Aşk, sonbahar, tarih, moda ve tasarım kavramlarının harmanlandığı şehir: Paris

Uzun yıllar dillere destan olmuş, şairler görüp ilham almış, ünlü ressamlar çıkarmış, havasında aşk, dokusunda tasarım, moda olan şehir…

Herkesin tam da sonbaharda gezilecek şehir dediği Paris’i sonbaharda gezmek gerçekten de doğru bir kararmış. Gezilip görülecek yerleri elbette gittiğinizde alacağınız haritanızda işaretleyip yola koyulmak da bir seçenek ama size tam da 2 günlük rahatlıkla gezebileceğiniz bir rota hazırladım, nacizane.

Herkesin tam da sonbaharda gezilecek şehir dediği Paris’i sonbaharda gezmek gerçekten de doğru bir kararmış.

Siz de şehri yürüyerek gezip, sokaklar arasında kaybolup farklı ve beklemediğiniz yeni yerleri keşfetmeyi seviyorsanız ve eğer konaklayacağınız yer de merkezi bir noktada ise günlük ulaşım kartı almanızı önermem. Ama eğer liste uzun ben yorulurum diyorsanız o zaman 2 günlük ulaşım kartı işinizi görecektir.

Bu arada havaalanından şehre ulaşım metro ile hemen hemen yarım saatte sağlanıyor, bu güzel haberi en başta söylemek istedim. Dediğim gibi liste uzun, hadi o zaman başlayalım.

Paris denince ilk akla gelen Eyfel Kulesi olsa da, rotamıza burası ile başlamadık; hem gece ışıklı halini görmek hem de etrafında oturup soluklanmak için ilk günün sonuna bıraktık, baştan belirtmek isterim.

İlk rota: Sacre Couer Bazilikası
Sacre Couer Bazilikası

Şehri tepeden gören manzarası ile zaten eşsiz olan mimarisine bir de bununla değer katmış bir yer burası.

Tarihi 19. yüzyıla dayanan bazilikanın yapımına Fransa-Prusya savaşının bitiminin ardından başlanmış. Bazilika içerisinde birçok etkileyici nokta yer almasına rağmen en dikkat çekici olan Hz. İsa’nın resmedildiği mozaiktir. Bazilikayı, eğer giriş sırasını göze alabilirseniz, rahatlıkla gezebilirsiniz. Hatta kubbe kısmına çıkarak şehre daha da yukarıdan bakabilme şansınız olabilir. Burası meşhur Eyfel Kulesi’nden sonra şehre yukarıdan bakabileceğiniz en yüksek 2. noktadır.

Sacre Couer Bazilikası’ndan sonra yürüme mesafesi açısından yakın olan Moulin Rouge’a doğru ilerlemeye başlıyoruz.

Moulin Rouge
Moulin Rouge

Moulin Rouge, kelime anlamı “Kırmızı Değirmen” olan ki zaten girişinde de görebileceğiniz kısım sayesinde anlamını çok net anlayabileceğimiz dans ve eğlence merkezi. Özellikle yetişkinlere yönelik danslarla nam salmış ve hatta filmlere konu olmuş bir yerdir Moulin Rouge. Ne yalan söyleyeyim önünde fotoğraf çekilip yolumuza devam ettik.

En başta da söylediğim gibi şehri yürüyerek gezmeyi sevdiğimizden buradan Louvre Müzesi’ne doğru yürüyerek geçiyoruz. Şehrin o kendine özgü küçük kafelerini, tasarım dükkanlarını ve bunca yıl özünü kaybetmeden ayakta kalabilmiş sokak aralarındaki binalarını da görebilme şansımız oluyor.

Louvre Müzesi
Louvre Müzesi

Dünyanın en ünlü müzelerinden biri olan Louvre Müzesi’nin tarihi çok eski dönemlere dayanmaktadır. 12. yy.’da Paris’i Viking akınlara karşı korumak için ilk kısmı yapılmış olan bu müze, şimdilerde ise okuyup üreten insanları cehalet akınlarına karşı korumak için görevine devam etmektedir. Yapımına başlandığı günden bu zamana kadar birçok kısmı eklene eklene günümüzdeki halini almıştır.

Zaman içerisinde hükümdarlara saray görevini üstlenmiş olsa da Napolyon tarafından müzeye dönüştürülmüştür. Savaşı sanat olarak gören Napolyon gerçek sanata da değer veren biriymiş, demek ki. Louvre Müzesi çok fazla sanat eserini bünyesinde barındırıyor ama tabii ki en bilineni; Mona Lisa. Bu eser her ne kadar yolculuğuna Floransa’da başlamış olsa da şu an istirahatine Paris’te devam ediyor. Bu arada müze çok büyük ve çok fazla da eser olmasından dolayı gezmesi zaman alan bir yer. Her ne kadar hızlıca gezmiş olsak da günümüzün yarısı burada geçti.

Müzeden çıktığımızda hava henüz kararmıştı, bu arada müzeye yakın olan Palais Royal’i de gezip Eyfel kulesine öyle geçmek istedik.

Palais Royal
Palais Royal

Palais Royal, Louvre Müzesi’nin hemen karşısında yer almasına rağmen onun gölgesinden kalmasından dolayı dikkat çekmemekte. Ama artık bundan sonra Paris’e gidecekler burayı atlamayacaklar…

Palais Royal önünde geniş bir avlusu bulunan bir saray olup, zamanında hükümdarlara değil de kardinale ev sahipliği yapmış. Bu arada burayı gezdiğimiz zaman bir de film çekimine denk geldik. Sanırım yakında vizyona burada sahneleri çekilmiş olan bir film vizyona girecek, ilk spoiler da benden! Avlunun etrafında da alışveriş yapılabilecek küçük küçük dükkanlar yer almaktadır. Eğer takı vb. şeyler almak isterseniz güzel dükkanlar olduğunu söyleyebilirim.

Hava iyice kararmaya başladığına göre Eyfel Kulesi’ne doğru yola çıkabiliriz artık.

Eyfel Kulesi
Eyfel Kulesi

“Aşk şehri” olarak tanımlanan Paris’in simgesinin niye aşktan uzak, metal bir yapı olduğunu hala anlayamasam da buralara gelip de gitmemek olmazdı.

Yapımına 1887 başlanan ve yapımı 2 yıl süren bu yapı tamamlandığında 324 metreye ulaşmış. Aslında bir fuar için geçici olarak yapılmış olan eser döneminde “ucube” olarak tanımlamıştır. Sonrasında ise halk tarafından benimsenerek hayatını devam ettirmiş ve hatta şimdilerde ise turistik bir merkez haline gelmiştir. Hayatlarımıza girdiği günlerden bu zamana kadar birçok sporcu için de referans noktası olmuştur. Paraşütçüler atlamış, dağcılar tırmanmış, bisikletçiler inmiş (ki bunu yapabilmek gerçekten akıl işi değil)… Etrafında soluklanabilmek için geniş yeşil alanlar bulunmakta. Şarap, anahtarlık, Eyfel Kulesi minyatürleri satan satıcılardan fırsat bulabilirseniz biraz burada soluklanabilirsiniz.

Yarın için enerji depolamak üzere otelimize dönmeye karar veriyoruz, günün sonunda 22.000 adımın verdiği yorgunlukla başım yastığa değer değmez uykuya dalıyorum.

İkinci günün ilk durağı Notre Dame Katedrali.

Notre Dame Katedrali
Notre Dame Katedrali

1163 yılında yapımına başlanan katedralin tamamlanması 170 yıl sürmüştür. Eser, Gotik tarzda olup turistler tarafından Eyfel Kulesi’nden bile çok ziyaret edilmektedir.

Her ne kadar Fransız Devrimi sırasında hasar görmüş  ve hatta o dönem tapınak olarak kullanmış olsa da Napolyon’un kudreti ile yine katedral olarak kullanıma açılmış. Ayrıca Napolyon imparatorluğunu da burada ilan etmiş. Victor Hugo’nun en önemli eserlerinden biri olan Notre Dame’ın Kamburu da yine buradan ilham alınarak yazılmış. Katedral üzerinde birçok farklı işleme yer almakta ve her biri, bir durumu simgelemektedir. Bu simgelerin anlamlarını katedral içerisinde yer alan açıklamalardan bulabileceksiniz. Ayrıca içeride çok da güzel vitraylar yer almakta.

Katedralden sonra Pantheon’a gitmek için yola çıkıyoruz fakat bu arada Seine Nehri’ni de görebilmek için haritadan o rotayı seçerek devam ediyoruz. Seine Nehri boyunca üzerine birçok köprü yer almaktadır ve Avrupa şehirlerinde gelenek haline gelmiş bir durum burada da mevcut. Aşıklar kilitlere ismini yazarak köprüye kilitliyorlar ve aşklarını ölümsüzleştirdiklerine inanıyorlar.

Pantheon
Pantheon

Roma’da yer alan Pantheon ile büyük ölçüde benzerliği bulunan bu yapı zamanında farklı kullanım şekillerine sahip olsa da günümüzde kamu kurumu olarak kullanılmaktadır. Birçok önemli kişinin mezarları da burada yer almaktadır; Victor Hugo, Voltaire gibi.

Şehrin mimari mirasına büyük katkısı olan bu yapı Lüksemburg Bahçeleri ile çok yakın. Burada gezdikten sonra hemen yakınlardaki şirin, küçük kafelerden kahvenizi alıp Lüksemburg Bahçelerine geçebilirsiniz. Biz gezerken hava da güneşliydi, o kadar iyi geldi ki burada soluklanmak.

Lüksemburg Bahçeleri
Lüksemburg Bahçeleri

Lüksemburg Bahçeleri şehrin en büyük yeşil alanlarından birini oluşturmakta. Özellikle de bahçe, içerisinde yer alan sarayın ön cephesindeki geniş yeşil alan gün içerisinde dinlenmek, bir şeyler okumak, kahve içmek için sıkça ziyaret edilen bir yer haline gelmiş.

Saray, 17. yüzyılda dönemin kraliçesi tarafından yaptırılmış ve hatta Floransalı olan bu kraliçe doğduğu yerleri hatırlatması adına Floransa mimarisinin örnek alınmasını istemiştir. Burası da birçok tarihi yer gibi zaman içerisinde farklı şekillerde kullanılmış olup şimdi ise Fransız Senatosu’na aittir.

Kahvelerimizi de içtiğimize göre yola devam.

Champs Elysees
Champs Elysees

Aslında Champs Elysees’yi anlatmaya çok da gerek yok sanırım eski “İstiklal Caddesi” desem özetlemiş olurum. Yolun iki tarafında şık mağazalar, irili ufaklı kafeler, yol boyunca uzanmış ağaçlar ve halk ile iç içe geçmiş turist kalabalığı… Gezerken burnumun direği sızlamadı değil. Champs Elysees’nin bir ucu Concorde Meydanı’ndan başlıyor ve Arc de Triomphe’de sonlanıyor. Arc de Triomphe ‘Zafer Anıtı’ olarak adlandırılmakla birlikte Fransızlar için çok önemlidir. Yapının üst kısmında Fransız generallerinin ismi ve yan kısımlarda ise Napolyon’un kazandığı önemli muharebelerin ismi yazmaktadır.

Aslında Avrupa şehirlerinde çok sık rastlanan tarzda bir yapı olması ile birlikte bu kadar geniş olanını görmemiştim. Şehri iki günde dolu dolu gezerek ve toplamda da 42 bin adım atarak bu gezimizi sonlandırıyoruz.

Aklınıza takılan sorular için yine aynı şekilde Instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz. Yollarda karşılaşmak dileğiyle…

İlginizi çekebilir: Paris’in turistik mekanlarından sıkılanlar için alternatif gezi rehberi

 

Yazarın diğer yazıları için tıklayın. 

Ceren Elitas
"Üç kelimeyle kendini anlatır mısın?" sorusu ile sınandığımız zor günlerden geçen biri olmamdan mütevellit kendimi anlatma konusunda antremanlıyım. Ama gel gör ki bu durum, ... Devam