyordu. Ama biz Fransız radyolarında bütün buradaki haberleri almaya başlamıştık direnişin 2. ve 3. günlerinde.

Konsere beraber çıkacağımız Fransız korolardan insanlar da kuliste olayları soruyorlardı. İlginçtir Türk medyası bir şey yayınlamazken, bir sürü farklı ülkedeki medyanın daha fazla bilgi vermesi garibimize gitti tabii.

3 Haziran Pazartesi İstanbul’a döndük. Ve aynı günün akşamı bir konserimiz vardı. O konserde de sahneye gaz maskeleriyle çıktık. Ve bir önceki hafta yine Salı gününden itibaren de sürekli Gezi Parkı’ndayız.

Birazcık “Çapulcu Musun Vay Vay” şarkısından bahsedelim mi? Bu şarkıyı ne zaman yapma kararı aldınız, nasıl gelişti, sözleri nasıl oluştu? Sözleri çok güzel ve içinde mizah da var.

Çarşamba günü için Taksim Dayanışması sahnesinde bir konser organize ettik. Ben de bir önceki gün normalde Çarşamba günleri yaptığımız rutin provamız için kendi haberleşme ağımıza “Arkadaşlar bu Çarşamba günü provamızı Gezi Parkı’nda yapacağız. O yüzden herkesi buraya bekliyorum.” yazdım. Konser için herkes yavaş yavaş toplanırken, koronun en eskilerinden Kürşat iş yerinde “Kızılcıklar oldu mu” türküsüne yazdığı sözleri internetten bize yolladı .“Arkadaşlar türküyü bu sözlerle söylesek güzel olur mu sizce? Bir çalışın bakın haber verin” diye.

Performansınızı nasıl gerçekleştirdiniz? Paylaşılan video da telefonla çekilmiş. Süreç nasıl gelişti?

Aslında şu an internete çok yayılmış olan videodaki parçayı “Kızılcıklar Oldu Mu” parçasından sonra seslendirdik, o başka bir parça. Kürşat’ın sözlerini yazdığı “Kızılcıklar Oldu mu”yu insanlar çalıştı ve buradaki sahnedeki konserde söyledik.

Kürşat o performansa yetişmeye çalışırken yolda bir kaza olduğundan trafikte kalmış. Konserden bir saat kadar önce bir mesaj daha geldi ve bu sefer “Entarisi ala benziyor” türküsüne söz yazmış. “Bir şeyler daha karaladım arkadaşlar, belki bunu da yetiştirebiliriz” diye yolladı.

Sahnede “Kızılcıklar Oldu Mu – Çapulcular Oldu Mu”yu söylediğimizde derkes “bir daha bir daha” diye büyük bir coşkuyla tepki verdi. Kürşat son parçaya yetişti, aynı parçayı bir daha söyleyerek konseri bitirdik.

Bu arada Kürşat ikinci parçaya yazdığı sözlerin gelmeden önce çıktısını almış ve bize dağıttı. Gece 2:30 civarı bizim korodan da büyük bir kalabalık gitmişti ve 12-14 kişi kalmıştık. Tenha bir köşede kendi kendimize, repertuarımızdan şarkılar söylerken bir anda insanlar etrafımıza toplandı. Öyle olunca biz de açıldık ve mini bir konsere dönüştü. Sonra ben o zamana kadar hiç söylemediğimiz “Entarisi Ala Benziyor – Çapulcu Musun Vay Vay”ı da söyleyelim hadi dedim ve parçayı söyledik. Tesadüfen konseri kaydeden İrem isimli bir arkadaşım da şarkıyı tekrar söylememizi istedi ve sabaha karşı bir saatte Youtube’a koydu. Sabah bir baktık ki herkes paylaşır olmuş.

Olay, kendi kendimize ufak bir kalabalığa şarkı söylerken ve karanlıkta söz okumaya çalışırken çok doğal gelişti ve belki de o yüzden bu kadar güzel oldu.

httpv://www.youtube.com/RarmhcKS_HM

Şarkının sözleri parktaki halka da dağıtıldı mı?

Hayır. Ama başka bir iki röportajda ortaya çıktığına göre, biz şarkıyı söylerken korodaki arkadaşlarımızın elinden sözleri kapmışlar. Zaten sonra herkes söylemeye başladı.

Bu şarkıyı insanların şu anda söylüyor olması size nasıl hissettiriyor? Halk  sizin farkınızda mı, sizi tanıyorlar mı, biliyorlar mı?

Buna benzer bir deneyimi iki sene önce de yaşadık aslında. O zamanlar biraz önce bahsettiğim, iki tane dünya şampiyonluğu aldığımız şampiyonaya katılmak için sponsor arıyorduk. Son saniyeye kadar sponsorumuz hala olmadığı için sesimizi ne şekilde duyurabiliriz derken bir video çekme fikri ortaya çıktı ve İstanbul metrosunda aynı spontanelikle bir flashmob çektik.

Benzeri bir süreçten geçtik ve dolayısıyla insanlar o videoyla insanlar adımızı büyük ölçüde duydu. Ama bu seferki olay bambaşkaydı.

O süreç ve  Gezi Parkı süreci arasındaki  farklılıkları nasıl tanımlıyorsun?

Bu seferki üretimin sebebi ve yola çıkış hikayesi çok farklıydı. Burada yaşanan birkaç ağacın kesilip kesilmemesi mücadelesi değil, çok büyük bir hak ve özgürlük mücadelesi aslında. Kesinlikle bizim olmayan bir yaşam stilinizi bize dayatmak isteyenlere karşı bir uyanış diye özetleyebilirim, ama konuşulacak çok şey var.

Biz, bunu yaşayan gençliğin bir parçası olarak aslında kendi hislerimizi görüşümüzü, olan bitene karşı duruşumuzu ve mesajımızı kendimizi en iyi ifade edebileceğimiz alanda ilettik. Kendi yaptığımız işi yapıp çok sade, net, aynı zamanda hiçbir şekilde hakaret içermeyen ve çok akıllıca bir yöntemle bu mesajımızı bu direnişi desteklemeyen insanların bile evine sokup onları da gülümsettik. Ve bu sayede de düşündürebildik.

Boğaziçi Caz Korosu söyleşisi

Kendimi bildim bileli aynı şeyi söylerim, ki bu daha lisedeki tiyatro yıllarımdan bana kalan bir birikim: “Sanat söyleyecek sözü olanın işidir”. Eğer bir derdin, anlatmak istediğin bir şey, çevrende olan bitene karşı bir tavrın, duruşun ve dünya görüşün yoksa, yaptığın şey son derece anlamsız. Çünkü sanat çağlar boyunca hep yöneten kesimin en korktuğu şey olmuştur. Bugüne kadar önüne geçilmek ve sansürlenmek istenen ilk şey sanat oldu. Dolayısıyla direnişin ilk günlerinde sesini fazla çıkaramayan ve “sanatçı” diye adlandırılan kesimi ben pek anlayamıyorum. Çünkü aslında aynı şekilde onun da hakları elinden alınıyor ama nasıl bir kaygıyla Twitter’a bir tek mesaj bile yazmıyor ya da bunun için hiçbir katkıda bulunmuyor, bunu anlamak güç.

Şu anda mesela yıllardır süren bir mücadele var zaten, Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi kapatılmak isteniyor. Bunun için de imza toplanıyor. Bazı insanlar standın yanından geçip gidiyor ve onları da anlayamıyorum. Çünkü bu direniş aslında çok fazla şeyi kapsıyor ve hiçbir zaman unutmamalıyız ki bir milletin sanatının ve sanatçısının özgürlüğü kısıtlanırsa en büyük silahımızı kaybetmiş olacağız.

Biraz önce dediğim gibi, mesajımızı en etkili şekilde iletebileceğimiz yol sanatımız. Biz müzikle dile getiriyoruz bunu, bir ressam kendi eseriyle ya da bir tiyatrocu işlediği metinle bunu dile getiriyor. Dolayısıyla Türkiye’deki herkesi bu konuda biraz daha duyarlılığa davet ediyorum. Çünkü sanatımız bu darbeleri yemeye devam ederse işimiz pek kolay olmayacak.

Türkiye’de sanatçı olmak belli kısıtlamalara maruz kalmak mı demek? Kısıtlandığınız konulardan birine bir örnek verebilir misin?

Ben yine kendi deneyimimden böyle bir örneklendirme yapayım. Lise yıllarında ciddi zaman ayırdığımız ve iyi seviyelere getirdiğimiz bir tiyatro topluluğumuz vardı. 14-15 yaşındayken bile gençlik sorunlarımızın yanı sıra siyasal metinleri de işliyorduk. Şimdiki hükümetin bir getirisi olarak bütün liselerin özellikle yönetimleri değişmeye başladı. Yönetim değiştikçe okuldaki öğrenci profili tektipleştirilmeye, sivrilikler yuvarlanmaya, sanatla alakalı konularda törpüleme mantığı bize de yansıdı. Zamanla topluluğun seçtiği oyunlara karışılır oldu. Ben mezun olduktan sonra, topluluğun artık eski heyecanı ve ateşi kalmadı çünkü imkanları ve seslerini duyurabilecekleri mecraları ellerinden alınmaya başladı. Ben bunu yaşadım, bunun gibi Türkiye’nin her yerinde liselerde, üniversitelerde, bağımsız topluluklarda birçok bu tarz uygulamalar yapıldı.

Şarkıya dönecek olursak, şarkının şu an herkes tarafından biliniyor olması ve neredeyse direnişin marşı haline gelmiş olması sana nasıl hissettiriyor?

Bu çok büyük bir mutluluk tabii ki. Şarkının bu kadar yayılmasının ve bu kadar insan tarafından söylenebilmesinin sebebi de samimi olması. Biz hiç çekinmeden, hiçbir kaygıya kapılmadan başka hiçbir konu hakkında düşünmeden, sadece söylemek istediğimiz şeyi söyledik. Mesajımızı bu kadar kişiye ulaştırabilmiş olmak, biraz önce söylediğim gibi bu direnişi pek tasvip etmeyen kesime de bu parçanın sirayet edebilmiş olması, çok büyük bir başarı demek aslında. Buna vesile olduğumuz için çok mutluyuz.

Bizim yaptıklarımızın dışında da çok fazla üretim oldu. Biraz düşünecek olursak, henüz bu uyanış olmamışken kısıtlanmış olan özgürlüğümüzün, aslında bizim düşüncemizi de kısıtlayarak bir çerçeve içine aldığını görüyoruz. Dolayısıyla üretimimiz de kısıtlanıyor, ufkumuz sınırlanıyor. Bu uyanış aslında buradaki, burada olamayan ama aklı burada olan, buraya destek olmak isteyen, Türkiye’nin birçok farklı şehrinde bir araya gelen ve bu üretimlerine orada devam eden herkesin ufkunu bir anda açtı ve akla hayale gelmeyecek üretimler ortaya çıktı. Bu direniş bir şekilde kendi sanat akımını yarattı diyebilirim.

Boğaziçi Caz Korosu söyleşisi

Şu anda bu direnişten nasıl bir beklentin var?

Beklentimiz çok ama gerçekleşmesi çok kolay gözükmüyor. Şunu çok net bir kazanım olarak gösterebilirim, bir daha bu hükümet ya da herhangi bir hükümet hiçbir şekilde kendi insanına ve halkına danışmadan biz bu kararı aldık ve uyguluyoruz deme rahatlığına sahip olamayacak. Çünkü en ufak bir mesaj geldiği zaman bu insanlar burada veya başka bir yerde yine bir araya gelecek ve kesinlikle buna evet demeyecek.

Şu an burada Türkiye’nin daha önce yaşamamış olduğu bir ortam söz konusu. Biz zaten daha önce görmedik ama bizden çok çok daha büyüklerin de anlatmış olduğu üzere böyle bir şey daha önce hiç yaşanmamış. Belki birbirine 100 metre mesafede bile iken bile rahat duramayacak iki zıt görüşlü grubun burada kol kola verip halay çekebiliyor olması, herhangi bir acil durumda birbirinin yardımına hiçbir şey düşünmeden koşabiliyor olması…

“Apolitik” olarak nitelendirilen neslimiz şu an en politik duruşlardan birini sergiliyor aslında. Bu demek değil ki bir görüşün mensubu olmak veya sadece bir amaç uğruna başının dikine gitmek. Şu an burada inanılmaz bir dayanışma var; yemekhanesiyle, kütüphanesiyle, reviriyle ve her şeyiyle, bu direniş ve uyanıştan önce aklımıza hayalimize gelmeyecek bir yaşam alanı burası.

Aslında mesele Gezi Parkı ve kesilecek olan birkaç ağaçtan çıktı. Ama belki de ağaçların kesilmesine, parkın yıkılmasına karşı olan, en doğal haklarını ve kendi yaşam alanlarını savunan bu insanlara nispeten ufak bir topluluğa, polisin insanlık dışı ve son derece kanunsuz müdahalesi olmasaydı; biz yıllardır alıştığımız gibi belki de hiçbir şekilde ses çıkaramayacak ve bu harekete dur demek adına uyanamayacaktık. O yüzden ben şu an burada görmüş olduğumuz bu ortamı yaratan, bütün bu dayanışmayı bize bu ortamı sergileyen ve ihtiyacı olan birine anında her şeyimizi bırakıp koşmamızı, birbirimize gülümseyerek selam vermeyi, daha doğrusu kısaca bizi bize hatırlatan çok saygıdeğer devlet büyüklerimize teşekkürü bir borç biliyorum. Bunu da hep söylüyorum bugünlerde.

Bir şeyler yapmak isteyen birçok kişi para veya zaman bulamadıklarından amaçlarından vazgeçiyorlar. Boğaziçi Caz Korosu’na dönecek olursak, maddi zorluklarınız olduğunda ve sponsorunuz yokken devam etme motivasyonunu kendinizde nasıl buldunuz?

Bizim geçen yaz edindiğimiz ve bu döneme kadar sarkan borçlar aslında aklıselim insanın girişeceği, cesaret edebileceği bir boyutta değil. 2008’den bu yana biz hep aynı sıkıntıyı çektik. 2010’da Çin’e giderken de son saniyeye kadar sponsor bulamamıştık ve büyük bir sıkıntı çekmiştik. Hatta Çin’e gideceğiz dediğimde de para yüzünden kimse sıcak bakmamıştı. Çalışma yaptığımız ortamı hiç unutmayacağım; her çalışmanın sonunda toplantı yaparak eksikleri yazdığımız tahtada, nereden ne kadar kısabiliriz diye düşünüp duruyorduk. Son toplantının sonunda “Gidemeyeceksek kabul edelim, bu kadar zorlamanın alemi yok” şeklinde sesler yükselmeye başladığında, ben “Hayır gideceğiz, yapacağız. Siz yılmayın, mutlaka bir çözüm yolu olacak” dedim.

Bir dönem devletle ve Kültür Bakanlığı’yla birebir ilişkilerimiz olmuştu ve bir fon için başvurmuştuk. Biz aldığımız duyumlara göre hazırlıklarımızı fonun çıkacağı yönünde toplantı yapılıp desteğin çıkmadığını öğrendik. Çok sayıda “gitmeyelim – gidelim” tartışması yaşadıktan sonra başladık eşten dosttan para bulmaya. Uçak biletlerini kısım kısım tamamladık. Son bileti ilk uçacak grubun uçuş saatine beş saat kala aldığımızı görüp beş dakika boyunca gülerek havaya baktığım da oldu.

O zaman senin içinde bir sezgi vardı bunun iyi olacağına dair. Nasıl devam edebildin bu zorluklara rağmen?

Bunu ben de bilmiyorum. Ben, özellikle koro hakkındaki konularda hayatımın belki hiçbir alanında olmadığı kadar sağlam bir evliya sabrım olduğunu düşünüyorum. Bu tükenmeyen motivasyonun neye bağlı olduğunu bilmiyorum ama biliyorum ki, bir şeyi istiyorsam onu gerçekten istiyorum. Hayatımın herhangi bir alanında sorun varsa nasıl çözebilirim diye düşünürüm.

Tamam bitti demiyorsun yani?

Evet, kesinlikle demiyorum. Cuma gecesi tesadüfen internette rastladığım bir büyükelçi tanıdığımız vasıtasıyla ertesi gün sabah 11’de vizeyi Avusturya konsolosunun elinden alıp 2’deki uçağıma yetişip Avusturya’ya gittiğimi bilirim.

Uplifers okuyucuları için motivasyon konusunda bir tavsiye alabilir miyiz?

En başta kendinize karşı dürüst olmanız çok önemli. Yapabileceklerini ve kapasiteni çok iyi analiz etmiş olmak önemli.

Bir şeyi istemek yetmiyor. Gerçekten altından kalkabileceğini düşünüyorsan, kesinlikle peşini bırakmamalısın. Mesela gitmemiş olsak, şu an borç ödemiyor ya da bunun sıkıntısını çekmiyor olurduk ama orada kazandığımız deneyimi de hiçbir şekilde başka bir yerden alamayacaktık. Biraz cesaret, biraz cesur olmak lazım. Uğraşmaktan didinmekten, problemler çıktığında çözüm aramaktan vazgeçmeyip, onu çözebilecek gücün var olduğundan  şüphe duymamamız lazım.

Eda Günay: Eda Günay, Paris IV Celsa Sorbonne ve Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde lisans eğitimi aldı. Ecole Normale Superieur de Lyon'da psikoloji dergilerinin sosyal temsili üzerine iletişim ve medya araştırmaları yükseklisansını tamamladıktan sonra Türkiye'ye dönüp Uplifers projesini hayata geçirdi. Uzak Doğu dövüş sanatları, yoga, extreme sporlar, kediler, köpekler ve doğayla iç içe olmak favorileri arasında. Sağlığın ve hayatın kıymetini genç yaşta öğrenmiş olup doya doya yaşıyor.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Güne lezzetli bir başlangıç için kahvaltılık tarifler

Ne demiş şair; kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sizce de öyle değil mi? Günün ilk öğününün, bize gün boyu yetecek kadar neşe ve enerji kaynağı olması gerekmiyor mu? İster sabahın çok erken saatlerinde ister öğlene yakın olsun, fark etmez; günün ilk öğünü her zaman çok önemli. Çünkü günün geri kalanını etkileyen, o günün ne kadar kaliteli bir gün olduğunu belirleyen en önemli faktörlerden biri; güne neler yiyerek başladığımız…



Ancak hepimiz biliyoruz ki, klasik kahvaltı tarifleri zamanla sıkıcı hale gelebiliyor. Yumurta, peynir, zeytin güzel bir başlangıç olsa da her gün aynı şeyleri yemek hayatlarımızda monotonluk yaratabiliyor. Dolayısıyla biraz daha yaratıcı alternatiflere ihtiyacımız var. Ama bir yandan da yoğun tempomuza ayak uydurabilmek için pratik ve besleyici olmalı. Tabii lezzetten de ödün vermek olmaz. İşte tam da bu noktada lezzeti ile, pratikliği ile, besleyiciliği ile kahvaltıların yıldızı müsli karşımıza çıkıyor. İşte müsli kullanarak hazırlayabileceğiniz lezzetli ve sağlıklı kahvaltılık tarifler:

Müslili Ekmek

Eğer kahvaltıda değişiklik yapmak ve lezzet ile besleyici değeri bir arada sunan bir alternatif arıyorsanız, müslili ekmek tam size göre. Klasik ekmek tariflerine göre çok daha zengin ve doyurucu bir seçenek sunan bu kahvaltılık tarifi, aynı zamanda çok daha lezzetli, çok daha eğlenceli. Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli’nin içeriğindeki kızılcık, kuru üzüm, elma ve marakuyalı özel karışım sayesinde enerjik bir sabaha doyurucu dilimlerle merhaba diyebilirsiniz.

Malzemeler:

Hamuru için:

  • 1 su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 2-3 tatlı kaşığı Dr. Oetker Aktif Maya
  • 0,5 çay bardağı süt
  • 4-4,5 su bardağı un
  • 0,5 çay bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1 yumurta
  • 100 gram yumuşak margarin

Üzeri için:

  • 2-3 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 yemek kaşığı su

Hazırlanışı:

  • Mayayı bir kaseye alın ve üzerine yarım çay bardağı ılık sütü ilave edin. Kaşık ile birkaç kez karıştırıp 10-15 dakika bekletin.
  • Unu derin bir kaba eleyin ve üzerine beklettiğiniz mayayı ilave edin. Toz şeker, süt, yumurta ve margarini ilave edip iyice yoğurun. Üzerini kapatıp ılık ortamda 40-45 dakika bekletin.
  • Süre sonunda mayalanan hamura 1 su bardağı meyveli müsliyi ekleyin ve yoğurun. Hamuru yuvarlayıp pişirme kağıdı serilmiş fırın tepsisine alın. Üzerine su sürüp meyveli müsli serpin ve 20 dakika bekletin.
  • Fırını belirtilen dereceye ayarlayıp ısınması için önceden açın. (Alt-üst pişirme: 170 °C, Turbo pişirme: 160 °C)
  • Hamurun üzerini keskin bıçak ile 3-4 yerinden 1 cm derinliğinde kesin ve 25-30 dakika pişirin.
  • Fırından çıkarıp soğutun. Dilimleyerek servis yapın.

Çikolatalı Çıtır Smoothie Bowl

Kahvaltıda kendinizi şımartmak ve güne ‘bomba’ gibi başlamak istiyorsanız, tatlı bir kahvaltılık tarifi tam size göre olabilir. Çıtır tahıl ve çikolata parçacıkları içeren Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli ile çok pratik ve çok lezzetli bir kahvaltılık bowl hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • 2 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli
  • 1 adet olgun muz
  • ½ avokado
  • 1 yemek kaşığı kakao tozu
  • 1 su bardağı badem sütü

Hazırlanışı:

  • Olgun muzu, avokadoyu, kakao tozunu ve badem sütünü blender’a alın. Pürüzsüz bir kıvam alana kadar yüksek hızda karıştırın.
  • Elde ettiğiniz smoothie karışımını bir kaseye aktarın ve kahvaltılık bowl için tabanı hazırlayın.
  • Smoothie tabanın üzerine çıtır çıtır Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli’yi ekleyin. Ve harika kahvaltı kaseniz hazır.

Portakallı Muzlu Müslili İçecek

Kahvaltılarınızı bir sonraki seviyeye taşımaya hazırsanız, Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli ile tanışın. Bu benzersiz müsli, sadece lezzetiyle değil, aynı zamanda sağlık açısından sunduğu faydalarla da kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olmaya aday. Hem lif hem de Vitamin B1, demir ve magnezyum gibi önemli besin öğeleri açısından zengin olan bu müsli ile harika bir kahvaltılık içecek hazırlayabilir, güne başlarken ihtiyacınız olan enerjiyi ve besinleri alabilirsiniz:



Malzemeler:

  • 50 g Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli
  • 1 poşet Dr. Oetker Şekerli Vanilin
  • 2 adet muz
  • 2-3 dilim ayıklanmış ve zarları çıkarılmış portakal dilimleri
  • 2 su bardağı buzdolabında soğutulmuş süt
  • 2 yemek kaşığı bal

Hazırlanışı:

  • Muzları soyup iri parçalara kesin ve mutfak robotuna alın.
  • Üzerine portakal dilimleri, süt, bal ve şekerli vanilini ilave edip meyveler ezilinceye kadar karıştırın.
  • Hazırladığınız içeceği bardaklara alın. Üzerlerine çıtır müsliyi ekleyip kaşık ile karıştırın.
  • Buzdolabında 30 dakika bekletip servis yapın.

Meyveli Mini Kahvaltılık Muffin

Güne başlarken modunuzu yükseltecek, enerjinizi yerine getirecek ve ihtiyacınız olan besin öğelerini almanızı sağlayacak ve tüm bunları yaparken de eğlenceli bir hale çevirecek muffinlere kim hayır diyebilir ki… Siz de demezseniz, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ile harika bir kahvaltılık hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • ½ su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 paket Dr. Oetker Hamur Kabartma Tozu
  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 2 yemek kaşığı bal
  • ½ su bardağı süt
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 adet yumurta
  • 1 adet mini muffin tepsisi

Hazırlanışı:

  • Fırını 180 derecede önceden ısıtın ve mini muffin tepsisini yağlayın.
  • Bir kasede tam buğday unu, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ve kabartma tozunu karıştırın.
  • Başka bir kapta süt, eritilmiş tereyağı ve yumurtayı çırpın. Islak malzemeleri kuru malzemelerin üzerine dökün ve karıştırın.
  • Hazırladığınız kek harcını mini muffin kalıplarına eşit miktarda bölün. Her bir kalıbı üçte iki oranında doldurmanız yeterli olacaktır, böylece kabardığı zaman da yeteri kadar alan kalacaktır.
  • Yaklaşık 20 dakika kadar pişirdikten sonra fırından çıkarın, birkaç dakika beklettikten sonra servis edebilirsiniz.

Bonus: Çabasız ve lezzetli kahvaltılar

Eğer daha hızlı bir şekilde lezzetli, pratik ve doyurucu kahvaltılık tarifler hazırlamak istiyorsanız, fazla çaba harcamadan da eğlenceli kahvaltılar yapabilirsiniz. Müslinizi ister sütle ister yoğurtla karıştırın; üzerine meyve, bal, biraz da kuruyemiş ekleyin ve voila! Enfes kahvaltınız hazır… Ama bir dakika; zaten eklenmişi var 🙂 Dr. Oetker Vitalis’in lezzetli, doyurucu ve sağlıklı dünyası ile klasik kahvaltılar yerine daha enerjik tariflerle güne başlayabilirsiniz.

Sağlıklı ve dengeli beslenmeyi, ‘sıkıcı’ kalıplardan çıkarmak ve her güne büyük bir neşe ile başlamak istiyorsanız Dr. Oetker Vitalis, kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olacak. Üstelik sadece kahvaltılarınızın da değil; ara öğünlerinizde de lezzetli atıştırmalıklar olarak tüketebilirsiniz. Bu çıtır lezzetler, gününüzün her saatine enerji ve neşe katacak!

Siz de Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’in Multi Meyveli Çıtır Müsli, Bal Bademli Çıtır Müsli ve Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli çeşitlerinden dilediğinizi seçebilir, güne en sevdiğiniz lezzetle harika bir başlangıç yapabilirsiniz.

*Bu yazı Dr. Oetker katkılarıyla hazırlanmıştır.

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale