X

‘Aynı Ben Değilim’: Yazar Damla Kunç Koçman ile keyifli bir röportaj

Aynı Ben Değilim: Bir Yaştan Sonra Değişen Hayatlar kitabının yazarı Damla Kunç Koçman ile keyifli bir röportaj…

Öncelikle; Eksik Parça Yayınları takip ettiğiniz bir yayınevi miydi, diye sormak istiyorum… Yolunuz nasıl kesişti?

Bilim kurgu türündeki Bilim Okulu Proje X ilk kitabım. Çocuklar için yazmış olduğum bu roman ile üç tane yayınevi ilgilendi. Eksik Parça’ya gittiğimde yayınevinin danışmanı Feridun Andaç ile görüştüm. Bana iki soru sordu. İlki “Neden çocuk kitabı?”, ikincisi ise ”Beklentin ne?” idi. Kendi çocukluğuma ulaşmak istiyordum, bir yerlerde unutmuştum. Tamamen hayal gücü üzerine kurulu olmasına karşın her sayfa bana kendi özlemlerimi, kaybettiklerimi, yapmayı isteyip de yapmaya bile kalkışmadığım işleri, içimde, kursağımda kalan fırsatları anımsatıyordu. Bu nedenle yazmıştım bu romanı. Açıkçası bir beklentim yoktu. Yaşamda beni zorlayan şeylerin yol açtığı acı hissini bir nebze hafifletmek için yazıyordum. Feridun Andaç beni dinledi ve dedi ki: “Sen bu kitabı seri olarak yaz biz de basalım”. Eksikparça Yayınevi ile tanışmam bu şekilde oldu. İyi ki yollarımız kesişmiş ve doğru bir seçim yapabilmişim çünkü birçok yayınevi yazarların kitaplarını basmakta ekonomik zorluk çekerken ben bu sıkıntıyı hiç yaşamadım. Türkiye’nin her bir köşesine kitaplarım ulaştı.

Yayınevinin ismi kitabınızda anlattıklarınızla da manidar olmamış mı?

Yayınevinin ismi benim her zaman hoşuma gidiyor. Okuduğumuz kitaplar ile eksik olan parçamızı tamamlıyoruz diye düşünüyorum.

Kitabınızın bir bölümünde, bazı insanlar zindanlarından çıkmayı başaramıyor diyorsunuz. Sizce çıkmayı başaramayanlara nasıl ulaşırız ve birbirimizi pozitif anlamda dönüştürmeye gerçekten yardımcı olabilir miyiz?

Her zaman birbirimize ihtiyacımız var. Hikayeler ve deneyimleri paylaşmak bu sihirli etkiye sahip. Ancak burada psikolojik bir eşik noktası var. Bu önemli bir detay. Birbirimize yardım edelim derken yaraladığımızı da fark etmeyebiliriz. Beraberlik ve paylaşmak, günümüz insanın en büyük ihtiyacı kanımca.

Kitabın tam halini alması iki yıl sürmüş. Nasıl hazırlandınız? Hem pratikte hem de içsel dünyanızda…

Yazmak sonradan edindiğim, başarılı da olduğum bir uğraş. O nedenle bu süre içerisinde, biraz da kafamı toplamak için belli konulara odaklanmak, araştırma yapmak ve yazmak istedim. Önceleri ebeveynler için yeni nesille iletişim kurmak üzerine bir kitap yazma fikri oluştu. Gelgelelim bu fikrin üzerine gittikçe kendimle daha çetin bir hesaplaşmaya girişmek zorunda olduğumu anladım. Zira başladığım yer ile geldiğim nokta, hayal ettiklerim ile gerçekleştirdiklerim arasında boşluklar vardı. Bazı şeyleri elde etmiş ama bunun sonucunda hayal ettiğim gibi mutlu olmamıştım. Bazı şeyleri de, bulunduğum yerden baktığımda, iyi ki elde etmediğimi düşünüyordum şimdi. Hep aynı noktaya varıyordum; yola çıktığımdan beri çok şey değişmişti, gerek sosyal gerek kültürel gerekse kişisel olarak… Bu değişimler benden de çevremden de gittikçe daha hızlı dönen dünyadan da kaynaklanıyordu. Düşüne düşüne bu kelimenin etrafında dolandığımı fark ettim: Değişmek… Sonrasında, biraz da rastlantıların etkisiyle kendi dünyamın dışına çıkıp açılmaya, başka insanlarla konuşmaya, onların hikâyesini dinlemeye ve her şeye bu pencereden bakmaya başladım.

Kişileri anlatırken tek tek empati kurmak ve onların dünyalarına girmek için özel bir çalışma yaptınız mı? Belki bir eğitim?

Koçluk eğitimi ve mesleğinin bana kazandırdığı en büyük yetilerden biri dinlemekti, insanlara yer açmak, onların karşısında boş bir sayfa olmak… İnsanları dinledikçe, asıl sorunun yaşamak değil yaşayamamak olduğunu keşfetmiştim. Demek istediğim, yola çıkan, riskler alan, hatalar yapan ve bunu kabul eden insanlar, kendiyle hesaplaşabilen insanlar zamanla güçlenip hayatın karşılarına çıkardığı güçlük konusunda daha esnek bir tavır benimseyebiliyorlardı. Ayrıca, bu meslekte, psikoloji ile ilgili almış olduğum eğitimler de var. Bu kitap kişilerin anlatımı üzerinden yazıldığı için bilgi aktaran ya da klasik kişisel gelişim kitaplarından farklılaşıyor kanımca. Terapi amacı taşımadığı için kişilerin dünyalarına girmek gibi özel bir çabam olmadı. Özellikle mahremi korumak ve güvenli alanı oluşturmak adına yazarken ve basıma girmeden önce özel bir özen gösterdim.

Peki belli bir yazma ve çalışma tekniğiniz oldu mu?

Değişmek konusunda, mümkünse yüz yüze, yoksa Zoom uygulaması üzerinden yürüttüğümüz sohbetlerimizi önce yazıya aktarıp görüştüğüm kişiye gönderdim. Onun eklemeleriyle yeniden şekillenen metinlerin bir daha üzerinden geçip belli bir süreden sonra tekrar kişilere gönderdim ve onlardan onay vermelerini istedim. Sonuçta elinizdeki kitaptaki metinlerin bu hali alması yaklaşık iki yılı buldu. Bununla beraber yol kazaları da oldu elbette, kimi hikayeler tamamlanamadı, kimileri de sonradan vazgeçti. Geriye on iki hayat hikayesi kaldı ve bunları dört bölümde ele aldım: Planlayanlar, Akışta Olanlar, Bilinmeze Atılanlar ve Yaşama Tutunanlar. Bu dört bölümde birbirlerine benzeyen, kesişen ya da bu özelliklerin birkaçının birden sergilendiği hikâyeler tabii ki var. Ancak yine de herkesin yolu, her birinin karakteri birbirinden farklı ve bu başlıklarla insan yapısının da kendimize giden yolların da ne denli çeşitli olabileceğini göstermek istedim.

Bu arada merak edenler olacaktır, ilk yazdıklarınızı hatırlıyor musunuz?

Resim yapmayı yazmaktan daha çok seviyordum çocukken. İlkokulda yazdığım şiirleri yarışmalara yolluyordum. İçlerinden beğenilen, ödül anlar oldu. Ancak o zamanlar akıllı telefonlar ve teknoloji olmadığı için yazdıklarımın hiçbiri maalesef elimde bulunmuyor.

Pandemide yazmaya odaklanabilmişsiniz. Kendimizin, geçmişimizin ve ister istemez ebeveynlerimizin üstümüzdeki tozlarını silkeledik diyorsunuz. Siz neler silkelediniz bu süreçte? Hangi bilinmeyen etkilerde kaldığınızı keşfedip, onlarla yüzleştiniz, öğrenebilir miyiz?

Özellikle kapanma döneminde çeşitli nedenlerle birçoğumuz kendini sorgulamaya başladı; ne için yaşadığını, neye öncelik verdiğini, bizleri, yeni nesilleri neyin beklediğini düşündü. Zorunluluktan da olsa aileler belki yıllardan beri ilk kez birlikte vakit geçirdi. Hepimizin zor duygular ile baş etme şekli farklıydı. Eşim değişik yemek tarifleri ile oyalanırken, büyük kızım odasının duvarlarını boyuyordu, küçük kızım müzikle uğraşıyor ve arkadaşları ile telefonda sosyalleşmek istiyordu, ben ise yazarak kendimi rahatlatıyordum. Bu zaman zarfında duygularımızı daha çok paylaşmaya ve birbirimizi gözlemlemeye vakit bulduk. Problemlerimizi yemek masasında paylaşmanın hepimizde duygusal yeme bozukluğu oluşturduğunu fark ettim. Buluşma mekanlarında neyi nasıl konuşuyoruz, neye ihtiyacımız var bunların hepsini gözden geçirme fırsatımız oldu. Bu nedenle, biz ailecek büyüdük ve olgunlaştık diye düşünüyorum.

Bir yerde ne için yaşadığınızı sorguladığınızdan bahsediyorsunuz? Buldunuz mu cevabınızı?

35 yaşlarındayken kitapta bahsettiğim kırılma anlarından sonra sorular sormaya başlamıştım. Kariyerimi, o yaşa kadar kurduğum her şeyi bırakmıştım. Ölmüştü ve depresyona bu yas sürecinin geçişini tamamlamak için girmiştim.  Buradan kendim çıkabilir miydim? Yeni kimlik arayışlarına girmiştim. Eğitim önemliydi. Yeni kimlikler oluşturursam bu boşluğu yeni deneyimlerle ve eğitimlerle dolduracağımı sandım. Aç susuz kalmış gibi kurs kurs geziyordum. Sonra pandemi ile birlikte her şeye ücretsiz ulaşmaya başlayınca, bu kimliklerin beni böldüğünü ve bilgi kirliliğinin zihnimi doldurduğunu düşündüm. Bir durma süreci başladı. Aynı Ben Değilim kitabını yazarken kahramanın önüne yazar olarak geçmemeyi, gözlemci konumunda yazarken hikayelere dışarıdan bakabilmeyi de deneyimlemiştim. Yıllardır aradığım yaşamın anlam arayışı bu süreçle anlamını yitirmişti. Bir hafiflik hissi, içsel bir huzur hissettim. Bu bir yolculuk ben yaş aldıkça değişim gösterecektir, gösterdi de. Şu an için yaşamanın ve nefes almanın, sağlıklı yaşama her gün gözlerimizi açabilmenin kıymetini bilerek yaşıyorum. Şikayet ettiğim şeylerin sayısında büyük oranla azalma var.

Son olarak, kitabınıza geri dönüşler nasıl? Hiç unutamadığınız bir yorum oldu mu?

İkinci baskıya çok hızlı girdi, bu hepimizi memnun etti. Kitabı okuduktan sonra kendi yaşam hikayelerini dört bölümden birine ait hissederek yazanlar oldu. Ben de yaşam hikayemi anlatmak istiyorum, bu kitap tam her şeyi bırakacak bir noktadayken, ümitsizliğe kapılmışken bana cesaret ve umut verdi diyen çok kişi oldu.

…ve bundan sonraki projelerinizi öğrenebilir miyiz?

Yazmak isteyen, kendi hikayelerine dışarıdan bakarak değişmek isteyen insanlar için farklı disiplinleri sentezleyerek hazırladığımız eğitimleri vermeye devam edeceğim. İşbirlikleri ile eğitim hazırladığım arkadaşlarım da var, bu bizi de zenginleştiriyor. Ayrıca, bireysel danışmanlıklarım devam ediyor. Poddy ile işbirliği içinde “Aynı Ben Değilim” Poadcast serisini çekmeye başladık. İlk konuğum “Aynı Ben Değilim: Bir yaştan sonra değişen hayatlar” kitabının karakterlerinden Sabiha Çetinkaya Kuş. Kısacası, projelerle büyümeye devam. Yazmak ise vazgeçilmezim, kitaplarımın devamının hazırlıklarına başladım.

İlginizi çekebilir: Z kuşağına ayrılık acısını bertaraf etme tavsiyeleri

Günsu Özkarar: 1987 Ankara doğumluyum. 2008 yılında Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Viyola Ana Sanat Dalı’ndan mezun oldum. Ardından İsviçre’de Hocshule der Künste Bern’de yüksek lisansımı tamamladım. Yüksek lisansım sırasında Orchester der HKB, Schweizer Jugend Sinfonie Orchestra, The Women Orchestra of Switzerland’da çalarak, Christopher Warren­Green, Bruno Weil, Daniel Klajner, Jos van Immerseel, Kai Baumann gibi orkestra şefleriyle Avrupa’nın farklı şehirlerinde konserler verme deneyimi edindim. Tatjana Masurenko, Michael Kugel, Ruşen Güneş, Çetin Aydar, Danel Quartet, Marco Misciagna, Michel Michalakakos, Apple Hill Quartet, Siegfried Führlinger gibi hocaların ustalık sınıflarına katıldım. The World Youth Orchestra, The World Orchestra, Greek Turkish Youth Orchestra, Bilkent Youth Symphony Orchestra, Bilkent Youth Virtuosos, Jungenc Philharmonic Orchestra, AIMA Festival Orkestrası gibi ensemble/ orkestralarda ve Young Euro Classic, Schloss/Beuggen International Music Fest, Schlern International Music Fest, Bayreuth Youth Talented Artists ́s Music Fest, The Turco-British Association Bach Günleri, Datça Uluslararası Müzik Akademisi, T.R.N.C. Malta Dostluk Günleri, Klasik Keyifler Oda Müziği Festivali, Uluslararası Istanbul Müzik Festivali, Uluslararası D - Marin Klasik Müzik Festivali, AIMA Ayvalık Müzik Festivali ve Cervo International Music Fest gibi etkinlik ve festival konserlerinde yer aldım. İstanbul’a taşındıktan sonra CRR, AIMA Orkestrası, Orkestra Sion’da çalıştım. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Doçent Beste Tıknaz Modiri ile Sanatta Yeterlilik çalışmalarımı tamamlayarak, Okan Üniversitesi’nde öğretim görevliliğine başladım. Bitirme tezim “Tarihsel Süreçte Gelişen Viyola Ekolleri” kitap olarak yayınlandı. Trio Pax, Trio Tını gruplarının yanı sıra Okan Üniversitesi Orkestrası’nda üç yıl öğretim görevlisi olarak çalıştım. Psikoloji ve edebiyat her zaman ilgi alanım oldu. Çeşitli yaratıcı yazarlık kursları ile birlikte psikanaliz de gördüm ve bu sürecin ardından farklı dergilerde yazılarım yayınladı. Şimdi Milliyet Sanat, SanatAtak dergilerinde düzenli yazmaktayım ve Mayıs'ta İkinci Adam Yayınları’ndan çıkacak Küflü Virgül isimli ilk öykü kitabımı beklemekteyim.

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale