Yemek tercihleriniz arkadaşlarınızın tercihlerine göre mi şekilleniyor: Kıyaslamayı bırakmak

Şöyle bir olay belki de hepimizin başına gelmiştir: Arkadaşınızla öğle yemeğine çıktınız ve canınız pizza istedi. Arkadaşınız ise pek aç hissetmediği için hafif bir öğün yemeye karar verdi. Onun siparişini duyana kadar pizza istediğinizden emindiniz ama şimdi ikileme düştünüz. Acaba menüye bir kez daha mı baksam diye düşünmeye başladınız. Peki, şu tanıdık geliyor mu: Yine bir arkadaşınızla kahve-tatlı keyfi yaptınız ve arkadaşınız tatlıdan aldığı kalorileri “telafi etmek (!)” için spor salonunda fazladan ter dökeceğinden bahsediyor. İçten içe, “Ben de yarın yürüme bandında daha uzun mu kalsam acaba?” diye sormaya mı başladınız?

Hayatımızın hemen her alanında tercihlerimizi, zevklerimizi, değerlerimizi başkalarınınkiyle kıyaslıyor, kendimizi o veya bu kişiye bakarak yargılıyoruz. Yeme tercihlerimiz de bunun dışında değil. Hele ki etrafımızdaki insanlardan fazla yediğimizde ya da “kaçamak” yaptığımızda kendimizi “suçlu” hissetmemiz yönünde şartlandırıldığımız bir kültürde bundan kaçınmak zor. Bakın beslenme uzmanı Robyn Nohling ne diyor: “Yediklerinizle ilgili yaptığınız kıyaslamalar ve yeme alışkanlıklarınızdan dolayı duyduğunuz suçluluk sizi mutsuzlaştırır, yemekten aldığınız zevki öldürür.

Kendini diyet karşıtı beslenme uzmanı olarak tanımlayan Nohling açlık ve tatmin olma hislerinize kulak vererek beslendiğinizde, bu her ne kadar başta korkutucu ve tekinsiz gelse de, zamanla büyük bir rahatlama duyacağınızı ifade ediyor. Kısacası, hiçbir gerekçesi olmayan yeme kurallarını ve beklentileri bir kenara itip isteklerinize ve içgüdülerinize göre özgürleştirici bir beslenme şekli öneriyor.

Pekâlâ, şimdi gelelim yeme bozuklukları ve psikolojik rahatsızlıklar arasında en ölümcülü olarak bilinen anoreksiya nervoza ile bu kıyaslama meselesi arasındaki ilişkiye. Yeme bozuklukları üzerine eğitim alan ve bu konuda danışmanlık yapan Elisa Oras’a göre anoreksiya nervoza, kişinin bedeninde ve beyninde düşük kalori alımından dolayı belli başlı fiziksel tepkilere yol açar ve beynin kimyasını değiştirir. Kısacası, bedenimizi yeterince beslemediğimizde beynimiz de açlık moduna girer ve gittikçe yiyeceklere saplantılı hale geliriz. Bir bu kadar da etrafımızdaki insanların ne yiyip yemediklerine dikkat etmeye başlarız.

Aktif olarak anoreksiya nervoza rahatsızlığı yaşayan kişiler yiyeceklere ne kadar saplantılı hale gelirse, iyileşme yoluna girmiş hastalar da aynı şekilde beyinlerinin sürekli yiyeceklerle meşgul olduğunu fark eder. Belki fiziksel olarak çok aç hissetmezler ama beyinlerinde sürekli ne yemeleri, ne kadar yemeleri veya ne zaman yemeleri gerektiği konusunda düşünceler dolaşır.

Beslenme uzmanı Tabitha Farrar “zihinsel açlık” olarak tanımlanan bu durumun atlatılması için anoreksiya nervoza rahatsızlığı yaşayan kişinin yediklerini kısıtlamaktan vazgeçip günlük kalori alımını yavaş yavaş –ve epey– artırması gerektiğini belirtiyor. Farrar aslında ilginç bir noktaya da parmak basıyor.

Anoreksiya nervozada, kişi, yediklerini kısıtladığı için etrafındaki insanlardan fazla yemez ve böylece kendini kıyaslama yapacak durumda bırakmaz. Fakat tüm cesareti ve kararlılığıyla bu ölümcül hastalığa meydan okumaya karar verdiğinde belki de senelerdir gıdasız bıraktığı vücudunu ve beynini beslemesi gerektiğini, bunun da ancak çevresindeki sağlıklı insanlardan daha fazla yediğinde mümkün olduğunu bilir. Ama gelin görün ki bunu kabul etmek, az yemeyi alışkanlık haline getirmiş bir anoreksiya nervoza hastası için daha zordur. Farrar bu noktada, zihinsel açlığın sinyallerini görmezden gelmeyip yeterince gıda alınmasını tavsiye ediyor ve bunun “normal” insanlardan fazla yemek anlamına geldiğini de not düşüyor. Bunda kişinin kendini kötü hissetmesini gerektiren bir durum yok aslında, ne de olsa anoreksiya nervozanın sonucu olarak bedeninde oluşan enerji açığını gidermesi gerekiyor. İyileşmenin ilk adımı bunu kabul etmekte belki de.

Ama bir taraftan da kulağa korkutucu geliyor değil mi? Farrar, “Korkacaksınız, bu hisse en azından belli bir süre için alışın hatta kucak açın,” diyor. Anoreksiya nervozadan iyileşme sürecinde bu türden korkular hissetmek normal karşılanıyor. Korku hissi her ne kadar nahoş olsa da kişiye anoreksiya nervozanın olası sonuçları kadar zarar veremez. Kalori alımınız arttıkça, masadaki diğer insanlardan daha fazla yedikçe aklınıza kuşkular düşecek, endişeleneceksiniz ve bu durum bedeninizin kalori ihtiyacını karşılayana kadar da sürecek. Ama Elisa Oras’a göre yeterince yemek için kendinize izin verirseniz iyileşme sürecinizin inisiyatifini üzerinize almış oluyorsunuz. Bedeniniz fiziksel olarak güçlendikçe ve beyniniz ihtiyacı olan besine kavuşunca, hastalık sırasında bozulan beyin kimyası normal, yani sağlıklı haline dönmeye başlıyor. Bir süre sonra yiyeceklere karşı saplantılarınızdan kurtulduğunuzu, yediklerinizi başkalarınınkiyle kıyaslamadığınızı (hadi çok daha az kıyasladığınızı diyelim) görecek ve içgüdüsel beslenmeye doğru emin adımlar atacaksınız.

Gelin, benzer süreçten geçmiş birinin söylediklerine kulak verelim:
Yıllardır hatalarım olarak gördüğüm şeyler için kendimi affetmeyi öğrenmeliydim. Bu, öncelikle çevremdeki insanlara benzemediğim için kendimi suçlu hissetmemem gerektiğini kabullenmek anlamına geliyordu. Fazla yediğimde ya da yeme planlarımın dışına çıktığımda bunun dünyanın sonu olmadığını fark ettim. Anoreksiya nervozadan iyileşirken kendimi diğer hastaların iyileşme deneyimlerine, başarılarına göre değerlendirirdim ama bu bana zarar vermekten başka bir işe yaramadı. Bir süre sonra bunu yapmayı bıraktım, adım adım. İyileşme deneyimim bana özgüydü ve başkalarının sağlıklı olmaya ne kadar yavaş ya da hızlı ulaştıkları beni ilgilendirmezdi. Karşımdaki yüksek dağı kendi adımlarımla tırmanmalıydım. Zirveye ulaşmak güçtü ve kıyaslama yapmayı bırakmamı gerektiriyordu. Bu yolda çok aşama kaydettim ama bazen hâlâ tökezlediğim oluyor. Yine de bir şekilde, kendi çabamla, ayağa kalkmayı başarıyorum.

Görünüşe göre hepimiz yiyeceklere belli etiketler, ahlak nosyonları yüklüyoruz. İnsan ister istemez yemek ne zaman doğal olmaktan bu kadar uzaklaştı diye soruyor. Cevap? Tekrar yazımızın başında atıf yaptığımız Robyn Nohling’e dönelim: “Yiyecek sadece yiyecektir. Bizi beslemek, ayakta tutmak için vardır. Ama yemekten aldığımız zevk, duyduğumuz memnuniyet de yabana atılmamalı. Yemek yemenin öz disiplin, irade gücü, kimlik ya da değer kaygılarıyla bir ilgisi olamaz.

Kaynaklar:
Bu yazıyı hazırlarken Elisa Oras ve Tabitha Farrar’ın düşünceleri başta olmak üzere aşağıdaki kaynaklardan yararlandım:
https://followtheintuition.com/comparing-food-intake-eating-disorder-recovery/
https://www.thereallife-rd.com/2017/10/food-comparison/
https://tabithafarrar.com/2017/10/stop-comparing-eat-people-eat/
https://themighty.com/2017/09/comparison-eating-disorder-recovery/

İlginizi çekebilir: Yeni yılda daha mutlu, daha sağlıklı olmak için “mucizevi” diyetlere ihtiyacımız yok

Burcu Uluçay
Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar ... Devam