X

Anosognazi: Hastalığını inkar etmek mi, yoksa fark edememek mi?

Anoreksiya nervoza ve diğer yeme bozukluklarının özellikle bu rahatsızlıkları yaşayan kişilerin yakınları ve tedavi uzmanları için yarattığı en büyük güçlüklerden biri, hastanın, durumunu görememesi yani HASTALIĞINI FARK EDEMEMESİDİR.

Lauren Muhlheim, tıp dilinde anosognazi (anosognasia) adı verilen bu durumu kısıtlayıcı tipteki yeme bozuklukları açısından şöyle açıklıyor: “Kişi hasta olmadığına, bu yüzden endişelenecek bir durum da olmadığına ve tedaviye ihtiyaç duymadığına inanır.” Kısacası, yeme bozukluklarıyla mücadele edenler “iyileşmek için yeterince hasta olmadıkları” fikrine o kadar bağlanırlar ki sağlıklarının nasıl bir tehlike altında olduğunu göremezler.

Yeme bozuklukları danışmanı Tabitha Farrar’ın konuyla ilgili yazısında belirttiğine göre, anosognaziye özellikle kısıtlayıcı tipteki anoreksiya nervoza hastalarında rastlanıyor. Kişinin hastalığını fark edemediği için tedaviye yanaşmamasına neden olan bu durum ilk zamanlarda ne yazık ki yanlış yorumlanmış ve anatomik bir temeli olduğu anlaşılana kadar inkâr ya da kasten hasta kalmaya devam etme isteği olarak görülmüş. Hâlbuki bugün biliyoruz ki, anosognazi beynin yapısında meydana gelen değişikliklerden kaynaklanan bir durum.

Bu noktada, anosognazi ve yeme bozuklukları arasındaki ilişkiyi gözden kaçırmak mümkün değil çünkü beynin yeterince beslenmemekten etkilendiğini biliyoruz. Dr. Vandereycken 2006 yılında yazdığı bir makalede, “Anoreksiya nervoza vakalarının pek çoğunda hastanın aşırı zayıflığını fark edememesi nörolojik rahatsızlıklarda yaygın olan anosognaziye benziyor,” demiştir.

Yetersiz beslenme beyne zarar vererek belli başlı duyular, sezgi ve kavrayış yetileri üzerinde geçici bir “körlük” oluşturur. Laura Collins, yeme bozukluğuyla mücadele eden kendi kızıyla yaşadıklarından yola çıkarak anlattığı bir yazıda durumu şöyle açıklıyor: “[bu körlük] kişinin kontrolünde değildir ve biz ne kadar mantıklı yaklaşsak ya da tersine öfkemizi açığa vursak da bunların hiçbiri hasta kişiye durumunu görmesi için yardım etmez.

Özellikle çocuğumuz, eşimiz dostumuz ya da yeme bozukluğu olan yakınımız bu rahatsızlığı uzun zamandır yaşıyorsa. Hastalığın geçmişi ne kadar eskiye dayanırsa, anosognazi dediğimiz durum da o kadar şiddetli olacaktır. Ayrıca, toplumların kilo vermek ve ‘fit’ kalmak için kontrollü yiyip spor yapmak gibi davranışları yücelttiğini ve bunların yeme bozukluklarına zemin hazırlayan, onların yolunu sağlamlaştıran davranışlarla aynı olduğunu gözden kaçıramayız.”

Ruhsal rahatsızlıklarla mücadele eden insanlara destek olmak için kurulan Amerika merkezli NAMI, beynin ön lobu %100 çalışmadığında, diyor, kişi öz imajındaki (beden algısı ve benlik duygusu) değişimleri fark etme yetisini tamamen ya da kısmen kaybeder. Yani, beyin ile benlik algısı arasında bir nevi güncelleme aksaması olur.

Bu açıklamadaki güncelleme kelimesi önemli sanıyorum. En azından anosognazi ile yeme bozuklukları arasındaki bağlantıyı daha iyi bir şekilde anlamımızı sağlıyor. Kişinin benlik algısı hastalık nedeniyle güncelleme yapmaktan aciz kalıyorsa, demek ki kendimizi ve bedenlerimizi hastalanmadan önceki halimizle görüyoruz. Kayıtlarımızda en sağlıklı olan son halimiz saklı. Bu nedenle de gerçeği, yani hasta olduğumuzu ve tedaviye ihtiyaç duyduğumuzu algılayamıyoruz.

Bu noktada anosognazi ne değildir diye sorsak belki daha net bir tablo çıkar önümüze. İnkâr değildir. Bundan farklı, bunun ötesinde bir şey. Bir sorununuz olduğunu bilmenize rağmen “hayır, iyiyim,” diyorsanız, evet bu inkârdır. Ama herhangi bir sorununuz olduğunu bilmiyorsanız, bilmediğiniz şeyi inkâr edemezsiniz.

Psikolog Lucia Giombini, hocası Profesör Bryan Lask’ın çalışmalarında onun anoreksiya nervozayı bir paradokslar halkası olarak tanımlamasının dikkat çekici olduğunu belirtiyor. Söz gelimi, hastalıktan önceki haliyle kişi son derece uyumlu ve uzlaşmaya açıkken, hastalığı sırasında inatçı, isyankâr ve eleştiriye ya da yardıma tamamen kapalı bir hale geliyor. Ne kadar zayıf olduklarını göremiyor, halen kilo verme amacı taşıyorlar. Karınları aç olmasına rağmen tok hissediyor, halsizliklerine rağmen güçlü olduklarını düşünüyorlar. Çoğunlukla kendilerini aç bırakıyorlar ama bazen de tıkanırcasına yemek yiyorlar; kısacası yiyeceklere takıntılı bir haldeler ama ondan köşe bucak kaçıyorlar da.

Başarılı olmalarına, etraflarınca sevilmelerine rağmen kendilerine değer vermiyorlar ve yetersiz olduklarını düşünüyorlar. Hastalıkları her ne kadar kendilerine zarar verse de, onu güvenilir bir sığınak ya da dost olarak görüyorlar. Ara ara durumlarını fark eder gibi oluyorlar ama sonra yeniden anosognazi dediğimiz hali yaşıyorlar, yani hasta olduklarını göremiyorlar.

Yeme bozuklukları gibi fiziksel ve ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde hasta olduğumuzu, bakıma, desteğe ve iyileşmeye ihtiyacımız olduğunu fark etmek zincirin ilk halkası – hem de son derece sağlam olması gereken bir halka.
Peki, anosognazi halinden nasıl kurtulacağız? Yeme bozukluklarıyla mücadele eden sevdiklerimize ve yakınlarımıza nasıl yardımcı olacağız? Öncelikle sabır ve kararlılık. Çünkü önümüzde uzun ve zor bir yol var.

Dr. Vandereycken, yeme bozukluğu olup bunu fark edemeyen biriyle iletişim kurmanın ve onu tedavi olmaya ikna etmenin çok kolay olmadığını söylüyor. Deneyimlerine göre bu noktada üç kritik stratejinin işe yaradığını fark etmiş:
Destek: Yeme bozukluğuyla mücadele eden sevdiğinizi önemsediğinizi belli edin.
Anlayış: Onun kendisine zarar veren bir hastalığa neden bu kadar tutunduğunu anlayamasanız da ona anlayış göstermeye çalışın.
Dürüstlük: Onun sizden nefret etmesinden ya da uzaklaşmasından korkmadan, ne olursa olsun gerçeği söyleyin.

Tabitha Farrar ise hasta kişiye anosognazi ile ilgili yazılar okutmanın işe yarayabileceğini söylüyor. Özellikle de bu kişi yetişkinse. Başta direnç gösterebilir, kulaklarını ve gözlerini her türlü bilgiye kapatabilir ama içten içe bu hastalığın kendisini ne kadar mutsuz ettiğini ve bu şekilde yaşayamayacağını biliyordur. Yardım elinizi uzatmanız yeter.

Son olarak, sağlıklı beyin aslında bir yere gitmiş değil. Sadece yeme bozukluğuna teslim olmuş beynin asılsız tepkileri ve hisleri altında kalmış durumda. Yeme bozukluğunu sağlıklı beyni esaret altında tutan bir haydut olarak düşünürsek, siz bu haydutla konuştuğunuzda o da size bağıracak, söylediklerinizi bastırmaya çalışacaktır. Ama tutsak edilen yine de sesinizi duyar ve orada olduğunuzu bilerek rahatlar.

Anosognazinin fiziksel bir durum olduğunu yeniden vurgulayalım ve kişinin kolaya kaçtığını ya da inkâra yöneldiğini düşünerek aldanmayalım. Güzel haberse, beyin yeterli beslenme ve sağlıklı kiloya gelinmesiyle iyileşiyor. Anosognazi hali geçtikten sonra geriye motivasyonun yüksek tutulup kişinin fiziksel iyileşmeyle birlikte psikolojik destek de alarak sağlığına tam anlamıyla kavuşması kalıyor.

Kaynaklar:
https://www.verywellmind.com/brain-starvation-and-recovery-in-anorexia-nervosa-1138303
https://www.healthyplace.com/blogs/eatingdisorderrecovery/2010/05/my-daughter-does-not-want-to-recover-from-her-eating-disorder
https://tabithafarrar.com/2016/12/anosognosia-eating-disorders-dont-know-sick/
https://www.edcatalogue.com/support-loved-ones-ambivalent-professional-eating-disorder-treatment/
https://thepsychologist.bps.org.uk/volume-29/august/quest-identity-recovering-eating-disorders
Jennifer L. Gaudiani, Sick Enough: A Guide to the Medical Complications of Eating Disorders, Routledge, 2018.

İlginizi çekebilir:

Tıkanırcasına yeme bozukluğu neden teşhis edilemiyor?
Yemek tercihleriniz arkadaşlarınızın tercihlerine göre mi şekilleniyor: Kıyaslamayı bırakmak
Yemek tercihleriniz arkadaşlarınızın tercihlerine göre mi şekilleniyor: Kıyaslamayı bırakmak
Çocuğunuz yeme bozukluğu yaşıyor olabilir mi: Ona nasıl yardımcı olabilirsiniz?
Yeme bozukluklarını tanıyın: Bu tür bir rahatsızlık yaşayan birine nasıl yardımcı olabilirsiniz?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale